7 Mart 2008 Sayı: SİKB 2008/10

  Kızıl Bayrak'tan
  Kirli savaş cephesinde iç muharebe...
  8 Mart’ın ruhu, kurultayların coşkusuyla
8 Mart’ta mücadele alanlarına!
Kürt halkına bir kez daha “siyasal çözüm” tuzağı! - U. Taner
Kanlı operasyonlarda medyanın rolü ve görevi
Kadıköy’de kitlesel SSGSS karşıtı eylem! 
Sermaye SSGSS konusunda son adımlarını atıyor...
  Tekel işçisi direniyor:
  Tersane İşçileri Birliği Derneği Başkanı Zeynel Nihadioğlu ile konuştuk….
  Tersaneler cehenneminde direniş: “Artık yeter!”
  Sol basının tutumu üzerine... - Z. Us
  15 Mart Temsilciler Meclisi toplantısı ve ön hazırlık sürecine dair...
  Gençlik hareketinden...
  İstanbul Emekçi Kadın Kurultayı Sonuç Bildirgesi...
  Operasyona karşı Kürt halkı ile eylemli dayanışma!
  Irkçı–siyonistlerden Filistin halkına “soykırım” tehdidi!
  KESK’e bağlı sendika şubelerinin genel kurulları cansız geçiyor…
  Doğ güneş doğ, tüm kızıllığınla doğ! -
H. Doğan
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Tersane İşçileri Birliği Derneği Başkanı Zeynel Nihadioğlu ile konuştuk….

“İşçileri mücadele içinde örgütleme hedefiyle hareket edeceğiz!”

- 27-28 Şubat tarihlerinde DİSK tersanelerde 24 saatlik “oturma grevi” ilan etti. Ardından Limter-İş Sendikası da aynı günlerde tersane işçilerini “grev”e çağırdı. Bu süreçle ilgili yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tersanelerde yaşanan cehennem koşullarına ve cinayetlere karşı yükselen kamuoyu tepkisi karşısında DİSK 24 saat “oturma grevi” kararı almıştı. Tersane işçisinin iradesini esas almayan bu eylem biçiminin daha ileri bir noktaya taşınması gerekiyordu. Çünkü DİSK saat 11.00’de başlatacağı “oturma grevi”ni Tuzla meydanda sürdürecekti. Hem eylem saati, hem de çadırın kurulacağı yer işçilerden yalıtıktı. DİSK ne yapmayı planlıyordu? Saat 08.00’de işbaşı yapan tersane işçisinin akın akın oturma grevine destek vereceğini mi düşünüyordu?

Kaygı tamamen farklıydı. Gelişen kamuoyu tepkisi karşısında oluşan rüzgârda DİSK de kendini var etmeyi düşündü. Popülist eylemlerle kendi damgasını vurmak istedi. Yoksa, tabana inme ve oradan doğru harekete geçirme gibi bir kaygısı yoktu. Tabana dayanan bir eylemli süreç DİSK’e yabancıydı. Daha çok GİSBİR’le masaya oturarak uzlaşmayı planlıyordu. GİSBİR’in masasına DİSK’i taşıyacak olan işçi mi, dış kamuoyu mu, DİSK için hiç fark etmiyordu.

Gelelim Limter-İş Sendikası’nın çağrısına. DİSK’in 24 saatlik oturma eylemini “fiili grev” çağrısı yaparak güçlendirebileceğini düşündü. Tabii ki DİSK’in eylem biçiminden daha ileri bir biçim olarak algılanabilirdi. Ancak havzadaki öznel koşullar henüz böyle bir sürecin erken olduğunu gösteriyordu. İşçi hareketinde “grev” silahının çok büyük bir anlamı vardır. Bunun gerekleri yerine getirilemezse geriye dönülmez tahribatlar yaratıyor. Hele bir “fiili grevden” bahsediyorsanız, çok daha dikkatli olmak zorundasınız. Öyle her güçlü kamuoyu oluştuğunda fiili grev ilan edemeyiz ki! Gereklerini yerine getirmeden sadece dış kamuoyuna bel bağlayan bir grev anlayışı, grev fikrinin içeriğini zayıflatır. Dünyanın neresinde böyle bir grev kendini varedebilmiştir? Siz hiçbir hazırlığınız olmadan grev ilan edeceksiniz. Sonra formalite icabı sendikada birkaç işçiyle oylama yapacaksınız. Üç günlük süre zarfında bir dizi yerde grev komiteleri kuracaksınız.

