20 Nisan 2017
Sayı: KB 2017/15

Mücadele sürüyor!
AKP’nin emperyalistlere kendini kanıtlama planı bozuldu
Referandum ve yeni dönem
Referandum, sol hareket ve mücadelenin görevleri
Halk oylaması ve devrimci sorumluluk!
Sermaye sabırsızlıkla kölelik saldırılarının hayata geçirilmesini bekliyor
Kürdistan’ın cevabı: Hayır/Na!
DP/Bayar-Menderes iktidarının güncellenmiş ikizi
Tarihsel temelleriyle Türkiye’de dinsel gericilik - H. Fırat
Ücretli kölelik, sömürü ve savaş düzeni kapitalizme karşı 1 Mayıs’a!
1 Mayıs’ın kökenleri
1 Mayıs’ta alanlara!
Yeni Metal Fırtınaların yolu…
Gençlik haykırıyor: “Hayır bitmedi, daha yeni başlıyor!”
İzlanda’da “Eşit Ücret Yasa Tasarısı” parlamentoda
Emperyalist saldırganlık ve savaşa karşı direnişi büyütme zamanı
Partimizin Hazal’ı, tekstil işçilerinin Ezgi’si, ölüm orucu şehidimiz Hatice Yürekli yoldaşa...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

1 Mayıs’ın kökenleri

 

19. yüzyılın ikinci yarısı, patronlar sınıfının ve onların siyasal temsilcilerinin, dünya çapında iktidarlarını kurdukları bir dönemdir. Bu siyasal ve toplumsal devrimler dönemi, toplumsal ilişkilerde de dönüşümlerin önünü açmakta, ücretli emek ile onu sömüren patronlar arasındaki kutuplaşmayı daha da belirginleştirmektedir. Ellerinde kısmi üretim araçları; toprağı, tarlaları, belli zanaatlara uygun gereçleri bulunan çeşitli sınıflar giderek bunlardan yoksun kalmaktadır. Ellerinde yalnızca yetenekleri ve çalışma kabiliyetleri kalan bu sınıflar, fabrikalarda, atölyelerde üretim araçlarını ellerinde bulunduran patronların egemenliği altında yaşamlarını devam ettirmeye mahkum olmuştur. Bu ise, patronlar ve ücretli emek arasındaki karşıtlık temeli üzerinde yükselen kapitalist toplum demektir.

Bu dönemde egemenliklerini pekiştiren patronlar, toplumsal ve siyasal devrimler eşliğinde dünya çapında egemenliği ele geçirirken, üretimi de aşırı düzeyde geliştirirler. Fakat kapitalist toplumun temelinde yatan ücretli emek ve sermaye arasındaki karşıtlık giderek sertleşir. Çünkü patronlar sınıfı egemenliklerini tam da işçi ve emekçi sınıfları dünya çapında daha fazla sömürerek ve köleleştirerek pekiştirir.

İşte böyle bir dönemde giderek vahşileşen kapitalizme karşı işçi ve emekçilerin mücadelesi de giderek yükselmektedir. Patronlarla karşıt çıkarlara sahip işçi ve emekçiler bunu en başta ücretlerin düşüklüğü, 16 saate varan çalışma süreleri, fabrikalarda kadın ve çocukların köleliğe mahkum edilmesi gibi sorunlar üzerinden hisseder ve bunlara karşı mücadeleye atılır.

1 Mayıs’ı mücadele günü yapan temel nedenlerin başında bu toplumsal koşullar yer alır. 1856 yılında Avustralyalı işçiler 8 saatlik iş günü talebiyle 1 Mayıs’ta iş bırakıp kitlesel olarak sokaklara çıkar. Bundan 30 yıl sonra, 1886 yılında, yine iş gününün kısaltılması talebiyle işçi sınıfının kitlesel grevi ve eylemi ABD’de örgütlenirken, patronlar sınıfı ülke çapındaki bu kitlesel eylemlere kolluk güçleriyle saldırır. İşçi sınıfı saldırıya boyun eğmeyerek, ertesi günlerde de kitlesel eylemlerini sürdürerek haklarını aramaya, polis terörünü protesto etmeye devam eder. Henüz örgütlülüğü zayıf olan işçi sınıfına karşı iktidarını koruma derdindeki patronlar, eylemleri zorbalıkla bastırmayı çare olarak görür. Bu doğrultuda 4 Mayıs’ta Şikago’da yapılan kitlesel eyleme provokatör çetelerini yerleştiren patronlar sınıfı, polis ve işçilerin bulunduğu bölgede bomba patlatır. Patlamayla birlikte polis işçilere ateş açar. Eylemin ardından da devletin tutuklama ve idamlarla işçi öncülerini tasfiyesi ve saldırıları pervasızlaşır. Bu eylemin ve katliamın yankısı dünyaya yayılırken, işçi sınıfının örgütlülüğünün ve mücadelesinin daha ileri olduğu Avrupa’da, 1889 yılında gerçekleştirilen II. Enternasyonal’in kuruluş kongresinde, 1890 yılında 1 Mayıs’ın dünya çapında örgütlenmesi kararı alınır.

