12 Mayıs 2017
Sayı: KB 2017/18

Sosyal yıkım saldırılarını geri püskürtmek için genel grev, genel direniş!
Sermaye OHAL rejimiyle büyüyor
Silah tüccarları kazanıyor, yoksullar ölüyor
Yargısız infazlar ülkesi Türkiye
Metal işçilerinin güncel durumu ve işçi birliği üzerine
Teknorot işçileri satış sözleşmesine karşı üretimi durdurdu
MİB MYK Mayıs Ayı Toplantısı Sonuçları
Gülmen ve Özakça’nın açlık grevinde kritik sürece girildi
Patronların sefalet dayatmaları TİS süreçlerini tıkıyor
Kayseri 1 Mayıs’ının gösterdikleri ve devrimci sorumluluk!
Devrimci Gençlik Birliği Türkiye Meclisi Sonuç Bildirgesi
DGB Türkiye Meclisi toplandı
Gençlik Denizler’i mezarları başında andı
İbrahim Kaypakkaya kavgamızda yaşıyor!
Deniz, Mahir ve Kaypakkaya’nın anısına...
Katledilen gençlerin aileleri: “Polis de onu kollayan da katil”
Sınıfsal bir sorun olarak “namus” cinayetleri
AKP Türkiye’sinin gerçeği: Toplumsal çürüme ve yozlaşma
Astana anlaşması üzerine
Fransa cumhurbaşkanlığı seçimi üzerine
Büyük çınar Mahzuni Şerif
“Kahramanlık destanları” adı altında gerçekler çarpıtılıyor
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sınıfsal bir sorun olarak “namus” cinayetleri

 

Kadın cinayetleri haberlerine her geçen gün yenileri eklenmeye devam ediyor. Artık istatistikler dahi bu cinayetleri tarif etmekte kifayetsiz kalıyor.

Genel bir kanı olarak bu cinayetlerin en sık görünen “gerekçelerinden” birinin “namus” olgusu olduğu biliniyor. Kadınlar, “namusumuza leke sürdü” beylik lafı arkasına sığınılarak hunharca katlediliyor. Yasalar “namus” suçları ve cinayetlerinde “haksız fiil” gerekçesi ile ceza indirimlerine giderek katliamların önünü açıyor. Hapishanelerde katiller “şereflerini koruyan erkekler” olarak “onurlandırılıyor.” Toplumsal algı kadını “namussuz” sıfatı ile kodlayarak katliamın örnek teşkil etmesini salık veriyor. Aynı toplumsal algı, kadınları başka bir el tarafından katledilmiyorlarsa eğer intihara zorluyor. Sonuç değişmiyor, kadınlar dünyanın dört bir yanında, Bangladeş, Brezilya, Ekvator, Mısır, Hindistan, İsrail, İtalya, Ürdün, Fas, Pakistan, İsveç, Türkiye, Uganda ve İngiltere gibi ülkelerde “namus” adı altında ölüyor.

Özel mülkiyetin icadı, sınıflı toplumun ürünü; namus!

“Namus” cinayetlerinin kodlarında öne çıkan hiç şüphesiz kadını erkeğin “malı, eşyası” ilan eden bakıştır. Bu bakışın kökeni ise yüzyıllar öncesine dayanmaktadır.

İlkel komünal toplumun anaerkil sistemi özel mülkiyetin keşfi ile yerini ataerkil sisteme bırakırken kadın da tarihsel yenilgisinin ilk darbesini aldı. Komünistlerin değerlendirmelerinde işaret ettikleri gibi; “Sınıfların doğumuna erkek egemenliğinin doğumu eşlik etti, bu ikisi aynı sürecin iki farklı boyutudur. İlki aynı evrimin sınıf ilişkileri, ikincisi ise cins ilişkileri planındaki yansımasıdır. Ne zaman ki mülkiyet, sömürü, sınıflar ve devlet, bunları olumlayan ve meşrulaştıran ideoloji, kültür, değer yargıları, dinsel inançlar vb. doğdu, işte o zaman kadın cinsinin bin yıllara yayılan ve halen de sürmekte olan ezilmişliği de başlamış oldu. Sınıfsal sömürü ve baskının tüm maddi ve manevi araçları kadın üzerindeki cinsel sömürü ve baskının da araçları oldular. O zamandan beri kadın ezilen bir cinstir, toplum biçimlerindeki değişime bağlı olarak bu ezilmişliğin biçimi zaman içinde değişmiş fakat özü süregelmiştir.” (Kadın Sorunu Üzerine Konferanslardan 2 – H. Fırat, www.tkip.org)

August Bebel kadının toplum içindeki bu konumunda yaşanan dönüşümü, Kadın ve Sosyalizm adlı kitabında; “Artan iş bölümüyle yalnızca görevlerin ayrılması değil, kazancın ayrılması da ortaya çıktı. Balık tutma, av, hayvan yetiştirme, tarım, özel bilgiyi ve bundan da önemlisi alet-edevatın yapımını gerekli kılar ki bunlar bilhassa erkeklerin mülkiyeti oldular. Bu gelişmede ön planda bulunan erkek, bu zenginlik kaynaklarının esas efendisi ve sahibi oldu” diyerek açıklamaktadır. Özel mülkiyetin ortaya çıkışını ve erkeğin elinde toplanışını Engels’e dayanarak açıklayan Bebel, analık hukukunun yerini babalık hukukunun aldığını belirterek, Özel mülkiyet sahibi olarak erkek, yasal sayabileceği ve mülkiyetinin varisi yapabileceği çocuklara ihtiyaç duyuyordu sözleriyle, kadına getirilen başka erkeklerle ilişki yasağının arkasındaki iktisadi nedeni ortaya koyar. Erkek mirasının kendi soyundan çocuğuna geçişini garantiye almak için kadını “malı” ilan eder. Böylece özel mülkiyetin, kadını erkeğin mirasının belirlenmesi uğruna baskı altına alan yöntemi, kadının erkeğin “malı” olarak algılanması ile eşgüdümlü bir tarihsel evrim yaşar. Kadının “sahibi” olarak erkek kadının “namusundan” sorumlu olur. “Namus” olgusu bu anlamda özel mülkiyetin icadı ve sınıflı toplumların ürünü olarak karşımıza çıkar.

