17 Haziran 2006 Sayı: 2006/23 (23)
  Kızıl Bayrak'tan
   15-16 Haziran büyük işçi direnişi 36. yılında yol gösteriyor!
  Polise ödül gibi yetki yasası
  Bu hırsızlar düzeni sürdükçe soyulan sadece müzeler olmayacak
  Devletin denetimindeki yetiştirme yurtlarından pislik akıyor
  İşbirlikçi Türk burjuvazisinden siyonist canilere üst düzey destek
  Artan faizler işçi ve emekçilerin sırtındaki yükü daha da büyütecek!
Çin: Patrona fırsat, işçiye tehdit
Polis devleti kanun devletine, kanun devleti hukuk devletine karşı ise darbe vardır / Y. Akkaya
Önce polis copu sonra tutuklama terörü... Tersane işçileriyle dayanışmayı yükseltelim!
Sınıf çalışması üzerine görüşler
BOTAŞ'ta iş bırakma eylemi
  TÜMTİS'te yaşananlar ve bazı ilke sorunları üzerine
  Ek: Son sözü TÜMTİS işçisi söyleyecek!
  Ek: TÜMTİS'te neler oluyor?-1
  Ek: TÜMTİS'te neler oluyor?-2
  Siyonist cellatların acımasızlığı, emperyalist/ kapitalist güçlerin ikiyüzlülüğü
  Kapitalizm şiddet, savaş, yıkım ve ölüm demektir!
  Şili ve Yunanistan'da zafer öğrencilerin!
  Dünyada 2005 yılında 160 sendikacı katledildi, 1600 sendikacı saldırıya uğradı
  Yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve faşizme karşı Enternasyonal birlik ve mücadeleyi yükseltelim!
  Samsun Gençlik Kültür ve sanat Evi'nin çalışmaları başarıyla sürüyor
  Öğrenci gençlik hareketinden...
  Ulus-Devlet üzerine kısa notlar...-III- / M. Can Yüce
  Mamak İşçi Kültür Evleri pikniği coşkulu bir şekilde gerçekleştirildi
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

TÜMTİS'te yaşananlar ve bazı ilke sorunları üzerine

Yüzlerce sendika yöneticisi ve temsilciyi biraraya getiren sorun

Önümüzde 9 Haziran günü Evrensel gazetesinde tam sayfa olarak yayınlanmış bulunan bir ilan metni duruyor. Altında Türkiye'nin dört bir yanından yüzlerce işçi ya da kamu çalışanı sendikası yöneticisi, işyeri temsilcisi ya da üyesinin ismi var. Ele aldığı konu yönünden partizanca denebilecek militan bir siyasal tutuma sahip böyle bir metnin altında yüzlerce işçi ya da kamu çalışanı sendikası başkanı, sekreteri, yöneticisi ya da işyeri temsilcisinin imzasını birarada görmek gerçekten dikkate değer ve bir bakıma heyecan verici.

Nasıl olmasın ki? İşçi ve kamu çalışanları hareketi açısından umut kırıcı olan bir ortamda insana umut ve iyimserlik aşılayan bir havası var, Hava-İş Sendikası Genel Başkanı Atilay Ayçin'le başlayarak uzayıp giden bu imzacılar listesinin. “İşçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesinin birleşmesi, ilerlemesi ve halkın gerçek iktidarının kurulması için” mücadeleyi olumlu bir değer olarak yüceltiyor ve bu mücadeleyi yürütüyor olmakla onurlandırdıkları bir sol partiye cepheden destek veriyor imzacılar. Az şey mi bu, bugünün Türkiye'sinin bu kıraç ortamında!..

Gerçi aynı olgunun beraberinde getirdiği bazı tatsız sorular da yok değil. Öyle ya, Türkiye'nin dört bir yanında sayısız sendikal mevziyi tutan bu kadar çok “sınıftan yana, mücadeleci işçi, emekçi ve sendikacı”mız var da işçi ve kamu çalışanları hareketinin buna rağmen bugünkü perişan durumu neyin nesi? Ya da bu yöneticiler ve temsiciler yığını ilanda sözü edilen özel sorun etrafında bu denli güçlü bir kenetlenme sağlayabiliyorlar da, neden benzer bir şeyi bir dizi başka temel önemde siyasal sorun üzerinden yapmak gereği duymuyorlar ya da bugüne kadar duymadılar? Örneğin kirli savaşa ya da çeteleşmiş devlete karşı, örneğin içi boşaltılan 1 Mayıslar'ı devrimcileştirmek ya da tecrite karşı direnen zindan direnişçilerini sahiplenmek için, vb...

