17 Eylül 2005 Sayı: 2005/37 (37)

  Kızıl Bayrak'tan
  Hesabı işçi sınıfı soracak!
  Başbakan ABD’ye 5. gezisinde
   Tüpraş işçisi talana karşı ayakta!
  Burjuva hukuku ve devlet terörü
  Faşist darbeciler 25 yıldır gülüyorlar...
Son gülen iyi güler!
Faşist 12 Eylül askeri darbesi protesto
edildi
Eylül karanlığını yırtacağız! Yeni Ekimler yaratacağız!
  12 Eylül tartışmalarının gösterdikleri
  12 Eylül hukuku sürüyor: Yeni yasal düzenlemeler/1
  AKP sağlığa zararlıdır!
  “Okulumuzu geri istiyoruz!”
  Faşizme Karşı Gençlik Buluşması başarıyla gerçekleştirildi! Yeni dönemde mücadeleyi büyütmek için ileri!
  12 Eylül sendikacılarının son marifeti... Sınıfa ihanet, Kürt halkına düşmanlık!
(Orta sayfa)
  12 Eylül’ün turnusol kağıdı: DİSK
  Ruth Tekstil işçilerinin açıklaması

  Emperyalist ordular katliamlar eşliğinde
Telafer’i yakıp yıkıyor!

  Katrina sarsmaya devam ediyor
  Almanya’da seçimler...
  12 Eylül faşizmi üzerine/2
  Yılmaz Güney anıldı
  İnkar ve imha sisteminde ısrar ile
teslimiyetin sefaleti!
  Eylem ve etkinliklerden
  Bültenlerden/ Anadolu Yakası İşçi Bülteni
  Almanya’daki seçimler üzerine
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Kürt sorununa ABD konsepti

Amerika'nın dünya siyasetinde sistemsel olduğu kadar, -ki çoğu kişi bunu çoğunlukla göz ardı eder- pragmatik bir siyaset izleyeceği ve bunun Kürt sorununa da yansıyacağı biliniyor.

Amerika her defasında kendisinin Kürt hareketi üzerine şiddetle gidilmesi dayatması karşısında Kürt sorununun çözümü konusunda “zannedildiğinden daha fazla ilgili ve bu konuda Türkiye'ye oldukça yardımcı olduğunu” belirtiyordu. Yaşanılanlar bunu doğruluyor.

ABD, Kürt hareketi üzerine silahla gitmeyeceğini birçok kez belirtti. Ki bu işine de gelmez. Çatışmanın kutuplaşma, kutuplaşmanın da karşıtının büyümesi anlamına geldiği gibi kendi argümanlarının da eksilmesi anlamına geleceğini bilir. Kaldı ki bunu, farklı yöntemlerle yapmasını da gayet iyi becermektedir.

Gerçekten de ABD'nin bazı yetkilileri geçen kış ortasında Kürt tarafına bazı mesajlar iletmişlerdi. Bu mesajlarda; silahlı çatışmaya girmeyeceklerini, Türk tarafının bazı yasal adımlar atmasını isteyeceklerini, böylesi bir durumda Güney Kürdistan'da PKK'nin durumunu tartışabileceklerini belirtiyorlardı. Ayrıca Türkiye'nin, kendi istedikleri taktikle PKK'ye yaklaşmadıklarını, bunun zorlayıcı olduğunu, eğer kendi istedikleri gibi bir yaklaşım gösterirse Türkiye'nin daha kazançlı çıkacağını belirtiyorlardı.

Erdoğan'ın açıklamaları hepimizin izlediği gibi Kürt sorunu konusunda bir çizgi değişimini ifade ediyordu. Ciddi mi değil mi o ayrı mesele ama açıklamaların yapıldığı dönem ilginç. Açıklamalar ABD, Irak, Türkiye üçlü zirvesinden sonra geldi. Konu Kürt sorunu ve PKK idi. Anlaşılıyor ki Türkiye ABD'yi dinlemeye karar vermişti. Yoksa hükümetin bu kadar hızlı çizgi değişikliğine gitmesi için çok güçlü öz iradesel değişiklik belirtileri yoktu. Zaten bu zirveden sonra Türkiye'ye atanan bayan ABD maslahatgüzarının açıklamaları hiç de sıradan bir bürokratının açıklamalarına benzemiyordu. Bu yeni konseptin koordinatörlerinden biri gibi konuşuyordu. Bazıları bu yeni maslahatgüzara gizli ABD büyükelçisi bile diyeceklerdi. İlk açıklamalarına Kürt sorunu ve yaklaşımları üzerine yaptı.

