29 Temmuz 2016
Sayı: KB 2016/28

Karanlığa son verecek yegâne güç işçi sınıfıdır!
Darbe girişiminin ardından AKP iktidarı
Demokrasi mi dediniz?
Devrimci-siyasi tutsaklar üzerindeki tecrit yoğunlaşıyor
Ne darbe ne de dinci-gerici AKP iktidarı
Darbe-demokrasi şarlatanlığına işçilerin yanıtı
Demokratik bir ortamda insanca yaşamak için talep ediyoruz!
“İşçi sınıfı olarak bizlere bu koşulları dayatan sisteme karşı savaşmalıyız!”
15 Temmuz’un ardından ekonomi sıkıştı, patronlar kolları sıvadı
7 Haziran seçimleri ve siyasal tablo
Reformist sol, burjuva solla kol kola!
Kadın işçiler safını seçmeli, bu düzene karşı örgütlenmelidir!
Yaşasın işçi sınıfı mücadelesi!
Avrupa burjuvazisi geleceğe hazırlık yapıyor
Asya-Pasifik’te hegemonya krizi “müzakereler” ile sürüyor
ABD ve Almanya Türkiye’deki darbenin başarısızlığına çok öfkeli
İşgalci İsrail, Filistinlilere saldırılarına devam ediyor
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Reformist sol, burjuva solla kol kola!

 

Sermaye düzeninin yaşadığı siyasal kriz zemininde karşılıklı kılıçların çekildiği, darbe girişiminden OHAL’e uzanan gelişmelerin yaşandığı, karşılıklı demokrasi naralarının atıldığı ve her koşulda burjuva sınıf egemenliğini kendi cephelerinden güçlendirmeye çalıştıkları bir süreç yaşanıyor. Gerici güçlerin kitleleri kendi arkasında yedeklemek için ortaya koyduğu çaba ise gelişmelerin bir diğer ayağını oluşturuyor.

AKP’nin en geniş cepheyi kurma çabası

Darbe girişimini püskürterek geçici de olsa soluk alan AKP iktidarı, “darbeye karşı demokrasi” aldatmacasıyla CHP, MHP ve HDP’yi de yanına alarak, parlamenter sisteme sahip çıktıkları havasını yaratmaya çalışıyor. Abdullah Gül’ünden, Davutoğlu’na birçok eski yol arkadaşı ile kol kola girmekten, Ergenekon’dan yargılanan eski komutanları göreve çağırmaya kadar, kendisine geniş bir cephe oluşturmak için uğraşıyor.

AKP aynı zamanda “darbe girişimini püskürtmüş, demokrasiyi savunmuş ve toplumsal mutabakatı sağlamış” bir iktidar pozu vererek toplumsal dayanaklarını korumayı amaçlıyor. Yine bu aynı söylemler üzerinden emperyalist güçlerin desteğini almayı hedefliyor. 15 Temmuz’un hemen öncesinde emperyalist güçlerle arasını iyi tutmaya çalışması, Rusya’dan özür dilemesi, İsrail’le anlaşması da bu gelişmelerin bir diğer boyutunu oluşturuyordu. Tüm bu davranış çizgisi, çözülmekte olan bir iktidar gücünün çırpınışları olarak da değerlendirilebilir.

Bir düzen partisi olarak CHP’nin konumu

CHP’nin de darbe karşısında demokrasi savunuculuğuna soyunması, burjuva sol bir parti için şaşırtıcı değildir. Bir düzen partisi olarak var olan parlamenter sisteme ve AKP hükümetine sahip çıkması doğaldır. Nitekim darbe girişiminin bastırılmasıyla birlikte Kılıçdaroğlu tıpış tıpış sarayın yolunu tutmuştur.