27 Şubat’ta polisin baskılarına ve ablukasına rağmen yüzlerce işçinin yol kesmesi elbette önemlidir. GİSBİR korkmuştur ve bu direnişi baltalamaya kalkmıştır. Bunun da bir anlamı vardır. Biz sadece 27 Şubat’ta bir direnişten bahsedebiliriz. 28 Şubat tam bir hezimet olmuştur. Öyle ki, ilk gün %70 oranında duran üretim, ikinci gün %70 oranında devam etmiş ve yol kesilememiştir.

Bazı yayınlarda eylem öve öve bitirilemiyor. Eylemi ne abartmak ne de küçümsemek gerekiyor. Yüzlerce işçinin yol keserek direnişe geçmesi anlamlıdır. Ancak biz bunu popüler bir grev provası olarak algılıyoruz. Böyle örnekler hem tek tek tersanelerde, hem de havza genelinde çoğaltılmalıdır.


- Sizin greve bakışınız nasıl? Havza ölçeğinde örgütlenebilecek bir fiili grev nasıl olmalıdır?

Biliyorsunuz, 9 Aralık 2007 tarihinde gerçekleştirdiğimiz 2. Tersane İşçileri Kurultayı’nda tersanelerde “fiili grevi” ilk kez biz dillendirdik. Bununla ilgili kamuoyu önünde yapılmış sayısız tartışmalarımız var. Koca bir havzada grevi örgütleyebilmenin zorluklarını biliyoruz. Taşeronluk sisteminin yarattığı parçalanmışlık var bir kere. Ötesinde, ağır çalışma koşulları altında bilinci dumura uğratılmış bir kitle var karşımızda. Siz bu işçi kitlelerini kendi sınıfının politikası etrafında kenetlemeden, onların eylem ve bilinç düzeyini değerlendirmeden, öncü bir kuşak oluşturamadan, salt dış kamuoyunun rüzgârına yaslanan bir grev ilan ederseniz, kalıcı kazanımlar elde edemezsiniz.

Çünkü geniş işçi yığınları o taleplere sıkı sıkıya sarılmamıştır. Hareketin kendisi taban komitelerine ve onların eylemsel kalkışmasına dayanmamaktadır. Siz istediğiniz kadar GİSBİR’le görüşün. Sonuçta sizi GİSBİR’in masasına taşıyan geniş işçi yığınlarının bilinçli kalkışması değil, daha çok dışarıdan şekillenen kamuoyu duyarlılığıdır. Yani siz yoğun bir emek harcamayı gerektiren bir komiteleşme çabasına girmeden, grev sürecine gidilen yolda değişik eylem ve kazanımlarla ilerlemeden, böyle bir mücadele içerisinde işçileri eğitimden geçirmeden “grev” bayrağı altında toplayamazsınız. Böyle olduğu koşullarda, yaşanan öfke patlamasını “grev” olarak tanımlarsanız, “grev” sözcüğünün içini boşaltırsınız. Üretim dursa da, işçilerin sadece %1’lik kesimi alanlara iner, % 69’u evinde oturarak pasif eylem biçimini seçer. İkinci günde de etrafınızda hiç kimseyi bulamazsınız. Dolayısıyla, 27-28 Şubat tarihinde gerçekleşeni “grev” olarak nitelemek gerçekçi değildir.

Fakat daha da önemli bir nokta burada. Limter-İş, tersanelerdeki mücadelenin motor gücü olan Tersane İşçileri Birliği’ni dışta tutarak bir grev örgütleyemeyeceğini kafasına sokmalıdır. Tersane İşçileri Birliği 27 Şubat günkü direnişe güç ve enerji taşımış, sürece tüm gücüyle yüklenmiş ve yolu açmıştır. Sendika, hem bu enerjiyi görmezden geliyor, hem de bizden bağımsız “grev” örgütleyebileceğini düşünüyor. Küçük-burjuva rekabet anlayışının getirdiği tam bir dar kafalılık örneği.


- Limter-İş Sendikasına yönelttiğiniz eleştiriler, aslında yıllardır yapılan eleştiriler. Dar grupçu anlayış kendini her durumda gösteriyor. Bu büyük oranda Tersane İşçileri Birliği’nin kuruluş zeminini de oluşturuyor. Ayrışmanın zemini olan süreci kısaca anlatır mısınız?

