20 Nisan 2017
Sayı: KB 2017/15

Mücadele sürüyor!
AKP’nin emperyalistlere kendini kanıtlama planı bozuldu
Referandum ve yeni dönem
Referandum, sol hareket ve mücadelenin görevleri
Halk oylaması ve devrimci sorumluluk!
Sermaye sabırsızlıkla kölelik saldırılarının hayata geçirilmesini bekliyor
Kürdistan’ın cevabı: Hayır/Na!
DP/Bayar-Menderes iktidarının güncellenmiş ikizi
Tarihsel temelleriyle Türkiye’de dinsel gericilik - H. Fırat
Ücretli kölelik, sömürü ve savaş düzeni kapitalizme karşı 1 Mayıs’a!
1 Mayıs’ın kökenleri
1 Mayıs’ta alanlara!
Yeni Metal Fırtınaların yolu…
Gençlik haykırıyor: “Hayır bitmedi, daha yeni başlıyor!”
İzlanda’da “Eşit Ücret Yasa Tasarısı” parlamentoda
Emperyalist saldırganlık ve savaşa karşı direnişi büyütme zamanı
Partimizin Hazal’ı, tekstil işçilerinin Ezgi’si, ölüm orucu şehidimiz Hatice Yürekli yoldaşa...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

DP/Bayar-Menderes iktidarının güncellenmiş ikizi…

AKP-Erdoğan iktidarının yıkılışı da kaçınılmazdır!

D. Yusuf

 

İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı yıllarında Türk sermaye devleti Alman işbirlikçisidir. Bu dönem Türkiye’nin tek parti dönemidir. Atatürk’ün dava arkadaşı “ikinci adam” İsmet İnönü de tek şeftir. Hitler faşizmi, başta Sovyet proletaryası ve komünistleri olmak üzere Avrupa’daki komünist partilerin öncülük ettiği paha biçilmez anti-faşist direnişle yenilgiye uğratılır. Hitler faşizminin yenilgisi doğal olarak Alman emperyalizminin de yenilgisidir. ABD, İngiltere ve Fransa ise bu cani savaşın galipleridir.

1945 sonrası dönem yeni bir dönemdir. Savaştan en kârlı ve en güçlü çıkan emperyalist güç ABD’dir. Taze kuvvet olarak öne çıkar. Emperyalist dünyanın efendisi olarak inisiyatif alır. İkinci paylaşım savaşından yenilgi ve yıkımla çıkan Almanya da dahil her yere yardıma(!) koşar. Yeni sömürgecilik olarak tanımlanan yeni sömürü ve soygun yöntemleri ile her yere sermaye akıtır. Amerikan sermayesinin sızmadığı yer kalmaz adeta. Bu ülkelerden biri de Türkiye’dir.

Türkiye 1945’ten sonra değişen dünyaya hızla ayak uydurur. Değişen dünyanın yeni efendisi Amerika’dır. Emperyalizmin, demek oluyor ki ABD’nin yeni sloganı, daha doğrusu illüzyonu ise demokrasidir. Her yere sadece kalkınma, refah ve zenginleşmeyi değil, demokrasi de taşıyacağını propaganda eder. Kapitalist-emperyalist sistem adına üstlendiği jandarmalığını “demokrasi bekçiliği” olarak sunar. Vakit geçirmeden her ülkede kendisine uşaklık edecek, sadakatle hizmet sunacak işbirlikçiler arar. Bu hususta zorlanmaz. Türkiye’de hiç zorlanmaz. Düne kadar CHP’nin has adamları olan Bayar ve Menderes CHP’den koparlar. 1946 yılından itibaren yeni bir misyon üstlenirler. ‘50’li yıllara damgasını vuran Demokrat Parti‘yi (DP) kurarlar.

Geride bırakılan tek parti döneminin ortakları olduklarını unutarak, gece demeden gündüz demeden her yerde, her vesileyle tek parti döneminin mezalimini anlatırlar. Mağduru oynar, mağduriyet edebiyatı yaparlar. “Tek adama, tek partiye son”, “Söz milletindir” şiarları temel söylemleridir. Zemin de çok müsaittir. Dolayısıyla, tek parti ve tek şef döneminden yılan Anadolu köylüsünün hassasiyetlerini istismar konusunda hayli başarılı olurlar. Fazla zaman geçmez, seçimlerde üstünlük elde eder, tek başlarına hükümet kurarlar.

Dinciler ve milliyetçiler her zaman ikiyüzlüdürler, yalancıdırlar. Hiçbir zaman ve hiçbir koşulda kendi gerçek amaç ve hedeflerini açıklamazlar. Bu meziyetler Bayar-Menderes ikilisinin başında olduğu Demokrat Parti’de misliyle vardır. “İktidar”a gelene kadar sinsice bu rolü oynarlar. Sonrası biliniyor. Tek parti ve tek şef dönemi ertesinde ne söylemişlerse, “iktidar” olduktan itibaren, bu kez tam tersini yapmışlardır.