CHP özünde sermaye düzeninin siyasal zeminde ona biçtiği rolü harfiyen uygulamaktadır. 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olmuş olsaydı da CHP kendisine biçilmiş rolü harfiyen yerine getirmekten geri durmayacaktı. Yeni koşullar üzerinden sermayenin çıkarlarını ve devletin bekasını savunmak için canını dişine takacaktı.

CHP’nin “demokrasi” şarlatanlığı üzerinden üstlendiği yeni rol ise, toplumun sola eğilimli, seküler kesimlerini AKP’nin arkasına takmak zemininde kendisini ortaya koyuyor. Bu rol, darbe girişimine de, OHAL’e de karşı olan kitlelerin CHP solculuğu sınırlarında tutulmasını, düzeni aşacak bir öfke patlamasına dönüşmemesini sağlamayı da kapsamaktadır. Dahası, reformist solu “cumhuriyet” ve “demokrasi” söylemleriyle düzene yedeklemeyi, AKP ve Erdoğan karşıtlığının sınırlarını çizmeyi de içermektedir.

24 Temmuz’da CHP’nin çağrısıyla gerçekleşen miting de tam olarak bu rolün yerine getirilmesidir.

15 Temmuz’dan bu yana AKP’nin Haziran Direnişi’ndeki bir dizi sembolü kullanması, kendine uyarlaması, bir dizi kahraman yaratması -tankın önünde duran adamdan darbecilere karşı tek başına direnen kadına- Taksim, Kızılay ve Gündoğdu gibi yasaklı meydanların açılması, çadırlar kurulması, nöbet tutulması, kitlenin yaratıcılığı olarak medyada pazarlanan –bir çoğu Haziran Direnişi’nden kopya- yaratıcılık örneklerinin sergilenmesi bir yanıyla %50 olarak tabir ettiği kendi kitlesini tutma çabasıyken, bu tablonun geriye kalan %50’de yaratacağı kıpırdanmayı kontrol altına almak için CHP’ye alan açılmıştır.

CHP’nin bu uğursuz misyona yanıt vermesi eşyanın tabiatı gereğidir. Burada bizler için esas tartışma konusu olanlar, sosyalistlik, komünistlik, devrimcilik adına bu oyunun bir parçası haline gelenlerdir. Hatta öyle ki; rolü, misyonu, konumu baştan belli olan CHP’ye akıl vermeye, önerilerde bulunmaya kalkışmaktadırlar.

BHH şahsında reformist solun ibretlik tutumu

CHP’nin miting çağrısına ilk elden yanıt veren Birleşik Haziran Hareketi (BHH) olmuştur. Kendi tabirleriyle, “çağrının ilk açıklandığı andan itibaren konuya duyarlılık” göstermişlerdir. “CHP ile temasa geçerek, bu önemli adımı hep birlikte örme irade(lerini) beyan et(mişlerdir).” BHH şahsında reformist sol sözünü söyleyebileceği bir alan bulmuştur kendisine. Bu fırsatı kullanmak istemektedir. Zaten mitingin “cumhuriyet ve demokrasi” içeriği ve söylemleri BHH’yi tam anlamıyla kapsamaktadır.

CHP’ye önerileri de bu kapsayıcılığın bilinciyle yapılmaktadır:

1. AKP bir karşı-darbe örgütlüyor, toplumu kendi gerici ideolojisi çerçevesinde yeniden şekillendirmek için ortamı “Allah’ın bir lütfu” olarak değerlendiriyor. Bu nedenle, miting içeriğinde mutlaka LAİKLİK vurgusu bulunmalıdır.

2. Taksim’i emekçilere kapatan, bunun için on binlerce polisle halka saldıran AKP, Taksim başta olmak üzere tüm meydanlarda demokrasi müsameresi yapıyor. AKP ve demokrasi yan yana anılamaz. AKP yöneticilerinin de katıldığı bir ‘milli mutabakat mitingi’ görüntüsü kabul edilemez. Demokrasi AKP’nin karşı-darbesine karşı savunulmalıdır.

