29 Ocak 2005
Sayı: 2005/04(04)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD emperyalizmi yeni bir savaşlar serisi hazırlığında
  Emek Platformu’nun işlevi ve misyonu
  Taban iradesini harekete geçirelim!
  EP’ten 16 Şubat’a göstermelik hazırlık!
  Düzen kurumlarındaki çürüme ve kokuşma
  TEKSİF ihanet sözleşmesi imzaladı
  Beko'da başarıya ödül: Bin işçi kovuldu!
  Devrimci bir sınıf hareketi yaratmak için
  BDSP'nin kampanya çalışmalarından...
  8 Mart'ın tarihsel anlamı ve güncel çağrısı
  Özelleştirme saldırısı ve SEKA Direnişi
  Burjuva basında SEKA
  ABD işbirlikçileri suç ortaklığını pekiştirme derdinde
  Savaş çetesinin hedefinde İran var
  Siyonistler kirli icraatlarını sürdürüyorlar
  Gayrimeşru seçimler işgali meşrulaştıramaz
  Kendi kaderini tayin Kürt halkının temel hakkı
  Gölge boksu!
  İmralı konsepti ve son gelişmeler üzerine
  Pazartesi eylemleri sürüyor
  Rüssehlsheim Opel'de "gönüllü çıkış" dayatması
  Bültenlerden.
  Mücadele tarihinden
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 

Sağlıkta özelleştirmenin ilk adımı atıldı. SSK hastanelerini gasp yasası meclisten geçirildi...

Sağlığımız tekellerin insafına bırakıldı!

AKP hükümeti, SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığı'na devrini getiren yasayı meclisten geçirdi. Yani işçi sınıfının emeği ve canıyla kurulan SSK hastanelerine el koydu. Önümüzdeki günlerde meclisten geçirilecek olan Kamu Yönetimi Temel Kanunu'na dayanarak İl Özel İdareleri'ne devredilecek olan hastaneler, özelleştirilip peşkeş çekilmeyi bekliyor. Gece gündüz demeden kapkaççı gibi çalışan, işçi-emekçilerin sağlık, eğitim vb. insani ihtiyaçlarına ayrılacak bütçeyi ‘israf' ve ‘kara delik' olarak gören AKP'ye doğrusu yakıştı bu.
Dahası yasa meclise gelmeden bir hafta önce hükümet, başta vali ve kaymakamlıklar olmak üzere bütün yetkili kurum ve yöneticilerine ‘hastanelerin devrine hazır olun ve tüm gerekenler yapılsın' genelgesi gönderdi. Peki yangından mal kaçırırcasına gösterilen bu acelecilik niye'
Aslında bu iş için, bugüne kadar kurulan hükümetler geç bile kaldı. Zira emperyalist haydutlar Dünya Bankası ve İMF'nin eliyle, sağlık ve diğer kamusal hizmetlerin özelleştirilmesi için 1990'lardan beri Türkiye'de çalışma yürütüyor, bütün hükümetlerden gerekli adımların atılacağı yönünde sözler alıyorlardı. Ancak AKP'ye kadar bu saldırıyı hayata geçirecek kudrete ve cürete sahip olanı çıkmadı. AKP hükümeti meclis çoğunluğunu elinde tutmanın, bir günde yasa çıkarmanın verdiği güvenle bu saldırıyı da hayata geçirdi.
Bir de karşımıza geçip utanmadan gözlerimizin içine baka baka yalan söylüyorlar.
Neymiş; ‘Artık kuyruklar olmayacak, halkımız hastanelerde sürünmeyecek, sağlık koşulları düzeltilecek' miş! Kuyruklu yalan. Çünkü artık hastaneye öyle herkes değil, sadece parası olan gidebilecek.
Ne diyorlar; ‘Herkes istediği eczaneden ilaç alabilecekmiş'! Yalan. Zira AKP hükümetinin faiz ve borç bütçesi olan 2005 bütçesinden bunun için hiçbir ödenek ayırmış değil. Eczacı Odaları'nın da açıkladıkları gibi hiçbir ödenek ayrılmayan bu sistem en fazla 4-5 ay sürer, ondan sonra da iflas eder. Bu bir yana, SSK'nın ilaç fabrikaları kapatıldığı için ucuz ilaç almamız da artık mümkün olmayacak. Özel eczanelerden yüzde yirmisini ödediğimiz ilaçlar SSK eczanelerinde aldığımız ilaçlardan misliyle fazla olacak. Yani bu işten özel sağlık şirketleri ve ilaç tekelleri kârlı çıkacak.
Peki şimdi ne olacak' Genç İşçi Bülteni'nin ilk sayısından beri ‘geliyorum' diyen bu saldırıları defalarca anlattık, gecemizi gündüzümüze katarak bütün işçi kardeşlerimizi bilgilendirmeye, bilinçlendirmeye çalıştık. Bülteni okuyup sahiplenen arkadaşlarımızın yanısıra, kimi arkadaşlar, ‘yok canım bu kadar da yapamazlar, buna cesaret edemezler, AKP diğer hükümetlerden daha iyi görünüyor' vb. sözlerle AKP'den hala beklentilerinin olduğunu söylediler. Kimileri ise sanki bu saldırıları görmek istemiyormuşçasına gözlerini ve kulaklarını tıkadı. ‘Görmek istemeyen gözden daha körü yoktur' derler!
Böyle olduğu müddetçe saldırıların arkası gelecek. SSK'nın özelleştirilmesini, sağlığın ve belediye hizmetlerinin özelleştirilmesi, kıdem tazminatı hakkının gaspedilmesi, köy ve yol hizmetleri veren kurumların tasfiyesi izleyecek. Sırtını ABD ve sermayeye dayayan AKP'yi bu kadar pervasız kılan asıl neden, bir avuç asalak dışında bu ülkenin milyonlarca işçi ve emekçisinin suskun kalmasıdır.  
Tercih bizim. Ya susmaya devam edeceğiz, ya da dur diyeceğiz!

