29 Temmuz 2016
Sayı: KB 2016/28

Karanlığa son verecek yegâne güç işçi sınıfıdır!
Darbe girişiminin ardından AKP iktidarı
Demokrasi mi dediniz?
Devrimci-siyasi tutsaklar üzerindeki tecrit yoğunlaşıyor
Ne darbe ne de dinci-gerici AKP iktidarı
Darbe-demokrasi şarlatanlığına işçilerin yanıtı
Demokratik bir ortamda insanca yaşamak için talep ediyoruz!
“İşçi sınıfı olarak bizlere bu koşulları dayatan sisteme karşı savaşmalıyız!”
15 Temmuz’un ardından ekonomi sıkıştı, patronlar kolları sıvadı
7 Haziran seçimleri ve siyasal tablo
Reformist sol, burjuva solla kol kola!
Kadın işçiler safını seçmeli, bu düzene karşı örgütlenmelidir!
Yaşasın işçi sınıfı mücadelesi!
Avrupa burjuvazisi geleceğe hazırlık yapıyor
Asya-Pasifik’te hegemonya krizi “müzakereler” ile sürüyor
ABD ve Almanya Türkiye’deki darbenin başarısızlığına çok öfkeli
İşgalci İsrail, Filistinlilere saldırılarına devam ediyor
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ne askeri darbe, ne de polis rejimi...

Yaşasın işçi sınıfı mücadelesi!

 

Tekstil işkolunda çalışan bir işçi olarak 15 Temmuz “darbe” gecesinde fabrikada çalışıyordum. Sürekli olarak sosyal medyadan gelen mesajlar, işyerimizde bütün işçi arkadaşlarımızı tedirgin etti. Boğaziçi Köprüsü’nün kapatıldığı, Genelkurmay Başkanı’nın rehin alındığı haberleri gelince hepimizde bundan sonra ne olacak tedirginliği oluştu. Hepimiz sokaklarda insanların öldüğü, tankların dolaştığı haberlerini aldıkça, refleks olarak ailemize, dostlarımıza ulaşmaya çalıştık. Durumun da etkisiyle makineleri kapatarak işi bıraktık. Bir kaç saat boyunca makineleri durdurup, üretim yapmadık. Evlerimize gidip ailemizin yanında olmak istedik. Personel müdürü fabrikaya gelerek, bize tekrar işbaşı yaptırmak için taklalar attı. Durumun ‘’hükümet’’imiz tarafından kontrol altına alındığını, her şeyin normal olduğunu, burada daha güvende olduğumuzu, dışarı çıkmanın tehlikeli olduğunu söyleyip durdu. Onun derdi bizim güvenliğimiz değil üretimin devamıydı, bunu hepimiz biliyorduk. Fabrikada bulunan üç bölümden arkadaşlarla bir aradaydık. Yaklaşık üç saat çalışmadık. Ancak müdür, bölümleri ayırıp konuşmayı deneyince başarılı oldu. Üç saatin sonunda makineleri çalıştırdık.

Bir tarafta TSK’nın yönetime el koyduğu, ikinci bir emre kadar sokağa çıkmanın yasaklandığı, sıkıyönetim ilan edildiğı haberleri... Diğer tarafta ise “demokrasi”ye sahip çıkmak için halkın sokaklara çağrıldığına yönelik açıklamalar... İlki askeri darbenin, ikincisi ise koyu bir polis rejimine geçişin habercisi idi. Şimdi de OHAL ilan edildi. Her türlü faşist baskının, zorbalığın ve yasaklamanın önü açıldı.

Günlerdir işçi ve emekçileri kandırarak alanlara çağırıyorlar. Bu çağrılara yanıt verip meydanlara çıkanları “demokrasiyi savunanlar”, olmayanları ise darbe yanlısı ilan ederek, toplumu gerici bir zeminde ayrıştırmanın gayretindeler. Bizim de fabrikamızdan yüzlerce işçi arkadaşımız meydanlara çıkıp demokrasiyi savunduklarını sanıyorlar. Böyle aldatılıyorlar. Ancak yaşanan gelişmeler üzerinden söz konusu boğazlaşmanın kimin çıkarı için yaşandığını anlattığımızda, gerçekte amaçlarının ne olduğunu ortaya koyduğumuzda arkadaşlarımız gerçeğin farkına varmaya başlıyorlar. Darbe gerçekleşmiş olsaydı, bizleri tarihimizin en ağır, en zor dönemlerinden birisi bekliyor olacaktı. Peki darbe başarısız bir şekilde sonuçlandığında biz işçi ve emekçiler için bir şey değişmiş mi oldu? Hayır! Zira OHAL uygulaması ile ilk olarak işçi eylemlerine saldırmaya başladı sermaye devleti.

Bu karmaşıklık içerisinde kıdem tazminatının fona devri (gaspı), bireysel emeklilik sistemi vb. uygulamalar sessizce meclisten geçirilecek. En meşru haklar için yapılan eylemler OHAL uygulaması ile engellenecek, emekçiler baskı ve zorbalık ile sindirilmeye çalışılacak.

