24 Eylül 2005 Sayı: 2005/38 (38)

  Kızıl Bayrak'tan
  Direniş geleneği bu topraklarda bitirilemez!
  Erdoğan New York'ta umduğunu bulamadı
  TMY Yasası ve düzenin çıkmazı
  Türk-İş ve Emek Platformu; İhanete devam!
  DİSK bu kadar sahipsiz mi?
Ulusalcı faşistlerin Kürt düşmanlığı
New York'ta BM Milenyum Doruğu yapıldı
  Serna ve Seral işçileri grevde!
  Sözleşmeli öğretmenlik ya da kölelik
  12 Eylül hukuku sürüyor: Yeni yasal düzenlemeler /Y. Akkaya
  ÇHD'nin açıklaması; Polis copları çalışırken fonda DİSK vardı
  Kürt hareketinden; Eylemsizlik süreci 3 Ekim'e kadar uzatıldı
  BEKO'da sadaka düzeyinde zam
  Demokrasi mücadelesi ve Kürt sorunu (Orta sayfa)
  Irak'ta halklar birbirine düşürülmek isteniyor
  Basra'da halk İngiliz tanklarını ateşe verdi

  Ukrayna; '"Turuncu devrim"in erken çöküşü!

  Almanya'da seçimler ve gösterdikleri
  İMES'ten bir patron; Bahadır Tanrıkulu
  Mamak İKE; Emekçi kadınlar 1 Ekim'de buluşuyor!
  2. Çiğli İşçi Kurultayı gerçekleştirildi
  Kurultay çalışmalarından...
  12 Eylül faşizmi üzerine-3 / M. Can Yüce
  Bültenlerden / OSB-İMES İşçi Bülteni
  Basından: Galataport tezgahı /Mustafa Sönmez
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Kürt hareketinden açıklama...

Eylemsizlik süreci 3 Ekim'e kadar uzatıldı

BEHDİNAN (21.09.2005) MHA- Kongra Gel Başkanlık Divanı ve Koma Komalen Kürdistan Yürütme Konseyi yaptığı açıklamada, eylemsizlik sürecini 3 Ekim tarihine kadar uzattığını bildirdi. Açıklamada, ‘'AKP hükümetini ve Başbakanı demokratik çözüm için 3 Ekim'e kadarlık olan süreyi değerlendirmesini ve sorumlu davranmaya çağırıyoruz'' denildi. Kongra Gel Başkanlık Divanı ve Koma Komalen Kürdistan Yürütme Konseyi tarafından yapılan açıklamada, Kürt sorunun çözümü konusunda Türk devleti ve AKP hükümetinin adım atmadığı vurgulanarak, “Türk devleti Kürtlerle barış yapmak istemiyor” dedi.

‘Hükümet sözün arkasında durmadı'

Bir aylık ateşkes eylemsizlik sürecine karşı Türk devletinin yumuşama değil, en sert bir biçimde her alanda bir saldırı ile karşılık verdiği hatırlatılan açıklamada, “bu bir aylık süre içinde halklarımıza verdiğimiz sözün arkasında durduk. Tüm provake etme çabalarına, Önderlik üzerinde yaşanan tecrit, halka karşı linç girişimi ve yaşanan gerilla kayıplarına rağmen tutumumuzu ısrarla sürdürdük. Attığımız tek taraflı ve büyük bir fedakarlığı ifade eden adımın rolünü oynayabilmesi için zorlansak ta diyalog ve çözüme dönük pratik tutumumuzu kararlılıkla yürüttük” denildi.

Bu süreçte Genelkurmay Başkanı, generaller ve muhalefet partileri ve basın-yayının sürecin olumlu yönde ilerlemesini değil, sabote edilmesi için uğraş verdiğine dikkat çekilen açıklamada, Başbakan Erdoğan'ın Diyarbakır'da söylediği sözlerin arkasında durmamış ve pratikte olumluya yorumlanabilecek hiçbir girişimde bulunmadığı ve süreci sabote etmek isteyen güçleri tamamlayan bir rolün sahibi olduğu ifade edildi.

‘Öcalan işkence altında'

Açıklamada, bir aylık eylemsizlik sürecinde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki baskının daha da ağırlaştırıldığı kaydedilerek şöyle denildi:

‘Türk ve Kürt halklarının yaşadıkları topraklarda barış ve diyalogun gelişmesi için, en amansız baskı koşullarında tutulmasına rağmen her türlü katkıyı ve fedakarlığı yapan Önder Apo'ya yönelik tecrit uygulaması ortamın yumuşatılması amacıyla hafifletilmesi gerekirken tam tersi bir uygulama ile tecridi de aşan bir düzeyde ağır psikolojik işkence ve rencide edici uygulamalara tabi tutulmuştur. Bu süre içerisinde de avukatları ve ailesinin görüşme talepleri sudan bahanelerle engellenmiş ve bu geliştirdiğimiz iyi niyet girişimine karşı verilen bir cevap olmuştur.”

