20 Nisan 2017
Sayı: KB 2017/15

Mücadele sürüyor!
AKP’nin emperyalistlere kendini kanıtlama planı bozuldu
Referandum ve yeni dönem
Referandum, sol hareket ve mücadelenin görevleri
Halk oylaması ve devrimci sorumluluk!
Sermaye sabırsızlıkla kölelik saldırılarının hayata geçirilmesini bekliyor
Kürdistan’ın cevabı: Hayır/Na!
DP/Bayar-Menderes iktidarının güncellenmiş ikizi
Tarihsel temelleriyle Türkiye’de dinsel gericilik - H. Fırat
Ücretli kölelik, sömürü ve savaş düzeni kapitalizme karşı 1 Mayıs’a!
1 Mayıs’ın kökenleri
1 Mayıs’ta alanlara!
Yeni Metal Fırtınaların yolu…
Gençlik haykırıyor: “Hayır bitmedi, daha yeni başlıyor!”
İzlanda’da “Eşit Ücret Yasa Tasarısı” parlamentoda
Emperyalist saldırganlık ve savaşa karşı direnişi büyütme zamanı
Partimizin Hazal’ı, tekstil işçilerinin Ezgi’si, ölüm orucu şehidimiz Hatice Yürekli yoldaşa...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ücretli kölelik, sömürü ve savaş düzeni kapitalizme karşı 1 Mayıs’a!

 

İşçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs’ın ön günlerindeyiz. Anayasa referandumu dolayısıyla toplumdaki kutuplaşmanın belirginleştiği ve kutuplaşma ekseninin sermaye iktidarı ve onun dümenindeki AKP ile, sermayenin temsilcisi diğer partiler tarafından gerici bir yöne çekilmeye çalışıldığı bir dönemi geride bırakmış bulunuyoruz.

Seçim hilelerinin gündem olduğu ve düzenin kendi hukukunun bir kez daha hiçe sayıldığı uygulamaların ön plana çıktığı referandumun ardından kutuplaşmanın nasıl bir seyir izleyeceği henüz belli değil. Ama kutuplaşma bir biçimiyle devam edecek gibi görünüyor. Zira referandum gündeminin dışında sermaye devletini ülke içerisinde ve içinde bulunduğu bölgede açmazlar bekliyor.

Bu açmazlara yanıt olarak patronlar sınıfının yaklaşımını hayata geçirmeyi kendine misyon edinmiş olan Erdoğan/AKP iktidarı ise hileli referandumdan elde ettikleri sonuçla yeni dönemde daha da pervasızca hareket etmeyi planlıyor. Nitekim referandumun ardından aldıkları ilk karar, OHAL’in 3 ay daha uzatılması oldu. Demek oluyor ki, işçi sınıfı ve emekçilerin haklarının gasp edilmeye; sömürünün, ücretli köleliğin daha da ağırlaştırılmaya; baskı ve devlet terörünün tırmandırılmaya çalışılacağı yeni bir mücadele dönemine girmiş bulunuyoruz. Bu yeni dönemde, işçi sınıfı başta olmak üzere toplumun sömürülen ve baskıya uğrayan emekçi kesimlerinin kendi çıkarları uğruna yan yana gelmesini sağlamak çerçevesinde 1 Mayıs bugün daha büyük bir anlam ve öneme sahiptir.

1 Mayıs’ın güncel önemi

2017 1 Mayıs’ı hileli referandum sürecinde oluşan tepkilerin gücünü de arkasına almaya adaydır. Referandumun sermayenin diktatörlüğünü pekiştirmek adına dinci-faşist tek adam dikta rejimini hayata geçirme amacıyla gündeme geldiğini ve bu dönemde sermayenin dilediği pek çok saldırının referandum sonrasına ertelendiğini biliyoruz. Referandum öncesinde sermayeye sunulan sınırsız teşviklerin yanı sıra “milli çalışma ve istihdam seferberliği” gibi işçi ve emekçileri aldatmaya dönük uygulamalar da devreye sokuldu. Bir bakıma “işçi ve emekçilerin huzurunu olsa olsa Erdoğan sağlar” yanılsaması, bizzat Erdoğan’ın “istihdam seferberliği” yalanını gündeme getirmesiyle pekiştirildi. Fakat hatırlamak gerekir ki, “istihdam seferberliği” iddiasını ortaya atan Erdoğan, yine referandum öncesinde Zonguldak’ta kadrolu-güvenceli iş isteyen madencileri azarlayarak, bir kez daha gerçek yüzünü göstermiş oldu. Daha önce Renault ve Tofaş’ta haklarını arayan işçilere, Soma’da katledilen madencilerin yakınlarına saldırmaktan imtina etmeyen Erdoğan’ın, işçi ve emekçilere vadettiği bunlardır; yani kölelik ve baskı rejimidir.

