20 Ekim 2017
Sayı: KB 2017/40

Krizlerin ve kirli ilişkilerin bedelini emekçilere ödetiyorlar
Efendinin attığı tokat ve uşakların çürümüşlüğü
Yol arkadaşlarını tasfiyeye devam!
Patronları dava yükünden kurtar, işçiyi süründür!
Şişecam işçisi: Onurluyuz, gururluyuz!
Arçelik’te baskılar durmak bilmiyor!
KESK ve Şubeler Platformu üzerine
KÇB’den “KHK’lar, direnişler ve sendikalar” paneli
Rem Spor’un Hummel mağazasında işçi düşmanlığı
Sermaye çocuk işçilerin kanı ve emeği üzerinde yükseliyor
Ekim Devrimi sürecinde siyasal akımlar
Güney Kürdistan’da referandum ve sonrası
Irak ordusu ve Haşdi Şabi emperyalistlerin silahıyla Kerkük’ü ele geçirdi
Emperyalizmin ürettiği açlık
DGB, DLB ve MLB’den mücadele çağrısı
Bu yasa dikiş tutmaz!
Esenyurt’ta “Ekim Devrimi ve kadın” semineri
“Kazanmak için bedel ödemeyi göze almalı”
Halkı gibi acılı şair: Cigerxwin
“Herkes hakkı olanı eşit olarak paylaşsın diye!”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Kazanmak için bedel ödemeyi göze almalı”

 

F tipi hücre saldırısına karşı 20 Ekim 2000’de başlayan ölüm orucu direnişinin 17. yıl dönümünde ölüm orucu gazisi Muharrem Kurşun’la konuştuk.

- 20 Ekim 2000’de ölüm orucu başladı. Siz de TKİP davasından 1. ekipte ölüm orucuna katıldınız. Ölüm orucu öncesi süreçte neler yaşandı, eylemin amacı neydi?

- 26 Eylül 1999’da Ankara’daki Ulucanlar Hapishanesi’nde sermaye devleti bir katliam saldırısı gerçekleştirmişti. Burada Habip ve Ümit yoldaşlarla birlikte 10 devrimci ölümsüzleşti. Saldırının gerekçesi neydi? Ulucanlar Hapishanesi’ne sadece devrimciler koğuş işgal ettikleri için mi vahşice saldırdılar? Elbette ki hayır. Ulucanlar’a hücre saldırısını yaşama geçirmek için saldırdılar. Henüz F tipi hücrelerin inşaatı tutsakları koyabilecek kadar bitmediği için hücre saldırısına o sıralar geçilmemişti.

Katliamın hemen ardından dışarıda çok fazla eylemlilik gerçekleşmedi. Ancak Ulucanlar Katliamı davasının ilk duruşmasının olduğu 2000 Şubat’ından sonra hücre karşıtı muhalefet oluşmaya başladı. Hücre karşıtı muhalefetin eylemleri giderek kitleselleşti ve yaygınlaştı. Gelinen aşamada hücre saldırısının birebir muhatapları olan tutsakların, yani bizim, bir eylemlilik içine girmemiz gerekiyordu. Bu eylemlilik ne olursa olsun, Ulucanlar Direnişi’nde yoldaşlarımızın yükselttiği bayrağı ölümü göze alarak zerrece yere düşürmemeliydik. Hapishanelerde bu temelde yapılacak en etkin eylemliliğin ölüm orucu olduğunu düşündük.

Ancak ‘96 yılındaki ölüm orucu ve süresiz açlık grevi öncesinde kurulan Cezaevleri Merkezi Koordinasyonu’nun (CMK) tüm bileşenleri aynı düşüncede değildi. Bu yüzden TKİP, DHKP-C ve TKP(ML) dava tutsakları olarak 20 Ekim 2000’de F tipi hücrelere karşı ölüm orucu direnişine başladık. Hücre karşıtı muhalefet gelişmiş ve yaygınlaşmıştı. Dışarıda yükselen sesi daha da güçlendirmek için içeriden bir eylem hattı örmek, deyim yerindeyse anı yakalamak gerekiyordu. Anı yakalayamazsan o muhalefet sönümlenmese bile epeyce gerileyebilirdi. Ki 20 Ekim’de başladığımız ölüm orucu direnişiyle anı yakaladığımızı düşünüyorum. Dışarıda eylemlilik süreci başka bir örneği olmayacak biçimde gelişti, kitleselleşti ve süreklileşti.

- Buna rağmen 20 Ekim’de başlayan ölüm orucu direnişi hücrelerin yıkılmasıyla sonuçlanmadı...