“Türk ordusunun bu süreçte en kapsamlı imha operasyonlarını aralıksız biçimde geliştirdi, ‘Adeta niye barış istiyorsunuz' diye bütün gerilla birimlerine karşı imha saldırıları geliştirilmiştir'' denilen açıklamada, HPG'nin kamuoyuna sunduğu resmi açıklamasına göre bu dönemde Türk ordusunmun 60 operasyon yaptığı, bu operasyonlar sonucu yaşanan çatışmalarda 28 gerillanın yaşamını yitirdiği, operasyon alanlarında ormanların ateşe verildiği, üç sivil insanımız öldürüldüğü, yüzlerce kişinin yaralandığı ve tutuklandığına dikkat çekildi.

‘Şiddetin dozajı arttırıldı'

Açıklama devamla şöyle:

Gemliğe yürüyen halkımıza karşı polis ve jandarmanın teşvik ve gözetiminde ırkçı-faşist kesimler eliyle, Sivas Katliamı sahnelerini andıran girişimler yaşanmıştır. Bu süreçte halkımızın demokratik etkinlik ve gösterilerine tahammül gösterilememiş ve bunlara şiddetle yönelirken, bizzat devlet sorumlularının ağzından bu etkinlikler terörizm olarak nitelendirilmiş ve böylece Türkiye'deki şovenist çevrelerin tahrik edilmesiyle halklar arası gerginlik ve düşmanlık körüklenmiştir.

Biz Türkiye ile demokratik çözümü temel alarak, barış ve demokratik çözüm amacıyla yeni bir süreci başlatma çabasını gösterirken, Türk hükümeti ise bu dönemde adeta kapı kapı dolaşarak, hem bölgesel güçleri hem de uluslararası güçleri üzerimize saldırtmak için yoğun çaba harcamış, tüm uluslararası platformları bu temelde kullanmaya çalışmıştır. Bunun için Türkiye adına birçok söz ve taviz verilerek sonuç alınmak istenilmektedir. Başta CHP olmak üzere muhalefet ise sorunların çözümünde en sorumsuz bir pratik sergileyerek ırkçılığın geliştirilmesi ve Kürt halkının bastırılması siyasetiyle ortamı sabote etmede en etkili bir rol sahibi olmuştur. Sürece sahip çıkması gereken aydın ve demokratik güçler ise etkili olamamışlardır. Girişimin sahibi olan aydınlar grubu ise, yalnız bırakılma suretiyle çabaları sonuçsuz bırakılmak istenmiş ve yumuşamaya dönük çağrılarının gerekleri yerine getirilmemiş, tersine her alanda şiddetin dozajı arttırılmıştır.”

‘ABD ve AB çözümü yok'

Yapılan açıklamada, Amerikan yönetimi ve Avrupa Birliği'nin Kürt sorunun çözümü konusunda girişimde bulunmadığı ve Türk devletiyle birlikte ortak konseptler oluşturduğu ifade edildi.

Açıklamada, ayrıca Kürt sorununun çözümünde olumlu rol oynaması gereken Güney Kürdistanlı bazı örgütlerin de bu rolün çok uzağında durarak, Kürt Özgürlük Hareketine karşı geliştirilen konseptlerin diğer bir ayağı olma suretiyle çözümün önünü tıkatmada çaba sahibi olduğu bildirildi.

Bir aylık ateşkes sürecinde Türk devletinin yumuşama değil, en sert biçinde her alanda topyekûn bir saldırı ile karşılık verdiği ifade edilen açıklamada, Türk devletinin Kürtlerle barış yapmak istemediği kaydedildi.

Kürtler'in teslim alınmak istendiğine, teslim olmayanların ise imha konseptine tabi tutularak yok edildiğine dikkat çekilen açıklamada, “Acı olan şu ki, çağımız 21. yüzyıla dayatılan bu insanlık dışı politika ekonomik ve siyasi çıkarlar pahasına uluslararası güçler tarafından görülmemekte ve çoğunlukla destek sunulmaktadır. Halkımızın insan olmaktan kaynaklı doğal haklarını isteyen sesine ise kulak tıkatılmakta ve böylece Türk devletinin Kürt halkına karşı uyguladığı haksız savaşın bir ortağı olmaktadırlar'' denildi.