Sayısız örnekler üzerinde somutlanabilecek bu türden rahatsız edici soruları bir yana bırakarak metnin kendisine dönelim. “Sınıftan yana, mücadeleci işçi, emekçi ve sendikacılar yıkıcılığa ve bozgunculuğa geçit vermeyecek” başlıklı bu metni ekte olduğu gibi yayınlıyoruz (normal puntolu 20 küsur A4 sayfası tutan imzalar için okurlarımıza günlük sitemizi tavsiye edebiliyoruz ancak). Bu bizi onu nesnel bir biçimde özetlemek gibi zor bir yükten kurtardığına göre içeriğine ilişkin yargımızı daha baştan ve dosdoğru yazabiliriz: Bu bir “Sabri Başkan”ı savunma metnidir. Türkiye'nin dört bir yanından onca imza günlük bir gazetenin tam sayfasını kaplayacak bir ilan halinde bunun için bir araya getirilmiştir. İstanbul'daki Hava İş Genel Başkanı'ndan Antalya'daki işyeri temsilcine ya da Trabzon'daki kamu sendikası yöneticisine kadar yüzlerce kişi, olayı henüz bilmeyenlerin sanabileceği gibi genel siyasal bir sorun için değil fakat tümüyle özel sendika içi bir sorunda taraf olmak, ağırlık koymak, “Sabri Başkan”ın pozisyonunu güçlendirmek için imzalarını birleştirmiş, kamuoyuna seslenen saldırgan bir ilana dönüştürmüşlerdir.

Kuşkusuz “Sabri Başkan”ı, TÜMTİS Genel Başkanı Sabri Topçu'yu demek istiyoruz, savunmak kusur olmak bir yana duruma göre hepimiz için zorunlu bir görev ve sorumluluk haline de gelebilir. Bu görev ve sorumluluk sendika yöneticilerinden öteye bu ülkenin tüm ilerici-devrimci güçlerine de düşebilir. Fakat önümüzdeki metin TÜMTİS Genel Başkanı Sabri Topçu'yu TÜMTİS'in öteki bir kısım yöneticisine karşı savunuyor, gariplik biraz burada. Bu yöneticiler arasında sendikanın eski Genel Sekreteri, Genel Örgütlenme Sekreteri, Genel Eğitim Sekreteri, Genel Mali Sekreteri de var. Bu insanlar değişik zamanlarda yayınladıkları açıklamalarda, şubelerin çoğuna hakim olduklarını, TÜMTİS delegelerinin yüzde 70'ni temsil ettiklerini söylüyorlar, açık bir güvenle olağanüstü genel kurul talebinde bulunarak bu konuda geçerli 203 delegeden 137'sinin yazılı desteğini aldıklarını ileri sürüyorlar. Sözkonusu imza metni, durumu ve konumu bu olan ya da daha doğru bir ifadeyle böyle olduğu ileri sürülen bir sendika içi muhalefete karşı savunuyor Sabri Topçu'yu.

Parti içi ihtilaf gibi sendika içi ihtilaf da özünde tümüyle siyasal bir olaydır ve her siyasal olayda olduğu gibi taraf olmayı bir ihtiyaç haline getirir. Bu çerçevede yüzlerce sendika yöneticisi ve işyeri temsilcisi biraraya gelerek bir sendika başkanını sendika içi muhalefete karşı savunmak yoluna da gidebilirler, bunda da kendi başına bir kusur aranamaz.

Fakat burada önemli olan bunun ilkeli bir tutuma dayanması ve gerçeklerden hareket ediyor olmasıdır. Yazık ki sorun da kendini işte tam da bu noktada gösteriyor.

