20 Nisan 2017
Sayı: KB 2017/15

Mücadele sürüyor!
AKP’nin emperyalistlere kendini kanıtlama planı bozuldu
Referandum ve yeni dönem
Referandum, sol hareket ve mücadelenin görevleri
Halk oylaması ve devrimci sorumluluk!
Sermaye sabırsızlıkla kölelik saldırılarının hayata geçirilmesini bekliyor
Kürdistan’ın cevabı: Hayır/Na!
DP/Bayar-Menderes iktidarının güncellenmiş ikizi
Tarihsel temelleriyle Türkiye’de dinsel gericilik - H. Fırat
Ücretli kölelik, sömürü ve savaş düzeni kapitalizme karşı 1 Mayıs’a!
1 Mayıs’ın kökenleri
1 Mayıs’ta alanlara!
Yeni Metal Fırtınaların yolu…
Gençlik haykırıyor: “Hayır bitmedi, daha yeni başlıyor!”
İzlanda’da “Eşit Ücret Yasa Tasarısı” parlamentoda
Emperyalist saldırganlık ve savaşa karşı direnişi büyütme zamanı
Partimizin Hazal’ı, tekstil işçilerinin Ezgi’si, ölüm orucu şehidimiz Hatice Yürekli yoldaşa...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yeni Metal Fırtınaların yolu…

 

Aynı ırmaklara girenlerin üzerinden farklı sular akar.” (Heraklitos)

2015 yılında stratejik otomotiv fabrikalarında aniden boy gösteren ve hızla görkemli bir işçi hareketine dönüşen Metal Fırtına’nın üzerinden yaklaşık 2 yıl geçti. Metal işçilerinin meşru talepleri ve bunun için verdikleri mücadele bu süreç içinde farklı biçimlerde devam etti ve ediyor. Bursa’dan MİB’li yoldaşların yapmış olduğu değerlendirme ile sürecin yeni bir evreye girdiği somut olarak ortaya koyulmuş durumda. Görüldüğü kadarıyla metal işçilerinin sendikal ihanet şebekelerinden kurtulma, insanca çalışma ve yaşama mücadelesi, yönlendirmeye çalıştığımız doğrultuda ilerleyemedi, Türk Metal esaretine ve sermayenin baskılarına boyun eğilmiş durumda.

2017 Metal TİS’lerine böyle bir hava ile girerken metal işçileri geçmiş deneyimlerinden ders çıkarmalı. 2017 TİS sürecinin ve geleceğin kazanılmasının yolu buradan geçmektedir

MİB’den uzaklaşan kaybeder

Metal Fırtına’nın doruk noktası Renault işçilerin fiili grev süreciydi. O zamana kadar süreç, Fabrikalar Arası Kurul (FAK) aracılığı ve MİB’le birlikte ortak bir şekilde örgütlendi. Ancak fiili grevin başlamasıyla direnişin öncü işçileri “terör” demagojisinin özel etkisi ile MİB’den uzaklaşmaya başladılar. Bu kopukluk, 20 Mayıs’ta MİB’e dönük polis operasyonu ve öncü metal işçilerinin karakollara çekilerek “terör” demagojisiyle suçlanması ve buralarda MİB’e karşı yürütülen özel kara propaganda ile daha ileri bir noktaya vardı.

Bu süreçte fabrika zeminlerinde özel çabalarımız ile açığa çıkan fabrika komiteleri (o dönemki yaygın kullanılan ismi ile “sözcüler”) üzerinden mücadele MİB’le paralel olmakla birlikte MİB dışında ancak bir yere kadar götürülebildi. Mücadelede belirleyici olan, her zamanki gibi somut durumun somut koşulları oldu. Burjuva ideolojinin, kültürün, dinsel gericiliğin ve ırkçılığın egemenliği altında uzun yıllardır sersemletilen metal işçisi, ani tepkilerle açığa çıkan kuvvetli rüzgar eserken bir yere kadar gidebildi. Ancak mücadelenin karşısına burjuvaların ve burjuva devlet aygıtının baskısı çıktığında sersemlemişti. O aşamada bilincinin sınırlarına takıldı ve daha ileri adımlar atamadı.