ABD, 90'ların başından itibaren Kürt sorununa daha ciddi bir yaklaşım içine girmeye başlamıştı. Yeni küreselleşme hamlesinin Ortadoğu'da oturtulması hamlesinin önemli bir ayağı bu sorunun kendilerince çözümünden geçiyordu. Bunun için Abdullah Öcalan devre dışı bırakılarak Barzani ve Talabani'lere yol açıldı. Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman bile Öcalan'ın yakalanmasını böyle açıklıyor.

Fakat plan bu kadarla yeterli görülemezdi. Kürt hareketinin de parçalanıp marjinalleştirilmesi istendi. Merkezden bir parçalanma yaratılıp bölünme yöntemi denendi. Aynı zamanda kitlesine, kadro yapısına yönelerek çeşitli yöntemlerle güvensizlik, muğlaklık, kendine güvensizlik, geliştirilmeye çalışılarak merkezden uzak çevre alanlarının hepsinde de küçültme, eritme politikası denendi. Bu sıkıştırmanın diğer bir yüzü sürekli alternatifleri hazır tutma idi. Anlaşılan en çokta bu noktada zorlanma yaşanıyor. Çünkü başka yerde olduğu gibi çok farklı muhatap güç bulunamıyordu. Hazır olsaydı yönlendirmek kolay olabilirdi. Tüm tepkiler göze alınarak Irak'ta bazı muhatap Kürt güçleri devrede tutulabilirdi. Fakat Türkiye'de ne yapılacaktı. Bir yöntem milliyetçi Kürt unsurların Türkiye'de de yaygınlaştırılması olabilirdi. Bu deneniyordu fakat istenildiği oranda tutmuyordu. O halde birçok yöntem iç içe denenerek, demokratik Kürt öğelerin denetimsizliğine karşıt denetimli bir Kürt gücü hem yaratılmalı hem de ayakta kalması sağlanmalıydı. Türkiye'deki son bir yıllık bilinçli alternatif yaratma göz önünde bulundurulur ise bu söylediklerimiz doğrulanacaktır. Ortam, Kürt sorunu konusunda en sert unsurların karşılıklı çatışmasından çok, çok sesliliğe açık tutulabilinir bir zemine çekilinebilinmeliydi. Sorun kabul edilebilirdi fakat on-on beş yıldır uygulanan politika gereği Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a kabul olamazdı. PKK Öcalan'ı ret ettiği oranda devrede tutulabilirdi. Bu bile hesaplanmıştı. Bu da olmazsa farklı unsurlar hızla yaratılırken hareketin marjinalleştirilmesine hız verilebilirdi.

Bundan dolayı diyoruz ki; Kürt halkı ve Kürt hareketi üzerinde en son uygulanan politikalar ağırlıkta ABD konseptidir. Verileri bunu gösteriyor: Öcalan tecridi ağırlaştırılmış, sağlık koşulları bilinçli düzeltilmemektedir. Askeri operasyonlar hiç hız kaybetmemiştir. Faili meçhuller başlamıştır. Son bir haftadır Güney Kürdistan da PDK ve YNK'nin tutumlarında bile değişiklikler gözlemlenmektedir. PKK ile sınır olduğu alanlarda sınır karakollarını arttırarak denetim kurma çabalarını geliştirdikleri görülüyor. Birlikte her ikisinin de bu tutuma girmesi ABD izni olmadan olabilecek bir şey değil.

Mahir Deniz

(Özgür Gündem, 12 Eylül 2005)

-----------------------------------------------------------------------------------------

ABD'den Kürtler'e tehdit

ABD'nin Adana Konsolosluğu'nda görevli Walter Scott Read başkanlığındaki heyetin Bölge gezisinin amacının Kürtleri, Öcalan ve PKK'den uzak tutmak olduğu ortaya çıktı. Batman'da DTH yetkilileriyle görüşen ABD heyeti, DTH'lilere PKK'den ve Öcalan'dan uzak durmaları telkininde bulundu. Heyet ayrıca, bunun yapılmaması halinde DTH'nin marjinalleşeceğini öne sürdü.

Güvenli bölge yok!

PKK'siz ve Öcalan'sız bir çözümü dayatan ABD'nin Ankara Maslahatgüzarı Nancy Mc Eldowney, kendileri için El Kaide ile PKK, Öcalan'la Ladin arasında bir fark olmadığını söyledi. Eldowney, '“ABD ile Türk halkının ortak mücadelesi devam edecektir. Türkiye ve ABD'nin erişemeyeceği güvenli bölge veya saklanma yeri yoktur. Birlikte teröristleri avlayıp yok edeceğiz” diye konuştu.

