30 Temmuz 2005
Sayı: 2005/30 (30)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist haydutların terör açmazı büyüyor
  Güvenli bir dünya için kapitalizme karşı mücadele
   AB demokrasisi "keskin nişancılara" emanet; Burjuva demokrasisinin gerçek yüzü
  Demokrasi masalları ve hey aynı son; Anti-demokratik uygulamalar, baskı ve devlet terörü
  Özelleştirme saldırısı ve devrimcilerin birliği
Sözleşmeli öğretmen saldırısı ve Eğitim-Sen; Onurlu bir gelecek için harekete geçelim!
Sermaye iktidarı yeni saldırılar için hazırlık yapıyor
  DİSK Nakliyat-İş yöneticisi; "Cola direnişimiz yeni biçim ve yöntemlerle sürecek"
  Coca Cola işçilerinden militan fabrika işgali
  Serna-Seral işçilerinden açıklama
  Eski MGK sekreterinin itirafları; Türkiye bir İstanbul zümresi tarafından idare ediliyor
  Tersanelerde örgütlenmenin sorunları ve küçük-burjuva dükkancı zihniyet (Orta sayfa)
  Temel hak ve özgürlükler hedef tahtasında; Faşizme karşı devrimci sınıf savaşı!
  Ordu Güney Kürdistan'a askeri müdahaleye mi hazırlanıyor?
  Rice Ortadoğu'ya 3. ziyaretini gerçekleştirdi; Emperyalistler Ortadoğu'dan defolsun!
  Türk medyasındaki Amerikancılar... ; Uşaklık ruhlara kadar sinince

  Cezaevleri; Kapitalist sistemin aynası

  Yardımlarla kurtarılamayan dünya
  Neden İşçi Kurultayı/ GOP İşçi Bülteni'nden
  Bültenlerden... /Esenyurt-Kıraç İşçi Bülteni)
  '96 Büyük Zindan Direnişinin Yıldönümü
  Zehra Kosova; Onurlu bir yaşam, inançlı bir yürek!
  Basından...
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Eski MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç'tan itirafname gibi sözler...

‘Türkiye, bir İstanbul zümresi tarafından idare ediliyor'!

‘Türkiye, insanı son derece şaşırtan bir İstanbul zümresi tarafından idare ediliyor. Ekonomi orada gelişiyor, bütün holdingler İstanbul'da, TÜSİAD vasıtasıyla bunların istekleri bellidir.'
Bu sözler eski MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç'a ait. Haftalık ‘Yeni Aktüel' dergisinin 1. sayısında yayınlanan röportajında söylemiş bunları. Aslında bu sözler, aklı başında her insanın telaffuz edebildiği bir gerçeği yinelemekten ibarettir. Fakat ordunun üst düzey komutanlarından birinin, hele hele devlet idaresinde fiili bir yürütme gücü olarak çalışan MGK'nın başında bulunmuş bir eski generalin ağzından çıkmış olması bu sözleri son derece önemli kılıyor. Çünkü o bu sözleriyle, devletin yönetici çekirdeği olarak nam salmış ve bu düzeni korumayı ve kollamayı varlık nedeni olarak gören ordunun kendinden menkul bir güç olmadığını, tersine tekelci burjuvazinin sınıf egemenliğinin basit bir aleti olduğunu belgelemektedir.

Öyle ya, Türkiye isteklerini TÜSİAD vasıtasıyla belli eden bir İstanbul zümresi tarafından idare ediliyorsa, o halde ya ordu-hükümet-parlamento-yargı gibi temel devlet aygıtları hepten işlevsiz bırakılarak yeni bir yönetim mekanizması oluşturulmuştur, ya da bu aygıtlar bu zümrenin isteklerinin basit aletleri konumundadırlar. Zira her idare kendisini bir yürütme gücü olarak örgütlemek zorundadır. Bir yürütme gücü olarak kendisini örgütleyemeyen bir sosyal zümre, çıkarlarını topluma egemen kılmak için gerekli baskı gücünden de yoksun kalır. Yani idare edemez. Dolayısıyla ‘Türkiye TÜSİAD vasıtasıyla isteklerini belli eden İstanbul'da üslenmiş büyük sermaye tarafından idare ediliyor' demek, bu büyük sermayenin idare edecek araç ve mekanizmalara sahip olduğunu kabul etmek anlamına gelir. Eğer bu bir kez kabul edilirse, devlet iradesinin çekirdeği konumunda olan ve diğer devlet aygıtları tarafından her dediği emir sayılan ordunun, TÜSİAD'da örgütlü sermayenin isteklerinin basit ama en işlevsel aleti olduğu sonucu kendiliğinden çıkar. İşte bundan dolayı emekli general Kılınç'ın sözleri bir itirafname olarak görülmelidir.
Peki Kılınç'ı böyle bir itirafname vermeye iten ne olmuştur' Bu sorunun yanıtı onun emekli olduktan sonra takındığı ‘anti-emperyalist ulusalcı' kimliği ile emekli olmadan önce taşıdığı sorumluluklar arasında yaşadığı açık tutarsızlıktan ileri gelmektedir. Zira röportajda soruların ana ekseni 1 Mart tezkeresine ilişkin ordunun tutumunun açıklığa kavuşturulmasıdır. Kılınç bu yönlü sorular karşısında ordunun tezkereye destek verdiğini, fakat hükümetin tezkere sonucunda ortaya çıkacak maliyeti orduya atmak için MGK'dan karar çıkartmak istediğini, bunu bildikleri için tutumlarını açıktan ortaya koymadıklarını, gerçek bu iken durumun ‘asker tezkereden rahatsız' biçiminde yansıtıldığını anlatıyor.