Bunu ise 1 Mayıs’ın her yıl işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanması ve gelenek halini alması izler.

İşçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs, adından da anlaşılacağı üzere, kapitalist toplumun dünya çapındaki egemenliğine karşı işçi sınıfının ve ücretli emekle sömürülen milyarların dünya çapındaki ortak çıkarlarına sahip çıkma ve mücadeleyi yükseltme günüdür.

 

 

 

 

Söz, yetki, karar işçilere!

 

Azerbaycan devletine ait olan Socar’ın 132 Star Rafineri işçisine 12 Nisan’a kadar Petkim’e geçmeleri, aksi halde iş akitlerine son verileceğini bildirmesi ile başlayan eylemler sona erdi. Genel merkez yönetimi müdahalesi ve şubenin buna boyun eğmesiyle 132 işçinin Petkim’e geçmesi kabul edilmiş oldu. Pektim ve Star iş yerlerinde örgütlü Petrol-İş Sendikası’nın genel başkanı Ali Ufuk Yaşar uzlaşma ve müzakere üzerine bütün bürokratların ağzına pelesenk ettiği martavalların ardından, durumu açıkladığında işçilerin yoğun tepkisi ile karşılaştı ve konuşmasını bitiremedi. Ayrıca şube başkanının ortamı yumuşatma çabası da boşa düştü. Böylece 4 gün süren eylemler sona ermiş oldu.

Sonuçta Petkim patronunun dediği olmuş gibi görünse de hem Petkim işçileri hem de Tüpraş işçileri bu süreçten birliğini güçlendirerek çıktı. İşçilerin gösterdiği mücadele azmi, kararlılık, estirdikleri hava gerçek gücün kimde olduğunu bir kez daha gösterdi. Bu sadece ilk raunttu; esas sonucu toplu sözleşme süreci belirleyecek. Toplu sözleşme süreci devam ettiğine göre henüz kaybedilmiş çok bir şey yoktur. Toplu sözleşme görüşmelerinde Star işçilerinin durumunu tekrar gündeme getirmek mümkündür. Ancak mevcut sendikal yönetimin değil bunu yapmaya, işçilerin kırmızı çizgi olarak belirlediği talepleri bile gereğince savunmaya ne mecali ne de niyeti olduğu ortaya çıkmıştır.

Bu durumda yapılması gereken, satışa haklı bir tepki ve açık bir kararlılıkla karşı duran işçilerin inisiyatifi hemen ellerine almaları ve bunu sağlamak için bürokrasiyi aşacak bir örgütlenme yaratmalarıdır. Sendikal bürokrasinin uzlaşma ve anlaşma üzerine yapmaya çalıştığı laf oyunlarına karnı tok olduğunu en sert biçimde gösteren işçilerin yapması gereken hemen bir üst komite oluşturmak olmalıdır. Bu komite hemen oluşturulmalı, toplu sözleşme sürecinde esas karar verici merci olarak kabul edilmesi için şubeye baskı yapılmalı ve kendini aşağıya doğru bölüm bölüm örgütleyerek, tüm işçileri süregiden sürece aktif olarak katmanın çabasını göstermelidir. Bunu başarabilmek toplu sözleşme sürecini kazanmanın en temel gerekliliğidir. Şubenin mücadele geleneğini sürdürmenin de, toplu sözleşme sürecinde kazanmanın da, mücadeleci bir Petrol-İş’i yeniden inşa etmenin yolu da buradan geçmektedir.

Eğer bu başarılabilirse ve Tüpraş işçisi de aynı yolu izlerse, Petkim ve Tüpraş işçilerinin yalnız kendileri için değil, tüm işçi sınıfı için büyük bir kazanıma imza atmaları işten bile değildir.

Ege İşçi Birliği

 
§