(Genç İşçi Bülteni'nin Ocak 2005 tarihli
sayısından alınmıştır....)

-------------------------------------------------------------------------------

Ordusundan hükümetine kadar hepsi aynı pisliğin içinde!

Asgari ücrete sadaka düzeyinde artış sağlanırken, iktidar bunu ekonomimiz ancak bu kadarına izin veriyor biçiminde gerekçelendiriyor. Güya iyi günlere ulaşmak için bu zorluklara katlanmamız gerekiyormuş. İyi de nedense bütün faturayı ödeyen biz oluyoruz. Ödediğimiz fatura da kodamanların sefahatının faturası oluyor, bizim cebimizden çıkıp onların cebine giriyor. Sırtımıza yapışmış üç-beş kodaman asalağı için söylenenler, Tayyip ve çevresi için de geçerli. Nedense milyonlarca insan son bir-iki yılda daha da fakirleşirken Tayyip zenginleştikçe zenginleşiyor.
Peki nasıl bir zenginleşme bu'
İşte yakın bir örnek size. Erdoğan'ın Rusya ziyaretinde eşi Emine Erdoğan'a pırlanta takı hediye edildiğini hepimiz biliyoruz. Bu nasıl bir hediye ki, medya tarafından belirtildiğine göre 30 bin dolar değerinde. Tayyip sonra bu rakamı düzeltip 10 bin dolar olduğunu söyledi ama işin özü değişmiyor. Tam 260 asgari ücret karşılığındaki bu pırlanta neyin karşılığı, neyin hediyesi' Biz söyleyelim kodamanlara sağlanan kaymaklı vurgunların karşılığı, yani rüşveti. Bizi sefalete boyun eğdirebilmiş olmanın karşılığı vb.
Hoş bugüne kadar her hükümetin yaptığı da buydu. Bu bakımdan AKP hükümeti de farklı değil. Çünkü onlar asalak para babası kodamanların iş bitirici memurlarıdır. İşbitirciliklerinin karşılığı olarak da nemalanmak istiyorlar haliyle. Bu çürümüş düzende bunu kimler yapmıyor ki' Yargıdaki çürümüşlüğün boyutlarını biliyoruz, bir de buna ordudaki yolsuzluklar eklendi son günlerde. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı orgenaral bugünlerde askeri ihalelerde rüşvet aldığı için yargılanıyor. Yine Eski MGK Genel Sekreteri'nin bir müteahitten 150 bin dolar rüşvet aldığı ayyuka çıktı. Ama o da tıpkı Tayyip gibi pişkince bu parayı borç olarak aldığını söyledi.
Arkadaşlar, bunlar buz dağının görünen kısmı. Gerçekte bu düzen tüm iktidar kurumlarıyla pisliğin içerisindedir. Birileri bunu arsızca yaparken diğeri ‘vatan-millet-Sakarya' edebiyatı altına gizleyerek yapıyor. Ama hepsi aynı pislikten besleniyor. Beslendikleri kaynaklar ise öyle havadan gelmiyor. Bizlerin ödedikleri vergiler ya da ‘Mehmetçiği Güçlendirme Vakfı' adı altında yapılan soygunlar vb. ile toplanan kaynaklardan besleniyorlar.
Şimdi manzaraya şöyle bir bakalım. Bir tarafta bizlerin, biz milyonların kölece çalışmaya karşın artan yoksulluğumuz diğer tarafta aklımızın alamayacağı kadar büyük zenginliklerle semiren apoletliler, cüppeliler, din kisveli vurguncular vs.
İşte böyle bir düzende yaşıyoruz. Bu çürümüş düzeni ortadan kaldırmak ise sadece bizim işimiz olur. Biz alınteriyle yaşayan insanların. Bunu yapmak zorundayız da. Çünkü güzel ve aydınlık bir yaşam için bu pisliklerden kurtulmamız şarttır.

