19Kasım 2005 Sayı: 2005/45 (45)

  Kızıl Bayrak'tan
  Tırmanan kirli savaşa karşı Kürt halkıyla dayanışmayı yükseltelim!
  Haklı ve meşru talepleri için direnen Kürt halkının yanındayız/BDSP
  Şemdinli protesto ve destek eylemlerinden
  Şemdinli ve devrimci görevler
  Asgari ücret gündemi ve yerel işçi kurultayları
Sefalet ücretine karşı çıkalım/ Kurultay Hazırlık Komiteleri
2006 Bütçesi; Sermayeye kaynak emekçiye sefalet!
  Türban kutuplaşması uşak kucaklaşması
  Kadına yönelik şiddet tartışması; Şiddeti besleyen kapitalizmin kendisidir!
  TC ve özel savaş / M. Can Yüce
  Boğaza değil Zap Suyu'na köprü
  Ekim Devrimi ve Parti etkinliklerinden...
  6 Kasım eylemlerinin ardından... Kendi gücüne güvenen hedefli bir kitle faaliyeti! / Orta sayfa
  6 Kasım eylemleri
  Parti etkinliğine gelen mesajlardan...
  İsviçre'de parti kuruluş yıldönümü etkinliği...
  Suriye'yi tecrit etme saldırısına Amerikan uşakları da katıldı
  Fransa'da isyan dinamikleri yerli yerinde duruyor
  Almanya'da koalisyon görüşmeleri tamamlandı; Her şey tekellere hizmet için!
  Almanya'dan başarılı bir işçi direnişi eylemi
  Felluce'nin napalm bombalarıyla yakıldığı kesinlik kazandı
  Sermaye devletinin "gizli" ama gerçek anayasası; İşte siyaset belgesi!
  Mamak İşçi Kültür Evi 4. mücadele yılında!
  Basından/ Şemdinli beceriksizliği!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Almanya'da SDP-CDU/CSU koalisyon konusunda anlaştı...

Herşey tekellere hizmet için!

Almanya'da 18 Eylül'de yapılan erken genel seçimlerden sonra Hıristiyan Birlik partileri (CDU/CSU) ile Sosyal Demokrat Parti (SDP) arasında başlayan “büyük koalisyon” pazarlığı tamamlandı. Hazırlanan Koalisyon Sözleşmesi üzerinde mutabakata varan partilerin, 22 Kasım'da CDU Başkanı Angela Merkel'i yeni başbakan seçmesi bekleniyor. Böylece Almanya tarihindeki ikinci büyük koalisyon resmen kurulmuş olacak. Ancak bu koalisyonun ayakta kalıp kalmayacağı şimdiden tartışma konusu.

Kriz partileri “tek”leştirdi

Bağımlı ülkelerde hükümetlerin yap-boz tahtası misali sık sık yıkılıp yeniden kurulması alışıldık bir durum. Örneğin 82 yılını geride bırakan Cumhuriyet Türkiye'sinde 60'a yakın hükümet kurulmuştur. Emperyalist ülkelerde ise son yıllara kadar nispi bir siyasi istikrardan söz edilebiliyordu. Oysa gelinen aşamada istikrarlı dönemin artık geride kaldığını görüyoruz. Almanya gibi bir ülkede seçimlerden ancak iki ay sonra hükümetin kurulabilmiş olması bunun göstergelerinden biridir.

Sosyal Demokrat/Yeşiller koalisyonu, “Ajanda 2010” adı altında sermaye adına azgın bir saldırı yürütüyordu. Bu saldırıya karşı işçi sınıfı, emekçiler, kimi zaman da gençlik boykotlarla, kitlesel eylemlerle tepkisini defalarca ortaya koymuştu. Ayrıca eyalet seçimlerinde de koalisyon partilerinin hezimete uğramasını sağlamıştı. Buna rağmen SDP/Yeşiller koalisyonunun alternatifi olan CDU/CSU, hükümetin azgın saldırılarını az buluyor, sürecin daha da hızlandırılmasını savunuyor. Yani emekçiler, “beterin-beteri” ile karşı karşıya kaldılar. Bu durum Yeşiller'in, Sosyal Demokratlar'ın, Hıristiyan Birlik partilerinin “tek program”da buluşmasının kaçınılmaz olduğunu, farklı roller oynama sürecinin geride kaldığının ilanıdır aynı zamanda.