“İstihdam ve çalışma seferberliği” yalanı ve referandumun gerici kutuplaşmasıyla üzeri örtülen ise yeni dönemde hayata geçirilecek uygulamalardır. İşçi sınıfını ve kamu emekçilerini bekleyen uygulamaların başında, geçmiş yıllarda gündeme getirilen “Ulusal İstihdam Stratejisi” doğrultusunda kamuda iş güvencesinin gasp edilerek performansa ve işten atma baskısına dayalı yeni çalışma rejimi gelmektedir. Sermayenin temsilcisi AKP şeflerinin dillerinden düşürmediği “kamuda taşeron sisteminin kaldırılması” yalanıyla yeni bir taşeronluk sistemi olarak hayata geçirilecek “özel sözleşmeli personel” düzenlemesi de bunun bir parçası olacaktır.

Ayrıca, “Ulusal İstihdam Stratejisi” doğrultusunda işgücünün esnekleştirilmesi ve güvencesizleştirilmesi hedefiyle hayata geçirilecek kıdem tazminatlarının fona devredilerek gasp edilmesi saldırısı bir diğer temel gündemdir. Patronların elindeki tazminatları, yine onların devletinin elinde ve onların hizmetine sunacağı fona devretmek, işçi sınıfına hiçbir gelecek ve güvence sunmamaktadır. Bu saldırı bir de yüzsüzce “işçilerin yüzde 80’i tazminatlarını alamıyor” çarpıtmasıyla kabul ettirilmek istenmektedir.

Bu köklü düzenlemeler sömürüyü ve ücretli köleliği ağırlaştırmaktan, işçilerin içerisine sürüklendiği huzursuzluğu yoğunlaştırmaktan başka bir sonuç doğurmayacaktır. Nitekim işçi ve emekçilerin tepkisiyle karşılaşacağı bilindiği için de referandum sonrasına bırakılmıştır. İşçi ve emekçilerin yaşamını doğrudan, kısa vadede etkileyecek bu saldırıların yanı sıra OHAL ile birlikte sürdürülen baskı rejimi de işçi sınıfı ve emekçilerin haklarını tehdit etmeye devam etmektedir. Buna bir de ekonomik krizle birlikte kârlarını koruma derdine düşen patronların iş yerlerinde devreye soktuğu yeni baskıl ve kölelik uygulamaları eklenmektedir. Baskı ve işten atma tehdidiyle kölelik yoğunlaştırılırken, en basit iş güvenliği hakları dahi göz ardı edilerek işçiler ölümüne sömürülmektedir. İş cinayetlerinin son dönemdeki artışı bunu açıkça ortaya koymaktadır.

Çalışma yaşamını doğrudan etkileyen bu saldırılar, basitçe kimi yerlerde dillendirildiği üzere “çalışma huzurunun ve iş barışının bozulması” meselesi değildir. Referandum sürecinin sonunda “artık önümüze bakalım” diyen başta TÜSİAD olmak üzere patronlar sınıfı, sözde “birlik ve beraberlik” çağrısı yaparak ülke içerisindeki ve dışındaki çıkarlarının işçi ve emekçilerle ortak olduğu yanılsamasını korumaya çalışmaktadır.

Oysa içeride işçi ve emekçileri tehdit eden Türk sermaye devleti, yukarıda değindiğimiz saldırıların yanı sıra dışarıda da Amerikalı ve Avrupalı emperyalist şeflerinin uşaklığına devam etme hevesindedir. AB’deki krizden de istifade ederek Avrupalı şeflerine esip gürleme şovları yapan Erdoğan ve şürekâsı, buralardan gelen yatırımlar ve buralara yaptıkları ihracatla ayakta durduklarının, Türkiye’deki patronların kârlarının Avrupalı ve Amerikalı tekellerle kurdukları işbirliğine dayandığının bilincindedir. Keza Ortadoğu’daki kirli çıkarlarının da emperyalist şeflerinin güdümünde saldırganlığı tırmandırmaktan geçtiğinin de farkındadır.

