14 Mart 2008 Sayı: SİKB 2008/11

  Kızıl Bayrak'tan
  Devrimci baharı örgütleyelim!
  Amerikancı cepheye karşı emekçilerin devrimci baharı için!
Talabani’nin Türkiye ziyareti üzerine
ÇÜ’de şoven gericilere karşı yürüyüş...
Gazi katliamı ve direnişi anıldı...
12 Mart Gazi, 16 Mart Halepçe ve Beyazıt Meydanı....
  Emekçi Kadın Kurultayı’na sunulan tebliğlerden...
  Burjuvazinin 8 Mart üzerine hesapları...
  Makina kırıcılardan insan kıyıcalara...
Yüksel Akkaya
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Yapı-Yol Sen üyeleri Türkiye genelinde iş yavaşlatma ve iş bırakma gerçekleştirdiler...
  Gençlik hareketinden...
  Emperyalist zorbalar ile gerici güçlerin riyakarlığı…
  Birleşmiş Milletler taşeronluğa devam ediyor…
  Bush işkenceyi yasaklayan yasa tasarısını veto etti!
  MİB-DER: Sınıf mücadelesinde yeni bir mevzi!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Generaller postal yalayıcılarını hırpalayarak emekçi halkın kirli savaşı ve ABD uşaklığını sorgulanmasının önünü almaya çalışıyorlar…

Amerikancı cepheye karşı emekçilerin devrimci baharı için!

Kara harekatının aniden, adeta kaçarcasına bitirilmesinin düzen cephesinde yarattığı çatlak gündemdeki yerini koruyor. Kirli savaşta ordunun ateşli destekçileri olan ve siyasal varlıklarını ırkçı-şoven cereyana bağlamış bulunan CHP ve MHP, kara harekatı süresince dizginsizce yükseltilen savaş histerisinden kendilerini kurtaramayınca, bir anda orduyla karşı karşıya kaldılar. İçine düştükleri durumdan bir manevrayla kurtulmaya çalışsalar da, henüz bunu başarabilmiş değiller. Başta Genelkurmay Başkanı olmak üzere generaller, her fırsatta CHP ve MHP’yi topa tutmaya devam ediyorlar.

CHP ve MHP’nin harekatın sona erdirilmesinde ABD baskısının rolü olduğu yönündeki çıkışları, generaller tarafından “seviyesiz” bulunmuş ve “ihanet” sayılmıştı. CHP ve MHP’nin sözlerinin orduya yönelik olmadığı açıklamalarına karşın, general Büyükanıt benzer sert açıklamalarını histerik çıkışlarla sürdürdü. “Kanıtlasınlar, üniformamı çıkarayım”, “eleştiri değil hakaret” gibi sözler birbirini izledi. Bu postal yalayıcı partilerden MHP boynunu büküp susmak zorunda kalırken, CHP bizim “hedefimiz AKP” diye söylenerek derdini anlatmaya çalışıyor. Ancak görünen o ki, generaller kendilerine çizilmiş sınırları aşan bu uşaklarına hadlerini bildirmekte kararlı.

Generallerin bu partileri bir terbiye operasyonuna tabi tuttuğu açıktır. Zira bu partiler, ordu ve AKP’nin ABD’ye uşaklık ve Kürt halkına düşmanlık temelinde açık bir mutabakat içerisinde oldukları bir dönemde, bu mutabakatın ürünü politikaların uygulanmasını çıkardıkları çatlak seslerle bir parça zora sokuyorlar. Oysa aynı partiler bugüne kadar büyük ölçüde AKP’yi denetlemenin ve baskı altında tutmanın aletleri olarak davranmaktaydılar. Bu rollerini özellikle 22 Temmuz seçimlerine kadar sadakatle yerine getirdiler.

22 Temmuz seçimleri sonrasında yeni bir dönem açıldı ve “Dolmabahçe mutabakatı” ile zemini oluşturulan bir işbirliği temelinde ordu-AKP ilişkileri amerikancı çizgide yeni bir çerçeveye oturdu. Kürt sorunu ekseninde ve gerisinde ABD’nin olduğu bu yakın ilişki, 5 Kasım anlaşmasıyla açılan yolda pekiştirilerek bugünlere getirildi. Öyle ki, yıllardır türbanı bir rejim sorunu olarak gören ve bunu siyasete müdahalenin bahanesi olarak kullanagelen ordu, türbanı üniversiteye sokan yasa karşısında bilinçli bir biçimde suskun kaldı. Çünkü AKP’nin bu adımı, öncelikle Kürt halkının devrimci enerjisinin bastırılması üzerine kurulmuş bulunan planların bir parçası idi. Böylelikle ordu-CHP ilişkilerinde ilk önemli kırılma gerçekleşmiş oldu. CHP bu süreçte ordudan aradığı desteği bulamadığı ölçüde yalnız kaldı.

