09 Temmuz 2005
Sayı: 2005/27 (27)


  Kızıl Bayrak'tan
  G-8 Zirvesi ve “hayalet”in önlenemeyen
yükselişi!
  Telekom’da sermaye sözünü söyledi...
Söz sırası işçi ve emekçilerde!
  Kamu TİS’leri sonuçlandı... Sonucu özeleştirme belirledi
  Tayyip Erdoğan ve hükümeti GOP için
seferberliğe hız veriyor
  Eğitim-Sen 2. Olağanüstü Genel Kurulu
  2 Temmuz Sivas katliamı protestolarından
  Sermaye devleti katliamda sınır
tanımıyor...Topyekûn saldırıya karşı
mücadeleyi yükseltelim!
  Gimas grevi ateşlenmeyi bekliyor
  Sınıf hareketinden...
  Kürt hareketinde İmralı süreci ve Türkiye’de Kürt sorunu (Orta sayfa)
  Dönemin aydıncıkları ve “büyük hizmetleri”
  Katliamlar sürüyor...
Hem de alenen, sokak ortasında ve
kameralar karşısında!

  Devlet partisi CHP’den hükümete “sokak” tehdidi

  Live8 G-8’e karşı mı?
Kapitalizm tarih olmadan
açlık ve sefalet tarih olabilir mi?
  G-8 zirvesi toplandı...
Emperyalist güç odakları çözümün değil
sorunların kaynağıdır
  Yeni hedeflerden biri Azerbaycan... CİA-Soros patentli karşı-devrimler
ve ABD uşakları
  Reklam dünyası ve kadın
  17’lere...
Kan kızıldı toprak!
  Bültenler / OSB-İMES
  Bültenler / Çiğli İB
  Kurtköy Canbazbayır emekçileri barikatları kurdular... Yıkım kararına
karşı direniş kararlılığı!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Sermayenin sosyal yıkım saldırılarına karşı örgütlü mücadeleye!

Sermaye sınıfının saldırıları yoğunlaşıyor. Dün SEKA'yı özelleştirme kapsamına alarak işçi sınıfına geleceksiz, güvencesiz çalışma ve yaşam koşulu dayatanlar, şimdi de Seydişehir Alüminyum Fabrikası'nı özelleştirme kapsamına alarak saldırılarına devam ediyorlar. Bu da yetmiyor, eğitim emekçilerinin bedel ödeyerek kurdukları sendikaları Eğitim-Sen'i kapatarak eğitim emekçilerine de her türlü sosyal haktan yoksun, sendikasız, iş güvencesiz bir çalışma ve yaşam koşulu dayatıyorlar. Çünkü biz işçi ve emekçiler için çıkarılan kölelik yasası gibi, kamu emekçileri için de benzer bir kölelik yasası çıkarılarak devlet güvencesinden yoksun sözleşmeli personel dayatmasında bulunuyorlar. Tüm bunları İMF'yle yeni imzalanan stand-by anlaşmasından ayrı düşünmemek gerekiyor.

Çünkü sermaye sınıfının ve hükümetinin İMF'yle yaptığı her yeni stand-by anlaşmasından sonra işçi sınıfına dönük saldırıları artıyor. Yeni yürürlülüğe giren stand-by anlaşmasının da öncekilerden nitelik olarak hiçbir farkı bulunmuyor. Bundan öncekiler gibi son stand-by anlaşması da dış borç geri ödemelerini güvence altına almaya, sermaye sınıfının kâr ve çıkarlarını artırmaya, bütün bunları sağlamak için de işçi ve emekçilere dönük saldırı politikalarının kararlılıkla uygulanmasına dayanıyor. Sermayenin çıkarlarını korurken işçi ve emekçileri daha beter çalışma ve yaşam koşullarına mahkum etmeyi amaçlıyorlar. Bu yüzden tekrar özelleştirme politikalarına hız veriyorlar. Özelleştirmeye karşı fabrikalarını savunan işçilerin direnişini ise karalama yoluna giderek, jop ve biber gazıyla saldırarak işçi ve emekçiler arasında gelişecek sınıf dayanışmasının önüne geçmeye çalışıyorlar.

