02 Nisan 2005
Sayı: 2005/13 (13)


  Kızıl Bayrak'tan
  1 Mayıs’ı kazanmak için etkili, yaygın bir sınıf çalışması!
  Devrimci gruplardan ortak çağrı: “Birleşik, kitlesel, devrimci 1 Mayıs için ileri!”
  Provokasyon sermaye devletinin mayasında var!
  Burjuva şovenizminin karşısına işçi sınıfının enternasyonal kızıl bayrağıyla çıkalım!
  İncirlik bölge halklarına saldırının “merkezi üssü” oluyor
  Özelleştirme saldırısı ve birleşik mücadele
  Sağlıkta özelleştirme saldırısı hızlandı
  Şovenist histeri ve sendikalar

  KESK'e bağlı sendikaların genel kurulları; Bir kez daha ilkesiz ittifaklar

  Burjuva siyaset döngüsü, AKP ve
seçenekler
  Son gelişmeler ışığında ordu-siyaset
ilişkisi
  İstanbul Üniversitesi af aldatmacasını
boşa çıkartacak!
  Ulusal sorun ve Kürt hareketi/8: Emperyalist savaş ve Ortadoğu halkları
  Kırgızistan’daki darbenin ardındaki
ABD eli
 İşgal ordusuna asker toplamak için
şovenist kampanya
ABD emperyalizmi Suriyeli işbirlikçileri hazırlıyor
 İ.Ü.’nde Kızıldere
anması
 İstanbul Liseli Gençlik Platformu’ndan
(İLPG) Kızıldere anmaları
 Ankara Karşıyaka Mezarlığı’nda
Kızıldere anması
Bültenlerden
Newroz kutlamalarının ardından
Avrupa Birliği Sosyal Şartı ve boş beklentiler
GOP-DER açılış şenliği yapıldı
Tuzla Deri-İş Şube Başkanı Hasan
Sonkaya ile konuştuk
2. Eğitim-Sen Genel Merkez Kurultayı’nda tüzük ihlali
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Avrupa Birliği Sosyal Şartı ve boş beklentiler

Sosyal şartın içeriği

Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki görüşmeler son zamanlarda Kıbrıs sorunuyla birlikte Avrupa Sosyal Şartı tartışmaları tarafından belirlenmektedir. Avrupa Sosyal Şartı, en genel haliyle, üye ve aday ülkelerin uyması gereken çalışma koşullarını tanımlamaktadır. Adil çalışma koşulları, çalışan kadınların korunması (kadın-erkek eşitliğinin sağlanması), işçi sağlığı ve iş güvenliği, toplu pazarlık ve örgütlenme hakkı, çocukların ve gençlerin korunması, bedensel ve zihinsel özürlülerin mesleki eğitim alma hakkı, şartın başlıca hükümlerini oluşturmaktadır.

Sosyal şartın en önemli özelliği, Avrupa Birliği'nin diğer sözleşmelerinden farklı olarak, bağlayıcılığının olmamasıdır. Avrupa Birliği'nin kabul ettiği hükümler üye ve aday ülkeler için bağlayıcıyken, sosyal şart her bir ülkenin inisiyatifine bırakılmıştır.

AB Sosyal Şartı ve Türkiye

Avrupa Sosyal Şartı 1996 yılında imzaya açılmış, Temmuz 1999'da kabul edilmiştir. Türkiye 2004'te şartı imzalamış, ancak şart henüz TBMM tarafından onaylanmamıştır. Müzakerelerin başlama tarihi olan 3 Ekim ‘05 öncesi TC sosyal şart nedeniyle ortaya çıkan sorunları bertaraf etmeye çalışmaktadır. Bu şartta sosyal hakların yanında, belki de daha ağırlıklı olarak, bireysel haklara da yer verilmiştir. Ancak öncesinde de ifade edildiği gibi, toplu pazarlık, grev, ücretler gibi temel konular ülkelerin iç işi olma niteliğini korumaktadır.

