24 Eylül 2005 Sayı: 2005/38 (38)

  Kızıl Bayrak'tan
  Direniş geleneği bu topraklarda bitirilemez!
  Erdoğan New York'ta umduğunu bulamadı
  TMY Yasası ve düzenin çıkmazı
  Türk-İş ve Emek Platformu; İhanete devam!
  DİSK bu kadar sahipsiz mi?
Ulusalcı faşistlerin Kürt düşmanlığı
New York'ta BM Milenyum Doruğu yapıldı
  Serna ve Seral işçileri grevde!
  Sözleşmeli öğretmenlik ya da kölelik
  12 Eylül hukuku sürüyor: Yeni yasal düzenlemeler /Y. Akkaya
  ÇHD'nin açıklaması; Polis copları çalışırken fonda DİSK vardı
  Kürt hareketinden; Eylemsizlik süreci 3 Ekim'e kadar uzatıldı
  BEKO'da sadaka düzeyinde zam
  Demokrasi mücadelesi ve Kürt sorunu (Orta sayfa)
  Irak'ta halklar birbirine düşürülmek isteniyor
  Basra'da halk İngiliz tanklarını ateşe verdi

  Ukrayna; '"Turuncu devrim"in erken çöküşü!

  Almanya'da seçimler ve gösterdikleri
  İMES'ten bir patron; Bahadır Tanrıkulu
  Mamak İKE; Emekçi kadınlar 1 Ekim'de buluşuyor!
  2. Çiğli İşçi Kurultayı gerçekleştirildi
  Kurultay çalışmalarından...
  12 Eylül faşizmi üzerine-3 / M. Can Yüce
  Bültenlerden / OSB-İMES İşçi Bülteni
  Basından: Galataport tezgahı /Mustafa Sönmez
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

TMY taslağı ve düzenin çıkmazı...

Terör yasası amacına ulaşamayacak!

Askerin “yetkisizlik” yakınmalarının ardından “alelacele” hazırlandığı anlaşılan yeni TMY taslağı, düzen cephesinde, özelde dinci çevrelerde ve hükümet partisi içinde, epeyce bir karışıklık yarattı. Tartışmalar halen sürüyor ve taslağa son şekli verilinceye kadar da süreceğe benziyor.

“Yeni yasal düzenlemeye ihtiyaç yoktu, taslakta yeralan pek çok madde zaten TCK'da vardı”diyen kimi hukukçuların yeni taslakta gözden kaçırdığı veya görmemeyi tercih ettiği en önemli nokta, terör tanımındaki değişikliktir. Maddelerdeki düzenlemeler zaten bir biçimde varolabilir, bu nedenle taslak yeni bir şey getirmiyor olabilir. Ancak yeni taslakta cezaları artıran esas unsur, terör tanımından şiddet ve zorun çıkarılmasıyla, önüne gelene terörist muamelesi yapma, pankart taşıma, afiş asma gibi faaliyetleri terör kapsamında değerlendirme niyetidir. Aynı kapsamda olmak üzere, bu faaliyetlere katılanlara örgüt üyesi muamelesi yapma ve buna denk düşen cezayı kesme arzusudur.

Yeni taslağa düzen cephesinden, özelde de hükümet partisi içinden yöneltilen eleştirilerin zemininde neyin yattığı, bu kişilerin bu eleştirileri hangi kaygı veya saiklerle yönelttiği çok fazla önem taşımıyor. Nihayetinde düzen bunları hizaya sokmakta en küçük bir zorluk çekmeyecektir. Bu nedenle tasarının devrimci hareket ile sınıf ve kitle hareketi cephesinden taşıdığı önem üzerinde durmak, yapılacaklara ve yapılması gerekenlere bu cephe üzerinden yaklaşmak gerekiyor.