Hemen sonrasında bizzat MESS’in yönettiği karşı saldırı başladı. Bu saldırı hareketi iyi hazırlanmış, uzun süreli bir plandı ve aşama aşama devreye sokuldu. İlk olarak Mako’da, sonrasında Tofaş’ta başlatılan ve ardından da diğer fabrikalara genişleyerek süren bir saldırıydı bu. Aslında fabrika içlerinde güçlü konuma sahip işçiler, MİB’le araya konulan mesafeler yüzünden, saldırıları göğüsleyemediler. O dönem yapmış olduğumuz değerlendirmelerde, MİB’in çizgisi olan “Fiili meşru mücadeleden uzaklaşan işçi kaybeder” demiştik. Tam da tüm süreç boyunca yaşananlar bu değerlendirmeyi olduğu gibi doğruladı.

MESS tüm planını bunun üzerine kurmuştu aslında. İlk hedef fiili mücadeleyi rehber edinen MİB’i işçi hareketinden koparmaktı. İkincisi ise bu mücadelenin öz ürünü olan TOMİS’i devre dışı bırakmaktı. TOMİS alternatifini devre dışı bırakmak için Tofaş’ta Çelik-İş devreye sokulmuş, Renault’da ise icazet sendikacılığından öteye gitmeyen Birleşik Metal-İş’in örgütlenmesine göz yumulmuştur.

Renault işçilerinin MİB’le irtibatı daha uzun sürmüştür. Diğer fabrikalara oranla Renault işçilerinin direnişleri daha uzun sürmüşse, Renault işçisi direnebilmişse, bunda MİB’in önemli bir etkisi olduğu görmezden gelinemez. Zaten işten atma saldırısının ilk hedefinde olan işçilerin, eylemci yanları gelişkin ve ön plandaki işçiler olmaları tesadüf değildir.

Kazanmak için temel halka fabrikada işçi birliği, ama nasıl?

Fabrikalarda sınıf mücadelesi kimi zaman açıktan, çoğu zaman da üstü örtülü biçimler içerisinde sürer. Bu çerçevede fabrikalarda işçi birlikleri, bunların bir dizi talebi ve gündemi olabilir. Fabrikanın kendi özgünlüğü üzerinden işçiler politika da yürütür. Bu işçi birlikleri sınıf mücadelesi açısından önemlidir. Bir süre sonra açıktan burjuva ile kavgaya tutuşmak gerektiğinde, bu birlikler harekete geçecektir. Bunların gelişimi çoğu zaman kendiliğinden olur. Bu yanıyla da kendiliğinden hareketlerin tüm olumsuz yönlerini taşırlar. Hele bir de karşılarında onları iyi tanıyan bir burjuva sınıfının olduğunu düşünürsek, bu birlikler çoğu zaman savunmasız olur, uzun süren mücadelede soluksuz kalır ve hareketleri genellikle yenilgiyle sonuçlanır.

Bu birlikleri önemsizleştirmemekle birlikte, onlara taşıyabileceğinden fazla anlamlar yüklemek anlamına gelen, “birliklerini korudular, tüm saldırılara rağmen birliklerini yeniden kurdular, hâlâ mücadeleyi sürdüren büyük bir öncü işçi birikimi var” gibi tam yerine oturmayan tanımlamalar yapmak, müdahalemizin odak noktasında bizi yanılgıya sürükleyecektir.

Metal Fırtına süreci ve sonrasında yaşanan tam da bu oldu aslında. Birçok fabrikada doğal işçi öncüleri çıktı. Bunlar anlamlı işler de yaptılar. Ama öncü sınıf partisinden uzak, onun siyasal mücadeleye yaklaşımı ve anlayışından kopuk olunduğu sürece mücadelede bir milim dahi mesafe alınamayacaktır. Bu açıyı kapatmak MİB’in en temel sorumluluklarının başında gelir. Önemli olan işçilerin küçük ekonomik kazanımları değil, emeğin korunması mücadelesini yükseltmektir. Bu kazanımları geliştirmenin ve kalıcılaştırmanın yolunu işçi hareketine göstermek ve onu somutta devrimci sınıf çizgisine çekmektir aslolan.

Sınıfın kendi öz gücüne, örgütlülüğüne güvenmeyen ve ‘sınıfa karşı sınıf’ anlayışına sahip olmayan her türlü “birlik” son tahlilde umutsuz bir vakadır. Bu süreçte açığa çıkan fabrika zeminindeki işçi birlikleri bu durumu doğrulamaktadır. Kendi ifadeleri ile bir “gazla” iş durduran Tofaş işçileri hareketin ateşi daha yanarken Çelik-İş kapılarına gitmiştir. Renault işçileri; “Karşımızda büyük bir güç var, yeni sendika TOMİS bunlarla başa çıkamaz, gücü yok” diyerek (aslında kendi sınırlarını da göstererek) Birleşik Metal-İş kapılarına gitmiştir.