İkincisi, üye ve aday ülkeler sosyal şartın tüm hükümlerine uymak zorunda değildir. 9 ana hüküm arasından 6 tanesini kabul etmek sosyal şartın kabülü için yeterli olmaktadır. Uygulanması ve kabul edilmesi tartışmalı olan, sınıfın çalışma koşullarında önemli değişiklikler getirmeyen sosyal şart, bu haliyle bile Türk sermayesini rahatsız etmektedir. Örneğin Türkiye, örgütlenme ve toplu pazarlık hakkındaki hükümlere çekince koymuştur. Bu bağlamda kamu emekçilerine tanınan toplu görüşmeli grev hakkı sermaye iktidarını düşündürtmektedir. Ancak AB'nin öngördüğü “Kamu Yönetimi Reformu”yla birlikte düşünüldüğünde, bu şartın anlamsızlığı ortadadır. “Kamu Yönetimi Reformu” memur kadrosunu dörtte üç oranında azaltmaktadır. Memur kadrosunda kalanlar ise sendikal mücadeleden uzak duran üst düzey yöneticilerden, uzmanlardan, polislerden oluşmaktadır. AB bir taraftan kamu emekçilerinin sendikal haklarını genişletirken, diğer taraftan sözleşmeli personel uygulamasını zorunlu kılarak bu hakkın kullanımını imkansız kılmaktadır.

Sosyal şartın uygulama deneyimleri

Sosyal şarta özellikle neo-liberalizmin kalesi İngiltere'nin karşı çıkması nedeniyle bağlayıcı hükümler içermediği dillendirilmektedir. Ancak sosyal şartı kabul eden Almanya ve Fransa'da da sınıfın durumu ve sınıfa saldırılar sosyal şartın kabulu ile yokluğu arasında temelde bir farkın olmadığını göstermektedir. Sosyal şarta göre çalışma saatlerinin azaltılması öngörülürken, Fransa'da sermaye 7 saatlik işgününü yeniden 8 saate çıkarmak için uğraş vermektedir. Yine çalışma saatlerinin azaltılması girişimi part-time çalışmanın yaygınlaşmasını beraberinde getirmiştir. Sosyal şarta evet diyen Hollanda'da part-time çalışma tüm istihdamın %37'sini oluşturmaktadır. Part-time çalışma ise sosyal hakların kırpılması anlamına gelmektedir. Aynı durum Almanya için de geçerlidir. Yine sosyal şart kadın-erkek arasındaki eşitliği öngörürken, Hollanda'da part-time çalışanların %90'ı kadındır.

Sosyal şartta yeralan, her işçiye kendileri ve aileleri için iyi bir yaşam sağlamak için yeterli ücretin verilmesi ise söylem dışında bir şey ifade etmiyor. Bilindiği gibi AB'nin resmi parası Euro'ya geçişten sonra AB ülkelerinde ücretler erozyona uğramıştır. Örneğin AB'nin motor gücü Almanya'da yaşanan ücret erozyonu %15 civarındadır. Bunun anlamı, işçilerin %15 oranında gelir kaybına uğradığıdır.

Türkiye'de AB'den beklentiler

Sosyal şart işçi sınıfının hayatında herhangi bir değişiklik öngörmediği halde özellikle sendikal cepheden olumlu tepkiler almaktadır. Şartın Avrupa anayasasında yeralması ise sendika eğitim uzmanlarını iyice baştan çıkarmaktadır. Sendika teknokratlarına göre eksiklikler olsa da şartın kendisi bir olumluluktur, ileriye doğru atılan önemli bir adımdır.

Ne yazık ki gerçekler inatçıdır. Çokça tekrarladığımız gibi Avrupa işçi sınıfı yoğun saldırılarla karşı karşıyadır. Avrupa'da işsizlik oranı %10 civarındadır ve yükseliş eğilimi göstermektedir. Emeklilik ve işsizlik sigortası başta olmak üzere işçi sınıfının temel, tartışılmaz haklarında ciddi kayıplar yaşanmaktadır. Tüm bunlara ek olarak AB'ye üye olan eski Doğu ülkelerinin durumu da ortadadır. AB bu ülkelerin hiçbir sorununu çözmediği gibi, ekonomilerini tamamen kendine bağımlı kılarak arka bahçesine dönüştürmüştür. AB'ye üyelik adı altında bu ülkelerden kopardığı tavizler bir yana, ucuz işgücü tehdidiyle kendi işçi sınıfını da terbiye etmiştir.

