17 Eylül 2005 Sayı: 2005/37 (37)

  Kızıl Bayrak'tan
  Hesabı işçi sınıfı soracak!
  Başbakan ABD’ye 5. gezisinde
   Tüpraş işçisi talana karşı ayakta!
  Burjuva hukuku ve devlet terörü
  Faşist darbeciler 25 yıldır gülüyorlar...
Son gülen iyi güler!
Faşist 12 Eylül askeri darbesi protesto
edildi
Eylül karanlığını yırtacağız! Yeni Ekimler yaratacağız!
  12 Eylül tartışmalarının gösterdikleri
  12 Eylül hukuku sürüyor: Yeni yasal düzenlemeler/1
  AKP sağlığa zararlıdır!
  “Okulumuzu geri istiyoruz!”
  Faşizme Karşı Gençlik Buluşması başarıyla gerçekleştirildi! Yeni dönemde mücadeleyi büyütmek için ileri!
  12 Eylül sendikacılarının son marifeti... Sınıfa ihanet, Kürt halkına düşmanlık!
(Orta sayfa)
  12 Eylül’ün turnusol kağıdı: DİSK
  Ruth Tekstil işçilerinin açıklaması

  Emperyalist ordular katliamlar eşliğinde
Telafer’i yakıp yıkıyor!

  Katrina sarsmaya devam ediyor
  Almanya’da seçimler...
  12 Eylül faşizmi üzerine/2
  Yılmaz Güney anıldı
  İnkar ve imha sisteminde ısrar ile
teslimiyetin sefaleti!
  Eylem ve etkinliklerden
  Bültenlerden/ Anadolu Yakası İşçi Bülteni
  Almanya’daki seçimler üzerine
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

6. ay zamları gaspedildi, düşük ücrete devam!..

2001 Şubat krizinden beri Türkiye'nin dört bir yanında çalışan, daha doğrusu çalışabilen işçiler doğru dürüst zam alamıyorlar. Kendi bölgemizde de durum pek iç açıcı değil. İster ülke genelinde, isterse tek bir fabrikada yaşansın, krizler patronlar tarafından işçilerin bir kısmını kapıya koymak, kalan işi diğer işçinin sırtına yüklemek ve ücretlere zam yapmamak için kullanılıyor. Hatta patronlar daha lüks araba alıyor, ek üretim yeri açıyorlar vb. Ama iş zam yapmaya geldi mi, işçilerle birlikte bir aile olmaktan, hep birlikte fedakârlık yaparak işletmeyi kurtarmaktan vb. bahsetmeye başlıyorlar. Kendi kârlarından, rahatlarından fedakârlık yapmayı akıllarına bile getirmiyorlar. Daha da önemlisi krizin yaratıcısı kendileri olduğu halde fedakarlığı hep bizden istiyorlar.

Devletde patronlardan farklı davranmıyor tabii. Daha doğrusu patronların istediği gibi davranıyor. Bunun en çarpıcı örneği son dönem kamu sektöründe çalışan işçilerin örgütlü oldukları sendikalarla AKP arasındaki pazarlıkta yaşandı. Devlet %2-3 civarında bir zam verdi, bu da patronlara örnek teşkil etti. Çoğu yerde de hiç zam verilmedi. Kurtköy Sanayi'nde kurulu birçok fabrikada da altıncı ay zammı verilmedi. Tabii karşı çıkıldığında da kapıyı gösterip “zam alabileceğin yere git” diyorlar. Öyle ki örgütlü işçilerin sendikaları patronlarla pazarlığa oturduklarında dahi sıfır zam diyebiliyorlar.

Hepimizin bildiği gibi bu yeni bir sorun değildir. Öyle görünüyor ki eğer ciddi ve güçlü bir karşı koyuş olmazsa daha da devam edecektir. Peki, bu nereye kadar böyle devam edebilir? “Enflasyon düştü” diye devlet yetkilileri ardı ardına açıklama yapıyor ama sonradan öğreniyoruz ki enflasyon sanayide kullanılan saf demir alaşımlı sac, çivi gibi maddelerde düşmüş. Fakat çaya, şekere, yağa, ekmeğe yeni zamlar eklenmiş. Her yeni gün temel ihtiyaçlarımıza zam geliyor ancak ücretlerimiz yerinde sayıyor. Belli ki bu böyle giderse belimiz bir gün kırılacak. Hatta birçok işçi arkadaşın belinin kırıldığını söylemek yanlış olmaz. Kimine kredi kartı, kimine aldığı eşyalar yüzünden haciz geliyor.

“Ne yapalım elimiz kolumuz bağlı, sesimizi çıkartsak kapının önüne koyuyorlar” diyebiliriz, fakat bu sorunumuzu çözmez. Bizim de yapabileceğimiz bir şeyler var mutlaka. Ama bunun için önce 10-12 saat birlikte çalıştığımız, güvenilmez, yol yürünmez dediğimiz arkadaşlarımıza güvenmeyi sonra onlara güven vermeyi öğrenmemiz gerekiyor. Arkadaşlarımızla birlikte düşünerek sorunları çözmeye çalışmak, hepimiz için bir başlangıç olmalı. Yani anlatmaya çalıştığımız birlik olmak dayanışma içinde ortak hareket etmektir. Patronun karşısına tek kişinin çıkıp bir şeyleri talep etmesiyle 15-20 kişinin talep etmesi aynı şey değildir. Bir kişi kolayca gözden çıkarılır ama 20 kişiyi işten atmak için patron düşünmek zorunda kalır. Biz patronları düşünmek zorunda bırakmayıp çaresizleştirelim. Hem zam sorunu hem de başka sorunlar ancak o sorunu yaşayanların ortak çabasıyla çözülebilir.