Bu dönemde AKP’nin yanında saf tutarak, ordu-AKP ilişkilerinin yeni döneminin yarattığı olanaklardan faydalanan MHP’ye tanınan hareket sınırları da kara harekatıyla birlikte ortaya çıkmış oldu. Esasında ABD ile yapılan kirli pazarlıkların üstünü örtmeyi amaçlayan Güney Kürdistan’a yönelik harekatı şovenist-milliyetçi histerinin büyütülmesi için bir fırsat olarak görerek AKP ile milliyetçilik yarışına tutuşan MHP, kara harekatının ABD baskısıyla sona ermesi durumundan kendince yararlanmaya çalıştı. Ancak, ortadaki manzaranın sorumlusu AKP ile birlikte ordu olduğu için de, sınırlarını aşmış oldu ve böylece Generallerin hedefi haline geldi.

Ancak açıktır ki, generallerin amacı sadece, sınırlarını aşmış olmaktan dolayı bu partileri terbiye etmek değildir. Bu postal yalayıcısı partiler ordu tarafından böyle hırpalanırken de önemli bir işlev görmektedirler. Bu işlev, ordunun açıkça karşısına çıkmaya cesaret edemediği toplumun da bu suretle terbiye edilmesidir. Çünkü, sınırsız bir savaş çığırtkanlığıyla ordu arkasında seferber edilen yığınlar, kara harekatının ABD’nin kaba müdahalesiyle kesilmesi karşısında büyük bir hoşnutsuzluk ve öfke duymuşlardır. Aldatıldıkları duygusuna kapılmışlar, devletin ve ordunun gücüne ilişkin güven duygularında büyük sarsıntılar oluşmuştur. Geri çekilişin hemen ardından Milliyet gibi gazetelerin internet sitelerindeki ilgili haberlere düşülen, “generaller ve hükümet bundan böyle hiçbir asker cenazesine katılmasın” türünden okuyucu yorumlar istisna değildi, yaygın biçimde “sokaktaki vatandaş”ın düşüncesini yansıtıyordu.

Şovenizme alet edilen sıradan kitlelerde ortaya çıkan belirgin sorgulama ve kapsamlı psikolojik harekatın ürünü önyargıların sarsılması karşısında, generaller paniğe kapıldılar ve hınçlarını CHP ve MHP’den almak yoluna gittiler. Zira şoven atmosferden beslenen CHP ile MHP kitlelerdeki hayalkırıklığını hükümete yönelik olarak istismar etmek istemiş, fakat bu istismarın ucu ister istemez generallere de dokunmuştur. Generallerin bu partileri hedef alan kontrolsüz saldırganlığına yolaçan bu oldu. Fakat onlar bununla aynı zamanda bu partiler üzerinden toplumdaki sorgulamayı da dizginlemeyi hedeflediler. Sözkonusu girişimin yeterince gözetilmeyen en önemli yönü budur aslında.

Generallerin postal yalayıcı partilere yönelik çıkışları halen devam etmekle birlikte, düzen cephesinin emekçi yığınları kirli savaş siyasetine alet etmeleri eskisi kadar kolay olmayacaktır. Kürt halkının özgürlük taleplerini bastırma karşılığında, ABD’nin kirli emperyalist amaçlarının aktif bekçisi olarak kullanılmaya başlayacakları bir döneme girdikleri hesaba katılırsa, bu zorluk çok daha artacaktır. Emperyalizmin emekçi halklara açtığı savaş ve saldırganlık cephesinin açık bir tarafı haline geldikleri ölçüde, emekçilerle daha fazla karşı karşıya gelecekler, böylece gerçek kimlikleri daha açık görülebilecektir.

Bununla birlikte, düzen cephesi, toplumu yönetmek ve bilinçlerini zehirlemek için psikolojik savaş mekanizmasını ustalıkla harekete geçirmekten geri kalmayacaktır. Bunun için, sürecin gelişme yönünü esasında devrimci inisiyatif tayin edecektir. Bir yandan gerici-şoven düşüncelerin emekçiler üzerindeki etkisinde yaşanan sarsılma ve kırılmaları iyi değerlendirmek gerekmektedir. Diğer yandan ise, “işçilerin birliği, halkların kardeşliği” temelinde, işçi ve emekçilerin enerjilerini devrimci bir doğrultuda açığa çıkarmak için sürece yüklenilmelidir. İşçi ve emekçi hareketindeki gelişme ile şovenist-milliyetçi cephenin en kilit yerinden zaafa uğramasının aynı döneme denk gelmesi, bu bakımdan önemli fırsatlar sunmaktadır. Olayların seyri bu fırsatların denli başarıyla değerlendirilebileceğine sıkı sıkıya bağlı olacaktır.