18 Temmuz 2008 Sayı: SİKB 2008/29

  Kızıl Bayrak'tan
  Çatışmanın seyri içinde çökmekte olan hayaller
   DTP 2. Olağan Kongre’ye hazırlanıyor…
“Ergenekon iddianamesi” devletin katliamlarını ve kirli faaliyetlerini sahiplendi…
Şekerde özelleştirme saldırısı tamamlanıyor

İşçileri ölüme mahkum edenler tedbir alamaz...

Küçükçekmece Belediyesi Park Bahçeler Müdürlüğü işyeri temsilcisiyle TİS süreci üzerine görüştük...
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Saldırılara karşı birleşik mücadeleyi güçlendirmek için sınıf dayanışmasının önemi
  OSB-İMES İşçileri Derneği
3. Olağan Genel Kurulu Sonuç Bildirgesi
  Canovate’nin “mazlum” patronu!
  Halklara karşı yeni cephe açmaya hazırlanan emperyalist-siyonist güçlere karşı direniş!
  Füze kalkanı inşa etmek savaş hazırlığıdır!
  Ne yapmalı? Nasıl yapmalı? / 3
Volkan Yaraşır
  Mamak 5. Kültür Sanat Festivali’ne doğru...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

DTP 2. Olağan Kongre’ye hazırlanıyor…

Açmazın gerisinde reformist çizgi var

DTP’nin 20 Temmuz’da “Birlikte yaşam birlikte çözüm!” sloganı altında yapacağı ve çok sayıda kişinin katılması beklenen 2. Olağan Kongre hazırlıkları sürüyor. Kapatma davası süren DTP’de delegeler ve “akil adamlar” geçtiğimiz hafta sonu düzenlenen ve iki gün süren konferansta bir araya geldiler. Konferansta, DTP’nin örgütsel, siyasal, diplomasi gibi alanlarda eksiklikleri ve nasıl bir örgütsel yapılanma sağlanması gerektiği masaya yatırılarak “özeleştiri” yapıldı. Burjuva medyada DTP ile ilgili haberlerde “şahinler/güvercinler” ayrımı, diplomasi alanındaki yetersizlikler, örgütsel yapılanma ile yerel yönetimler ve DTP’nin meclis grubunun durumu üzerinde duruldu.

Yansıyan bilgilere göre, DTP’de bir süredir “güvercinler” ve “şahinler” kanadı arasında yaşanan “genel başkanlık” vb. konular üzerine tartışmalar, her iki kanadın anlaşmasıyla sona ermiş görünüyor. Buna göre, parti içi diğer sorunların da masaya yatırıldığı konferansta, “güvercinler” olarak anılan kanadın adayı Ahmet Türk’ün genel başkan, “şahinler”in adayı Emine Ayna’nın ise “eşbaşkan” olması yönünde mutabakat sağlandı.

Konferansta, “Demokratik özerklik projesi”nin halka taşınmasında yetersizlikler olduğu vurgulandı. Taleplerini haykırmak için sokaklara çıkan Kürt halkının eylemlerine denk bir örgütsel mekanizma geliştirilemediği tespitiyle birlikte DTP’nin yeterli muhalefet yapamadığı ifade edildi. Ayrıca DTP’ye yönelik saldırılara karşı parti içinden yapılan açıklamaların “birliği bozma” yönünde bir zemin hazırladığı vurgulandı. Halkın başkaldırısı karşısında egemenlerin “Kürt sorunu demokratik çözüme kavuşmalı” tartışmalarını başlatmasına karşılık Kürtler cephesinde dil ve amaç birliği yakalanamadığı için inkar ve imha sürecinin devreye sokulduğu kaydedildi. Türk devletinin Kürt halkına ve kurumlarına yönelik uluslararası tasfiye politikası izlediğine işaret edilerek, halkın kirli savaş politikalarıyla Kürt ulusal hareketini parçalama saldırısına karşı verdiği mücadelenin tasfiye harekatını boşa çıkardığı ifade edildi.

Çatı partisi tartışmalarına ilişkin olarak ise, dar yaklaşımların sergilendiği ve çalışmaların geniş bir yelpazeye yayılması, “sol, sosyalist, demokrat ve liberal kesimlerle bir araya gelinerek tartışmaların sürdürülmesi” için yeni adımların atılması gerektiği kaydedildi.