Somut iddialara karşı soyut ithamlar

TÜMTİS bünyesindeki sorunların yazılı belgeler üzerinden kamuoyuna yansıması geçen yılın Eylül ayında yaşandı. Bu tarihe ilişkin iki belge var önümüzde.

İlki EMEP Genel Merkezi'ne ait, “Emeğin Partisi Tümtis Sendikası'nda Yöneticilik Yapmış 5 Üyesini İhraç Etti” başlığı ve 9 Eylül 2005 tarihi taşıyor. Bu metin hiçbir somut kanıt kullanmaksızın, tümüyle soyut ithamlar ve son derece ağır bir dille, partiden ihraç edilen TÜMTİS yöneticilerini suçluyor. Okuyucunun tümüyle nesnel bir fikir edinebilmesi için bu metni de ekte olduğu gibi yayınlıyoruz.

Öteki metin ise ihraç edilenlere ait, “Parti Kamuoyuna/Tümtis'den Haberler” başlığı ve Eylül 2005 tarihi taşıyor. Sayfalarımız için gereğinden fazla uzun olan bu metnin giriş bölümleri ile kısa sonuç bölümünü ekte yayınlıyoruz. İlgi duyan okurlar tamamına günlük sitemizden (kizilbayrak.net) ulaşabilirler. Bu ikinci metin, EMEP metninin aksine, fazlasıyla yumuşak ve dikkatli bir üslupla olayların seyrini kendi cephesinden ortaya koyuyor. EMEP'i sahiplenmeyi de o gün için hala sürdüren bu metnin ilkinden bir öteki temel önemde farkı, soyut iddialar yerine bir dizi somut olay ve olgudan sözetmesidir. Bu iddiaların somutluğu kuşkusuz kendi başına onların doğruluğuna bir kanıt oluşturmaz. Fakat içlerinde öyleleri de var ki, Sabri Topçu ekibi ile TÜMTİS içi sorunlarda açıkça taraf olmuş EMEP, konuyu kamuoyu önüne taşıdıkları bir durumda, bunlara da somut yanıt vermek zorundadırlar. Oysa bu yapılmamakta, bunun yerine soyut itham ve suçlamalarla yetinilmektedir.

TÜMTİS muhalifleri yakın zamanda Mayıs 2006 tarihli bir açıklama ile sendika içi sorunları yeniden kamuoyu gündemine taşıdılar. Yayınladıkları yeni metinde sonraki gelişmeleri de içermek üzere bir kez daha tümüyle somut iddialar ileri sürmektedirler, yer, zaman, rakam, isim vb. vermektedirler. Topçu ekibinin bu iddialara kamuoyu önünde açık ve somut bir yanıtı var mıdır bilemiyoruz, bizim ulaşabildiğimiz herhangi bir bilgi yok bu konuda. EMEP cephesinden gelen yanıt ise bir yandan zorbalıkla sindirmek, öte yandan sözünü ettiğimiz ilanla sorunun özünü karartmaya çalışmaktan ibaret olmuştur.

Somut sorunlar somut açıklama ve yanıtlar gerektirir. Düne kadar sendikanın tepesinde görev almış, halen şubelerin ve delegelerin büyük bölümünün desteğine sahip olduklarını yineleyip duran insanların iddialarını “birkaç bozguncu” söylemiyle geçiştirmenin olanağı yoktur. Bu, bu insanların ve ileri sürdükleri iddiaların ciddiye alınmadığı söylemiyle de izah edilemez. Öyle olsa ülke çapında imza seferberliği bir ihtiyaç olmaz, konuyu yüzlerce imza ve tam sayfa gazete ilanlarıyla kamuoyu önüne taşımak gerekmezdi herhalde. Belli ki ortada zorlu bir muhalefet ve bu muhalefetin haklılıktan gelen güçlü bazı dayanakları var. Ülke çapında imza seferberliğine de bunu göğüslemek ve şaşaalı güç gösterisi içinde boğuntuya getirmek için ihtiyaç duyulmuştur. Fakat bu muhalefetin son derece açık ve fazlasıyla düşündürücü olan somut iddiaları somut olarak yanıtlanıp çürütülmedikçe değil yüzlerce, binlerce imzalı ilanların bile iğne ucu kadar bir hükmü olamaz. Soyut ithamlara dayalı ilanlara atılmış binlerce, onbinlerce imza somut bir iddianın değerini silemez, yanıtlanması ihtiyacını ortadan kaldıramaz.