Limter-İş Sendikası bünyesinde kendini vareden bir grup öncü işçiydik. Sendikanın tepesine dar grupçu, dükkâncı bir zihniyet egemen. Başkalarına yaşam şansı vermiyor. Oysa sınıfı örgütlemeyi hedefleyen bir sendikanın, değişik anlayışların bir arada olabileceği, gerçek bir demokrasinin işletilebileceği, hiçbir grupçu kaygıya düşmeyen bir işleyiş mekanizması olabilmeli. Bugüne kadar sergiledikleri pratik bunun tam tersi oldu. Sendikayı kendi siyasal anlayışlarının bir merkezi olarak gördüler. Bizim ayrışmamız tam da bu nedenle oldu.

Grupçu anlayış kendini bize saldırı, hakaret ve küfür olarak dayattı. Bize dönük tahammülsüz bir saldırganlık sergilendi. Birleşik mücadeleyi örme çabamız sürekli baltalandı. Derneğin açılış gününde bile açılış etkinliğini baltalamaya kalktılar. İşçilere, bunlar gücünüzü bölmeye çalışıyor, gücünüzü böldürmek ister misiniz, dediler. Devamlı karalama yoluna gittiler. Desan Tersanesi’nde direniş meydanından kovmaya çalıştılar. Pekçok saldırı ile yüzyüze kaldık.

Şimdi bazı çevreler, kitle örgütleri, meslek odaları Limter-İş Sendikası’na “niye birlikte davranmıyorsunuz” diye soruyor. Sendika yöneticileri de “bizim herkese kapımız açık” diyor. Oysa işçilerin gözü önünde kaç kez saldırdılar, kaç kez sendikanın kapısından kovdular. Bu yaşananlara bizzat işçilere tanıktır. Kurumlara yapılan açıklamaların hiçbir samimiyeti yok.

Biz bu tartışmalardan uzak durmaya çalıştık ve uzak duruyoruz. Tek kaygımız sınıfı örgütlemek. Bu çizgide göstermiş olduğumuz ısrar, politik sağlamlığımız, greve bakışımız, tersaneleri tek bir fabrika olarak algılama başarımız sayesinde önemli adımlar attık. Bu başarı kendini yaygın, kitlesel ve refleks eylemler olarak ortaya koydu. Bu durum patronları faazlasıyla rahatsız etti. Sayısız kez tehdit edildik, üzerimize polis salındı, işçilerimiz kurşunlandı, davalar açıldı. Tüm bu saldırı ve direnişler içinde önemli bir güç olarak kendimizi var ettik. Patronların ve taşeronların hedefi haline geldik.

Kararlılıkla ve yoğun bir emekle ördüğümüz bu çalışma içinde önemli bir birikim ve deneyim elde ettik. Bu birikim hem işçiler, hem de dış kamuoyu tarafından tanınmamızı sağladı. Gurbetçi işçilerin barınma sorunuyla ilgili olarak GİSBİR’e 600 kişilik bir yürüyüş gerçekleştirdik. İş cinayetlerine karşı havzada, Taksim’de ve Kartal meydanında kitlesel eylemler düzenledik. İş cinayetlerine karşı yaptığımız bu eylem ve etkinlikler, tersanelerin kamuoyunun gündemine girmesinde önemli bir rol oynadı. GİSBİR’e yürüyüşlerimiz bu eylemlerin önemli bir parçasını oluşturdu.

Gerçekleşen başarılı iki kurultay süreci, kampanyalar, dernek içinde yapılan seminerler, paneller ve etkinlikler, işçileri mücadele içerisinde eğitebilmemizin araçları oldu. 2. Tersane İşçileri Kurultayı, edindiğimiz deneyim ve birikim üzerinden, havza genelinde grevi örgütleme ve GİSBİR’le protokol imzalayabilecek bir konuma gelme hedefini önüne koydu. Ama bu birikim ve harcanan emek Limter-İş Sendikası tarafından hep yok sayıldı.


- Verdiğiniz dar grupçu örnekler 27 Şubat direnişinde de yaşandı. Burada yaşananları kısaca anlatır mısınız?

27 Şubat direnişi bu grupçuluk anlayışının en üst noktasının yaşandığı süreç oldu. Limter-İş Sendikası Tuzla Gemi Tersanesi önünde yol kesti. Polis pervasız bir şekilde saldırdı. Aynı saatlerde biz de İçmeler İstasyon yolunu kestik. Ajitasyon konuşmaları yaparak işçi arkadaşları direnişe çağırdık. Yüzlerce işçi “Gemileri yaktık, geri dönüş yok!” pankartının arkasında direniş kararlılığı göstererek yeraldı. Oldukça coşkulu ve öfkeli bir kalabalık vardı burada. Tuzla Gemi Tersanesi’ne yakın bir noktada robokoplar yolumuzu kesti. Kalabalık gittikçe artıyordu. Kitle öfke ve hınç doluydu. Tartışmalar sonucu polis barikatı açmak zorunda kaldı.

