30 Temmuz 2005
Sayı: 2005/30 (30)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist haydutların terör açmazı büyüyor
  Güvenli bir dünya için kapitalizme karşı mücadele
   AB demokrasisi "keskin nişancılara" emanet; Burjuva demokrasisinin gerçek yüzü
  Demokrasi masalları ve hey aynı son; Anti-demokratik uygulamalar, baskı ve devlet terörü
  Özelleştirme saldırısı ve devrimcilerin birliği
Sözleşmeli öğretmen saldırısı ve Eğitim-Sen; Onurlu bir gelecek için harekete geçelim!
Sermaye iktidarı yeni saldırılar için hazırlık yapıyor
  DİSK Nakliyat-İş yöneticisi; "Cola direnişimiz yeni biçim ve yöntemlerle sürecek"
  Coca Cola işçilerinden militan fabrika işgali
  Serna-Seral işçilerinden açıklama
  Eski MGK sekreterinin itirafları; Türkiye bir İstanbul zümresi tarafından idare ediliyor
  Tersanelerde örgütlenmenin sorunları ve küçük-burjuva dükkancı zihniyet (Orta sayfa)
  Temel hak ve özgürlükler hedef tahtasında; Faşizme karşı devrimci sınıf savaşı!
  Ordu Güney Kürdistan'a askeri müdahaleye mi hazırlanıyor?
  Rice Ortadoğu'ya 3. ziyaretini gerçekleştirdi; Emperyalistler Ortadoğu'dan defolsun!
  Türk medyasındaki Amerikancılar... ; Uşaklık ruhlara kadar sinince

  Cezaevleri; Kapitalist sistemin aynası

  Yardımlarla kurtarılamayan dünya
  Neden İşçi Kurultayı/ GOP İşçi Bülteni'nden
  Bültenlerden... /Esenyurt-Kıraç İşçi Bülteni)
  '96 Büyük Zindan Direnişinin Yıldönümü
  Zehra Kosova; Onurlu bir yaşam, inançlı bir yürek!
  Basından...
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Zehra Kosova...

Onurlu bir yaşam, inançlı bir yürek!

Zehra Kosova, 6 kişilik bir ailenin üçüncü çocuğu olarak, 1910 yılında Kavala'da doğdu. Lozan Antlaşması'nın ardından 1924 yılında, Yunanistan'la yapılan Ahali Mubadelesi Anlaşması çerçevesinde ailesiyle birlikte Tokat iline göçetti. Daha Kavala'da iken ağabeyleri Kızıl Sendika Hareketi'ne katılmış olan Zehra Kosova, işçilerin hak arama mücadelesi ile tanışmıştı. ‘Bizim evde bir tek babam çalışıyor dükkanda. Annem evkadını, ağabeyim, halamın oğlu, ablam tütün işçileri... Babam da eskiden tütünde çalışıyordu. Kavala'da işten çıktıktan sonra berberlikte karar kıldı. Ancak o zaman Tokat'ta tütün işi yoktu. Mübadele ile gelenler birleşerek dilekçe verip, tütün işinin açılmasını istediler. Nihayet Tokat'ta bir tütün mağazası açıldı. İşveren Sıtkı Bey, ustabaşı ise Fehim Usta diye biriydi. Erkekler 10, kadınlar ise 2,5 kuruş yevmiye alıyorlardı. Ancak bu para ile geçinmek zordu. Bir süre sonra tütün işçileri zam isteği ile işi bıraktılar. Bu grevdi ama yasal değildi. Grevde çatışma çıktı. İşçilerin içinde Bado Mehmet kasığından vuruldu. Fakat 3. günü ustabaşı Fehim mübadele muhacirlerinin gittiği kahveye gelerek işçilere 15 kuruş gündelik teklif etti. İşçiler bu teklifi kabul ettiler...'

3 yıl bu kentte ilkokula devam ettikten sonra, önce Samsun'a, ardından da akrabalarının ve ağabeyinin yaşadığı İstanbul'a çalışmaya gitti. ‘Çok sevinmiştim, soğuğu falan hissetmiyordum. Eve uçarak gitmek istiyordum. Hemen anneme müjdeyi vermek arzusundaydım. Sanki çoluk çocuk sahibi aile geçindiren bir kadın gibiydim, oysa benim yaşıtlarım okul okuyorlardı. Ama kimin çocukları,? Varlıklı kimselerin, toprak sahiplerinin, yüksek memurların, subayların çocukları okuyordu. Şehirde emeğiyle çalışanların çocukları elbetteki okuyamıyordu. Hele ırgatların çocukları... Eve koşarak giderken hep bunları düşündüm. Kafama bir şeyler takılmaya başlamıştı. Ben niye okula gidemiyordum, niye hep çalışmak zorundaydım' Bu memlekette yanlış giden bir şeyler vardı, ama ne olduğunu pek bilmiyordum'.