Onların döneminde yükselen değer Amerika’dır, Amerikan sermayesidir, Amerikan dolarıdır. Her yerde Amerika propaganda edilir. Amerika günlük yaşamın bir parçası olur bu dönemde. O kadar ki, Amerika, ilkokullarda çocuklara içirilen süt tozu, yedirilen kurabiye ve yoksulun ekmeğine ara sıra konuk olan sana yağına kadar her yere sömürücü vantuzlarını uzatır. “Sanadır yağların en güzeli” tekerlemesi radyonun her günkü şarkısıdır. “Türkiye’yi küçük Amerika yapacağız, her mahallede bir zengin yaratacağız” sözleri dillerinden düşmez. Bayar-Menderes dönemi Amerikan hayranlığının zirve yaptığı bir dönemdir kısacası. DP hükümeti de en Amerikancı bir hükümettir.

İlk dönemler bıktırırcasına yoksuldan, ezilmişten yana olduklarını tekrarlar dururlar. Tek parti ve tek şef döneminin tam tersine yokluğu ve yoksulluğu ortadan kaldıracaklarını vadederler. Anadolu köylüsünü kamçılı-çizmeli toprak ağalarından, kan emici tefecilerden, büyük korkusu olan tahsildarlardan ve jandarma-karakol zulmünden kurtaracaklarını söylerler. “İktidar”a yerleşir ve alışır hale gelir gelmez tam tersini yaparlar. Kendileri sömürücü sınıftandırlar, kamçılı-çizmeli beydirler. “Millet” artık onların zulmü altında inleyen bir kitle olmuştur. Karakollar en çok onların zamanında işkence merkezi olur. Yoksul köylüler tahsildardan en çok onların döneminde korkar hale gelir.

Kürt toprak ağalarının en büyükleri DP kurulunca kapağı oraya atarlar. “Demirkırat” lafı dillerinden düşmez. Cumhuriyetle birlikte başlayan kırımların ve zulmün biteceği sanılır. Ne var ki bitmez. Zamanı gelir, en büyükleri dahi toplama kampları misali hapishanelerin yolunu tutarlar. Hâlâ kimliksizdirler. Pasaporta bir türlü ısınmazlar. Hâlâ kaçakçıdırlar. Hâlâ mayınlı tarlalardan geçerek ticaret yapar, akrabalarını bu tarlalardan geçerek ziyarete giderler. Sınır boylarındaki karakolların jandarmaları en çok DP döneminde Kürt köylülerini kaçakçı diye katleder.

DP o kadar sisteme, yani ABD’ye bağımlı olmaya iştahlıdır ki, Türkiye boylu boyunca ABD’nin üssü haline gelme sürecine girer, NATO’nun üyesi ve kurşun askeri olur. Kore’ye asker gönderir, emperyalizmin çıkarları için savaşır. Kurtuluş Savaşı gazilerine bu kez Kore gazileri eklenir. Demokrat Parti ve Bayar-Menderes hükümeti o güne dek gelmiş geçmiş en sermaye uşağı ve en işbirlikçi hükümet olmuştur.

Bu hükümetin ilk dönemler Anadolu halkını aldatmak için demokrasi illüzyonuna ihtiyacı vardı. Kısa süre sonra bunu bir yana bıraktı. Demokrat Parti, halkın kullandığı deyimle “Demirkırat” Türkiye’nin işçileri ve yoksullarının başına inen bir “demir yumruk” haline geldi. İlerici düşünceye, eyleme, örgütlenmeye savaş açtı. Bir koyu polis rejimine dönüştü. Faşizan uygulamalar başını aldı yürüdü, kurumlaştı. Emrindeki polis gücünü üniversitelerin, ilerici aydın ve akademisyenlerin üzerine saldı. Keyfi gözaltılar ve tutuklamalar vakayı adiyeden sayılır oldu. Devletin temel kurumları, örneğin Anayasa Mahkemesi ve ordu ile kavgalı hale geldi. Ankara’nın göbeğinde subaylar, Harp Okulu öğrencileri tartaklandı. Yetmedi, DP burjuva muhalefete saldırdı. CHP kovuşturulmaya başlandı. Lideri İnönü taşlandı, suikast hedefi yapıldı. Kısacası, bir dönemler tek parti ve tek şeften şikayet edenlerin kendileri bu kimliğe büründüler. Yoğun iktisadi sömürü ile faşizan uygulamalar; ilericilere, Nazım Hikmet başta gelmek üzere aydınlara, dönemin TKP’sine dönük ardı arkası gelmeyen sürek avları ile toplum ölçüsünde hep gerilim kaynağı olan bu hükümet, sonuçta sınırlarına gelip dayandı. Toplumsal mücadele dinamiklerinin harekete geçmesinin koşullarını bizzat kendisi oluşturdu. Toplum, Bayar-Menderes iktidarını taşıyamaz hale geldi. İşte tam da böylesi bir aşamada tarihe 27 Mayıs askeri darbesi olarak yazılan bir müdahale ile devrildi.