Tuzla Gemi Tersanesi önünde yüzlerce işçi vardı. Önderliksiz bir işçi kitlesiydi. Yol kesme iradesi yoktu. Biz girdik devreye. Yolu kapatarak yürüyüşe geçtik. Bizim için hedef GİSBİR’di. GİSBİR’e yürüyecektik. Limter-İş yöneticileri hemen bizimle temas kurdular. Programlarında GİSBİR yürüyüşü olmadığını söylediler. Oysa bizim programımızda vardı. Kitleyi bölmememiz gerektiğini söylediler. Kitle örgütleri buraya gelecek dediler. Çağrılarına karşılık verdik. Tuzla Gemi önünde beklemeyi kabul ettik. Ortak komite kurmayı kabul ettik. Bu komite eylemin kaderini belirleyecekti. Komitenin içerisinde TİB-DER, Tersane İşçi Kurulu, Baret, Halkevi ve Limter-İş olacaktı. Kabul ettik.

Ancak kısa bir süre sonra Limter-İş grupçu ağırlığını koymaya başladı. Tersane İşçileri Kurulu’nu dışta tutarsak, diğer çevreler Limter-İş Sendikası’na yedeklenip, onlarla aynı dili konuşmaya başladılar. Önce pankartımızı kapatmaya çalıştılar. Engelledik. Bir daha kapatmaya çalıştılar, bir daha ve bir daha… Ancak gerek kitlemiz, gerek yöneticilerimiz bu tutumu boşa çıkardı. Pankartımızı kapattıramayacakları bir gücümüz vardı. Dışardan desteklemeye gelen kitle alana ulaştığında tümden pankartımızı kapatmaya çalıştılar. İtiraz ettik, küfür ettiler. Arbede bundan dolayı yaşandı. Bir dizi kurumun, sendikanın ve işçinin gözü önünde saldırıya geçtiler. Akıl alır şey değil bu. Grupçuluk kendini küfür ederek var ediyor. Her şey bu kadar açık yaşandı. Görüntüleri var elimizde. “Eylem sendikanın eylemi” “muhatap biziz” nakaratlarını tekrarlayıp durdular.

Düşünün ki, devrimci olduğunu iddia eden bir sendika DSP ve CHP’nin bayrak ve pankartlarını değil, biz devrimcilerin pankartlarını kapattırmaya çalışıyor! DSP’yi yuhalayan kitleyi susturmaya çalışıyor. İnternet sitelerinde, eylemin örgütlenmesinde önemli bir rol oynayan biz devrimcilerin adı bile geçmiyor. Bazı gazetelere verilen ilanlarda DSP, CHP gibi “emek örgütlerine” teşekkür eden Limter-İş Sendikası TİB-DER’in adını anmamakta büyük bir başarı sergiliyor! Bu anlayışla tersanelerde nasıl bir bayrak dalgalandıracaklarını merak ediyoruz doğrusu.

Polis yolu açmak istiyor, “bir arabalık yol verin” diyor. İşçiler bize “yolu kapatalım” diyor. “Kapatın!” diyoruz. Limter-İş “hayır kapatmayın” diyor. “Burada biz muhatabız, sendikaya söyleyin ne söyleyecekseniz” diyor. Bu tutumlarını nasıl açıklayacaklarını, gerçekten merak ediyoruz.

28 Şubat günü bütün gücümüzü eylemden çektik. Limter-İş Sendikası 28 Şubat günü böyle bir kitleyi toparlayamadı. Yol da kesilemedi. Bazıları bizi eleştiriyor, “neden eylemden çekildiniz” diyor. Ne yapmalıydık? Kürsüyü sendika bürokratlarına teslim edecekler, TİB-DER’in gücünü yok sayacaklar, saldıracaklar, küfür edecekler, ondan sonra da “TİB-DER gücünü niye çekti” diyecekler!

Biz ilk gün kitlemizi GİSBİR’e de götürebilirdik. Yüzlerce işçiyi peşimizden sürüklemeyi başarabilecek bir gücümüz ve etkimiz var. Fakat bu eylemin bütünlüğünü baltalardı. Tercih etmedik. Doğru yaptığımızı düşünüyoruz. Ancak kurumsal olarak tanınmamak kabul edebileceğimiz bir şey değil.