1932 yılında babası ölünce ailesinin tüm sorumluluğu ona kalır. ‘Hayat kendini başka bir biçimde göstermeye başlamıştı; zorluklar, geçim sıkıntısı vb. hayatımızın bir parçası haline gelmeye başladı. Haftalığımı aldığım gün bir kuruşunu bile harcamadan anneme verirdim.'

1930-1933 yılları ekonomik sıkıntıların çok yakıcı bir şekilde hissedildiği yıllardır. ‘Tütün işi bitti, işçilerin kimi ayakkabı boyacılığı, kimi Sirkeci'ye gidip hamallık yapıyor, kimi bakkallardan borç bulup yiyor. Hayat ucuz ama, iş yok, para yok. Parayı kazanan köyde köy ağaları, şehirde de yeni türemiş cumhuriyet kapitalistleri, vurguncular; işçiler ise o fakirlik içinde sürünüyor, köy ırgatları da perişan, işte o yılların durumu... Hele tütün işçileri çok sefildi, anlatılmaz... Kışın boğaz tokluğuna çoluk çocuk köylerde çalışmaya giderdi, yazın ise tütünlerin içinde bir odada hem çalışır, hem yerler, hem de yatarlardı. Çoğu zaman birkaç aile birlikte kalırlardı. Şehirde ise kimin evinde fasulye tenceresi kaynıyorsa o insancıklar bahtiyar sayılırdı.'

‘Bütün bu açlık, yoksulluk, zor yaşama koşulları bana bir şeyler anlatıyordu... Bir keresinde kocası afla hapisten çıkmış olan komşumuz Zehra'ya ‘neden her 1 Mayıs'a birkaç gün kala kocanız tutuklanıyor' diye sormuştum. Bunu kocasına sorduğunu, o da kendisine işçilerin haklarını savunduğu için, böyle bir baskıya maruz kaldığını anlatmış. Ben ise mücadelemizin bir başka yanını daha kavramıştım adeta.

‘O yıl yani 1933'te bu düzenin çarkının nasıl döndüğünü daha rahat anlamaya başlamıştım. Gün geçtikçe olaylar hakkında yaptığım yorumları daha doğru buluyor, bir süre önce kavramadığım konuları anlayabiliyordum. Bir süre önce anlamını bilmediğim 1 Mayıs'ın ne olduğunu öğrenmiştim. O yıl 1 Mayıs'ta işçilerin bazısı birbirlerine kırmızı karanfil ve gül verdi. Sokaklarda sabahın erken saatlerinde bırakılan bildirilerde 1 Mayıs'ın ne olduğu, tarihçesi anlatılıyordu. O sabah bildiriler sanki ağaçlardan dökülen yapraklar gibi dört bir yana saçılmıştı.'

1933'te TKP ile ilişki kurar. ‘1934'te Beşiktaş'ta depoda çalışıyordum. Düzenli bir hayatım olmuştu. Evimize giren birkaç kuruş parayla da geçinip gidiyorduk. Bu arada ben toplantılara gidiyor, örgütsel çalışmalarımı sürdürüyordum. Birçok görev de yüklenmiştim. Bir yerde kendimi partili sayıyordum. Tütüncüler arasında hatırı sayılır bir örgütlenmemiz vardı. Ayrıca gizli sendikal örgütlenme çabamızı da sürdürüyor, işçiler arasında ekonomik mücadelenin önemli bir parçasını yerine getiriyorduk. Bunun kısa zamanda nasıl gerçekleştiğini anlayamamıştım.'