Sadece özelleştirmelerle de değil, İMF'yle yapılan yeni stand-by anlaşmasında işçi sınıfına dönük birçok saldırı politikası da mevcut. Bunların en başında patronlara yük olarak görülen asgari ücret, kıdem tazminatı vb. hakların tırpanlanması var. İMF nin “asgari ücret çok yüksek” açıklaması üzerine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu “evet asgari ücret kaldırılmalı, kıdem tazminatı da kaldırılmalı. Çünkü orta büyüklükteki bir işletmede 5 işçinin birden kıdem tazminatına hak kazanması, o işletme için kaldırılamaz bir yük oluyor. İşçiyi işten çıkarma masraflarının patronlara fazla yük getirmemesi lazım. Asgari ücreti de bölgesel ve sektörel olarak (örneğin İstanbul'da başka, Bitlis'de başka, İzmir'de başka bir asgari ücret. Ya da metal işkolunda başka, gıda işkolunda başka bir asgari ücret gibi) belirleyebiliriz, hem böylece işçiler daha mutlu olurlar. Zaten Avrupa'nın 11 ülkesinde asgari ücret diye bir şey yok. Bizde neden olmasın!”

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu'nun açıklamalarından da anlaşılacağı gibi İMF politikaları biz işçi ve emekçiler için bir yıkım politikasından başka bir şey değildir. Burada amaçlanan gayet açık ve nettir. İşçi ve emekçilere daha fazla açlık ve yoksulluk getirecek politikaları sonuna kadar sürdürmek, sermayenin çıkarlarını ise her şeyin üstünde tutmak. Çünkü onların niyet mektuplarında yoksulluk, işsizlik, ağır çalışma ve yaşam koşullarıyla ilgili tek bir satır dahi bulamazsınız.

Bizlerin yapması gereken de açık ve net olmalıdır. Sermaye sınıfının bu topyekûn saldırılarına karşı topyekûn bir şekilde karşılık vermek. Bu saldırıları durdurmanın tek yolu, işçi sınıfı olarak ancak örgütlü bir mücadeleyle mümkün olacaktır. Bu yüzden bizler sermaye sınıfının bu topyekûn saldırılarına karşı, topyekûn bir yanıt vermek için mücadelemizi sürdürüyoruz. Birincisini geçtiğimiz yıl yaptığımız, ikincisini düzenleme hazırlıklarımız ise devam eden 2. Çiğli İşçi Kurultayı ile Çiğli Organize'de en yakıcı ve acil olan sorunumuzu “örgütlenme sorunlarımızı ve örgütlenmenin önündeki engeller”i tartışıyoruz. Ve Çiğli İşçi Bülteni olarak tüm okurlarımızı düzenleyeceğimiz bu kurultay çalışmasına sahip çıkmaya, destek sunmaya ve bir parçası olmaya çağırıyoruz. Unutmamalıyız ki, asıl güç örgütlü güçtür.

(Çiğli İşçi Bülteni'nin Temmuz 2005 tarihli son sayısından alınmıştır...)

------------------------------------------------------------------------------------------

2. Çiğli İşçi Kurultayı'nda buluşalım!

Merhaba arkadaşlar;

Ben yaklaşık 6 yıldır tekstil sektöründe çalışıyorum. Hepimizin, özellikle tekstilde çalışanların da bildiği gibi tekstil sektörü sömürünün en yoğun yaşandığı sektörlerden biridir. Tekstilde özellikle belirli dönemlerde siparişlerin artmasıyla fabrika bünyesinde çalışan işçi sayısı da -işlemek için ürettiğimiz işler gibi- 2 katına çıkar. Bu dönemde işe alınan işçilerin ise genelde sigortaları yatırılmaz, yatırılsa da tam yatırılmaz. Fazla mesailer ise cabası… Genelde kalınan mesailerin paraları ödenmez, ödeme teşebbüsünde bulunmaya çalışan patron ise kesinlikle mesailerden hiç de küçük olmayan kesintiler yaparak eksik öder.