Sonuçta Limter-İş gerçeklerin gücüne çarpmıştır. İstedikleri kadar bu direnişten bizi yalıtmaya çalışsınlar, eylemde yer alanlar da gerçekliği görmüşlerdir. Buna burjuva basın da dahildir. Bizim grupçu davranma ve güç gösterisi yapma gibi bir kaygımız yok. Öyle olsaydı, 27 Şubat’ta yüzlerce kişiyle GİSBİR’e yürürdük. Bu tip kaygıların tersane işçisine hiçbir şey kazandırmayacağı açıktır. Bu tür tutumlar sınırlı sayıdaki öncü işçinin birlik zeminini dinamitlemektedir. Biz TİB-DER olarak böyle tartışmalarda yer almayacağız.

Son bir nokta olarak şunu belirtmek istiyorum. 27 Şubat’ta Limter-İş Sendikası’nın sergilediği saldırgan tutum birleşik mücadele zeminini tümüyle yok etmiştir. “Sendikamız onlara da açıktır” söylemi tam bir samimiyetsizliktir. Bu kemikleşmiş grupçu zihniyetin ancak gelişebilecek militan bir kitle hareketiyle tuzla buz olabileceğini düşünüyoruz. Bu yüzden, “birlikte hareket etme” tartışmalarına hiç girmeyeceğimiz gibi saldırgan tutumlara da prim vermeyeceğimizin bilinmesi gerekiyor. Yüzümüz sınıfa dönük olacak. Tersanelerde sınıf mücadelesini geliştirme, sınıfın birliğini sağlama, işçileri mücadele içinde örgütleme hedefiyle hareket edeceğiz. Bu çabamızda karşımıza çıkan her türlü engeli aşacağız!

Kızıl Bayrak / İstanbul

 

GİSBİR’den direnen işçilere ceza

27 Şubat tarihinde Tuzla tersaneler cehennemini direniş ateşiyle ısıtan binlerce işçi işten atılma tehlikesiyle yüzyüze. Basın üzerinden tespit edilen ya da 27 Şubat günü işe gelmeyen birçok işçinin işine son veriliyor.

Ağır çalışma ve sömürü koşulları altında çalıştırılan, peş peşe iş cinayetlerine kurban giden tersane işçisi isyan ettiği için işinden oldu. Sendika ve TİB-DER üyelerinin aralarında bulunduğu onlarca işçinin işine son verildi. İşten atılan işçi sayısı tam olarak tespit edilemese de, her gün karşılaştığımız birçok işçi işten atıldığını söylüyor. Daha önce sendika ve TİB-DER yöneticilerinin işlerine son vererek cezalandırmaya çalışan GİSBİR, şimdi de “kara liste”ye yeni işçileri ekliyor. Öyle ki daha direniş meydanındayken dahi kimi taşeronlar birçok işçiyi arayıp işlerine son verdi.

Tersane patronları basına verdikleri demeçte, taşeronluktan rahatsızlık duyduklarını, ölen işçiler için üzüldüklerini söylüyor. O halde iş cinayetlerine ve taşeronluğa karşı çıkan onlarca işçiyi neden işten attılar? Söyledikleri sözlerin en ufak bir samimiyeti yok. Bir takım biçimsel değişikliklerin dışında GİSBİR hiçbir temelli soruna çözüm getirmeyecektir. İş güvencesi başta olmak üzere, iş cinayetlerini ve taşeronluğu kaldıracak, katillerden hesap soracak olan tersane işçilerinin sınıf birliğidir. Bu birlik yaratılmadan kalıcı kazanımlar elde edilemez.

Tersane İşçileri Birliği Derneği


Dok Gemi-İş’in sahtekarlığı!

 Tersane patronları kadrolu-kadrosuz tüm işçilere yönelik hak ve ücret gasplarında sınır tanımıyorlar. Kadrolu işçileri kapsayan toplusözleşme sürecinde, yanlarına Dok Gemi-İş Sendikası’nı alarak, işçilere kırıntı zam uygulaması gerçekleştirdiler.

3 Mart günü Anadolu (ADİK) Tersanesi’nde patronlarla masaya oturan sendika, öğle saatlerinde kadrolu işçileri tersanedeki çay ocağında toplayarak, tersane patronunun % 4,5 zam verdiğini açıkladı. Sendika yöneticileri bu zammın kabul edilemeyeceğini, şayet talep ettikleri ücret kabul edilmezse greve çıkacaklarını söylediler. (Ne hikmetse talep ettikleri ücret hakkında işçilere hiçbir bilgi verilmedi.)