(Genç İşçi Bülteni'nin Ocak 2005 tarihli
sayısından alınmıştır...)

-------------------------------------------------------------------------------

Esenyurt-Kıraç bölgesindeki 4 metal fabrikasında yaşanan sendikalaşma deneyimleri üzerine...

Er ya da geç biz kazanacağız!

Örgütlenme mücadelesinde deneyimlerin önemi büyüktür. Bu nedenle bu yazıda Kıraç'ta kurulu Demes Kablo ve Helgin Kablo ile Bahçeşehir'de kurulu MBS Reklamcılık ve Webasto fabrikalarında 2003 yılının son aylarında başlayan ve 2004 yılında sonuçlanan sendikalaşma deneyimlerini kısaca aktarmak istiyoruz.
Her dört fabrikada yaşananlar temel noktalarda benzerlik taşıdığından ve bölgedeki diğer fabrikalara sendikalaşma konusunda önemli dersler sunduğundan yazımızda benzerlik taşıyan bu temel noktaları işleyeceğiz. Fabrikaların kendi özgün durumlarını ise burada çalışan ve bu süreci yaşayan işçilere bırakıyoruz. Yaşadıkları deneyimi diğer işçi kardeşleriyle paylaşmak, tuzaklar, riskler, yanlışlıklar konusunda onları uyarmak bu süreci yaşayan her işçinin görevidir. Esenyurt-Kıraç İşçi Bülteni olarak sayfalarımız kendilerine açıktır.

Kısaca her dört fabrikada yaşananlar:
Demes Kablo: Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Birleşik Metal-İş Sendikası'na yetkisizlik verdi. Birleşik Metal-İş Sendikası yetkisizliğe itiraz etti. İtiraz nedeniyle açılan dava 10 aydır devam etmektedir. Bu arada Birleşik Metal-İş Sendikası'na üye işçilerin %70'i işveren baskısı ile sendika üyeliğinden istifa ettirilmiştir.

Helgin Kablo: İşverenin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın yaptığı çoğunluk tespitine itirazı nedeniyle açılan dava 6 ay sürdü. Mahkeme Birleşik Metal-İş Sendikası'nın çoğunluğunun olduğunu belirterek işverenin açtığı davayı reddetti. İşveren yerel mahkemenin kararını Yargıtay'a götürdü ve Yargıtay tarafından da yerel mahkeme kararı onaylandı. Birleşik Metal-İş Sendikası'na toplu iş sözleşmesi yapması için yetki belgesi yerel mahkemenin kararından 5 ay sonra gelebildi. Bu süre içerisinde Birleşik Metal-İş Sendikası'na üye işçilerin %50'si sendikadan istifa ettirildi. Yetki belgesi gelmesine karşılık işyerinde sendikanın üyesi kalmadığından dosya rafa kaldırıldı.  