Bayar-Menderes başta olmak üzere DP yöneticileri vatan hainliği suçlaması ile tutuklandılar. DP kapatıldı. Olağanüstü nitelikli İmralı-Yassıada mahkemelerinde yargılanıp, idama mahkum edildiler. Sonra da asıldılar. Bir dönem böyle kapandı.

Şimdi iktidarda yine dinciler var. Bu kez dinci-gerici AKP iktidardadır. AKP tabii ki sadece dinci değil, aynı zamanda milliyetçidir de. Başındaki ebedi şef Tayyip Erdoğan bunun en kristalize temsilcisidir.

Sinsilik, ikiyüzlülük, riyakarlık, en kabasından yalan, kalleşlik bu iktidarın da temel karakteristiğidir. Bunlar da mağduru oynadı yıllarca. Anadolu’nun orta sınıfını temsil ettiler. Bundan kaynaklı olarak adlarına “Anadolu kaplanları” dendi. Mağduriyet edebiyatı yapmakta DP’yi de geçtiler. T. Erdoğan ezilenciliği çok iyi oynadı. Günü geldi din silahına sarıldılar. Günü geldi türbanı siyasi bir simge halinde istismar ettiler. Dindar emekçilerin hassasiyetlerini kaşıdılar. Sömürüye, yokluğa, yoksulluğa, rüşvete, yolsuzluğa son vereceklerini onlar da vadettiler. Tek parti ve tek şef dönemini ve uygulamalarını Bayar-Menderes’ten daha çok kınadılar. “Söz milletindir” sloganı onların da sloganıydı. Demokrasi sözü verdiler. İlk dönemlerinde AB ile uyum yasaları çıkardılar.

Kürtlere el attılar. Kürt katliamlarını kınadılar. Tek parti dönemi hakkında söylediklerine inandırıcılık kazandırmak amacıyla, Dersim katliamını özel olarak kınayıp teşhir ettiler. T. Erdoğan bu konuda özür bile diledi. Bu aynı Erdoğan Diyarbakır’da yaptığı bir konuşmada “Kürt sorunu benim sorunumdur, onu ben çözeceğim” deyip büyük bir oyuna başvurdu. Peş peşe “açılım” ve “çözüm” paketleri çıkartıldı. Toplumu en çok da bu etkiledi. Yıllarca süren bir oyalamacaya dönüştü bu manevrası.

Hedefleri “adliyeyi, mülkiyeyi ve askeriyeyi” ele geçirmekti. Hocaefendileri Fethullah Gülen’le omuz omuza bunu da başardılar. Seçimlerde artan oranda oy alarak parlamentoya hakim oldular. Dahası, polisi, MİT’i, yargıç ve savcıları, üniversiteleri ele geçirdiler. Ardından orduyu da budadılar. Kendi karşıtlarını kitlesel operasyonlarla temizlediler. Belli bir aşamadan sonra kendi içlerinde iktidar kavgasına tutuştular, bölündüler. Fakat durmadılar. Adım adım diğer kurumları da kuşatıp, denetimlerine aldılar. Yerlerini sağlamlaştırır sağlamlaştırmaz, gerçek kimliklerini sergilemeye başladılar.

17 Aralık’ta ortaya çıktı ki Türkiye’de en büyük ve en rezil yolsuzluk ve rüşvet bunlar zamanında yapılmıştır. Bunlar mağdurun değil, mağdurları iliğine dek sömüren zengin sınıfın yanındadırlar. Hızla zenginleştiler. Gelinen yerde ise karun kadar zengindirler, Onlar artık “Anadolu kaplanları” değil, bir büyük sermeye gücüdürler. AKP iktidarı da sermayenin iktidarıdır. Sermaye sınıfı en çok bu iktidar döneminde semirmiş ve sömürmüştür. En çok bu iktidar döneminde zenginliğine zenginlik katmıştır.

Ortadoğu boydan boya Amerikancı çağdışı iktidarlarla doludur. Hepsi de petrol zenginidir. Uluslararası sermaye ile içli dışlıdırlar. Dinleri ve imanları petroldür, dolardır. Bu aynı şeyler olduğu gibi AKP iktidarı için de geçerlidir. AKP iktidarı gelmiş geçmiş en Amerikancı ve işbirlikçi iktidardır.