Öncelikle, gerek askerin yakınmalarında, gerekse de devlet ve düzen cephesinden yapılan “terör“ başlıklı her açıklamada ya doğrudan doğruya adı kullanılarak, ya da ima yoluyla “PKK”ye işaret edilmesi, “terör” deyiminin “PKK eylemi”, “terör örgütü”deyiminin “PKK” yerine kullanılması, yeni TMY taslağının da sanki PKK'ye karşı hazırlanıyormuş izlenimi yaratabilecektir. En azından uzun süreli bir depolitizasyona tabi tutulmuş kitleler açısından bu risk oldukça yüksektir. Sadece PKK'yi değil, Kürtler'in her türden örgütlenmesini (bu arada legal parti kurmasını) kesinlikle sindiremediği ortada olan sistem, elbette Kürt hareketine karşı en sert yasaları çıkarmak ve uygulamak isteyecektir. Yürürlükteki yasaları en sert yorumlarıyla uygulamakla yetinmemekte, her fırsatta yasadışı yollara başvurmaktan da geri durmamaktadır. Asker ve polis saldırılarıyla yetinmemekte, faşist maşalarını Kürt halkının üzerine sürmektedir. Bunlar hergün tanık olduğumuz bilinen gerçekler.

Bununla birlikte, sistem sahiplerinin çok iyi bildiği, fakat halk kitlelerine tam tersini göstermeyi tercih ettiği bir durum var ki, yeni TMY taslağının özel olarak PKK'den ziyade genel muhalefeti hedeflediği gerçeğinin üstünü örtmek için kullanılmak isteniyor. Bu gerçek, çoktan teslim alınmış bir PKK gerçeğidir. Halk kitlelerine anlatılan “yeniden canlanan terör” masalının tam tersi bir tablodur bu. Bu masal aynı zamanda, Kürt halkının PKK'nin artık en dibe vurmuş taleplerini dahi savunamaz hale gelmesi için kullanılıyor. Yeni TMY taslağı da Kürtler'e karşı aynı amaçla kullanılmaya çok elverişli görünüyor.

Devrimci hareketi, ne eski yasanın ünlü 8. maddesi ve ne de en ağır yasa maddelerine taş çıkartan darbe koşulları yıldırabildi. Dolayısıyla, yeni TMY taslağında çok ağırlaştırıldığı söylenen maddelerin de yıldırıcılık işlevi olamayacaktır. Kaldı ki, aynı veya benzer maddeler yürürlükteki yasalarda da bulunmaktadır. Tasarının getirdiği tek ve önemli “yenilik” terör tanımında yaptığı değişikliktir ki, devrimci hareketi sınıf ve kitle hareketinden yalıtmayı, onun “denizini kurutup” kolay avlanır hale getirmeyi hedeflemektedir.

Terör tanımından şiddet unsurunu çıkardığınız, her türlü muhalefet hareketini ‘terör eylemi' kapsamında değerlendirir ve cezalandırırım dediğiniz, bu kapsamda, “benim için terör örgütüne üye olmakla, eylemlerde pankart-döviz taşımak aynıdır” dediğiniz zaman, devrimcileri değil devrime ve devrimcilere sempati duyanları korkutabilirsiniz olsa olsa. Bu açıdan bu yeni taslak, tam da kendi tanımıyla, şiddete başvurmadan şiddet uygulamaktadır. Kitleleri korkutup sindirmek için ille de bomba patlatmak gerekmiyor. Bu tür yasalar hazırlayıp yaygarasını yapmak suretiyle de kitleler terörize edilebilir. Bu nedenle taslak “terör yasası” lakabını fazlasıyla hakediyor.

Gene de, her türden “ılımlı” muhalefet üzerinde belirli bir etki yaratacağı açık olmakla birlikte, sınıf ve kitle hareketi üzerinde ne kadar etkide bulunabileceği tartışma götürür. İslamcı, ya da reformist çevre ve akımlar, sendikal bürokrasi ve diğer “ılımlı” muhalefet çevreleri, zaten yeni taslak henüz gün yüzüne çıkmadan, askerden gelen uyarılarla hazırola geçmeye başlamışlardı. Sokağa çıkmamayı tercih eder olmuşlardı. Taslağın yasalaşması durumunda bu çevrelerdeki tasfiyenin daha da hızlanması beklenebilir.