Haziran 1934'te KUTV'da (Doğu Halkları Komünist Üniversitesi) öğrenime gönderilen Kosova, 8 Mart 1935'te İskender Mustafa ile evlenir, 1937 Nisan sonlarında Türkiye'ye geri döner. Türkiye'de önce Samsun'da ve Bafra'da tütün işçileri arasında TKP'nin örgütlenme çalışmalarını yürüten Kosova, daha sonra İstanbul'a döner. Kurucuları arasında bulunduğu Tütüncüler Sendikası'nın yönetiminde görev alır. Eşinin uzun süreli askere alınmasının ardından kendisi de yoğun baskılara maruz kalır. ‘Hayat bizim için her zaman acımasızdı, ayrılıklar, yokluklar ve yoksulluklar başkasına değil sanki hep bize düşüyordu. Ama yine direnecektim. Eşim askerde, çocuğum kucağımda ve inandığım bir dava var önümde... Ama yine de mücadeleye devam etmeye söz veriyorum.'

1946'da Şefik Hüsnü'nün kurduğu Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi, ‘51 TKP Tevkifatı ve ‘57 Hikmet Kıvılcımlı'nın kurduğu Vatan Partisi dolayısıyla yoğun işkencelere göğüs gerdi, tutuklandı, yargılandı, beraat etti. ‘Rüştü ve diğer polis sürekli vuruyorlardı. Bu sırada bazı kağıtları imzalamamı istediler, ben reddettim. Daha sonra odaya giren iki polis beni yere yatırdı. Ayaklarımı kaldırarak falakaya taktılar, Rüştü tekrar imzalayıp imzalamayacağımı sordu. ‘Hayır' dedim. Cevabımı duyan polisler vurmaya başladı. Çok acı çekiyordum. Tekrar sordular ben bağırarak ‘hayır' dedim. Yeniden başladılar. Ama artık sayamıyordum. Bir, iki, üç, dört... sayamıyordum. Zaten sonrasını bilmiyorum, kendimden geçmişim. Beni sürükleyerek hücreme götürdüler, yere bıraktılar, öylece kalmışım. Kendime geldiğimde tabanlarımın patladığını, kan içinde kaldığını gördüm... Başarmıştım, direnmiş, polise teslim olmamıştım. Eve döndüğümde kollarım ve sırtımda çürükler oluşmuştu, ayrıca ameliyatlı olan kulağım patlamıştı.'

‘50'li yıllarla birlikte tütüncülüğün giderek kaybolmaya yüz tutması üzerine tekstil-dokuma sektörüne geçti. Sigortalı, sendikalı çalışma mücadelesinde öne çıktı. Tekstil işçilerinin örgütlenmesinde öncü bir yer tuttu. 1970 yılında SSK'dan emekli oldu.

‘Hayatım boyunca bir gün denizin durulacağını, fırtınanın dineceğini, benim gibi milyonlarca insanın sakin ve rahat bir hayata ulaşacağını düşündüm. İnsanların ezilmeyeceği, sömürülmeyeceği bir dünyanın özlemiyle yaşadım. Bugün de 90 yıla yaklaşan ömrümle aynı özlemi taşıyorum... Ben işçiyim, elimin emeğiyle bu ana kadar çalıştım, mücadele ettim ve yaşayabildim. Sosyalizm için kavga verdiğim, aç kaldığım, susuz kaldığım, işkence gördüğüm yıllar benim için en değerli yıllardı. O beni boğmak için üstüme gelen dalgalarla boğuşmak, onları altetmek, geleceğe, sömürünün olmadığı bir dünyaya inanmak beni ayakta tutan tek nedendi belki de... Bugün de işkence görenler var, bugün de inançları uğruna herşeyi göze alanlar var, bu sadece Türkiye'de değil, birçok ülkede öyle. Daha henüz bir şey bitmedi, söylenecek son sözde söylenmedi. Belki ben ve benim gibi hayatının son basamaklarına gelmiş kişiler için noktayı koymak gerekir ama insanlığın tarihinde, işçi sınıfının mücadelesinde her zaman için yeni sayfalar açılacak ve buralara bizim gibi binlerce insanın hikayesi yazılacaktır...'

Zehra Kosova 1995 8 Mart'ında DİSK'in Kadın Emek Ödülü'ne değer görüldü. Onun yaşamı kapitalizmin sancılı gelişimini, savaş yıllarını, ilk sendikacılığı ve TKP tarihini gözler önüne seriyor. Zorlu iş koşulları, işsizlik, yoksulluk, işkence... Buna rağmen hayatını ‘Ben TKP'ye aşığım' diye sonlandıran emekçi ve inançlı bir kadın.
Zehra Kosova 18 Ağustos 2001'de 91 yaşında hayata gözlerini kapadı. Geleceğe onurlu ve mücadele dolu bir yaşam örneği bırakmış olmanın gururu ile anacağız onu.

B. Utku