MBS Reklamcılık: Sendikanın çoğunlukta olduğu tespiti üzerine işveren bu tespite itiraz etmiş, yargılama süreci sonunda itirazın yerinde olmadığı yolundaki mahkeme kararı kesinleşmiştir. Ancak işverenin işkolu tespiti istemesi üzerine ortaya çıkan ihtilaf yargıda devam ettiğinden bakanlık tarafından yetki belgesi verilmemiştir. Bu arada sendika üyesi 22 işçi işten çıkartılmış, örgütlenme çalışmaları dondurulmuştur. İşyerinde çalışmaya devam eden işçilerin tamamı sendika üyeliğinden istifa ettirilmiştir.
Her üç fabrikaya ilişkin aktardıklarımız Birleşik Metal-İş'in bağlı bulunduğu DİSK tarafından çıkarılmış  olan (Sendikal Hak İhlalleri ‘Suç Dosyaları') adlı kitapçıktan alınmıştır.
Henüz birkaç hafta önce yaşandığından Webasto'daki süreç bu kitapçıkta yeralmamaktır. Buradaki süreci de biz aktaralım.

Webasto: Diğer fabrikalarda olduğu gibi Webasto işçileri de insanca yaşamak için sendikada örgütlenme yoluna gitmiştir. Çalışan 100 kadar işçiden henüz 40 kadarının sendikaya üye olduğu bir süreçte sendikalaşma çalışması açığa çıkmıştır. Patron 6 işçinin işine son vermiş ve işten atma, fabrikayı kapatma tehditleriyle de diğer işçileri sendikadan istifa ettirmiştir.

Ortaya çıkan sonuçlar:
1- Kuralsız ve keyfi bir şekilde işini yürütmeye alışmış patronlar sendikal örgütlenmeye karşı tahammülsüzdür. İşçilerin en temel hakkı olan sendikal örgütlenme hakkını engellemek için her türlü yola başvurmaktadırlar.
2- Patronların saldırı yöntemleri büyük oranda aynıdır. Eğer örgütlenme süreci henüz yeni ise hemen saldırıyı geçiyorlar. İşten çıkararak, tehdit, rüşvet, şantaj vb. yollar ile işçileri istifaya zorlayarak örgütlenmenin önüne geçiyorlar. Eğer örgütlenme tamamlanmış sıra yetki belgesinin alınmasına gelmiş ise çoğunluk tespitine itiraz ediyor, ya da işkolu tespiti istiyorlar. Böylece ayları bulan mahkeme ve tespit sürecinden yararlanarak yine aynı yöntemlerle işçileri sendikadan istifa etmeye zorluyor, ya da parça parça işten atıyor ve örgütlenmeyi engelliyorlar.
3- Sendikaların başına çöreklenmiş bürokratlar işçileri en baştan yaşanabilecek bu tür saldırılara karşı uyarmak ve süreç içerisinde onları buna karşı hazırlamak görevini yerine getirmiyorlar. Yarın olabilecek bir işten atmaya karşın işten atılan işçilerin yararlanacağı ya da olası bir grev ve direnişin ihtiyaçları için bir fon oluşturmak, işçilerle birlikte ailelerini de bilinçlendirip mücadelenin bir parçası haline getirmek gibi en temel noktaları es geçiyorlar. İşçiyi ürkütmemek adına, sendikal örgütlenmeyi üyelik kağıdına atılacak bir imzadan ibaret gösteriyorlar.
4- Patronun saldırısı gündeme geldiğinde atılanların fabrika önünde beklemesi, çalışanların iş yavaşlatmak, iş durdurmak gibi eylemleri gündeme getirmesi, örgütlü ya da örgütsüz diğer fabrikalardan destek örgütlenmesi, kamuoyu oluşturmak için basın yayın vb. araçların kullanılması kısacası saldırıyı püskürtmek için örgütlü gücün harekete geçirilmesi yerine, sendika bürokratları mahkeme yolunu tutuyorlar. Dava açmayı işçilere tek seçenek olarak sunuyorlar. Kölelik yasasına, göz yummalarını sağlayan, o, yere göğe sığdıramadıkları İş Güvencesi yasasına (haksız yere işten atılan işçiye diğer tazminatlarına ek olarak verilmesi öngörülen en az 4 en çok 8 aylık maaşı tutarı) bel bağlıyorlar. Ancak patronlar için bunun hiç de caydırıcı olmadığı yaşanan örneklerde yeterince açık görülüyor.
5- Bilinç düzeyleri geri olan, daha önce bir örgütlenme ya da mücadele deneyimi yaşamamış işçiler patronun ve sendika ağalarının oyunlarına kolayca kanabiliyorlar.
6- Gerek patronların saldırılarına gerek ise sendika bürokratlarının basiretsiz geri tutumuna rağmen bölge işçileri, bilinç düzeyleri geri ve deneyimsiz de olsalar örgütlenmek için mücadele vermekten geri durmuyor. Bu konuda bir istek ve irade ortaya koyuyorlar.  