Yoğun diplomasi

ABD'li yetkililer Türkiye'de PKK aleyhine açıklamalarda bulunurken, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de New York'ta ABD Dışişleri Bakanı Rice ile PKK'yle mücadeleyi konuşacak. Yarın BM Zirvesi için ABD'ye gidecek olan Erdoğan'ın da gündeminde PKK var. Erdoğan'ın, konuyu ABD Başkanı Bush ve bu ülkeye giden Irak Devlet Başkanı Talabani'yle konuşacağı ifade ediliyor.

2003 yılında yapılan Kongra Gel Kongresi'nde amacına ulaşamayınca “PKK'siz ve Öcalansız çözüm” tezini ortaya atan ABD, yeni projenin hayat bulması için son günlerde Bölge'de nabız turları düzenlemeye başladı. ABD Konsolosluğu yetkilisi, DTH temsilcilerine PKK'den uzak durun, Öcalan'ı dışlayın telkininde bulunurken, Ankara Maslahatgüzarı Nancy Mc Eldowney ise, kendileri için PKK ile Ladin arasında fark bulunmadığını bildirdi.

ABD'nin Adana Konsolosluğu'ndan Walter Scott Read, 8 Eylül günü önce Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Dr. İlhan Diken'le görüştükten sonra Batman'a geçerek DTH çalışmalarını yürüten il sekreteryası ile görüş alışverişinde bulundu. ABD'nin dönemsel olarak bölgede gerçekleştirdiği nabız yoklaması çerçevesinde gerçekleştiği kaydedilen görüşmelerde, PKK ve Öcalan konusunun gündeme geldiği öğrenildi.

Edinilen bilgilere göre, basına kapalı olarak geçen toplantılarda, DTH'nın durumu ve faaliyetleri konusunda bilgi edinen ABD'li yetkililer, PKK'den ve Öcalan'dan uzak durmaları telkininde bulundu. Yetkililer ayrıca, bunun yapılmaması halinde DTH'nın marjinalleşeceğini dile getirdikleri öğrenildi. DTH'lıların ise Öcalan'ın Kürt halkı tarafından önder bir kişi olarak kabul edildiğini, böyle bir gerçekliğin gözardı edilemeyeceğini dile getirdikleri bildirildi. Diyarbakır'daki görüşmede ağırlıklı olarak, Kürt sorunu, ülkenin demokratikleşmesi ile bölgenin durumuna ilişkin bir görüş alış verişinde bulunulduğu öğrenilirken, Batman'daki kadar net ve açık olmasa da PKK'siz ve Öcalansız çözümün üstü kapalı dile getirildiği kaydedildi. Toplantıya katılan DTH'lılar böyle bir önerinin dile getirildiğini doğruladılar. ABD konsolosunun yaptığı gezinin Erdoğan'ın ABD gezisi öncesine rastlaması yine ABD'li askerlerin Ankara'da görüşmede bulunduğu bir süreçte gerçekleşmesi dikkat çekti.

PKK'yi Ladin'le eş tuttu

Amerika Birleşik Devletleri Ankara Maslahatgüzarı Nancy Mc Eldowney ise, kendileri için Usame Bin Ladin ile PKK arasında bir fark olmadığını söyledi. 11 Eylül'ün yıldönümü nedeniyle Ankara Keçiören'deki “şehitler anıtına” çelenk bırakan Mc Eldowney, dünyanın hiçbir bölgesinde “teröristlere” saklanma imkanı tanımayacaklarını ifade etti. McEldowney, kendileri için PKK ile El Kaide arasında fark olmadığını belirterek, “ister Usame Bin Ladin, ister Abdullah Öcalan, ister Zerkavi isterse de Karayılan olsun, ABD ile Türk halkının ortak mücadelesinin devam edeceğini” dile getirdi.

ABD'li diplomat, “ABD'li kardeşleriniz PKK'nın lanetlenmesinde, aynı El Kaide için olduğu gibi Türkiye'nin yanındadır. Türkiye ve ABD'nin erişemeyeceği güvenli bölge veya saklanma yeri yoktur. Birlikte töreristleri avlayıp yokedeceğiz” diye konuştu.

Mc Eldowney'in konuşmasında “Türkiye halkı” ifadesini kullanmasına, Ankara Merkez Komutanı Tuğgeneral Abdullah Kılıçarslan, “Türkiye'de ‘Türkiye halkı' yoktur. ‘Türk halkı' vardır” diyerek tepki gösterdi.

(Özgür Gündem/12 Eylül 2005)