Bunun dışında havalandırmaları olmayan atölyelerde, sağlıksız koşullarda çalıştırılırız. Tuvalete gitmek bile başlı başına bir sorundur. Yemekler kalitesiz, servisler ise genelde bakımsızdır. Rahatsızlanıp işe gelemediğiniz durumlarda 1 gün yerine 3 günlük ücretiniz kesilir. Yapılan iş üzerinden verilmesi gereken koruyucu önlemler ya hiç yoktur, ya da çok kalitesiz koruyucu malzemeler verilir. Ücretler ise her zaman düşüktür.

Eşit işe eşit ücret uygulamasının en fazla ihmal edildiği sektörde bizlerin çalıştığı tekstil sektörüdür. Bunun yanısıra yeni çıkarılan, bizlerin de kölelik yasası olarak bildiği yeni İş Yasası'nın patronlara sunduğu yeni olanaklarla bir takım yaptırımlara da maruz kalırız. Bunların en başında taşeronlaştırmanın yasallaşması geliyor. Taşeronlar arasında rekabet yaratılarak taşeronlar arası baskı uygulanıyor. Ve bundan herkes nasibini fazlasıyla alıyor. Bir tekstil fabrikasında en az 3-4 adet taşeron firma bulunuyor. Taşeronlaştırmanın bu kadar yaygın olması bizlerin çalıştığı fabrikada örgütlenmenin de önünü kesiyor. Zaten patronlarımız bu taşeronlaştırma politikasını biraz da bu amaçla yapıyorlar. Hem ucuz işgücü, hem düşük ücrete çok iş yaptırma, hem de fabrikasında başını ağrıtacak herhangi bir olumsuz örnekle (işçiler tarafından sendikanın getirilmesi) karşılaşmamanın bugünkü adıdır taşeronlaştırma.

O yüzden her sektörde, özellikle de tekstil sektöründe çok sık başvurulan bir yöntemdir. Ve hepimiz taşeronlaştırmadan kaynaklı birçok şikayetimizi vesilesi doğdukça dile getiririz. Bazen bu sorunlar karşısında açık bir bilince sahip olamadığımız için, mücadele etmek yerine işimizi değiştirerek çözümler bulmaya çalışırız. Diğer fabrikadaki çalışma koşullarının her zaman kendi çalıştığımız fabrikadan daha iyi olduğunu düşünürüz. Daha iyi bir ücret için, daha iyi çalışma koşulları için başka fabrikalara gideriz. Çok geçmeden anlarız ki bütün fabrikalarda çalışma koşulları aynı. Her yerde aynı yoğunlukta sömürü, her yerde aynı baskılar, kötü ve ağır çalışma koşulları. Bu sistemde sadece tek özgürlüğümüzün bizleri sömürecek patronları seçme özgürlüğümüz olduğunu anlayarak, yeni fabrikamızda değişmeyen koşullarda çalışmaya başlarız.

Örgütlü hareket etmenin dışında ne yaparsak yapalım bu sorunların çözümünü sağlayamayız. Tek çözüm bizlerin örgütlü hareket etmesinde. Bu yüzden örgütlü hareket etmenin yollarını bulmalıyız.

Bu sene ikincisi yapılacak olan Çiğli İşçi Kurultayı bu arayışımıza bir karşılık verecektir. Çünkü aynı sorunlar etrafında biraraya gelen işçiler bu kurultayda örgütlenme sorunlarını tartışacaklar. Bu yüzden yapılacak kurultayı fabrikamızda örgütlü hareket etmenin bir ilk adımı olarak düşünmeli ve gereken desteği vermeliyiz. Ortak sorunlarımıza ortak çözümler üretmek için 2. Çiğli İşçi Kurultayı'nda buluşalım.

İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!

Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!

Bir tekstil işçisi/Çiğli

(Çiğli İşçi Bülteni'nin Temmuz 2005 tarihli son sayısından alınmıştır...)