İşçilere yemek paydosundan sonra işbaşı yaptırmayan sendikacılar, tekrar tersane yönetimiyle görüşmeye gittiler. Yaklaşık bir saat sonra çay ocağına gelen sendikacılar, işçileri biraraya toplayarak, talep ettikleri % 5’lik zammı zarzor kabul ettirdiklerini, greve gerek kalmadığını söylediler. İlk etapta afallayan işçiler, patron ve sendika yalakası bir işçi tarafından “alkış arkadaşlar” naraları patlatıp alkış tuttuktan sonra, işçiler de alkışlamaya başladılar. Daha sonra sendika yöneticileri çok zorlu bir iş başarmışlar havalarında işçilerle konuştular.

Tersanelerde kadrolu işçi olarak en yüksek maaşın 900 YTL olduğu gözönünde bulundurulursa, % 5 zammın ne anlama geldiği açıktır. Patron sendikacılığında sınır tanımayan Dok Gemi-İş’in işçilere bizzat tersane patronları tarafından sorunlardan kurtuluş yolu olarak gösterilmesi boşuna değildir.

Her zaman söylediğimiz gibi, bu havzada tersane patronları tarafından emeği sömürülen, yaşam hakkı ve emeği gaspedilen işçilerin tek kurtuluş yolu vardır. O da birlik çatısı altında taban inisiyatifine dayalı bir örgütlenmedir. Tek tek tersanelerde işçi komiteleri kurarak mücadele yolunu tutmak ve tüm tersaneler havzasını kapsayacak bir grev çalışmasını örmektir.

Tersane İşçileri Birliği

 

RMK Marine Tersanesi’nde yaşanan süreç...

Limter–İş nereye?

RMK Marine Tersanesi’nde yaşanan süreç ve bu süreç karşısında Limter-İş’in aldığı tutum, Limter-İş Sendikası’nın özelde tersane havzasındaki mücadeleye, genelde ise işçi sınıfı mücadelesine yaklaşımının kamuoyu önünde tartışılmasını bir zorunluluk olarak dayatıyor. İşçi sınıfının çıkarlarını gözetmesi ve mücadelesinin ihtiyaçları üzerinden yol yürümesi gereken bir sendikanın bugün objektif olarak mücadeleye zarar veren bir konumlanış içerisinde bulunması, sınıftan yana güçlerin görmezden gelemeyeceği bir tablodur.

RMK Marine Tersanesi’nde çalışan bir grup öncü işçi, bir süredir sözkonusu tersanede sistematik bir mücadele yürütüyor. Bu mücadelenin meyveleri de açık bir biçimde görülüyor. Son olarak 4 Mart günü bu tersanede “TİB-DER üyesi RMK işçileri” imzası ile dağıtılan bir bildiri ile süreç anlamlı bir noktaya ulaşmış ve işçilerin “Ağır ve Tehlikeli İşler Yönetmeliği’nde kabul edilen 7.5 saatlik işgünü talebini elde edebilmeleri için direniş çağrısı yükseltilmişti. Bildiri 7.5 saatlik işgünü talebi ile 5 Mart sabahı bütün RMK işçilerini iş bırakarak direnişe geçmeye çağırıyordu.

29 Şubat gününden itibaren konteynırlarda, yemekhanede ve çay ocağında işçilerle yapılan birebir görüşmeler, yapılan toplantılarla tartışılan ve geliştirilen bir tutum sözkonusuydu. Dağıtılan bu bildiri ile birlikte gerçekleştirilecek bir direnişin artık bir olgunluğa ulaşıldığı da ilan edilmiş oluyordu. Doğal olarak bu gelişme tersane patronlarının ve taşeronların tepkisini çekmiş ve işçileri hedef alan işten çıkartma tehditleri yoğunlaşmıştı. Ancak, sonuçta günlerdir süregelen soluklu ve disiplinli çalışmanın ürünü olarak oluşan kararlı hava, direnişe saatler kala patron takımını dize getirmeyi başardı. Direnişten hemen önce RMK Tersanesi’nde 7.5 saatlik işgününün kabul edildiği ilan edilmiş oldu.

