24 Eylül 2005 Sayı: 2005/38 (38)

  Kızıl Bayrak'tan
  Direniş geleneği bu topraklarda bitirilemez!
  Erdoğan New York'ta umduğunu bulamadı
  TMY Yasası ve düzenin çıkmazı
  Türk-İş ve Emek Platformu; İhanete devam!
  DİSK bu kadar sahipsiz mi?
Ulusalcı faşistlerin Kürt düşmanlığı
New York'ta BM Milenyum Doruğu yapıldı
  Serna ve Seral işçileri grevde!
  Sözleşmeli öğretmenlik ya da kölelik
  12 Eylül hukuku sürüyor: Yeni yasal düzenlemeler /Y. Akkaya
  ÇHD'nin açıklaması; Polis copları çalışırken fonda DİSK vardı
  Kürt hareketinden; Eylemsizlik süreci 3 Ekim'e kadar uzatıldı
  BEKO'da sadaka düzeyinde zam
  Demokrasi mücadelesi ve Kürt sorunu (Orta sayfa)
  Irak'ta halklar birbirine düşürülmek isteniyor
  Basra'da halk İngiliz tanklarını ateşe verdi

  Ukrayna; '"Turuncu devrim"in erken çöküşü!

  Almanya'da seçimler ve gösterdikleri
  İMES'ten bir patron; Bahadır Tanrıkulu
  Mamak İKE; Emekçi kadınlar 1 Ekim'de buluşuyor!
  2. Çiğli İşçi Kurultayı gerçekleştirildi
  Kurultay çalışmalarından...
  12 Eylül faşizmi üzerine-3 / M. Can Yüce
  Bültenlerden / OSB-İMES İşçi Bülteni
  Basından: Galataport tezgahı /Mustafa Sönmez
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

TÜPRAŞ'ı niye sattık?

Şöyle 25 sene öncesini bir hatırlayın. Hani kamu kuruluşlarının sırtımızda nasıl yük oluşturduğunu, vergilerimizin kötü yöneticilerce nasıl çar çur edildiğini anlattıkları panelleri, konferansları yoksa unuttunuz mu?

Bedava çürük elmayı reddedenler, zarar eden kamu kuruluşlarının satılacağına, böylelikle bütçe deliklerinin yamanacağına nasıl da inanmışlardı! ERDEMİR, TÜPRAŞ, TEKEL, Türkiye Şeker İşletmeleri gibi kârlı devlet tekellerinin özelleştirilmesiyle sermayenin tabana yayılacağına nasıl da ikna olmuşlardı!.. Şimdi de özelleştirilen kuruluşların içindeki TC vatandaşı ortakların bulunması onları sakinleştirmeye yetiyor. Belki de Başbakan ve Maliye Bakanının, Sami Ofer'in oğluyla 2004'ün 24 Ocak'ındaki görüşmeden huzursuzluk duymamaları bu nedenleydi. Ne de olsa Mehmet Kutmanın TC vatandaşı, Global Yatırım Şirketi de bizim ülkenin sermayesi!..

Ne var ki, mesele hisselerin yüzde kaçının Türk ya da yabancı şirkette olduğunda değil. Petrol, çelik gibi temel girdilerin üretim alanında kimin ve hangi tarihsel süreçte tekel olduğunda. Özellikle de savaşla bu denli burun burunayken! Kaldı ki şirket ister Türk, ister yabancı olsun hisselerini sonsuza kadar elinde tutmak zorunda da değil. Hisselerine daha yüksek fiyat veren çıktığında satmasından daha doğal bir şey de yok. Zaten aksi de özel kesimin varoluş nedenine aykırı!

Neden derseniz:

* Kapitalist sistemde özel girişimcinin birinci hedefi kârını en çoğa çıkartmaktır. Ulusal kaynakların korunması, ülke çıkarlarını korumak gibi hedefler edinerek irrasyonel davranışlar içine giremezler. Zaten, bu tür hedefler devletin görev alanındadır.