Bu iddiaları aktarmak ihtiyacı duymadık şu ana kadar. Zira yüzlerce imzalı ve ağır ithamlı gazete ilanına 14 Haziran tarihli bir yanıt veren TÜMTİS muhalefeti bunu kendi yapmış bulunmaktadır. Yukarıda andığımız metinlerde ayrıntılı biçimde sunulan iddialar burada daha özet biçimde ve her zamanki açıklık ve toklukla bir kez daha yinelenmiştir. Bu nedenle biz ilgili metni ek bir başka belge olarak yayınlamakla yetiniyoruz.

Bazı ilke sorunları

Geleneksel Türkiye solunun en kötü, tahribatı en ağır geleneklerinden biri kendi içinde demokrasiyi uygulamamasıdır. Bunun geçmişten beri ve halen pek az istisnası vardır. Örgüt içi demokrasinin boğulduğu yerde şekillenmesi çoğu durumda kaçınılmaz olarak sağlıksız ve yıkıcı biçimler de alabilen farklı eğilimlerin ağır ithamlar ve zorbalıkla ezilmesi, bu aynı antidemokratik bürokratik anlayış ve uygulamanın bir uzantısı olarak kendini göstermektedir. Farklı ya da muhalif düşünce sahiplerini zorbalıkla ezmek ve sindirmek çizgisi sonuç verdiği ölçüde ise buna gitgide daha çok eğilim duyulabilmektedir. Sol içi şiddeti tartışanların ve mahkum edenlerin bile bu netameli alandan özenle uzak durmaları, bunu örgütsel “iç hukuk”un dokunulmaz alanı saymaları rastlantı değildir ve bu kötü geleneğin ne denli köklü olduğuna bir göstergedir.

Devrimci hareketimizin devrime ve devrimci ilkelere bağlılık, devrimci kararlılık ve devrime adanmışlık türünden en olumlu gelenekleri en kolay biçimlerde terkedenler, ideoloji, program ve siyasette alabildiğine liberalleşenler, nedense bu olumsuz geleneğe, örgütsel demokrasinin boğulması anlayışına bağlılıklarını sürdürmekte büyük bir direnç gösterebiliyorlar. EMEP bunun en tipik örneklerinden biridir. Devrime ait hemen herşeyi terketmiş, düzenin icazet alanına boylu boyunca yerleşmiş bu parti, “parti birliği” ve “disiplin”i üzerinden devrimcilik taslamayı sürdürmekte, devrimci şiddeti düşünce ve pratiğinden tümüyle sildiği halde muhaliflerine sözümona “devrimci şiddet” uygulama yoluna gidebilmektedir. Son on yılda bunun birçok örneğine tanık olduk, bir yenisine şimdi TÜMTİS muhalefetinin sindirilmesi üzerinden tanık olmaktayız.

Bu ilkesel önemde gördüğümüz sorunlardan ilkidir.

İkincisi sendikalarla ilgilidir. Türkiye'de sendikacılık alanında alabildiğine kökleşmiş bir bürokratik gelenek var. Bürokratik kimlik ile sermaye uşaklığı yaygın biçimde içi içe geçmiş bulunduğu için, bu söylenenler ilk anda sermayenin hizmetindeki sendika bürokrasisi olgusunu akla getirmektedir. Fakat biz burada daha özel bir olguyu, sendika yönetimine gelmeyi giderek bu yönetime çöreklenme ve burayı kendisi için değişmez/vazgeçilemez/paylaşılamaz bir mevzi olarak algılamaya dönüştüren anlayışı kastediyoruz. Bu ilerici, hatta devrimci geçinen sendikacıların da yaygın biçimde bir eğilimidir. İlerici ya da devrimci olmak bu sendikacılar için kuşkusuz bir anlam taşır, fakat sendika yöneticiliği, hele de “başkan”lık daha özel bir anlam ve önem taşır. Olanaklı olsa bu konumlarını ömür boyu sürdürmek isterler. Bu, bu alanda denebilir ki adeta meşruiyet kazanmış bir tür kast zihniyetidir. Sınıf hareketi içinde uzun süreli bir taban çalışma ile güç olmak gibi meşakkatli bir iş yerine kestirmeden sendika yöneticilerine dayanarak, deyim uygunsa tepeden inme güç olmaya eğilim gösteren sol partilerin bu tür yöneticilere gösterdiği “anlayış” ya da vermek zorunda kaldığı tavizler, bu kast zihniyetini soldan besleyen bir başka etken olmaktadır.