Bu arada, SDP'den ayrılan kesim ile eski Doğu Alman Komünist Partisi'nin devamından oluşan “sol parti” 60'a yakın milletvekilini meclise gönderebildi. Sol parti, seçim başarısını, asgari düzeyde de olsa, işçi ve emekçilerin azımsanmayacak bir kesiminin tabloyu doğru okumasına borçlu görünüyor.

Koalisyon saldırgan bir zemin üzerine kuruluyor

SDP'nin yeni başkanı Matthias Platzeck, koalisyonun “aşk değil, mantık evliliği” olduğunu söyledi. Bu partiler birbirini sevmiyor, ama Alman sermayesinin yüzü-suyu hürmetine gerdeğe girmekten de geri durmuyorlar. Koalisyon sözleşmesinin içeriği de, her iki tarafın Alman tekellerine hizmet etmek dışında bir programının olmadığını gözler önüne seriyor.

Yansıdığı kadarıyla CDU/CSU-SDP koalisyonu, bir içe diğeri dışa dönük olmak üzere önüne iki temel hedef koymuştur. İçe dönük hedeflerde esas olan, önceki hükümetin de icra ettiği neoliberal saldırıyı daha pervasız bir şekilde sürdürmektir. Yani işçi sınıfının, emekçilerin, göçmenlerin ekonomik/sosyal kazanımlarını gaspetme sürecine hız vermek. Bu saldırıların sınıf çatışmalarını şiddetlendireceğini iyi bilen Alman burjuvazisi, demokratik/siyasal hakları da törpüleyecek önlemlere hazırlanıyor. “Teröre karşı sıkı mücadele” adı altında gündeme getirilen gerici/faşizan yasalarla anti-emperyalist, anti-kapitalist mücadele araçları şimdiden pasifize edilmek isteniyor. Bu politika, polis devletine doğru atılan adımlara yenilerinin eklenmesini beraberinden getirecek.

Dışa dönük hedeflerin başında ise yakın geçmişten iyi bildiğimiz Alman emperyalizminin yayılmacı, saldırgan mirasının yeniden hortlatılması var. Bunun bir yönü ABD emperyalizmiyle ilişkilerin iyi tutulmasını hedeflerken (koalisyon sözleşmesinde, “ABD ile Avrupa arasında sıkı bir güven ilişkisinin oluşturulması için çaba harcanacak” deniliyor), diğer yönü ise, Alman askerlerinin ülke dışında kalmasını sağlayan yasal zeminin güçlendirilmesidir. Yeni koalisyon ortakları bunu, “savunmada zorunlu askerliğin korunması ve Alman askerlerinin yurtdışı görevlerinin sürdürülmesi gerektiği” şeklinde ifade ediyorlar.

Alman burjuvazisi adına iş yapmak için kurulan koalisyon, bu temel hedefleri hayata geçirmek için her yola başvuracaktır. Buna karşın sonucu belirleyecek olan ise, Almanya işçi sınıfı ile onun adına hareket etme iddiası taşıyan siyasal güçlerin duruşu olacaktır.

---------------------------------------------------------------------------------------

Amman'da patlayan bombalar...

Fitili ateşleyen İsrail mi?

Geçtiğimiz hafta Ürdün'ün başkenti Amman'da üç otelde tahrip gücü yüksek bombalar patlatıldı. Saldırılarda ölenlerin ezici çoğunluğu Filistinli'ydi. Bombaların bir kısmı Filistinliler'in yaptığı düğün törenin ortasında patlatıldı. Basın tekellerinin yaydığı habere göre, bu vahşi saldırıyı El Kaide'ye bağlı biri kadın dört Iraklı gerçekleştirdi. Ancak patlamalardan birkaç gün sonra basın önünde teşhir edilen bir kadın, üzerine sardığı bombaların patlamadığını, saldırıyı gerçekleştiren diğer üç kişiden birinin eşi olduğunu iddia etti.