‘Teslim alınmış Kürt ile sorunu çözmek istiyorlar'

Açıklama devamla şöyle:

“Bütün bunlara rağmen geliştirdiğimiz bir aylık eylemsizlik süreci çok önemli ve değerli bir süreç olmuştur. Bütün kesimlerin gerçek yüzünü açığa çıkarmış olması yönüyle önemli bir rol oynamıştır. Hükümetin Kürt sorununun çözümü konusunda içten ve samimi olmadığını ortaya çıkarmıştır. Kürt sorununu demokratik temelde çözme yerine, daha çok Özgürlük Hareketini çözmeyi, dağıtmayı ve bölmeyi esas alan eğilimin ağır bastığı görülmüştür. Kürt sorunun varlığı kabul edilmiştir ama, sorunun gerçek sahibi olan özgür Kürt ile değil, teslim alınmış kendi Kürdi ile çözmek istediği ortaya çıkmıştır. Bu da çözüm değil, aslında çözümsüzlüğü derinleştirmenin ve sorunu çıkmaza sokmanın bir başka versiyonudur.

Tüm dünya kamuoyu önünde Önderliğimiz, Halkımız ve Hareketimiz, sorunu şiddetle değil, demokratik yöntemlerle çözmekten yana olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır. Başbakanın aydınlarla görüşme yaptığı gün, geliştirdiğimiz ilk açıklama bu konudaki samimiyetimizin göstergesidir. En önemlisi de verdiğimiz kayıplara rağmen bundaki ısrarımız bunun ispatıdır. Bu tutumumuzla hem konsept deşifre olmuş, hem de önemli oranda boşa çıkarılmıştır. Halkımızın da sürece inisiyatif koymasıyla beraber bir kez daha, Önderliksiz çözümde ısrar eden hiçbir çabanın sonuç vermeyeceği tüm açıklığıyla görülmüştür.

Gelinen aşamada kamuoyuna açıkladığımız eylemsizlik sürecinin tek taraflı sürdürülmesinin daha fazla gerillanın yaşamına malolmakta olduğu görülmektedir. Barış sürecinin tek tarafın çabasıyla gelişemeyeceği ortadadır. Dolayısıyla sürecin sürdürülmesi için çift taraflı ateşkesin bir zorunluluk olduğu bu son aydaki pratikte bütün boyutlarıyla açığa çıkmıştır. Örneğin, HPG bu bir ayda hiç eylem yapmamasına rağmen, her iki tarafın verdiği kayıpların toplamı önceki aylarda yaşanan kayıplardan daha fazladır. Demek ki ortada bir çatışma var, ama bu çatışmanın temel nedeni HPG'nin eylem yapıp-yapmaması değil, temel nedeni Türk ordusunun operasyonlarıdır.

Türkiye'nin demokratikleşmesini ve halkların eşit-özgür temelindeki kardeşlik ilişkisini istemeyen ve bunun için de her fırsatta Türkiye'nin AB' ye girmesini de engellemeye çalışan Kızıl Elma denilen ittifak güçlerinin olduğu bilinmektedir. Bu güçler Türkiye'nin demokratikleşmesine, AB ile bütünleşmesine karşı oldukları gibi Hareketimize ve halkımıza da karşıdırlar. Dolayısıyla bizim bunlarla uzaktan ve yakından hiçbir alakamızın olamayacağı gibi AB'ne ilişkin aynı amaçta birleşmemiz de söz konusu olamaz. Bunu böyle ifade edenler maksatlı bir biçimde gerçekleri çarpıtan çevrelerdir.

‘AB üyeliğini destekliyoruz'

Biz dün de Kürt sorununu çözen ve demokratikleşen bir Türkiye'nin AB' ye girişinden yana olduk. Bugün de bu tavrımızı sürdürmekteyiz. Ancak Türk Devleti, Kürt özgürlük dinamiklerini tasfiye ederek inkarcı siyasetini AB'ne de kabul ettirme amacındadır. Biz Türkiye'nin AB'ye giriş sürecini sabote etme pozisyonunda değiliz. Tersine Kürtler'i de kendi özgür iradeleriyle bu sürece katmak istiyor ve gerçek anlamda demokratikleşen bir Türkiye'nin çağdaş dünya ile daha dengeli, bütünlüklü bir duruşun halklarımızın çıkarına olacağına inanıyoruz.

Kürdistan'da gerillanın zorunlu bir biçimde aktif savunma pozisyonuna geçmesinin nedeni, Türk devletinin Başkan Apo'ya dönük kabul edilemez uygulamaları ve gerillaya yönelik operasyonları ve halkımıza karşı geliştirdiği baskıcı siyasetidir. Bugün bu nedenler ortadan kalkmış değildir. Ortadan kaldırmaya dönük geliştirdiğimiz çabalar karşılık bulmamıştır. Bütün değerleriyle birlikte halkımızın ve meşru savunma güçlerimizin varolabilmek için doğanın temel yasası olan kendini savunma pozisyonunda olması, uluslararası yasalarda yeri olan evrensel bir haktır. İnsanlık hukuku açısından bu haktan vazgeçilmesini hiç kimse halkımızdan isteyemez.