TÜMTİS'teki “Sabri Başkan” olayı işin aslında biraz da budur. Birçok bilgi ve belirti Sabri Topçu'nun sendika kadroları ve üye tabanı içerisinde güç ve itibarını önemli ölçüde yitirdiğini gösteriyor. Sendikada uzun zamandır yaşanan ağır bunalıma ve delegelerin büyük çoğunluğunun açık talebine rağmen sendika genel kurulunu toplamaktan özenle kaçınmanın başka bir anlamı olamaz. Sabri Topçu sendika bünyesindeki çoğunluk desteğini yitirdiği halde “Sabri Başkan” olarak kalmak istiyor. Gelinen yerde TÜMTİS'teki düğümlenmenin gerisinde gerçekte bu var.

Sabri Topçu'yu devirmek isteyen muhalefetin siyasal çizgisi konusunda yeterli bir bilgiden yoksunuz. 2005 Eylül'ündeki metinlerinde EMEP çizgisini savunuyorlardı. Daha yeni tarihli metinlerinde ise bu konuda renk vermemeye özen gösteriyorlar. “Gerçek sınıf sendikacılığı” üzerine soyut ve kendi başına anlamsız sözlerle yetinerek, sorunları salt sendika içi demokrasi ve sendikal işleyişin gerekleri sınırları içinde ortaya koyuyorlar. Dolayısıyla biz Sabri Topçu'nun temsil ettiği çizgi ile bu çizgiyi karşılaştırarak bir tercih yapacak durumda değiliz. Bizim için burada sorun zaten hiçbir biçimde bu da değildir. Sendikal demokrasinin gereklerinin uygulanmasını talep etmek ve bu çerçevede olağanüstü genel kurulu gündeme getirmek, TÜMTİS üye ve delegelerinin en doğal hakkıdır. Bu hak hiçbir gerekçe ile gözardı edilemez, boğuntuya getirilemez, hele hele zorbalıkla bastırılamaz. Bizi konunun bize yansıyan sınırları içinde ilgilendiren yanı yalnızca budur. Sabri Topçu ve ekibi siyasal açıdan bugünkü muhalefete göre daha ileri bir noktada da olabilirler, fakat sendika tabanında desteklerini yitirmişlerse eğer, bunun sonuçlarına katlanmak ve ifade uygunsa işe yeniden başlamak zorundalar. Halen yapılmayan, yapılmasından binbir yolla kaçınılan şey budur. Bu burjuva sendikacılığının en kötü anlayış ve uygulamalarından birini sol adına tekrarlamaktan başka bir şey değildir.

İçlerinde Atilay Ayçin gibi, Hasan Gülüm gibi farklı eğilimlerden sendika yöneticilerinin de bulunduğu yüzlerce sendika yöneticisi ve işyeri temsilcisinin Sabri Topçu ekibine bu noktada verdiği destek, tek tek kişilerin öznel niyetlerinden bağımsız olarak, gerçekte bu burjuva bürokratik sendikacılık anlayışına ve geleneğine verilmiş açık bir destekten başka bir şey değildir. Sermaye uşağı sendika bürokrasisinin sendika içi demokrasiyi boğmayı ve taban iradesini hiçe saymayı katı bir çizgi haline getirdiği bir ülkede, ilericilik ya da devrimcilik iddiasındaki sendikacıların bu aynı konularda büyük bir hassasiyet içerisinde olmaları istenir ve beklenir. Delegeler içerisinde ve tabanda çoğunluk desteğine sahip olduklarını iddia eden insanların sendikal demokrasinin ve işleyişin gereklerinin yerine getirilmesi talebini görmezlikten gelerek, kelimenin en kötü anlamında partizanca bir tutumla, bir sendikaya büyük emeği geçmiş insanları “yıkıcı ve bozguncu takımı” olarak suçlamak imzacılara hiçbir onur kazandırmaz, fakat tümünü de ağır bir şaibe altında bırakır. Anti-demokratik bürokratik burjuva sendikal anlayış ve uygulamanın soldaki uzantıları olarak görülmelerini bir biçimde haklı çıkarır.