Dinciden demokrat olmaz. Dinci gericilikten demokrasi beklenmez. Bu iktidar da gelmiş geçmiş en anti-demokratik iktidardır. Bir koyu polis rejimidir. Bu iktidar döneminde ne hak, ne hukuk, ne yasa, ne kural, ne ölçü ve ne de teamül kalmıştır. Her şey bir yana, burjuva muhalefete dahi tahammül edilmemektedir. Yerleşik kurumlar da işlevini yitirmiş olup, tek adamca yok hükmünde sayılmaktadır. Tek parti ve tek şeften şikayet edenler şimdi kendileri bir tek adam rejimi kurmuşlardır ve 16 Nisan’da yapılan referandumla buna son ve kalıcı düğümü atmak istemektedirler.

Türkiye nereden bakılırsa bakılsın daha koyu bir karanlığa doğru gidiyor. Bir faşist tek adam diktatörlüğüne doğru seyrediyor. Bu rejim, tüm politikaları, icraatları ve yönelimleri ile kendisini önceleyen Bayar-Menderes iktidarının daha ötesinde bir örnektir.

Bu iktidar hızla toplumca taşınamaz bir noktaya gelmiştir. Kurtuluşu yok, tüm nitelikleri DP iktidarı ile örtüşen bu iktidarın yıkılışı da kaçınılmazdır.

 

 

 

 

AKP hilede sınır tanımadı

 

Faşist tek adam diktatörlüğünün oylandığı 16 Nisan’daki anayasa değişikliği referandumu, sermaye devletinin açıktan hileleriyle dolu olarak geride kaldı. Referandumun ön sürecinde tüm devlet olanakları ‘Evet’ için seferber edilip, ‘Hayır’ çalışmalarına saldırılar düzenlenmişti. 16 Nisan günü de her türlü hilenin pervasızca yapıldığı referandum yüzde 51’in üzerinde ‘Evet’ oyuyla kapatıldı.

Yüksek Seçim Kurulu (YSK), sandıkların tamamı açılmamışken partilere bilgi akışını keserken, Anadolu Ajansı (AA) sayılan oy bilgilerini servis etmeye devam etti.

Propaganda yasaklarına rağmen kent meydanları ‘Evet’ pankartlarıyla donatılırken, birçok okulda 15 Temmuz’la ilgili panolar ve görseller oy kullanmaya gelenlerin gözüne batacak şekilde düzenlendi. ‘Evet’ sonucu için canhıraş çabalayan yandaş medya da 16 Nisan günü yine tek ses olarak “Evet, artık söz milletin” manşetiyle çıktı. Oy kullanılan birçok okulda, muhalefet partilerinin müşahitleri sözlü-fiziki saldırılara uğrarken, uluslararası gözlem heyetleri, İnsan Hakları Derneği (İHD) gözlem heyetleri de AKP’liler tarafından engellendi. Kimi ilçelerde halka zorla açık oy kullandırılırken AKP’li yöneticiler, muhtarlar, polis ve askerler seçmenleri tehdit etti. Kimi yerlerde işi oy pusulalarının ‘Evet’ bölümünün topluca mühürlenmesine kadar vardıran AKP’liler, pek çok yerde başkalarının yerine veya birden fazla kez oy kullandılar.

YSK ise, mühürsüz zarflardaki oyları da geçerli sayarak, referandumdan hileyle ‘Evet’ sonucunun çıkarılmasının yolunu açtı.

AKP’liler 3 kişiyi katletti

Diyarbakır’ın Çermik ilçesine bağlı Yabanardı köyünde AKP yanlısı Hıdır Yıldız ve çocukları, başkasının yerine oy kullandığı için kendisini uyaran kardeşi Avdo Yıldız ve oğlu Şeyhmus Yıldız’a ateş etti. Açılan ateşte baba oğul olay yerinde, yaralanan İdris Yıldız da kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi.

Hayır ve Ötesi, hazırladığı ön raporda referandumda yapılan hilelere dikkat çekerek referandumun iptal edilmesi gerektiğini belirtti. Rapora göre Urfa, Muş ve Sakarya’nın kimi ilçelerindeki sandıklardan yüzde yüz ‘Evet’ oyu çıkarken, bu aynı sandıkların 1 Kasım seçimlerinde “ihmal edilemeyecek derecede muhalefet partisi seçmenine” sahip olduğuna dikkat çekildi. Adı geçen sandıkların yüzde 30’unda ve toplamda 7 bin 48 sandıkta seçmen katılımının yüzde yüz olduğu belirtilen raporda bunun hayatın olağan akışına uygun olmadığına dikkat çekildi.

Urfa’nın Viranşehir ilçesinde ise seçmen imzalarının tek elden çıktığı, bunun da blok oy kullanıldığına dair şüpheye yer bırakmadığı söylendi.

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı da (AGİT) referandumda “kullanılan” 2,5 milyon oyun şaibeli olduğuna dikkat çekti.

 
§