Ancak biz Kongra Gel olarak Türkiye'nin AB ile müzakere tarihi olan 3 Ekim öncesi sürecin çok dikkatli ele alınması gereken bir hassasiyeti içerdiğini düşünmekteyiz. Hem taşıdığımız bu hassasiyetin ve sorumluluğun bir gereği olarak ve hem de Türkiye'de dönemsel bir kaos süreci yaratıp rant sağlamak isteyen ırkçı-milliyetçi kesimlerin ortamı provake edici durumunu dikkate almak gerekmektedir. Bundan hareketle HPG komutanlığı ve güçlerini, 3 Ekim öncesi sürecin bu hassasiyetini ve olası provake edici girişimleri dikkate alarak duyarlı ve sorumlu bir pratiği sergilemeye çağırıyoruz. Kendisine dönük geliştirilen saldırılar karşısında kendini savunma ve zorunlu misilleme hakkı dışında ortamı gerginleştiren, süreci tırmandıran pratik girişimlere meydan verilmemesi ve gelişebilecek olan provakatif durumlara karşı uyanık olunması, bunun için gerekli tedbir ve perspektifle hareket edilmesinin, halkımızın özgürlük davası açısından yararlı olacağı inancındayız.

Halkımız bu süreçte üzerine yağdırılan mermilere, tutuklamalara ve geliştirilen linç politikasına rağmen metanetini yitirmemiş, üzerine düşen görevleri büyük bir fedakarlık, bilinç ve cesaretle yerine getirmiştir. Demokratik siyasal eylemleriyle Özgürlük Hareketi karşısında işbirlikçi, sahte oluşumlar yaratma çabalarına karşı da ölümüne Önderliğinin ve hareketinin yanında olmasını bilmiştir. Halkımız bu süreçte büyük bir demokratik olgunlukla geliştirdiği siyasal serhıldanları yeni dönemde de sürdürerek, sürece yön vermeyi temel bir görev olarak bilmeli, özgür yurttaş bilinciyle demokratik eylem ve örgütlenmeyi geliştirerek sürece karşı sorumluluklarının gereğini yerine getireceğine yürekten inanıyoruz.

‘3 Ekim'e kadar süre'

Türk Devletini, hükümetini, ordusunu ve ilgili tüm kurumlarını, muhalefet partilerini bir kez daha çözüm aşamasına gelmiş ve Türkiye'nin temel sorunu olan Kürt sorununun çözümü için yakalanan tarihi fırsatı doğru değerlendirmeye, inkarcı-imhacı tutumundan vazgeçmeye, yüzyıllarca birlikte yaşamış halklarımızın birlikte yaşamasını zora sokan tutumları terketmeye, demokratik çözüm için attığımız adımları doğru ele almaya, 3 Ekim'e kadar olan süreyi bu temelde değerlendirmeye çağırıyoruz. Özellikle AKP hükümetini ve TC Başbakanı'nı süreç karşısında sorumlu davranmaya davet ediyoruz.

Uluslararası ve bölge güçlerini, demokrasi, insan hakları ve barıştan yana olan tüm çevreleri Kürt sorununda yaşanan trajediye karşı duyarlı olmaya, kökeni tarihin derinliklerine dayanan Kürt halkının doğal istemlerinin silahla bastırılmasına karşı durmaya ve akan kanın durması, çift taraflı ateşkesin pratikleşmesi, demokratik çözüm ve diyalog sürecinin gelişmesi için rol üstlenmeye çağırıyoruz. Özellikle ABD ve AB'yi Türkiye'nin Kürtler'e karşı yürütmekte olduğu çağdışı inkar ve imhaya dayalı siyasetini desteklemekten vazgeçmeleri, çatışma değil, çözüm sürecinin gelişmesi için teşvik edici olmalarının önemli olacağını belirtiyoruz.

Halk ve Özgürlük Hareketi olarak, zayıf olmadığımızı ancak çağdaş bakış açısına sahip felsefemiz gereği her zaman barıştan, diyalogdan ve demokratik çözümden yana olacağımızı bir kez daha vurgulamak istiyoruz. Türk devleti ve hükümeti karşılık vermezse de bu tutumumuzdan vazgeçmemekle birlikte kendimizi, değerlerimizi ve insanlığımızı sonuna kadar korumada hiçbir tereddütte düşmeyeceğimizi herkesin bilmesini istiyoruz.”