Üçüncü bir ilke sorunu açıklık sorunudur. İç demokrasi geleneğinden yoksun geleneksel Türkiye solu açıklık ilkesinin gerekleri konusunda da son derece kötü bir durumdadır. Kendi muhaliflerine genel ve soyut biçimiyle en ağır itham ve suçlamalar yöneltme yolunu tutan ve bu konuda zaman zaman büyük gürültüler de koparanlar (ki yüzlerce imzalı gazete ilanı bunun son bir örneğidir), nedense sürecin somut seyrine ve suçlanan insanların somut iddialarına ilişkin olarak kamuoyuna ve emekçilere somut bilgi vermeye yanaşmazlar. Bundan uzak duruşun gerisinde gizliliğin ve dolayısıyla örgütsel güvenliğin esasa ilişkin bir rolü yoktur. Temeldeki neden somut gerçeklerden kaçmak, daha da kötüsü bunları gizlemektir. Somut durumdan hareketle soyutlanmış bir takım genel ithamlar ya da suçlamalar elbette yapılabilir, fakat bunlar sürecin ve sorunların somut bilgisiyle birleştirilmek durumundadır. Sınıf düşmanı karşısında örgütsel gizlilik ve güvenlik kapsamına giren konular dışında, emekçilerden ve ilerici-devrimci kamuoyundan hiçbir şeyi gizlemenin haklı ve meşru bir nedeni olamaz. Bu açıklık korkusundan başka bir anlama gelmez.

Bütün bunları muhaliflerine bol keseden en ağır ithamları yönelten, son olarak bunları yüzlerce imzalı bir ilana dönüştürenlerin öte yandan sürecin somut seyri ve somut iddialar karşısında tümüyle suskunluğa gömülmeleri çerçevesinde söylüyoruz öncelikle. Fakat ek olarak bunu imzacıların sorumluluğuna da bağlamak istiyoruz. Bu imzacı insanlar topluluğu EMEP yönetiminin genel ve soyut suçlamalarına imzaları üzerinden açık ve tam destek verirlerken, acaba somut gerçekleri de biliyorlar mıydı? Bu bilgiyi, önlerine imza metinini koyanlardan talep etmiş ve açık yanıtlar almışlar mıydı? Suçlanan insanların savunmalarını ve karşı iddialarını biliyorlar mıydı? Özetle, ağır itham ve suçlamalara imzalarını atarlarken, yeterli zihni açıklık ve vicdani rahatlık içindeler miydi?

Bütün bunlara yeterli rahatlık ve tokluk içinde yanıt verilemiyorsa eğer, imzacılar payına ortada siyaseten olduğu kadar ahlaken de ciddi bir sorun var demektir.

Son bir ilke sorunu genel olarak demokrasi sorunu ile ilgilidir. Marksist teori Lenin şahsında ve Ekim Devrimi'nden önce, demokrasi sorunu ile sosyalizmin kuruluşu arasındaki organik bağı bütün açıklığıyla ortaya koymuştu. Lenin en tam bir demokrasiyi uygulayamayan proletarya sosyalizmi kuramaz demişti. Bu gerçeği kuruluşu kısa sayılabilecek bir zaman içinde zaafiyete uğrayan 20. yüzyıl sosyalizm deneyimi bütün açıklığı ile doğruladı. Bu, sosyalizm deneyimlerinin sonuçta uğradığı başarısızlığın tek değil fakat temel önemde nedenlerinden biriydi. Sosyalizmin başarısızlığından liberal demokrasi anlayışı lehine en kötü sonuçlar çıkaran yeni dönem liberalleri, öte yandan olumsuz tarihi deneyimin sonuçlarının asıl hesaba katılması gereken alanda, yani halk içinde ve emekçiler arasında uygulanması gereken demokrasi konusunda, bütün bir olumsuz anlayışı ve geleneği olduğu gibi sürdürüyorlar bugün.