Ancak ne yasal tedbirler ne de o tedbirlerle yıldırılıp geri çekilen ılımlı muhalifler, sistemi sınıf mücadelesi belasından kurtarmaya yetebilir. Çünkü sınıf ve kitle hareketinin, yazılı-çizili metinlerden azade bir iç dinamiği vardır. O dinamik, bu yasal tedbirlerle korunmaya çalışılan kapitalist sistemin bizzat kendisidir. Sistem, kendi kendini yoketmediği sürece, sınıf hareketinden, dolayısıyla sosyalizm tehdidinden kurtulamaz.

---------------------------------------------------------------------------------------

Hasan Akdağ'ın cenazesinde kitle öfkesi...

Sermaye iktidarı ektiğini biçiyor!

Geçtiğimiz hafta Dersim'de bir taksi şoförü (Hasan Akdağ), taksisine binen bir polis tarafından başından vurularak öldürüldü. Hasan Akdağ'ın cenazesine katılanlar, karakolu taşlayarak öfkelerini dışavurdular. Öfkeli kalabalığın hedefi hiç de yanlış değildi. Açık ki Hasan Akdağ'ın katili Reşit Leba'yı herhangi bir katilden farklı kılan bir kimliği ve kendini polislik eğitimi almamış olanların hissedemeyeceği bir meşruluk içinde hissetmesine yolaçan bir statüsü vardı. Ve elbette üzerindeki silahı taşımasını yasallaştıran mavi bir üniformanın sahibiydi.

Bugün polislerin “dur ihtarına” uymayanı vurma yetkileri varsa, bu adam öldürmeye teşvik değil de nedir? Toplumu polis olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayırıp, bir gruba diğerini vurabilme yetkisi verirseniz, bu yetkiyi hangi sınırlara bağlarsanız bağlayın, içinde yaşadığımız türden bir toplumda bu yetki kendi sınırlarının ötesinde kullanılacaktır. Hele de Dersim gibi yıllarca devlet terörünün her türlüsünün haber bültenlerinden alkışlandığı bir şehirse sözkonusu olan.

Son birkaç aydır burjuva medyaya hakim olan gündemler gözönüne alındığında, Reşit Leba'nın Hasan Akdağ'ı vurmasında şaşırılacak hiçbir yan yok. Meclisin önünde Eyüp Beyaz vurulduğunda, öldüren polislere maaş ödülü veren bir zihniyetle yönetiliyor bu ülke. İngiltere'de terleyenleri bile öldürmeye izin veren yasaları alkışlayan bir zihniyetten, yani cinayeti yasal sınırlar içerisine sokan bir düzenden sözediyoruz. Böyle bir düzenin bekçileri elbette, kimi zaman düzeni korumak adına, kimi zaman sırf zevk için insan hayatına son vermekten çekinmeyeceklerdir.

Hasan Akdağ'ın cenazesinde yaşananlarsa artık bıçağın kemiğe dayandığının bir göstergesidir. Yıllar yılı namlular kendilerine çevrilmiş bir biçimde yaşayan insanlar artık tahammülleri kalmadığını dışavurmuşlardır. Olaydan sonra yetkili ağızlardan cinayetin siyasal olmadığına dair açıklamalar yapılmıştır. Ancak bir polisin, sıradan bir vatandaşı vurmakta gösterdiği soğukkanlı özgüvenin kaynağı açık ki siyasaldır. İşte Hasan Akdağ'ın cenazesinde büyük bir öfkeyle karakolu taşlayanlar, bir yandan yıllardan beri verdikleri kayıpların hesabını soruyorlardı, diğer yandan üzerlerindeki baskı ve terörün birebir uygulayıcısı olan emniyet kurumuna olan tepkilerini kusuyorlardı. Yaşanan salt birikmiş bir öfkenin dışavurumudur. Yıllara uzanmış baskıcı katliamcı politikalar halkın bilincinde, polisin kimin güvenliğinden sorumlu olduğu sorusunun en doğru biçimde yanıtlanmasını sağlamıştır.