Öncelikle şunu belirtelim ki, DTP konferansının “özeleştirel” değerlendirmeleri, nedenlerden ziyade sonuçlarla ilgilendiği için, yüzeysellik sınırlarını aşamıyor. Tespitler var, ancak nedenler ve niçinler yok. Örneğin, DTP’nin Kürt halkının eylemlerini karşılayacak bir örgütsel mekanizma yaratamadığı, DTP’nin yeterli muhalefet yapamadığı tespit ediliyor. Ama bu sonucun nedeni ve niçini yok. Burjuva medyanın “güvercinler/şahinler” ayrımını körüklediği ve kimi DTP’lilerin bu oyuna geldiği tespit ediliyor. Ama bunun nedeni ve niçini de yok. Kürtler cephesinde neden bir dil ve amaç birliği yakalanamadığına ilişkin olarak da söylenen bir şey yok.

Bunlar kuşkusuz önemli tespitler. Fakat özeleştiride bunların nedenleri yoktur. Olması da mümkün değildir. Çünkü, bu nedenleri tartışmak DTP’yi aşıyor. DTP kuşkusuz bir siyasi çizginin, bir geleneğin, bir anlayışın parçasıdır, ancak kendisi değildir. Bu nedenle, DTP konferansının da yakınarak tespit ettiği sonuçların nedenlerini görebilmek için, DTP’yi değil, üzerinde hareket ettiği siyasi zemini, savunduğu siyasi anlayışı tartışmak gerekir. İmralı teslimiyetiyle birlikte bu anlayış bugün neyi amaçlıyor, neyi istiyor, nasıl bir strateji ve çözümü savunuyor? Asıl tartışılması gereken sorular ve sorunlar bunlardır.

Bugün karşı karşıya bulunulan ve DTP konferansında da yakınma konusu olan açmazın gerisinde, İmralı teslimiyetiyle birlikte ortaya çıkan köklü kimlik ve çizgi değişimi vardır. Kürt sorununun çözümü reformist bir çizgiye bağlanmış, “demokratik cumhuriyet” adı altında belli tavizler karşılığında kurulu düzenle barışıp bütünleşme stratejisi benimsenmiş, burjuva gericiliğinin Kürt halk kitleleri üzerindeki etkisini yeniden kurabileceği ve bunun yankısını DTP’de de bulacağı bir zemin bizzat Kürt hareketi tarafından yaratılmıştır.

Açmazın bir başka yönü, Kürt emekçi kitlelerinin sınıfsal çıkar, özlem ve ihtiyaçları ile ilgilidir. Kürt hareketinin mevcut çizgisi, düzeni aşmamasına ve burjuva sınıf kimliğine denk düşmesine rağmen, kitle desteğinin esasını Kürt halkının en yoksul katmanlarından almaktadır. Oysa Kürt hareketinin kurulu düzenle uzlaşmaya ve barışmaya dayalı yeni çizgi temelinde bu emekçi katmanlar için yapabileceği fazlaca bir şey yoktur. DTP’nin “özeleştirisi”nde değindiği, Kürt halkının kendiliğinden eylemlerine denk düşen örgütsel (ve siyasal) kapasite ortaya konamaması, bu olguyla da sıkı sıkıya bağlantılıdır.

Türkiye partisi olmaya gelince... Bununla kastedilen Türk emekçileriyle yakınlaşmak ise, bu ancak Kürt ve Türk emekçilerinin ortak çıkarlarına ve birleşik devrimci mücedelesine dayalı bir politik çizgi ve çabayla olabilir. Aksi halde bu, iyi niyetli ama duygusal sınırlar içinde kalan bir söylem olmaktan öteye gidemeyecektir. Kürt hareketinin devrimci döneminde bile bu anlamda “Türkiyeli” olmayı başaramadığı, İmralı’dan beri ise artık Türkiye’nin emekçilerine değil fakat düzenin egemenlerine ve devlete güven vermeyi asıl kaygı haline getirdiği biliniyor.