Devrimcilere zorbalık uygulayan, bunu zorla düşünce ve davranış dayatmanın bir aracı olarak kullanmaya yeltenen PKK karşısında aylar boyudur süren özenli suskunluk bunun son bir örneğidir yalnızca. Yıllardır “sosyalist demokrasi” sorununu adete bir düşünsel metaya çevirenler bu konuda ibret verici biçimde sınıfta kalmışlardır. Yüzeysellikleri, dahası ciddiyetten ve samimiyetten yoksunlukları tüm açıklığı ile ortaya çıkmıştır.

Aynı kaba tutarsızlığı ilanın imzacıları da TÜMTİS muhalifleri karşısında gösteriyorlar. Muhaliflere yöneltilen zorbalık, uygulanan fiziki şiddet öyle anlaşılıyor ki Atilay Ayçinler'in, Hasan Gülümler'in pek umurunda değil. Dahası onlar EMEP'e ve Evrensel'e son derece ölçülü bir dille yöneltilmiş siyasal eleştirileri bile “dil uzatma” sayarak ve ağır biçimde suçlayarak, zorbalığa manevi destek vermiş, böylece kendi demokrasi anlayışlarını da ortaya koymuşlardır. Küfür ve hakaret içermediği sürece, somut olgulara ve siyasal bir içeriğe dayalı olmak kaydıyla, tüm “başkanlar”, partiler ve yayınlar herkes tarafından her zaman eleştirilebilinir. Bunu “dil uzatmak” olarak damgalayıp eleştiriden muaf dokunulmaz alanlar ima etmek totaliter bir zorba anlayışa destek olmaktan başkaca bir anlama gelmez. Kuşkusuz imzacılar, hiç değilse onların bir kısmı, imzalarını sorunu böyle gördükleri için atmış değillerdir. Fakat bir partinin kötü bir geleneğin izinden giderek kendi muhaliflerine yönelttiği ağır ve mesnetsiz suçlamaların dilini attıkları imzalarla paylaşmış olmak, bunu yapanlar payına sonuçta bu anlayışı paylaşmak anlamına gelir.

***

Bu vesileyle ve mümkün mertebe kısa bir biçimde dile getirdiğimiz bu sorunlar bizim için ilkesel değerdedir ve hayati önemdedir. Biz TÜMTİS muhalefetini yayınladıkları metinler dışında tanıyor değiliz. İçlerdinden bir tek eski Genel Sekreter Şükrü Günsili hariç ötekilerden hiçbirine ismen bile aşina değiliz. Metinlerinden çok sınırlı bir biçimde yansıyan ve yansıdığı kadarıyla da EMEP'in mevcut çizgisini aşmayan ideolojik-siyasal görüşlerini de biliyor değiliz.

Fakat yineliyoruz; bu somut durumda bizi ilgilendiren ve konuyu ele almaya yönelten hiçbir biçimde bunlar değil, fakat yalnızca ilkesel önemde görerek sıraladığımız sorunlardır. İlerici işçi hareketinde iyi kötü bir yeri olan bir sendikada iç sorunlar bu kadar kötü yaşanmamalı, bu denli sürüncemede kalmamalı, ve en önemlisi de, bu yöntemlerle çüzülmemelidir. Ortada madem gerçek bir muhalefet değil yalnızca üç-beş “yıkıcı ve bozguncu” var, o halde Sabri Topçu ve ekibi bir an önce olağanüstü genel kurulun önünü açmalı, sözü edilen “üç-beş bozguncu”nun hakkından bu meşru zeminlerde gelinmeli ve TÜMTİS içten içe yıpranma ve erime sürecinden kurtarılmalıdır.

Muhaliflerin bugün (14 Haziran) kamuoyuna sundukları metinde kullandıkları başlıkta dile getirildiği gibi, son sözü TÜMTİS işçisi söylemelidir. Bu demokratik irade beyanının önünü tıkamanın bu saatten sonra hiçbir açıklaması olamaz.