Buraya kadar kısaca özetlenen tabloda elbette şaşırtıcı bir yan bulunmamaktadır. İşçiler direniş kararlılığını sergilemişler ve tersane patronları bu tutum karşısında geri adım atmak durumunda kalmışlardır. Tersanede uzun bir süredir, Tersane İşçileri Birliği’nin yoğun çalışmasının bir ürünü olarak böylesi örneklerle hemen her hafta karşılaşılıyor. Bu tabloda şaşırtıcı olan ve sınıftan yana tüm güçleri rahatsız etmesi gereken tutum ise, maalesef bir kez daha, tersane işçilerinin örgütü olma iddiasına rağmen tersane işçilerinin ihtiyaçları ile arasına bir dönemdir ciddi bir mesafe koymuş olan Limter İş Sendikası tarafından geliştirilmiştir.

Tersane İşçileri Birliği RMK Komitesi’nin çalışma yürüttüğü bir hafta boyunca sessizliğini koruyan ve mücadeleyi güçlendirme doğrultusunda tek bir tutum açıklamayan Limter İş, sürecin bir direnişe evrilmesiyle sahneye çıkıyor. RMK Tersanesi’ndeki öncü işçiler emek harcayarak ertesi günkü direnişi örmeye çalışıp, mücadele çağrısı yaparken, Limter İş yöneticileri yakaladıkları RMK işçilerine, “yarın sendika basın açıklaması yapacak, sonra da işinizin başına döneceksiniz” diyecek ölçüde acizleşebiliyor!

Bu nasıl bir sendikacılıktır? Bu nasıl bir mücadele perspektifidir? Her şeyin ötesinde Limter-İş bununla neyi hedeflemektedir? Anlaşılmaz bir biçimde rakip olarak gördüğü Tersane İşçileri Birliği’nin yıllardır başarıya ulaştırdığı hak alıcı direniş örneklerine bir yenisinin eklenmesini engellemek kaygısı dışında burada belirleyici olan nedir? Çok sözü edilen o “kahraman sendikacılık” nereye kaybolmuştur da, bir direniş olasılığına karşı “haydi iş başına” çağrısı yükseltilebilmiştir?

İşte bu “kahraman çizgi”, 5 Mart sabahı RMK Tersanesi’nde çalışan Limter İş üyesi işçilerin bile katılmadığı bir basın açıklaması ile kendi gerçekliğine kavuşmuştur. Zira işbaşı yapan işçilerin hemen hepsi “kahraman” sendikaya, “biz zaten kazandık, şimdi bu neyin eylemi?” diyerek geçip gitmişlerdir. İşçilerin bu sorusunun asıl anlamı, “siz dün, ondan önceki gün ve bir önceki gün neredeydiniz?” olarak okunmalıdır.

Limter-İş artık kendine gelmek zorundadır! Zira tersane işçilerinin mücadelesinin ihtiyacı, ayak oyunları yapan, entrikayı mücadele yöntemi haline getiren, tersane işçilerinin mücadelesinin gelişmesine anlamlı bir yeri olan Tersane İşçileri Birliği’ne karşı mücadeleyi sınıf mücadelesi sayan bir sendikacılık anlayışı değildir. Bu anlayışın 27 Şubat’ta da, RMK sürecinde de çözümsüz olduğu görülmüştür.

Limter İş Sendikası dükkancı, “ben yaptım oldu”cu bu tarzdan kopmadıkça, entrikadan, ayak oyunundan vazgeçmedikçe, dürüst ve mücadeleci bir çizgiyi sahiplenmedikçe bu havzada ortaya çıkartabileceği tek bir sonuç yoktur.

 

RMK Tersanesi’nde işçiler kazandı! 

27 Şubat tarihinden itibaren çalışmasını örgütlediğimiz RMK Tersanesi direnişi, işçi arkadaşlarımızın kararlılığı sayesinde kazanılmıştır. Bundan sonra RMK tersanesinde çalışma saati 7,5 saattir.

RMK Tersanesi’nde bulunan komitemiz, uzun soluklu bir çabanın ardından, 4 Mart sabahı RMK Tersanesi’nde çalışan işçiler bildiri dağıtarak, 5 Mart’ta direnişe çağırdılar. Bu çağrının ardından RMK patronu ve taşeronlar telaşa kapılarak gün boyu saldırgan bir tutum izlediler. RMK patronunun taşeronlarla yaptığı görüşmenin ardından tersanede bulunan taşeronlar bir toplantı yaptılar. Bu taşeronlardan biri, CHP Tuzla ilçe başkanının sahibi olduğu Umut Gemi firması, direnişe katılacak işçilere tehditler savurdu.

Ulaş Gemi taşeronu direnişi bitirmeye dönük yoğun bir çabası harcadı. Faaliyetin örgütleyicisi ve Tersane İşçileri Birliği Derneği üyesi olan 3 işçinin işine son verme tehdidinde bulundu. Ancak işçi arkadaşların sahiplenmesi sonucu hiç kimseyi işten atamadı. İşçilerin direnişinden korkan tersane patronu 7,5 saat talebini kabul etmek zorunda kaldı.