Bugün Türkiye partisi olmak iddiası, Türk halk kitlelerinden çok düzenin egemenlerini hedef almakta, onlara güven vermeyi, onlarla ilişkileri onarmayı ve Kürt sorununu sınırlı tavizler temelinde çözmeyi amaçlamaktadır. Bu politika, bu niteliği ile Kürt ve Türk halklarının yakınlaşmasına bir katkı sağlamamakta, dahası Kürt halk kitleleri üzerinde burjuva politikası için daha geniş bir etki alanı açmaktadır. Konferansta, çatı partisi tartışmalarına ilişkin dar yaklaşımların sergilenmesinden yakınılması ve çatı partisinin geniş bir yelpazeye yayılması arayışını da bu çerçevede değerlendirmek gerekir. “Liberal kesimlerle bir araya gelinerek tartışma” arayışının ucu, geçmiş tecrübelerin de ışığında biliyoruz ki, düzen içi sağ ve sol kesimlere kadar uzanabilmektedir.

Özetle, bugün Kürt hareketinin açmazının temelinde çizgi değişimi, devrimci çizgiden reformist çizgiye geçiş vardır.

DTP konferansında “demokratik özerklik projesi” de dahil “çözüm” adı altında ileri sürülenler, sınırlı bazı hak kırıntılarını aşamamaktadır. Açıktır ki bu, “çözüm” adı altında gerçekte yeni bir çözümsüzlük demektir. Bu, sorunun bir başka biçim içinde sürdürülmesi ve süründürülmesidir. Altı çizilmelidir ki, Kürt sorununun mevcut rejimin sınırlı bir anayasal tadilatı ile bir çözüme kavuşturulabileceğini ummak, temelsiz ve ham bir liberal hayaldir.

Öte yandan, devletin askeri operasyonlardan sonra bir “siyasi çözüm” planını uygulamaya sokacağı yönündeki beklentiler, Erdoğan’ın “Diyarbakır çıkarması” ile bir kez daha boşa çıktı. Bir kez daha görüldü ki, devletin inkar ve imha politikasından başka Kürt sorununda herhangi bir çözüm planı yoktur. Devletin çözüm projesi olarak sunduğu, Kürt burjuvazisini ve toprak sahiplerini Türk egemen ulus kimliğine dayalı düzene daha sağlam biçimde bağlama ve giderek Kürt orta sınıflarını da düzene entegre etme projesidir.

Kürt burjuvazisinin Kürt sorunundaki tutumunu ise, yılların mücadelesinin yarattığı birikimin ekonomik ranta dönüştürülmesi kaygısı ve hesabı belirlemektedir. Bugün, sömürgeci sermaye iktidarı ile kader birliği yapmış olan Kürt büyük burjuvazisi ve büyük toprak sahipleri Kürt halkının özgürlük mücadelesinin karşısındadırlar. Kürt orta burjuva katmanlarının önemli bir bölümü de halen gerici düzen güçlerinin safında hareket etmektedir.

Geriye başından itibaren mücadelenin tüm yükünü taşıyan, büyük bedeller ödeyen ve halen de ödemekte olan, savaşın ağır sosyal sonuçlarını ise etinde-kemiğinde duyan Kürt emekçi katmanları kalmaktadır. Ulusal özgürlük ve eşitlik davasının asıl yükünü halen bunlar taşımakta, PKK eksenli Kürt hareketini halen bunlar desteklemekte, temel mücadele gücünü bunlar oluşturmaktadırlar.

Ne var ki, Kürt emekçi katmanlarının çıkarları ve özlemleri tümüyle devrimci bir çizgi, buna dayalı bir çözüm yolu gerektirdiği halde, mevcut Kürt hareketi önderliği bundan tümüyle uzaktır. Zira Kürt hareketinin izlediği çizgi, kurulu düzenin ekonomik ve siyasal çerçevesini hiçbir biçimde aşmamakta, dolayısıyla Kürt burjuvazisini temel sınıfsal çıkar ve tercihleriyle de temelde çelişmemektedir. Bu ise halen Kürt halkının özgürlük ve eşitlik mücadelesinin en büyük açmazını oluşturmaktadır.

DTP 2. Kongresi vesilesiyle bir kez daha tanık olduğumuz bu açmaz, komünistlerin devrimci sorumluluklarını daha da artırmaktadır. Bu sorumluluk, bir yandan işçi sınıfı hareketini devrimcileştirme yönündeki çalışmalara hız verilmesini, öte yandan Kürt emekçilerini devrimci çizgi etrafında birleştirecek bir inisiyatif sergilenmesini gerektirmektedir. Kürt sorunundaki ilkeli devrimci çizginin politik-pratik bir kuvvet kazanabilmesi de buna bağlıdır.