--------------------------------------------------------------------------------------

Evrensel Gazetesi'nde yayınlanan ilan metni

Sınıftan yana, mücadeleci işçi, emekçi ve sendikacılar yıkıcılığa ve bozgunculuğa geçit vermeyecek

BASINA VE KAMUOYUNA

Yıllardır sermayenin temsilcilerinin ve sendika bürokrasisinin hedefi olan Türkiye Motorlu Taşıt İşçileri Sendikası'nda (TÜMTİS) bu saldırılar bir süredir içerden de destek buluyor. Birkaç sendika yöneticisi, kişisel çıkar ve iktidar hırsıyla sendikayı yıpratıp, kargaşa yaratmak istiyor. Hepimizin yakından tanıdığı TÜMTİS Genel Başkanı Sabri Topçu ve onun şahsında sendikanın mücadele tarihi ve sınıf mücadelesinin onlarca yıllık birikimi yok sayılarak, karalanmak ve tahrip edilmek isteniyor.

Başlangıçta sendika içi mesele gibi gösterilen bu bozguncu ve yıkıcı tutum, Emek Partisi'ne (EMEP) ve işçi sınıfının tek günlük gazetesi olan Evrensel'e saldırmaya, dil uzatmaya kadar vardırılmıştır.

Bu şahıslar, sendika merkez yönetiminin kararı olmadan, sendika adına internet sitesi kurup, kendi imzalarıyla korsan yayın yapmaktadırlar. İşçi sınıfının sendikal-politik mücadele ve örgütlenmesini hedef alan bu bozguncu tutumun başını, sendika merkez yönetiminde yer alan

Gürel Yılmaz, Muharrem Yıldırım, Seyfi Erez, Kenan Öztürk ve daha önce sendika merkez yöneticiliği yapmış olan Şükrü Günsili'nin çektiği sitede açıkça ilan edilmiştir.

Bu kişiler, çeşitli vesilelerle üyesi ve yöneticisi olduğumuz işçi ve kamu emekçisi sendikalarına faks ve mailler göndermektedirler. Gönderilen faks ve maillerin içeriği, işçi sınıfının ve emekçilerin sendikal-politik mücadele ve örgütlenmesine karşı hırs, kin, kişisel çıkar hesabıyla karalama ve kışkırtmalarla doludur.

Adı geçen kişilerin çoğunun, EMEP'li oldukları ancak sendika ve partiyi yıpratan, sınıfa yabancılaşan tutumlarından dolayı EMEP'ten ihraç edildikleri, kamuoyu tarafından da bilinmektedir.

Bu kişilerin, işçi sınıfı ve emekçilerin sendikal-politik örgütlenmesi karşısındaki yıkıcı tutumlarını kınıyoruz. Kendi kişisel çıkarları ve hırsları uğruna sınıf ve parti karşıtı çalışma yürütmenin bugüne kadar hiç kimseye bir faydasının olmadığını bir kez daha hatırlatıyoruz.

Biz aşağıda imzası bulunan işçi ve kamu emekçileri sendikaları yöneticileri ve işyeri temsilcileri, EMEP'e ve Evrensel Gazetesi'ne yönelik her türden saldırı karşısında olacağımızı bir kez daha vurguluyoruz. EMEP'in, kurulduğu günden bu yana işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesinin birleşmesi, ilerlemesi ve halkın gerçek iktidarının kurulması için çalışan, sınıfın bağımsız politik örgütü olduğunu herkes bilmektedir. Evrensel Gazetesi ise 10 yılı aşkın yayın hayatı boyunca işçi sınıfı ve emekçilerin sesi olmuş ve hiç bir gücün bu gerçeği değiştiremeyeceğini yayın anlayışıyla ortaya koymuştur.

Sınıftan yana, mücadeleci işçi, emekçi ve sendikacılar, sınıfın politik-sendikal mücadele ve örgütlenmesinin karşısına çıkan en küçük bir yıkıcılığa ve bozgunculuğa geçit vermeyecektir.