* Devlet petrol, maden gibi yenilenemeyen kaynaklarla yapılan üretimde ya yüksek yatırım gerektirdiği için faaliyet gösterir. Koç, Sabancı ve diğer örneklerde olduğu gibi özel kesimi düşük maliyetli girdi sağlayarak finanse eder. Ya da gelişmiş ülkelerde olduğu gibi bu alanda üretim yapan büyük ölçekli özel firmaların çalışma koşullarını düzenler. Böylelikle firmanın tek üretici olmaktan kaynaklanan fiyat egemenliğini de kontrol eder. Yani, haksız kazanç oluşmasını önler. Kısacası, TÜPRAŞ'ın yüzde 51'ini alanların ülke çıkarlarını korumak için kâr marjlarından vazgeçmek ya da istihdamı arttırmak gibi bir sorumluluğu olamaz. Finansal sıkıntı içinde olsun ya da olmasın kendine yeni ortaklar alabilir. Yani? Nüfus kâğıdındaki tabiyeti ne olursa olsun sermaye tekel konumundakilerin egemenlik ilişkilerine göre kullanılır.

Hal böyle olunca, 25 senedir süregelen özelleştirmeyle sermayenin tabana yayılacağı, gelir dağılımının düzeleceği masalını da inek içer! Oysa işçi ve memur kardeşlerimiz devlet tekelinin kırılıp kamu kuruluşlarının hisselerini alacakları için özelleştirmeyi desteklemiş? ANAP'a, REFAHYOL'a, DSP-MHP-ANAP üçlüsüne, AKP'ye de bu nedenle oy vermişti.

Ha devlet, ha özel! Tekel olduktan sonra sermayenin kimin elinde olduğunun ne önemi var, derseniz? Maliye Bakanı'nın demek istediği gibi: Parayı veren yönetmek erkini de eline alır. Sermayenin tekellerin egemenlik alanına geçmesi de devletin yönetiminin bu grupların istemleri doğrultusunda işlemesi demektir. Şimdi gelelim, TÜPRAŞ, ERDEMİR'le yıkılacak kamburlara. IMF'ye verilen taahhüt doğrultusunda hareket etmek gerekirse gelen paranın borç ödemeye gideceği kesin! Borçlar azalacak diye hemen sevinmeyin! Çünkü rakamlar, faiz harcamalarındaki azalmaya güvenen hükümetin cari harcamaları arttırdığını gösteriyor.

Anlaşılan, daha önce çimento, şeker, tütün özelleştirmeleri nasıl bütçenin delikleri daraltılmadıysa!.. TÜPRAŞ'ın, ERDEMİR'in satışı da borç ödemelerini azaltmayacak!

Sahi, TÜPRAŞ'ı niye sattık biz?

Türkel Minibaş

(Cumhuriyet, 19 Eylül ‘05)

-----------------------------------------------------------------------------------------

Amerika'daki fırtınadan Fransa'daki yangına...

Yıkım kapitalizmin doğasında var!

Amerika'da Katrina kıyameti yaşanırken aynı günlerde Fransa'nın başkenti Paris'te peşisıra yaşanan yangınlar gündemi işgal etti. Birkaç gün arayla yaşanan olaylar, bir kez daha bu sistemin insanlara verdiği değeri ortaya serdi.

Dünya'nın en büyük gücü olduğunu iddia eden ABD kendi vatandaşlarını koruyamıyor, zorda kalan insanların en temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor. İnsanlar yardım beklerken ve bir tek doktor bulamazken olay yerine 42 bin asker gönderiliyor. Tepeden tırnağa silahlı güçler felaketi yaşamış insanları terörize etmek için yollanıyor. Ve bu gövde gösterisi “soyguncu ve talancı”ları engellemek olarak sunuluyor.

Görüntüler ilk bakışta bir Afrika ülkesinde yaşanan felaketi andırsa da, bunlar hiç de bilinmeyen gerçekler değildi. Amerikan toplumunun önemli bir bölümünün yaşam standardının üçüncü dünya ülkelerindeki gibi olduğu biliniyordu. Ölenlerin çoğu, gettolarda yaşayan yoksul siyahlar oldular. Felaketten önce yapılan bir araştırma 125 bin kişinin kenti terketme imkanı olmadığını göstermişti. Sistemin dışladığı yoksul kesim bilinerek ölüme terkedildi.

Teknolojiyi insan kurtarmak için değil de, tam tersine kimyasal silah üretip insan öldürmek için kullanan bir güç tabii ki insanlara değer vermez. Uydular aracılığıyla terörist arayan ABD kendi topraklarında yaşayan insanları önceden bilinen bir fırtınaya karşı koruyamadı. Çünkü ABD emperyalizminin kaygısı bu değil. Çünkü doğasında kâr, şiddet ve saldırganlıktan başka bir şey yok.