Kürsüde mutlaka bu hassasiyetlerin vurgulanacağı bir metin okunmalıdır.”

Onlara göre “demokrasi AKP’nin karşı-darbesine karşı savunulmalıdır.” Yani burjuva liberallerin savunduğu ölçüde, sınıfsal içeriği olmayan ancak esasında burjuva demokrasisinin en saf halini kastetmektedirler. Bugün darbeciler de, AKP de, CHP de, BHH de demokrasi söylemiyle ortaya çıkmaktadırlar. Hepsi birbirine karşı demokrasiye sahip çıkmaktadırlar. Demokrasi ne menem bir şeydir ki herkes diline dolamaktadır. Bu noktada, isterseniz Lenin’e kulak verelim:

Bir liberalin genel olarak ‘demokrasi’den söz etmesi doğaldır. Bir marksist ise: ‘Hangi sınıf için?’ diye sormaktan hiçbir zaman geri kalmayacaktır. Örneğin, ilkçağ kölelerinin ayaklanmaları ve hatta büyük kaynaşmalarının, ilkçağ devletinin özünü, yani köleciler diktatörlüğünü hemen açığa vurduklarını herkes -ve ‘tarihçi’ Kautsky de- bilir. Bu diktatörlük, köle sahipleri arasındaki, onlar için demokrasiyi ortadan kaldırıyor muydu? Herkes bilir ki, hayır.” (Lenin,Proleter Devrim ve Dönek Kautsky, Sayfa: 17, İnter Yayınları)

Yani bugün demokrasiden bahsederken sınıfsal içeriğinden bahsetmeyen her kim olursa olsun, burjuva demokrasisinden bahsetmektedir. Bunu sol, sosyalizm, devrimcilik veya komünistlik adına yapıyor olsa bile. Bu tam olarak kurulu düzeni reforme etme programının izdüşümüdür. Bu programın bir yanını da laiklik savunusu tamamlamaktadır. AKP öncesinde de bu düzen hiçbir zaman laik olmamıştır. En basit anlamıyla laikliği din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, din ve vicdan özgürlüğü olarak tanımladığımızda sermaye devletinin kuruluşundan bugüne laikliğin “L”sinin bile olmadığını görürüz. Bütün camilerin, din adamlarının devlete bağlı olduğu bir sınıf egemenliğinde laiklikten bahsetmek komiktir. Laiklik, AKP’ye karşı değil, burjuva sınıf egemenliğine karşı savunulmalıdır.

3. Özgürlük, demokrasi ve laiklik, 2013 Haziran’ında Taksim’e damgasını vuran tüm renklerle birlikte savunulabilir. 24 Temmuz Pazar günü Taksim’de tüm bu renklerin yansıyacağı bir büyük buluşma gerçekleşmelidir.

4. Olumlu görüşmeler yaptığımız CHP’den bu temelde bir yanıt bekliyoruz. Beklentilerimizin karşılandığı koşullarda, HAZİRAN 24 Temmuz Pazar günü kendi kimliğiyle ve tüm kitlesiyle Taksim Meydanı’na yürüme kararlılığındadır.

Meydanı darbe ve diktatörlük heveslilerine bırakmayacağız.”

3. ve 4. madde ile tamamlanan yaklaşım CHP tarafından karşılık görmüş olacak ki BHH mitinge katılmıştır. Hatta mitingin başarılı geçtiğini düşünmektedirler. “Özgürlük, demokrasi ve laiklik” kavramlarını ardı ardına sıralayıp, 2013 Haziran’ından ve Taksim’den bahsetmek BHH’yi heyecanlandırmaktadır. Ancak bu heyecan içi kof bir heyecandır.