Röportajın devamında, aynı dönemde kendisinin ordunun bu tutumuna ters bazı çıkışları sorulduğunda ise, bunun kişisel görüşleri olduğu yanıtını verdikten sonra lafı TÜSİAD meselesine getiriyor. İşte bu da ‘anti-emperyalist ve ulusalcı' soslu bireysel çıkışlarla ordunun gerçek konumu arasındaki gerilimin ve bu gerilimden doğan aciz ruhhalinin itirafı oluyor. Yani benim bu türden görüşlerim var ama, işte ordunun ipleri Türkiye'yi idare eden büyük sermayenin elinde olduğundan bu görüşlerimin bir kıymet-i harbiyesi yok demiş oluyor emekli general Kılınç.
Sırası gelmişken Kılınç'ın ‘anti-emperyalist' ve ‘ulusalcı' kimliğine ilişkin de birkaç şey söyleyelim. Bunu yapmaktaki amacımız Kılınç'ın gerçek kimliğini açığa vurmak değildir kuşkusuz. Zira o da, kendisi gibi emekli olan her üst düzey rütbeli gibi apoletlerinden soyunduğunda siyasal bir mefta haline gelmiştir. Tabii ki bu meftaların hemen hepsinin ‘İstanbul zümresi'nin holdinglerinde (belki bir gönül borcu olarak) maaşlı olarak istihdam edildiğini unutmamak gerekir.

Bu olgunun üzerinde ne kadar durulsa azdır. Ama biz yine de Kılınç'ın ‘anti-emperyalist/ulusalcı' kimliğinin iç yüzünü ele alacağız, çünkü, onun sözkonusu röportajda ortaya koyduğu düşünceleri, Cumhuriyet gazetesinde üslenmiş Kemalist ‘solcular'dan CHP ve İP'e kadar bilcümle ‘ulusalcı'ların fikri platformunun özeti niteliğindedir.

Kılınç, röportaj metni boyunca esasında 1 Mart tezkeresine hayıflanıp duruyor. Bir yerde günah çıkartıyor. Derginin başlığa çıkardığı gibi ‘Keşke tezkere geçseydi' düşüncesi Kılınç'ın tüm konuşmasının özünü oluşturuyor. Ama onun Amerikancı kimliğini açığa vuran bu sözleri karşısında röportajı yapan muhabir işgalin vahşeti konusuna dikkat çektiğinde, emekli generalimiz bu kez çarkedip Amerika'nın emperyalist niyetlerinden dem vuruyor. Akabinde ise lafı tezkerenin geçmemesinin ‘PKK ile mücadelede doğurduğu zafiyetlere' bağlıyor. Bu düşünce kurgusu, ‘ulusalcı-milliyetçi' geçinen bu türden sözde ‘anti-Amerikancı'ların gerçekte Amerikan taşeronluğunu yenilir yutulur hale getirmek için manevra yapan Amerikancılar olduğu gerçeğini bütün açıklığı ile ortaya koyuyor.

Bu tutumun arkasındaki sınıf çıkarları röportajın başka bir kısmında Kılınç tarafından berrak biçimde dile de getirilmektedir. Bilindiği üzere Kılınç'ın henüz emekli olmadan yaptığı çıkışlardan en çok tartışılanı, ‘Avrasya seçeneği' konusunda söyledikleri olmuştu. Röportajda Kılınç, bu sözlerine biraz daha açıklık kazandırmak amacıyla, bu ‘seçeneğin alternatif değil tamamlayıcı' olduğunu belirtiyor ve ardından bakın neler söylüyor:

‘ABD veya batı emperyalizmi Uzakdoğu'yu da kapsayacak şekilde Ortadoğu ve Afrika'yı daha iyi sömürebilme telaşında. Dünya Asya'yı ve Ortadoğu'nun tamamını kaptırdığı zaman karşısına çıkacak hiçbir şey kalmaz. Dolayısıyla bu bölgede potansiyeli olan ülkelerin; Rusya'nın, Çin'in, Hindistan'ın, İran'ın, Türkiye'nin hem kendi ekonomileri hem de dünyanın paylaşılmasında meydanı boş bırakmama açısından birleşmeleri lazım.'

Açıktır ki burada, bölge halklarının emperyalizmin sömürü ve yağma politikaları karşısında birleşmesinden ziyade bölgenin gerici rejimlerinin ABD ve AB emperyalizmin bölgeye hakim olma stratejileri karşısında en azından bazı kırıntıları koparmak amacıyla işbirliği yapmaları gereği vurgulanmaktadır. Bu işbirliğinin ABD-AB emperyalizmine karşıt değil onu tamamladığı ölçüde bir güç olarak pay alabileceğine dikkat çekilmektedir. Özünde emperyalizmin niyet ve yöntemlerinden farklı olmayan ve onunla çatışmayan bu düşünce, uşaklığını yaptıkları ‘Türkiye'yi idare eden İstanbul zümresi'ne ‘tamamlayıcı seçenek' olarak sunulmaktadır. Dolayısıyla egemen sınıfın çıkarları temelinde emekçi halklara (Kürt halkı özel bir yer tutmak üzere) düşmanlık, bu sözde ‘anti-emperyalist'lerin kimliklerinin temel yapı taşı durumundadır.
İşte bir general eskisi olan Tuncer Kılınç'ın sözleri bu çerçevede bir itirafname olarak okunmalı-saklanmalı ve düzen-devlet ve siyaset konusunda olur olmaz hayaller kuranların, bu yolda emekçi halkın zihinlerini bulandırmak uğruna bin türlü cambazlık yapanların suratına her fırsatta çalınmalıdır.