(Anadolu Yakası İşçi Bülteni'nin Eylül 2005 tarihli sayısından alınmıştır...)

-----------------------------------------------------------------------------------------

Sigortasız çalışmaya son!

“Sosyal güvence; hastalık, analık, iş kazası, meslek hastalığı, malullük, yaşlılık, ölüm, ölüm sakatlık ve muhtaçlık gibi durumlar karşısında, kişinin ve ailesinin korunmasını kapsar. Kısaca toplumun tüm bireylerinin hiçbir ayrım ve ayrıcalık gözetmeksizin insan onuruna yaraşır bir yaşam sürdürebilmelerine olanak sağlayacak biçimde bugünlerinin ve yarınlarının güvence altına alınması ile ilgili sistemi tanımlar”.

Bu ifadelerin kendisi kâğıt üzerinde gerçekten de doğru bir tanım. Ve ilk baktığımızda emeğini satarak geçinen, ağır çalışma ve yaşam koşullarında hayatını devam ettirmeye çalışan biz işçiler için anlamlı ve çekici geliyor. Gel gör ki madalyonun öbür yüzü hiç de bu tanıma uymuyor. Türkiye'de kaç işçi sigortalı olarak çalışıyor? Milyonlarca işçi ve emekçinin yüzde kaçının bir sosyal güvencesi var?

Devlet İstatistik Enstitüsü'nün verilerine göre Türkiye'de çalışan nüfusun yarıdan fazlası kayıtdışı (yani sigortasız) olarak çalıştırılmaktadır. Bu sayı 15 milyonun üzerinde demektir. 15 milyon insan çalıştığı işyerinde geçirdiği bir kaza, yakalandığı bir meslek hastalığı ya da ailesinden birinin hastalanması durumunda herhangi bir güvenceden yoksun demektir. Bu, “paran kadar sağlık, paran kadar yaşam” demektir. Zaten herbirimiz çalıştığımız sanayi bölgelerinde, işyerlerimizde bu durumu birebir yaşıyoruz. Öyle ki bir arkadaşımız yeni işe girdiğinde hemen soruyoruz “sigorta yapıyorlar mı?” diye. Ya da iş ilanlarında sanki olması gereken o değilmiş de lütufta bulunuyorlarmış gibi, “Asgari ücret +SSK +vb...” yazar. Oysa ki tüm haklarımız gibi sigorta hakkı da bizlerin çabalarıyla, mücadeleleriyle kazandığımız haklarımızdan biri.

Bugün bizler yoksulluk sınırının altında ücretle çalıştırılıyorken, günde 10-12 saat makine başında ter dökerken, herhangi bir hastalığa yakalandığımızda kendi imkânlarımızla tedavi olabiliyor muyuz? Ya da yıllarca yıpranana kadar çalıştıktan sonra çalışamaz duruma geldiğimizde yaşamımızı nasıl sürdüreceğiz?

Bugün sosyal güvenceye ilişkin belli yasal düzenlemeler mevcut.

Son çıkan İş Yasasına göre;

* İşverenler işe aldıkları işçiyi işbaşı gününden önce SSK'ya bildirmekle yükümlüdür.

* Bildirmeyen işverenlere idari para cezası uygulaması sözkonusudur.

* İşverenler yasada belirlenen aylık çalışma süresini tamamlamış işçilerin sigorta primini 30 gün üzerinden ödemek zorundadır. Kısa süreli çalışma sözkonusu ise işverenler tarafından durumun belgeyle ispatlanması gerekir.

* Ayrıca işçilerin çalışmaya başladıklarında SSK bildirimlerini kendilerinin yapabileceği yönünde bir madde de yasada mevcuttur. (Yasada işçilerin kendi bildirimlerini yapma hakkı olduğu için, sigortasız çalıştırıldığı gerekçesiyle patrona karşı dava açma yolu kapatılmıştır. Yani patron sigortanı yaptırmadıysa sen neden bildirmedin denilerek dava açma hakkı kaldırılıyor.)

Bugün sigortasız çalıştırmak yasakken denetim ya yapılmamaktadır ya da işverenle danışıklı dövüşe dönmüş durumdadır. Çalışma Bakanlığı görevlilerince bir fabrikaya denetim yapıldığında sigortasız yani kayıtdışı çalışan işçi arkadaşlarımızın patron tarafından depolara kapatıldığına, saklandığına sıkça tanık oluyoruz.

Emek harcayarak, alınteri dökerek, patronların zenginliğine yeni zenginlikler katıyoruz. Onlara kazandırdığımız milyarlarca paranın yanında bizim sigorta primlerimizin masrafı hiçbir şeydir. Kendimizin, çocuklarımızın geleceği için sigorta hakkımız yaşamsal bir öneme sahiptir. Bu nedenle sigorta hakkımızı mutlaka elde etmeliyiz. Bunun yolu da diğer haklarımızda olduğu gibi tüm işçi arkadaşlarımızla birlikte mücadele etmektir.

(Anadolu Yakası İşçi Bülteni'nin Eylül 2005 tarihli sayısından alınmıştır...)