Kamuoyunun ve RMK işçilerinin bildiği üzere, Tersane İşçileri Birliği Derneği geçtiğimiz ay yemek sorununa müdahale etmiş ve yemeklerin kaliteli çıkmasını sağlamıştı. RMK Tersanesi’nde çalışan işçiler her zamanki gibi dernekleri etrafında kenetlendiler, güçlerini birleştirdiler ve kazandılar. Bundan sonra daha güvenli ve daha güçlüler.

İnsanca yaşam ve çalışma koşulları sağlanana kadar adım adım tüm haklarımızı kazanacağız.

Tersane İşçileri Birliği Derneği 


İzmir: “Tersane direnişini selamlıyoruz!”

 28 Mart’ta saat 12:30 da biraraya gelen Emek ve Demokrasi Güçleri İzmir Kemeraltı girişinde Tuzla Tersaneleri’ndeki direnişi selamlayıp devletin gözaltı terörünü protesto ettiler. Basın açıklaması, tersane işçilerini selamlayarak başladı. Ardından şunlar söylendi:

“Bu saldırı grev hakkına, sendikal örgütlenmeye, insanca çalışma ve yaşam koşulları hakkınadır. Sermayenin sömürüsü sınırsızlaşırken işçilerin haklarını savunmak için yaptıkları en ufak eylem bile baskı ve şiddet yoluyla engellenmeye çalışılıyor. AKP hükümeti bir kez daha göstermiştir ki, işçiden emekçiden yana değil, sermayedarlardan yanadır”

Eyleme yaklaşı 100 kişi katıldı.

Kızıl Bayrak / İzmir


DİSK GİSBİR’le görüştü!

 Tuzla Tersanelerinde DİSK’in başlattığı 24 saatlik oturma grevi 28 Şubat’ta sona erdi. Sabah saatlerinde Tuzla Gemi Tersanesi önünde toplanan işçilerin eylemi sürerken, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün, DİSK Örgütlenme Daire Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu ve Limter-İş Sendikası Genel Başkanı Cem Dinç GİSBİR’le görüşme gerçekleştirdi.

GİSBİR’le yapılan görüşmede şu talepler öne sürüldü:

* Tuzla tersanelerinde; işçi, işveren temsilcilerinin, TMMOB ve TTB’nin yer aldığı, eşit haklara sahip Tuzla Tersaneler Bölgesi İş Konseyi oluşturulmalı, bu kurul, tüm çalışanların, işçi sağlığı ve iş güvenliğine yönelik düzenlemelerinin yaşama geçirilmesi, risk değerlendirmesi yapılması, işyeri çalışma düzenlemelerinin belirlenmesi, eğitimlerinin düzenli olarak yapılması, denetlenmesi ve bunlara uymayanlara yaptırım uygulanması konularında yetkili kılınmalı.

* Kurul, işçiler ister asıl işverenlerde isterse alt işverenlerde çalışıyor olsun, tüm işçilerin, uluslararası sözleşmelerin belirlediği norm ve standartlarda, eğitim, sağlık ve güvenli çalışmalarından yükümlü olmalı.

* Kurul, bölgede çalışan tüm işçilerin özgürce sendikalara üye olma hakkını korumak ve sendikalaşmanın önündeki engelleri kaldırmaktan sorumlu olmalıdır.

* Bu Kurul acil olarak; tersanelerde ‘Ağır ve Tehlikeli İşkolu Yönetmeliği’nin uygulanması, günlük çalışma saatinin 7,5 saat olarak acilen hayata geçirilmesi, sigortaların işçilerin aldığı ücret üzerinden ana firma tarafından tam olarak ödenmesi, ücretlerin ödenmesinin ana firma tarafından güvence altın alınması, sağlıklı barınma evleri, soyunma dolapları, işkoluna uygun kaliteli yemekler verilmesi, saat 10:00’da ve 15:00’te çay molasının ve sosyal hakların eksiksiz verilmesi, sendikaya tüm tersanelerde temsilcilik açma olanağı sağlanması, taşeronluk sisteminin kaldırılması taleplerini güvence altına almalı.

Yapılan  görüşmelerin ardından açıklama yapan DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, GİSBİR’e bir hafta süre verdiklerini, eylemlerinin talepleri kabul edilene kadar devam edeceğini söyledi.