Birliğin parçalanmasının nedeni farklı sendikal tercihler değildir. Görkemli ileri çıkışın tozu dumanı ortadan kalktığında, işçi hareketinin kendi gerilikleri birliği bozmuştur. MİB’in mücadele çizgisiyle ve ortaya koyduğu yolla işçilerin kendi siyasal düşünceleri arasındaki belirgin açı farkı birliği bozmuştur. Bunu yapan da sermaye devletinin özel çabaları ile “işçi birliklerinin öncü işçileri” olmuştur.

Fabrikada oluşturulan birlikler sermayeden ve sendika bürokrasisinden bağımsız oldukları, sınıfa kaşı sınıf tutumunu benimsedikleri ve fiili meşru mücadele yolunu tutabildikleri koşullarda kazanabilirler ancak. Bu da kendiliğinden edinilecek bir düzey değildir. Sınıfın öncü partisinin sistematik devrimci bilinçlendirme çabası ile gerçekleşebilecek bir niteliktir. Bu yanıyla MİB’in, sınıf hareketine müdahale araçları en iyi şekilde kullanılmalıdır.

Düzen sendikacılığı ve Birleşik Metal-İş

Türkiye’de sendikal hareket daha ilk aşamasında sermaye sınıfının kontrolü altında ortaya çıkmıştır. Zaman içinde sınıf ve kitle hareketinin devrimci dinamiğine dayanan sendikalar ortaya çıkmakla birlikte, siyasal anlayışları düzen sınırlarında kaldığı sürece, bir şekilde denetim altına alınmış ya da etkisizleştirilmişlerdir.

Birleşik Metal-İş’in evriminde bunu rahatlıkla görebiliriz. “Çağdaş sendikacılık” kavramı üzerinden işçi hareketi ile devrimci siyasal mücadele arasına net bir mesafe konularak mücadele sahnesine çıkılmıştır. Bugün için CHP’ye verilen, demokrat, ilerici kitleleri düzen içinde tutma görevinin benzerini Birleşik Metal-İş Sendikası metal işkolundaki sendikal hareket içinde yapmaktadır.

Sol görünümlü sendikal bürokrasinin, patronların sömürü düzeniyle esaslı bir sorunu yoktur. Sendika bürokratlarının tek sorunları, “biraz az sömürün, bizim payımızı da biraz yükseltin”dir. Burjuvazinin buna razı gelmediği, icazet vermediği koşullarda ise sendikal bürokrasi mücadeleyi yasal olandan meşru olana asla çekmemektedir. Öyle ki örneğin Birleşik Metal-İş, Haziran Direnişi esnasında daha iyi bir toplu sözleşme imzalamanın siyasal olarak uygun koşulları olmasına rağmen greve gitmeyip, Türk Metal’in imzaladığı ihanet sözleşmesinin fotokopisine imza atmıştır.

Bu bakımdan sol etiketli sendikal bürokrasinin kapitalist sömürü sisteminde bir emniyet subabı olmaktan başka bir misyonu yoktur. Renault işçileri “mücadeleci” diyerek bu sendikaya defalarca üye oldular. Ama acı bir şekilde tekrar tekrar gördüler yanıldıklarını. Renault patronundan icazet almadan bir adım bile atmayan, işçi hareketinin militan yönünü açığa çıkarmaktan özenle kaçınan, bir taslak dahi açıklayamayan bir sendika bürokrasisi gerçeği çarptı suratlarına yine.

Burada şaşılacak bir durum yok esası itibariyle. Herkes kendisine verilen görevi, mücadele algıları içinde oynuyor. Ve sınırlarının dışına taşmamak için özel bir çaba sarf ediyorlar. Burada normal olmayan şey bunlardan bir şey beklemek ya da umut etmektir.

Birleşik Metal-İş Renault’da kolay lokma olarak düşünüldüğü ya da sermayenin ona çizdiği sınırları aşmayacağı bilindiği için sürecin içine sokuldu. Fabrika içinde işçi birliğinin görece sağlam olduğu bir yerde işçiler bir süre oyalandılar. Sonra ilk fırsatta öncü-mücadeleci işçilerin biçilmesi, işçi birliğinin dağıtılması ile kenara itildiler.

Ardından yaşanan tüm süreç ise umutsuz bir bekleyişten öteye gitmedi. İşçiler toparlanmış gibi gözükse de aslında her şey fabrika yönetiminin iki dudağı arasında idi ve öyle de şekillendi. Toparlanılmış gibi gözüken anda durumun öyle olmadığını bugünlerde yaşayarak görüyoruz.