- Evet hücreler yıkılmadı. Kızıldere’de Mahirler ölümsüzleştiğinde Denizler’in idamı engellenemedi. Ama Kızıldere’ye kimse bir yenilgi olarak bakmıyor. Bakamaz da... Çünkü Mahirler ölümsüzleşirken devrimci iradenin teslim alınamayacağını kanlarıyla yazdılar. Keza Ulucanlar’da aynı durum söz konusu. Öte yandan sermaye devletinin hiçbir zaman sözüne sadık olmadığını bilmeyecek kadar saf değiliz. Yani 21 Ekim’de “hücre yapımını durdurduk” deyip, 22 Ekim’de tekrar başlayabilir.

19 Aralık öncesinde de oyalama amaçlı buna benzer şeyler söylediler. Biz bunun yazılı hale getirilmesini isterken yazılı belgeye güvendiğimizden böyle bir şey istemedik. Yazılı belge kısa bir süre içinde maddi zaferdi. Ama kalıcı olarak moral bir zafer olacaktı.

Ayrıca hücre saldırısının amacı tutsakları mekânsal olarak hücrelere kapatmak değil, bu şekilde teslim almaktı. Bunu başaramadılar. Evet, tutsakların kapatıldığı hücrelerin duvarları daha da kalınlaştı. Fakat devrimci irade teslim alınamadı. Soyut bir durum değil bu, somut bir durum. Hâlâ sermaye devleti tutsakları teslim almaya çalışıyor. Ama kesin olarak söyleyebiliriz, devrimci irade asla teslim alınamaz. Mahir, İbo, Denizler’den, Ulucanlar’dan, 20 Ekim’de başlayan ölüm orucu direnişinde ölümsüzleşen 122 yoldaşımıza; bunun altını kalın kalın çizdik.

- Bir ölüm orucu gazisi olarak ölüm orucu direnişini nasıl özetlersiniz?

- Ölüm orucu eylemi ölmek için değil, yaşamak ama onurlu ve devrimci iradeyi koruyarak yaşamak için ölümü göze alarak yapılan bir eylem. Hapishanelerde teslim olmamak için ölümü göze alarak direnmen gerekiyor. Bugün bir hasta tutsağın çıplak aramayı kabul etmeyip hastaneye gitmemesi bir eylem olarak bile değerlendirilmeyebilir. Buna rağmen hasta tutsak ölümü göze alarak bir direniş sergilemiş oluyor.

Siz sormadan ben son söyleyeceğimi söyleyeyim. Ölüm orucu ve açlık grevi sermaye devletinin iddia ettiği gibi, kendi vücudumuza zarar vermek veya kendimizi öldürmek gibi şeyleri amaçlamıyor. Kazanmayı amaçlıyor, devrimci iradeyi, onuru korumayı amaçlıyor. Hapishanede slogan atmak, kapı dövmek, sayım vermemek gibi eylemlerden biri. Ama bedeli en ağır olacak bir eylem türü. Çünkü kazanmak için bedel ödemeyi göze almak gerekiyor.

Kızıl Bayrak / İstanbul

 

 

 

 

Sınıf devrimcileri 6 gün sonra serbest

 

İzmir’de 10 Ekim sabahı yapılan ev baskınlarında gözaltına alınan sınıf devrimcileri 6 gün boyunca alıkonulduktan sonra adli kontrol şartı ile serbest bırakıldı.

“Terör örgütü üyesi olmak” ve “Örgüte elaman kazanmak” iddialarıyla gözaltına alınan sınıf devrimcileri 6 gün boyunca tek bir soru dahi sorulmadan OHAL keyfiyeti ile alıkonuldu.

Ayrıca adresinde bulunamayan bir kişinin savcılık ifadesinin ise daha sonra alınacağı avukatlar tarafından belirtildi.

 

 

 

 

Bingöl’de 26 bölgede 6 ay yasak ilanı

 

Kürdistan’da kirli savaş ve saldırganlığı devam ettiren Türk sermaye devletinin yasak ilanları da devam ediyor.

Son olarak Bingöl’de 26 bölge 6 ay boyunca yasak kapsamına alındı.

Bingöl Valiliği tarafından 13 Ekim tarihli duyuruda yasağın 1 Eylül’den itibaren (yani geriye dönük) olarak ilan edilmesi ise dikkat çekti.

Yasağın Bingöl merkez ve Adaklı, Genç, Solhan, Yayladere, Kiğı, Karlıova ve Yedisu ilçelerine bağlı
26 bölgede 1 Mart 2018’e kadar süreceği belirtildi.


 
§