Biz işçi ve emekçilere ne askeri darbe, ne demokrasi makyajıyla süslenmiş olan polis rejimi, ne de OHAL uygulamaları çözüm olabilir.

Bizim kurtuluşumuzun yolu, devrimci sınıf mücadelesinden geçmektedir. O halde darbeye, OHAL’e, IŞİD vari gerici kafa kesen çetelere, meclisten geçirilen kölelik yasalarına karşı devrimci sınıf mücadelesini büyütelim.

Küçükçekmece’den bir tekstil işçisi

 

 

 

 

CHP mitingine katılanlara bir çift söz...

 

24 Temmuz Pazar günü darbeye karşı “Cumhuriyet ve demokrasi” mitingi yapıldı. Haftalardır büyük bir korkuyla gelişmeleri izleyen reformist sol cenah ve mesleki/sendikal oluşumlar (KESK, TTB, TMMOB, Halkevleri, EMEP, EHP, Kaldıraç, BHH, TÖPG, KOS, İKS) bayrağını kaptığı gibi CHP’nin kanatlarının altında Taksim Alanı’nda yerini aldılar. İşine geldi mi sözde devrimci, militan kesilenler, bu kaos ortamında birlik olduklarını göstermek için Taksim alanında yapılan, AKP iktidarının temsilcilerinin de yer aldığı mitinge büyük bir coşku ve kararlılıkla katıldılar.

15 Temmuz’dan bu yana yaşanan gelişmeleri emekçilere kendi durdukları yerden anlatmaya bile cesaret edemediler. Ancak yazılı açıklamaları sitelerine koymakla yetindiler. Anlaşılan CHP’nin çağrısıyla kendilerine güven geldi ve mitingde yer almak için koşup soluğu Taksim’de aldılar. Ve manşetlerinden 10 maddelik “Taksim Manifestosu” yayınladılar.

Manifestonun 3. maddesi diyor ki: “Her türlü darbeye ve parlamenter sistem üzerindeki her türlü vesayete karşı çıkmak tüm demokratların, demokrasiden yana olanların bu ülkeye namus borcudur. Hep birlikte ve her zaman ne darbe, ne dikta; yaşasın tam demokrasi demeliyiz ve söylemeye devam etmeliyiz.”

Bu parlamento değil mi ki biz işçilerin, emekçilerin, Kürt halkının üzerinde tahakküm kuran, sömürü koşullarını ağırlaştıran, katleden, imha eden? Biz üretenleri hiçe sayan, inim inim inleten bu parlamento değil mi? Bu parlamento değil mi, işçi düşmanı yasaları bir bir çıkaran, iş cinayetlerini, taciz ve tecavüz davalarını yeni yasalarla aklayan? Sorular çoğaltılabilir...

Sermaye düzeninin tarihinde parlamento yoluyla alınan kararlar üzerinden hiçbir zaman işçinin yüzü gülmedi. Haklarımız bu parlamentoda hiç büyümedi. Aksine küçüldükçe küçüldü.

AKP iktidarı elini güçlendirmeye, işçileri, emekçileri kendi yanında yedeklemeye, bilinçlerini bulandırmaya çalışıyor. Saldırı yasaları ise bir bir hayata geçiyor. CHP belediyeleri OHAL’i imkâna dönüştürüyor, direniş çadırlarını topluyor. Ve bizim yılmaz solcularımız CHP’nin kanatları altında Taksim’e dökülüyor.

Geçtiğimiz 1 Mayıs’ta Taksim iradesi ortaya koyanları “alan fetişizmi”yle suçlayanlar, Bakırköy’ü “şimdi birlik zamanı” diye gerekçelendirenler, CHP coşkusuyla Taksim alanını doldurdu.

Fabrikalarda, işyerlerinde örgütlü, örgütsüz her alanda hiçbir faaliyet yapmadılar. Çünkü öyle bir korku salınmıştı ki içlerine, “Taksim manifestosunu” bayrak edinmeleri onları daha sevimli gösterecekti.

Sizin istediğiniz demokrasinin kimin demokrasisi olduğu açık. Burada biz işçilerin bir yeri olmadığı da.

İstanbul Emek ve Demokrasi Koordinasyonu, DİSK, KESK, TTB, TMMOB, İKP, Halkevleri, EMEP, EHP, Kaldıraç, BHH, TÖPG, KOS, İKS biz işçi ve emekçilerin sırtında birer kambura dönüşmüş bulunuyor. Çünkü sınıfa, sınıf davasına inanmıyor, korkuyorsunuz. Daha doğrusu yüreğiniz buna yetmiyor. Diyeceğim o ki, en iyisi bu birliği CHP çatısı altında birleştirmenizdir. En azından sizin için bir ağırlığa dönüşmüş bulunan “sosyalist” ya da “devrimci” sıfatlarından böylece kurtulmuş olursunuz.

Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde!

Çorlu’dan bir metal işçisi

 
§