TC'nin yumuşak karnı: Kıbrıs sorunu
Avrupa Birliği sürecinde Türkiye kritik dönemece girmiş bulunuyor. 3 Ekim 2005'te müzakerelere başlamak için Türk devletinin bir an önce yükümlülüklerini yerine getirmesi gerekiyor. Ankara Protokolü'nün imzalanması gerekliliği, Ermeni soykırımının tanınması yönünde adım atılması bu yükümlülüklerin başında geliyor.
Her başı sıkıştığında milliyetçi söyleme sarılan sermaye gelinen yerde bu söylemle işlerini yürütememektedir artık. Dahası milliyetçi söylem zaman zaman önüne engel olarak da çıkmaktadır. Özellikle Kıbrıs sorunu üzerinden düne kadar hiçbir sorun yaşamadan birlikte çalıştıkları Denktaş'la yolunu halihazırda ayırmış bulunmaktadır. Ancak Yunan-Ermeni düşmanlığını toplumda tutkal olarak kullanan sermayenin fiili olarak Kıbrıs Rum kesiminin tanınması anlamına gelen Ankara Protokolü'nün imzalanması nedeniyle sorunlarla karşılacağı kesindir.
29 Mart'ta Türkiye, Ankara Protokolü'nü kabul ettiğini AB'ye bildirdi. Ankara Protokolü en genel haliyle Gümrük Birliği haklarından 1 Mayıs 2004'te AB üyesi olan 10 aday ülkenin yararlanması anlamına gelmektedir. Bu aday ülkeler arasında Kıbrıs Rum Cumhuriyeti de bulunmaktadır. Ancak belgede Rum Cumhuriyeti olarak değil, Kıbrıs Cumhuriyeti olarak yeralmaktadır. Protokolün imzalanması fiilen Rum kesiminin tanınması anlamına geldiği halde, AKP hükümeti gelebilecek tepkilerden çekindiği için bunun tanıma olmadığının altını özellikle çiziyor. “Biz Gümrük duvarlarını kaldırarak ticarette serbestleşmeyi sağlıyoruz, mal ticaretini serbestleştiriyoruz; ancak bunun adı tanıma değildir” diyerek ısrarla Rum kesimini tanımadığını ifade ediyor. Ve bu tanımama durumunu, Ankara Protokolü AB Parlamentosu tarafından onaylandıktan sonra yayınlayacakları bir mektupla kamuoyuna duyaracaklar.
Bu süreçte Denktaş etrafında kümelenmiş Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı ve Kıbrıs Türk Mücahitler Derneği gibi milliyetçi gruplar da yaptıkları açıklamalarda açıkça protokolün adını söylemeseler de bayrak-vatan için mücadeleye devam edeceklerini açıkladılar.
Denktaş ise biraz daha temkinli davranarak, “Tabii hukuki görüş, her konuda lehte veya aleyhte olur. Bu bir yorum meselesidir. Ama genel yorum, tanıma meselesi, niyet meselesidir. Tanıma niyetiniz yoksa ve uluslararası mecburiyet nedeniyle bir şeyler yapıyorsanız, imzalıyorsanız, ‘tanımayacağım' diyerek yaptığınız sürece, tanıma mecburiyetiniz yoktur” diyerek AKP hükümetiyle ipleri germemeye özen gösteriyor.
Ancak niyet ne olursa olsun, AB üyesi olan Kıbrıs Cumhuriyeti ile aynı masaya oturarak, aynı belgelere imza atarak, sınırlarını ticarete koşulsuz açarak Türkiye fiili olarak Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanımış bulunmaktadır. Çünkü Türk burjuvazisi, içte yaratacağı sorunlara rağmen, AB yolunda önüne çıkacak engelleri ortadan kaldırmayı amaçlıyor.
AB de Ortadoğu pazarına yakın olmak, Kıbrıs'ı askeri üs olarak kullanabilmek için AB müzakere sürecini en iyi biçimde değerlendirmek istiyor. Bu nedenle mal-hizmet-sermaye dolaşımı önünde herhangi bir engelin çıkmaması için yapısal uyum programlarının uygulanmasını, Kıbrıs sorununun AB emperyalizminin çıkarlarına uygun bir tarzda çözülmesini dayatıyor. Hiç kuşkusuz yapısal uyum programları sadece AB tekellerinin değil aynı zamanda yerli tekellerin çıkarları için de uygulanmaktadır. Özetle AB emperyalizmi tarafından dillendirilen uyum paketleri bir bütün olarak sermayenin çıkarlarını gözetmektedir.
Kıbrıs sorununda öne çıkarılması gereken şiar, işçilerin birliği halkların kardeşliği olmalıdır. Kıbrıs ne Denktaş ve benzeri milliyetçilere bırakılmalı, ne de AB emperyalizminin kullanacağı bir üsse dönüştürülmelidir. Mücadele halkların gönüllü birlikteliği çerçevesinde hem AB hem de Türk ve Rum milliyetçilerine karşı iki yönlü olarak verilmelidir. Protokolün emekçilerin yaşamında bir iyileşme yaratmayacağı kesindir. Protokol sermayenin önündeki engellerin kaldırılmasını öngörmektedir. İşçi sınıfı ve emekçilerin protokole evet ya da hayır diyerek taraf olması değil, sınıf çıkarları nedeniyle tamamen reddetmesi gerekir. |