Türkiye işçi sınıfı da Avrupa Birliği'ne giriş sürecinde yoğun saldırılarla karşı karşıya kalmıştır, kalmaya da devam edecektir. ‘90 sonrası hız verilen özelleştirme saldırısı İMF ile birlikte Avrupa Birliği'nin isteğiyle uygulanmaya konulmuştur. Özelleştirme salt kamu işyerlerinde çalışan işçileri değil, tüm işçileri ilgilendiren kapsamlı bir saldırı programıdır. Özelleştirme işsizlik, işsizler ordusuna yeni üyelerin eklenmesi ve işsizlik baskısı nedeniyle bir bütün olarak ücretlerin erozyana uğraması demektir. Özelleştirme örgütsüzleştirme saldırısının bir parçasıdır. İşçi sınıfının en örgütlü olduğu kesimi bertaraf etmenin adıdır.

Özelleştirme saldırısının ilk elden sorumlularından biri hiç kuşkusuz AB emperyalizmidir. Doğu Avrupa ülkelerine AB'ye üyelik sürecinde dayatılan ilk şart devlete ait tüm kurumların özelleştirilmesi olmuştur. Türkiye'de de benzer bir süreç yaşanmıştır. Yine mezarda emekliliği, kısmi çalışmayı, çağrı üzerine çalışmayı öngören iş yasası değişikliği İMF ve AB tarafından zorunlu kılınmıştır. Bugün dayatılan sosyal güvenlik reformu ve gelirler idaresinin yeniden yapılandırılmasının arkasında da Türk sermayesi kadar İMF ve AB de bulunmaktadır.

Tüm bunlar açık gerçeklerken, işçi sınıfı ve sendikalar nezdinde AB hala popülerliğe sahiptir. Kimi zaman açık kimi zaman da utangaçça AB'ye verilen desteğin arkasında; en iyi ihtimalle yüzüne geçirdiği insan hakları maskesi, Avrupalı sendikal bürokratların çokça dillendirdiği emeğin Avrupa'sı söylemine kanmak; en kötü ihtimalle emperyalizme tam bir teslimiyet bulunmaktadır.

AB'nin ne Türkiye işçi sınıfına ne de Avrupa işçi sınıfına vereceği bir şey vardır. Tersine AB, işçi sınıfı arasındaki rekabeti arttırarak işçi sınıfını birbirine kırdırtmanın adıdır. Bu oyunda Türkiye gibi ülkelerin işçi sınıfına biçilen rol ucuz işgücü olarak Avrupalı sınıf kardeşlerini dize getirmektir. İşçi sınıfına düşen boş hayallerle oyalanmak değil, sınıfa karşı sınıf bakışıyla AB emperyalizmine karşı mücadele etmektir. Sınıf dayanışması, emeğin Avrupa'sı ancak ve ancak sınıfa karşı sınıf perspektifiyle kurulabilir.

-----------------------------------------------------------------------------------------

Sosyalist basından basın açıklaması...

“Yeni Türk Ceza Kanunu geri çekilsin!”

Yeni Basın Yasası 26 Haziran'da yürürlüğe girmiş ve “basın yoluyla işlenmiş suçlara hapis vermeme” ilkesi kabul edilmişti. Ancak üzerinden daha bir yıl bile geçmeden 1 Nisan tarihinde yürürlüğe girecek Yeni Türk Ceza Kanunu ile muhalif ve sosyalist gazetecilere cezaevi kapısı hep açık tutuluyor. Konu ile ilgili 26 Mart günü İnönü Parkı'nda bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Yaklaşık 70 kişinin katıldığı eylemde “Sosyalist basın susturulamaz!” yazılı pankart açıldı. “Sosyalist basın susturulamaz!”, “Yeni Türk Ceza Kanunu geri çekilsin!”, “Tutsak gazetecilere özgürlük”, “Yaşasın devrimci dayanışma!” sloganları atıldı. Eylem Çakmak Caddesi'nde gazete satışı ile bitirildi.

Kızıl Bayrak/Adana