13 Ağustos 2005
Sayı: 2005/32 (32)


  Kızıl Bayrak'tan
  Sermaye düzeni ve devleti Kürt sorunu açmazında
  Sermayenin bölgesel asgari ücret oyunu
   Direnişin kaderi Seydişehir işçisinin elinde
  Erdemir işçileri yağmacıları içeri sokmadı
  "Terörle mücadele" bahanesiyle hak ve özgürlüklere saldırıya devam
Adana'da tutuklama terörü; Baskılar bizi yıldıramaz
Eroğan-aydınlar görüşmesi...
  10 bin emekçi Mamak Kültür ve Sanat Festivali'nde buluştu.
  2. Mamak Kültür ve sanat Festivali başarıyla gerçekleşti... Cüret ettik ve bir kez daha başardık.
  Festivale gelen mesajlardan...
  Güçlü ön hazırlık, başarılı bir festival!
  Sınıf hareketinin ihtiyaçları ve kurultay çalışması (Orta sayfa)
  Tasfiyeciliği örtme ve teorileştirme aracı: Demokratik konfederalizm/2
  İran emperyalist kuşatmaya rest çekti
  Blair hükümeti faşizan yasa hazırlıklarına hız verdi
  ABD'nin gizli hapishanelerinde ortaçağ vahşeti

  Amerikalı savaş karşıtları birleşmeye hazırlanıyor

  Örsan Tekstil'de işçi kıyımı
  Kamuda toplu görüşme süreci başlıyor
  Evleri yıkılan Güzeltepe halkıyla röportaj
  Umutlarımızı bırakıyoruz direnenlere
  Bültenlerden/İMES
  Hiroşima'nın 60. yılı anısına...
  15 Ağustos Atılımı ve güncel görevlerimiz
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

İran emperyalist kuşatmaya rest çekti!

İki Japon kentini haritadan silen atom bombalarının, ABD emperyalizmi tarafından atılmasının üzerinden 60 yıl geçti. Geçen süre içerisinde ilk atom bombasından on, hatta yüz kat daha ölümcül bombalar imal edildi. Önce nötron bombası, ardından nükleer başlıklı füzeler... Artık gezegenimizi onlarca kez yokedebilecek miktarda bomba, dünyanın farklı bölgelerinde pusuda bekler vaziyetteler.

Bu topyekûn yıkım silahlarını üreten, satan, daha da önemlisi kullananlar emperyalist güç odakları ile yakın işbirlikçileri olmuştur. İşte bu güçler, son günlerde İran yönetimini ablukaya alarak diz çöktürmek için birleşmiş bulunuyorlar. Gerekçeleri; İran'ın, uranyum zenginleştirme programı sayesinde on yıl içinde nükleer başlıklı füze üretebileceği. Dünya gericiliğinin başını çeken bu güçler, güya nükleer silahların yayılmasını engellemek için İran'a baskı yapıyorlar. Oysa kendileri, binlerce nükleer başlıklı füzeyi el altında bulunduruyorlar. Üstelik bu silahları kullanacak kadar pervasız olduklarını da defalarca gösterdiler. Bunun son örneği, yakın geçmişte Irak direnişinin simgesi Felluce kentinde görüldü.

AB şefleri Bush'un izinde

Haşimi Rafsancani'nin cumhurbaşkanlığı seçimlerinden hezimetle çıkması, ABD, AB şeflerini pek mutlu etmedi. Zira oyların yüzde 60'tan fazlasını alan Mahmud Ahmedinecad, kazanmasını istedikleri son kişiydi. Bu beklenmedik sonuç, her iki gerici emperyalist güç odağının İran üzerindeki baskıları arttırmasına yolaçtı. Muhammed Hatemi başkanlığı döneminde İran'la olumlu havada görüşmelere başlayan AB şefleri, başında Bush'un bulunduğu çetenin saldırgan tutumunu bir anlamda dengelemeye çalışıyordu. Örneğin, İran'ın nükleer programının BM Güvenlik Konseyi gündemine getirilmesine sıcak bakmıyordu.
AB'nin rotayı Atlantik ötesine çevirdiği -en azından İran'a karşı tutum konusunda- İran'a sunduğu öneriden anlaşıldı. İran'ın, neo-faşist çetenin zımni onayından geçen öneriyi kabul etmeyeceğini bilen AB, böylece yeni rotanın gerekçesini yaratmış oldu.

Sermaye basınında, AB önerisinin İran'a ekonomik avantajlar sağladığı, buna karşın İran'ın uranyum zenginleştirme programından vazgeçmesinin istendiği vurguları öne çıkarıldı. Oysa bunlar ancak AB önerilerinin bir kısmını oluşturuyor. Asıl önemli kısmı şöyle özetleniyor: ‘Bush yönetiminin ‘örtülü onayı' alınarak yapılan teklifin, Batı ile İran arasında her alanda tam ilişki kurulmasına olanak tanıyacağı, bu alanlar arasında teknoloji paylaşımından imtiyazlı ticarete ve güvenlik garantisine kadar pek çok unsur bulunuyor. İran hükümeti, buna karşılık nükleer enerji konusunda Batı ile işbirliği yapacak, ama ayrıca insan haklarının gelişmesini sağlayacak ve ‘terörle mücadele'de işbirliğine girecek.'

Emperyalistlerin sağladığı ekonomik ‘avantajlar'ın ne anlama geldiği, pek çok ülkenin nasıl iflas ettirildiğine bakılarak anlaşılabilir. Tahran yönetimi, ‘terörle mücadelede işbirliğine girmesi' yönünde yapılan dayatmanın ne anlama geldiğini bilecek kadar deneyimlidir. Bunun haydut takımı önünde diz çökmek anlamına geldiğini hemen her İran vatandaşı bile bilir.