MİB metal işçilerine sektörü tutan 3 sendikanın gerçek konumlarını tüm açıklığı ile söylemeli. “Şunu yapabilirdi, bunu yapmadı” türünden, işçiler üzerinde oluşabilecek altı boş umutları büyütmemek noktasında özel olarak dikkatli olmalı. Mücadelenin en kritik anlarında örgütlenmenin devamını ve işçi birliğini dağıtmama adına sendika yöneticilerinin yaptıkları ihanetleri-satışı “ihanet-satış” diye tanımlamamak, işçilerin geri bilinçlerini kabul etmekle aynı anlam taşır. Sınıf devrimcilerinin asli görevinin sınıfı devrimcileştirmek olduğu yerde, sınıfı devrimcileştirmenin önünde en büyük engellerden biri olan sendika bürokrasisini-ağalığını ve onun ihanetini işçi sınıfına en yalın ve en somut biçimde göstermek ihmal edilemeyecek bir sorumluluktur.

Metal işçisinin kendi gücüne güvenmesi gerektiği döne döne hatırlatılmalı ve mücadele sahnesinde figüran değil, başrolde olması gerektiğinin altı sürekli çizilmelidir. Söz, yetki, karar işçilerde olmadığı sürece, ücretli köleliğin daha da ağırlaştığı koşullarda çalışmak zorunda kalınacağı anlatılmalıdır. Örneğin kıdem tazminatının kaldırılması, 16 saat çalışmanın genelleşmeye başlaması gibi…

İşçi kitlelerinin verili durumu üzerine

TKİP V. Kongresi’nin sınıf çalışması gündeminde, işçi hareketinin tüm geriliklerine rağmen doğru bir politik önderlikle geniş kitleler halinde hızla bir araya gelebildiği Metal Fırtına örneği üzerinden ifade edilmektedir. Hemen ardından, bu gerilikler aşılmadan daha ileri gidilemez denilmekte ve temel olarak buraya yoğunlaşmak gerektiğinin altı çizilmektedir.

İşçiler halihazırda bir kimlik problemi yaşamaya devam ediyorlar. Alttan alta büyük bir sınıfsal öfke birikimi yaşansa da işçiler burjuva gerici ideolojilerin etkisi altındalar. Bu yanıyla yapay kutuplaşmaların tarafı durumundalar. Burjuva siyasal gündemin yoğunluğu içinde kendi gerçek gündemlerine odaklanamıyorlar. Üstelik birçok işçinin “Metal Fırtına’da Türk Metal’den kurtulamadık ama 2017 toplu sözleşme sürecinde başladığımız işi bitirip sırtımızdaki keneden kurtulacağız” sözü vermesine rağmen durum böyle. Sınıf mücadeleleri tarihi içinde bu yaşanan olumsuzluğun açıklanabilir yanları olmakla birlikte, sonuçta işçiler iddiasını bir kenara koyup, Türk Metal‘e dönenlere ettikleri o kadar küfrü unutup, öyle ya da böyle esaret zincirlerinden kurtulmamayı tercih ederek, başka bir biçimde kimlik erozyonu yaşamaya devam etmişlerdir.

İşçi sınıfının kendiliğinden bir sınıf olmaktan kurtulup kendisi için bir sınıf haline gelmesi, önümüzdeki dönemin öncelikli görevleri arasında yer alıyor. Bunun için fabrika zeminindeki örgütlenmelerimiz ve çizgimiz üzerinden işçi sınıfının öncüleriyle bütünleşebilirsek, etle tırnak gibi olabilirsek işimiz kolaylaşmış olacaktır.

Metal Fırtına’dan 2017 TİS sürecine bakmak

Metal Fırtına sürecinde gerek komünistler gerekse metal işçileri zengin deneyimlerle dolu bir süreç yaşadı. Tabii burjuva sınıfı da işçi sınıfının beklenmedik hareketini yönetmede ve ona hazırlıklı olma noktasında kendi adına deneyimler çıkardı. Gelinen yerde işçilerin Metal Fırtına sürecindekine benzer yöntemlerle hareket ederek başarı elde etme şansı pek yok. Artık “gaz” değil, bilinç belirleyici olmalı. Bilince dayalı coşku olmadan da yol alınamaz.

Mücadele taleplerinin kazanılabilmesi için burada sıraladığımız sorunlara net bir bakış açısı olmadan mesafe alamayız. MİB bu süreçte, karşılığının olup olmamasından bağımsız olarak, bu gerçeklerin altını döne döne çizebilmelidir.

Trakya’dan komünist bir metal işçisi


 
§