Buzdağının görünen kısmı!

“Namus” olgusu kökenini üretim ilişkilerinde ve toplumun gelişim yasalarında bulmuş, doğduğu iktisadi alt yapıdan toplumsal yaşam, inanç, eğitim, hukuk gibi üst yapı normlarına kadar her alanda sosyal, kültürel ve siyasal etkileri ile vücut bulmuştur. İçinde yaşamakta olduğumuz kapitalist sistem de bir bütün olarak kadını erkeğin “malı” olarak işaret etmiş ve yaratılan cinsiyet rollerini derinleştirmiştir. “Namus” kavramı sınıflı toplumlarla beraber yüzyıllarca yaşamış, özellikle dini ögelerle harmanlanmış, geleneksel kültürel normlardan beslenmiş ve bugün toplumsal algının genlerine işlemiş bulunmaktadır. “Bekaret” kadınların “kız” ya da “kadın” olarak tanımlanmasına neden olmuş, evlilik öncesi cinsel ilişki, tecavüz vb. ile bekaretin “bozulmuş olması” ileride kadının “sahibi” olacak kocaya karşı işlenmiş bir “suç” olarak görülmüştür.

Toplumsal algı özelde erkeğe genelde ise kadının ailesine kadının “saflığını” koruma edimi yüklemiştir. Söz konusu “koruyucu” bu toplumsal kabul görmüş edimi yerine getiremezse eğer ailenin “şerefi”, kocanın “erkekliği” sorgulanmaktadır. Eve geç gelme, eşi terk etme, boşanma, evden ayrılmak isteme gibi nedenler de erkeğin “malı” olan kadın üzerindeki mülkiyetini sarstığı gerekçesi ile “namus” cinayetlerinin nedenleri arasında yer almaktadır. İşte tüm bunlar “namus” cinayetlerinin görünürdeki sebepleridir. Hemen hemen her gün basına yansıyan kadın cinayeti öykülerinin satır aralarında “namus” olgusu küstahça sırıtmaktadır. Ve belirtmek gerekir ki “namus” cinayetlerinin mekanı her daim işçi ve emekçilerin evi, kurbanlar ise işçi ve emekçi kadınların kendileri olmuştur. “Namus” cinayetleri tüm görüngüleri ile sınıfsal bir sorun olarak işçi ve emekçi kadınların önünde durmaktadır.

“Namus” cinayetlerine haksız fiil indirimi ile ödül!

“Namus” olgusu kapitalist sistemde derinleştirilirken, bunun sonucu olarak ortaya çıkan cinayetler de sistem açısından meşru olmaktadır. Sermaye devletinin hukuku, temsil ettiği sınıfın ideolojisine uygun olarak davranmaktadır. Bunun bilinen sonucu ise “namus” cinayetlerinin ceza indirimlerine tabi tutulmasıdır. TCK’da yapılan 2004 tarihli son değişiklik ile “töre” cinayetleri “nitelikli adam öldürme” kapsamına alınmış ancak “namus” cinayetleri haksız fiil indirimine tabi tutulmuştur. Yasaları kadını erkeğin “malı” olarak gören hukuk sisteminde toplumun bir parçası olan hakimlere verilen “takdir yetkisi” kadının aleyhine kullanılmaktadır. “Namus” cinayetlerinin failleri “iyi hal indirimleri” ile birlikte ödüllendirilmektedir. Sonuç olarak “namus” cinayetleri her geçen gün bir kadını daha yaşamdan koparıp almaktadır. Fail, sermaye düzeni ve onun kurumsal biçimi olan sermaye devletidir!

Eşitlik ve özgürlük için örgütlü mücadeleye!

“Namus” cinayetleri tek başına “erkeklerin” yaptıkları cinayetler olarak tanımlanamaz. Toplumsal ve tarihsel bir sorun olan kadın sorununun bir parçası olarak “namus” cinayetleri sınıfsal bir öz taşımaktadır. Bu sebeple çözümü de sınıf savaşımı içerisinde mümkündür. Kadınların cinsel kimliğinden kaynaklı yaşadıkları sorunlar sınıfsal zeminde çözüme kavuşacaktır. Bunun için döne döne işaret etmek gerekmektedir ki, sınıflı topumlar ile gelen sömürü, aşağılanma, baskı ve ölüm yine sınıflı toplumlar ile birlikte tarihin çöp kutusundaki yerini alacaktır.

Ne kadına biçilen toplumsal konum ne de bununla bağlantılı olarak gerçekleşen “namus” cinayetleri kadınların kaderidir. Bunun için işçi ve emekçi kadınların eşitlik ve özgürlük taleplerini daha gür haykırmaları ve örgütlü mücadeleyi büyütmeleri gerekmektedir. Zira kadın kurtulmadan devrim olmaz, devrim olmadan kadın kurtulmaz!

 
§