El Kaide tarafından üstlenilen saldırıların hemen tümü şaibelidir. İddia edildiği üzere bu organizasyonu Usame Bin Ladin'in yönettiği doğru olsa bile, Bin Ladin'i kimin yönettiğine dair kocaman bir soru halen orta yerde duruyor. İşte Amman'da patlayan bombalar, bu konuda bir takım ipuçlarının ortaya çıkmasına yolaçtı. İpuçlarını veren “sol siyonist” eğilimli İsrail gazetesi Ha'aretz olunca, adet olduğu üzere, değişik ülkelerde medya içinde belli köşe başlarını tutan Mossad'ın uzantıları, “bu haberleri İsrail düşmanları yayıyor” nakaratını tekrarlayamayacak.

Otellerdeki patlamalardan sonra Ha'aretz gazetesi, “Ürdün güvenlik birimlerinin yardımıyla, patlamadan kısa süre önce bazı İsrail vatandaşlarının Radisson SAS Oteli'nden tahliye” edildiğini yazdı. Nitekim, saldırılarda ölen veya yaralanan İsrailli olmadı.

Haberin yayınlanması hem Amman, hem de Tel Aviv'de ciddi bir rahatsızlık yarattı. Anında harekete geçen her iki tarafın baskıları nedeniyle, Ha'aretz, 9 Kasım tarihli bu haberini değiştirmek durumunda kaldı. Gazete ertesi günkü haberinde, İsrailliler'in tahliye edildiği yönündeki haberin “doğru olmadığını” yazdı. Oysa siyonist eğilimli bir İsrail gazetesinin böyle bir haberi doğrulamadan yayınlaması düşünülemez. Zaten haber doğru olmasaydı, kurbanlar arasında İsrailliler'in olması kaçınılmaz olurdu.

Bu arada bu ipuçlarını veren tek kaynak Ha'aretz gazetesi değildir. Los Angeles Times gazetesine konuşan eski İsrailli “karşı-terör” uzmanı Amos N. Guiora da, “İsrail'deki kaynaklarının, kendisine de bu tahliyelerden bahsetti”ğini bildirdi. Guiora, “Bu demektir ki, saldırının olacağına dair kusursuz bir istihbarat vardı. Soru şu: Aynı oteldeki Ürdünlüler neden tahliye edilmedi?” diye konuştu.

Bu arada saldırıyı yorumlayan bir Rus parlamenter de önemli bir hususa dikkat çekti. Duma Uluslararası İlişkiler Komitesi üyesi Şamil Sultanov adlı Rus politikacı, bombalı eylemlerde İsrail bağlantısı olabileceğini söyledi. Sultanov, “Filistin lideri Mahmud Abbas çok hasta. Amerikalılar, İsrailliler ve Mısırlılar için, İçişleri Bakanı Muhammed Dahlan, onun yerini alabilecek bir lider. Amman'daki otellerden birinde, Filistin'in Batı Şeria istihbarat şefi Beşir Nafi de öldü. Bu ölüm Dahlan'ın önünü açtı.” diye konuştu.

Aralarında uzun bir geçmişe dayanan derin işbirliği olduğu gözönüne alındığında, bu kanlı saldırının arkasında Mossad'la gerici Ürdün rejiminin olma ihtimali yüksektir. Bilindiği gibi Mossad, kurulduğu günden beri katlettiği sayısız insanın kanı içinde yüzerken, Kara Eylül katliamına imza atan Ürdün rejimi de onbinlerce Filistinli'yi katletmiştir. Yani her iki tarafın sicili fazlasıyla kanlı, dahası her iki taraf da, kirli emellerine hizmet edeceğini düşündükleri yerde bu türden katliamlara başvuracak kadar pervasızdır.