Çemberi daraltma hamleleri

Beklendiği üzere İran, AB'nin dayatmalarını reddetti. Bunun üzerine, zaten pusuda hazır bekleyen dünyanın önde gelen haydutları, dört bir yandan İran'a yüklenmeye başladı. İlkin, İran'ı uzlaşmazlıkla suçlayan savaş çetesinin başı Bush, Eylül ayında BM Genel Merkezi'ni ziyaret etmeyi planlayan İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad'a ‘vize vermeyeceğini' açıkladı. BM'nin New York'taki Genel Merkezi'ne ‘Millenyum Zirvesi' nedeniyle gitmesi beklenen Ahmedinecad, bu ziyaret sırasında BM'nin Genel Sekreterlik toplantılarına da katılmayı planlıyordu.

Beyaz Saray hükümeti, Ahmedinecad'ın vize isteğinin geri çevrilmesine gerekçe olarak, İranlı liderin 1979 yılında ABD'nin Tahran Büyükelçiliği'nde yaşanan ‘rehin alma ve cinayet olaylarına' karışmasını gösterdi. Oysa ABD'nin bu iddiası, dönemin konsolosluk görevlilerinin yanısıra görgü tanıklarının ifadeleriyle de çürütülmüştü.

Tam bugünlerde İran'ı hedef gösterme kampanyasına ABD medyası da hız verdi. Direnişçilerin bir eylemde 14 Amerikan deniz piyadesini öldürmesinin ardından New York Times gazetesi, Irak'ta işgalci güçler ile Iraklı devşirmelerin askeri konvoylarına karşı kullanılan bombaların bazılarının İran'dan getirildiğini iddia etti. Gazete, patlayıcıların Hizbullah militanları veya İran Devrim Muhafızları tarafından Irak'a sokulmaya çalışıldığını da öne sürdü.
Aynı günlerde, Irak'ın sınırındaki ‘koalisyon' güçlerinin İngiliz Komutanı Tuğgeneral Jim B. Dutton, İran'ın, Irak üzerinde ‘olumsuz bir etkisi' olduğunu söyledi. Bölgede yaşayan Iraklılar'ın, İran'ın yaygın propagandasından etkilendiğini ileri süren Dutton, ‘İran'dan etkilenen Iraklılar, kendi ülkelerinde de İran'daki gibi teokratik bir rejim olmasını arzu ediyorlar' türünden savlar ortaya attı.

AB üçlüsü -Fransa, Almayan, İngiltere- İran'ın nükleer programını Güvenlik Konseyi'ne taşıyacağı tehdidini savururken, neo-faşist çeteye yakın kaynaklar, ABD'nin, İran'a saldırı hazırlığı içinde olduğunu duyurdular.

‘American Conservative' adlı gerici bir dergide, İran'a karşı nükleer saldırı düzenlenmesi için planlar yapılması yönünde emir verildiği haberi yeraldı. Philip Giraldi adlı yazarın bildirdiğine göre, saldırı planı ‘konvansiyonel ve taktik nükleer silahlarla 450 ayrı hedefin vurulmasını' içeriyor. Dergiye göre, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney, konuyla ilgili olarak ABD Savunma Bakanlığı Pentagon'u görevlendirdi.

Hazırlanan plan, İran'a yönelik büyük çaplı bir hava saldırısını içeriyor. 450'den fazla ana hedefin belirlendiği, bunların önemli bir kısmının yeraltı tesisleri olduğu belirtildi. Dergiye göre, konvansiyonel silahlar bu tesisleri vuramayacağı için, ‘nükleer seçenek' devreye sokuldu.

İran: ‘En ufak bir korkumuz yok'

Emperyalist zorbaların tehditlerine boyun eğmeyen İran, haydut takımına tok bir yanıt verdi. Önerinin reddiyle ilgili konuşan Dışişleri Bakanı sözcüsü Hami Rıza Asefi, AB'ye ‘Her önerinin uranyum zenginleştirmeyi içermesi gerektiğini söylemiştik. Ekonomik işbirliği iyi öneri ama nükleer yakıt ve teknoloji transferi konusunda güvence vermediler' dedi.

İran'ın uranyum zenginleştirerek nükleer silah geliştireceği suçlamalarını, ‘Mantıksız önerilerini örtbas için böyle yersiz iddialarda bulunuyorlar. İsfahan tesisindeki faaliyetlerin bomba yapmakla ilgisi olduğu çok büyük yalan' diye reddeden Asefi, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) denetçilerinin bugün cihazlarını yerleştirmeleriyle İsfahan'da çalışmalara başlayacaklarını belirtti. Asefi, bu yüzden BM yaptırımlarıyla karşılaşacakları tehdidine karşın, ‘Bu konuda en ufak bir korkumuz yok. Avrupalılar'a tehdit dilinden kaçınmalarını tavsiye ederim. Tek çözüm, İran'ı teşvik etmek ve haklarına saygı göstermektir' yanıtını verdi.

Kısacası ABD'nin de desteklediği AB önerisi, İran Dışişleri Başkanı Kemal Harrazi tarafından ‘hiçbir değeri yok', sözcüsü Asefi tarafından ise ‘kabul edilemez' diye nitelendirildi. Bunun üzerine harekete geçen AB üçlüsü, ABD'nin arzuladığı gibi Tahran'ı Güvenlik Konseyi'ne havale etmekten başka yol kalmayacağı tehdidini savurdu. Asefi'nin buna yanıtı ‘Zerre kadar umurumuzda değil' oldu.