Mücadele son bulmuyor yeni başlıyor!..
Her dört fabrikada da sendikal örgütlenme çalışmaları başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Başarısızlıkla sonuçlanmıştır çünkü; birincisi, somut bir kazanım elde edilememiştir. İkincisi ve daha da önemlisi, dişe diş bir direniş sergilenememiştir.
Direnmeden kaybetmek gibi bir sonuç, yalnızca sözkonusu fabrikada değil, bölgede ve toplamda işçi sınıfı üzerinde yıkıcı bir etki yaratmaktadır. Oysa fiili bir direnişe rağmen kaybetmek, tersine işçilerin kinini biler, kazanma azmini kamçılar. Somut bir kazanıma dönüşmese bile güçlü bir direniş işçilerin birbirlerine ve bir sınıf olarak kendilerine olan güvenlerini güçlendirmeye yarayacaktır. Ancak bu başarılamamıştır. Bundan dolayı da gerek bu dört fabrikanın işçileri gerek ise bu süreçten haberdar olan diğer fabrikaların işçileri üzerinde yılgınlık psikoloji hakimdir. Sendikal örgütlenmeye karşı güvensizlik beslemektedirler.
Ancak yine de Demes Kablo, Helgin Kablo, MBS Reklamcılık ve Webasto işçileri her şeye rağmen, çoğu işçinin düşündüğü-istediği ancak bir türlü atamadığı bir adımı attılar. Hiç şüphesiz onları yarın başkaları izleyecektir. Daha bugünden deneyimlerinizden dersler çıkarılarak uygulamaya konulmaya başlanmıştır. Unutmamamız gereken işçi sınıfının bir mensubu olduğumuz gerçeğidir. Bu nedenle bu 4 fabrikanın işçilerine düşen görev, yenilgi ve yılgılık ruhhalini yaymak değil deneyimlerinden çıkardıkları derslerle yeniden mücadeleye atılmak ve bu deneyimleri diğer sınıf kardeşlerine maletmektir.
Bölgede yüzlerce fabrikada ağır sömürü koşulları altında çalışan binlerce işçi olarak bizlerin çıkarması gereken en temel ders ise şudur. Bu dört fabrikada da sendikal örgütlenmenin başarılamamasının önündeki tek engel patronların tahammülsüzlüğü ve saldırgan tutumu değildir. Bunun yanında sendikanın başına çöreklenmiş bürokratlar ve onların ‘çağdaş sendikacılık', ‘uzlaşma' vb. adını taktığı politikalar ile bir takım hesaplar da ciddiye alınması gereken temel bir engel durumundadır. Bu engel aşılmadan, patronlarla kıyasıya bir mücadale sürdürülemez, ciddi kazanımlar elde edilemez. Ya da elde edilse bile, Castleblair örneğinde olduğu gibi kaybedilir.
Bu deneyimlerden süzülmüş derslerle, mücadelemize kaldığımız yerden devam etmeli, inisiyatifi ele alarak  birbirimize daha sıkı kenetlenmeliyiz. Bu kararlılıkla hareket edip deneyimlerimizden öğrendikçe eninde sonunda kazanan biz olacağız.

(Esenyurt-Kıraç İşçi Bülteni'nin Ocak 2005 tarihli sayısından alınmıştır...)