Bütün bunlar, Ortadoğu batağına saplanarak hegemonyaları sarsılan batılı emperyalistlerin yeni dönemde hayata geçirmeye başladıkları saldırgan politikalarında Erdoğan’ın baş uşak olma çabalarını yoğunlaştıracağına işaret etmektedir. Bu ise başta İsrail ve Körfez şeyhleri olmak üzere, batılı emperyalistlerin bölgedeki işbirlikçileriyle Türk sermaye devletinin Ortadoğu emekçi halklarını katletmeye devam edeceğinin sinyallerini veriyor. Bölgede sertleşen emperyalist hegemonya mücadelesinde bu kirli çıkarların savunuculuğunu yapan Erdoğan ve AKP’si, Türkiye’yi adım adım savaşa sürüklemekten geri durmayacaktır. Bu kirli çıkarlar, “Suriye ve Irak’a yardım, güvenli bölge” vb. adı altında yeni işgallerin önü açılarak hayata geçirilmek istenmektedir. Bu ikiyüzlülüğü daha önce Irak’ta, Afganistan’ta, Afrika ülkelerinde gösteren batılı emperyalistler, bugün aynı ikiyüzlülüğü bölgedeki işbirlikçi devletlerle hayata geçirmek istemektedir.

Türk sermaye devleti de burada başrol kapmaya çalışmaktadır. “Dünya beşten büyük” yalanıyla Amerikalı ve Avrupalı şeflerine sözde kafa tutan dinci-gerici AKP iktidarı, aynı ikiyüzlülükle, şeflerinin çıkarlarını hayata geçirme ve kendi de buradan pay kapma çabasındadır. Türkiyeli işçi ve emekçiler unutmamalıdır ki, bölge emekçi halklarının bu yalanlar ve ikiyüzlülük eşliğinde devreye sokulacak saldırılardan alacağı pay, Filistinli ve Kürdistanlı emekçi halkların on yıllardır maruz kaldığı zulümdür. Suriyeli, Iraklı, Afrikalı emekçi halkların bugün göç yollarında ve gittikleri ülkelerde yüz yüze bırakıldığı sefalettir. Batılı emperyalistlerin ve AKP iktidarının dümeninde olduğu Türkiye’deki işbirlikçilerinin güdümünde kirli savaşa kışkırtılan bir grup cihatçı dışında milyonlarca emekçi, bölgedeki kan gölünde ya da kaçmaya çalışırken denizlerde boğulmuştur. Kaçanlar da gittikleri ülkelerde kışkırtılan ırkçılıkla, baskı ve tehditle köleliğe sürüklenmektedir.

Ücretli kölelik düzeni olan kapitalizmin zorbalığı, tam da dünya çapında tırmandırılan saldırganlık, ve baskılarla sömürünün daha da ağırlaşmasına yol açmaktadır. Bu düzenin sefasını süren patronlar sınıfı, tam da bu koşullarla iktidarlarını pekiştirmek, yeni kölelik uygulamalarını devreye sokmak ve önümüzdeki dönemde de ayakta kalmak çabası içerisindedir. “Birlik ve beraberlik” dedikleri, “milli seferberlik” diye parlattıkları, tam da bu kölelik uygulamalarının ve savaşların önünü açmaya vesile olmaktadır. Örgütsüz ve birliği zayıf gözüken emekçi halklara zulümle boyun eğdirmek için bu adımlar atılmaktadır. Kısacası bozulan basit bir “çalışma huzuru” değildir. Bozuk olan, bizzat bu düzenin kendisidir.

Karanlığa doğru seyreden bu tablo, tam da 1 Mayıs’ın ortaya çıktığı 19. yüzyılın ikinci yarısındaki dönemle örtüşmektedir. O dönem de yine iktidarlarını koruma çabası ile hareket eden patronlar sınıfı; işçi ve emekçileri “milli seferberlik” adı altında adım adım 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na sürüklemişti. Keskinleşen emperyalist rekabetle ortaya çıkan paylaşım savaşlarının faturasını ise işçi sınıfı ve emekçi halklar ödemişti.

Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın sonunu hazırlayan ve yeni bir dönemi açan Ekim Devrimi ise bu karanlığı yırtmak için bir ilk adım olmasıyla da işçi sınıfı ve emekçi halklara kurtuluşun yolunu göstermektedir. Emekçi halklar, patronlar sınıfı için değil, kendi çıkarları uğruna seferber olmalı, işçilerin birliği ve emekçi halkların kardeşliği mücadelesini yükseltmenin bir ilk adımı olarak 1 Mayıs alanlarına çıkmalıdır.

 
§