Başka bir “gelişmiş” ülkede de insana verilen değer bir başka biçimde ortaya serildi. Paris'te birkaç gün aralıkla patlak veren yangınlar 66 kişinin yaşamına maloldu. İlk bakışta olay bir kaza veya konutların eski olması şeklinde algılandı. Burjuva medya da olayları bu şekilde sunmaya çalıştı. Oysa bu yangınların sıradan kazalar olmadığı anlaşılıyor. Çünkü Paris gibi sıkı denetimin olduğu, altyapısının iyi işlediği, askeri-itfaiyenin yetkinliğiyle tanındığı bir şehirde yüksek can kaybına yolaçan olaylar istisnadır. Bu durumda onlarca insanın öldüğü seri yangınların bir tesadüf olmadığı açıktır. Uzmanlar da aynı düşüncedeler.

Yaşamlarını kaybeden insanların yoksul ve genellikle göçmen olması da bir rastlantı değildir. Bu yangınların gerisinde bir takım çıkar gruplarının olduğu biliniyor. Fakat tartışma konusu olmaması için her türlü yönteme başvuruluyor. Ya bir serseri, ya da akli dengesi bozuk birisi sorumlu gösteriliyor.

Öte yandan, hükümetin göçmen politikasını daha da katılaştırmasının önünü açmak için bu tür olayların kullanılması da olasıdır. Bir başka olasılık ise Paris'i yoksullardan temizlemek amacı olabilir ki, bu devletin Paris'e ilişkin politikasıyla da örtüşmektedir.

New Orleans ve Paris, kapitalist-emperyalist sistemin insanlığa ölüm ve felaketten başka bir şey sunamadığını bir kez daha ortaya koymuştur.

U. Uyar

-----------------------------------------------------------------------------------------

Soru lazım...

Kimi zaman cevap vardır, ama soru yoktur.

Kimse soru sormuyor, bir sessizlik var.

Soru sorması gerekenler sustular.

Soru yok.

Oysa soru lazım.

Türkiye'yi sevenlerin, biraz olsun yurttaşlık bilinci taşıyanların, vicdanı olanların soru sorması gerekiyor.

*

Nedir bu yağma?..

Tıpkı icra mezadı gibi, işletmeler, fabrikalar, limanlar, dev tesisler, nasıl kirli ilişkiler içinde satılabiliyor?

Bir asırdır çocukların mama parasından, yaşlıların ilacından kısılıp kurulmuş dev işletmeler nasıl oluyor da oralar için bir tek damla ter dökmemiş kişilerce adeta yağmalanıyor?

‘Özelleştirmeye' çoğumuz razı olduk olmasına...

Ama fışkıran kir ne?..

Bu iddialar neyin nesi?..

*

Kimse sormuyor.

Önceki gün AB Komisyonu Ekonomi Masası Türkiye Sorumlusu Dirk Verbeken'den ilginç bir görüş geldi.

İşi Türkiye'yi izlemek olan Verbeken, ‘Özelleştirmede bazı kimselere ayrıcalıklı olarak yardımda bulunuluyor. Hükümette bunlardan kazançlı çıkan bir kesim var' dedi.

Bu ülkenin vatandaşı olmayan, bu ülkede yaşamayan, vurgunların-soygunların ucu dokunmayan, uzaklardaki bir adam görüyor ve açıkça soru soruyor.

Bu ülkede yaşayanlar sormuyorlar.

Diyelim ki; Galataport'u 49 yıl taksitle alan, hatırına bir gecede Kıyı Yasası değiştirilen, Kuşadası'nda aldığı limandaki kaçak yapıları için af çıkartılan, yasaya aykırı biçimde gizlice TÜPRAŞ hissesi verilen ve oturduğu yerde milyar dolarlar kazanması sağlanan İsrailli işadamı Ofer ile Başbakan ve Maliye Bakanı otel odalarında ne görüştüler?

Niçin otel odası?

Bu kirli de öbür ihaleler temiz mi?..

*

Başbakan'ın çıkıp cevap vermesi gerekiyor.

Ama soru yok...

Bir sessizlik var, kimse soru sormuyor.

Bir avanta-yağma yığını içinde, sinmiş, pısırıklaşmış, vicdanını susturmuş herkes sessiz.

Oysa soru lazım.

Bekir Coşkun

(Hürriyet, 21 Eylül ‘05)