Zira, “…burjuva demokrasisi rejimi dönemindeki ‘özgürlük ve eşitlik’ biçimsel olarak kalırlar; bunlar gerçekte (biçimsel olarak özgür, biçimsel olarak eşit haklara sahip) işçilerin ücretli köleliği ve sermayenin mutlak iktidarı; emeğin sermaye tarafından ezilmesi anlamına gelirler.” (Lenin, Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü, Sayfa: 169, Sol Yayınları)

Bu en temel Marksist-Leninist yaklaşımı görmezden gelmek bir hata veya kavrama yoksunluğu olamaz. Olsa olsa, bilinçli bir uzak duruş ve tercihtir.

Miting sonrası Haziran’ın açıklaması da tabloyu ve reformist solun yaklaşımını perçinlemiştir:

AKP’nin planları, Taksim’i dolduran ilerici yurttaşlarımızın ve sol/sosyalist hareketin mücadeleleri sonucunda boşa düşürüldü.

Ülkemizin geleceği, AKP/Saray rejiminin kendini meşrulaştırma, güçlendirme girişiminin ifadesi olan ‘milli mutabakatta’ değil TAKSİM meydanının iradesinde ve çağrısındadır.”

Mücadele dedikleri AKP’nin icazetinde Taksim’e çıkmaktır. Sözünü onun belirlediği sınırlarda söylemektir.

Taksim Meydanı 15 Temmuz’dan bugüne AKP’nin sokaklara çağırdığı gerici güçlere ve uyutulmuş kitlelere ev sahipliği yapmaktadır. Bir günlüğüne kendilerine açılmış olması “rejimin kendini meşrulaştırma ve güçlendirme girişimi”ne destek olunması içindir. Haziran ve CHP mitingine katılan reformist çevreler bu oyunun bir parçası olmuştur, o kadar.

Hangi sınıfsal zeminde ortaklık?

24 Temmuz mitinginde okunan ve altında DİSK, KESK, TMMOB, TTB, DBP, Devrimci Parti, EMEP, EHP, ESP, HDP, SYKP, YSGP, HDK, Haziran Hareketi, Halkevleri, İHD, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), Hacı Bektaş-ı Veli Vakfı, PSAKD, ABF ve Demokratik Alevi Dernekleri’nin imzası olan ortak bildirgenin maddelerini tek tek yazacak değiliz. Ancak hem darbelere, hem de OHAL’e karşı olduğunu iddia edenlerin her ikisinin de kaynağı olan sermaye düzenine ve burjuva sınıf egemenliğine tek laf etmemesi, bütün taleplerin bu düzenin demokratikleştirilmesi sınırlarında kalması her şeyi açıkça ortaya koymaktadır. Bu haliyle CHP’nin ortaya koyduğu Taksim Manifestosu’ndan öz itibariyle hiçbir farkı yoktur. CHP burjuva sol bir düzen partisi olması vesilesiyle düzen kurumlarına açıktan sahip çıkmış, AKP’ye yönelik eleştirilerini daha üstü kapalı yapmıştır. Ancak öz itibariyle aynıdırlar. Bunu her iki metnin de aynı mitingde, ardı ardına okunmasından ve birbiriyle çatışmamasından anlamak güç olmasa gerek.

Ortaya çıkan ise kim ne derse desin “yaşasın burjuva demokrasisi!” sloganıdır. Burjuva sınıf egemenliğine dair tek laf etmeden, sınıf mücadelesinin dışında yapılacak her çağrı mevcut düzeni güçlendirmektedir.

Reformist solu “Baş’tan” okumak…

HTKP’nin genel başkanı Erkan Baş’ın “Devrimciler taraftır” başlıklı yazısından alıntılarla ibretlik tabloyu daha net göstermeye çalışalım:

OHAL ilanından sadece birkaç gün sonra yüz binlerce yurttaşımızın toplanması başlı başına önemlidir… Bize göre mitingi değerli kılan, dün Taksim Meydanı’nda toplanan kalabalığın en geniş kesimini ortaklaştıran kimliktir. Bu kimlik soldur… Sol, 15 Temmuz’dan bu yana, Taksim’deki mitinge kadar, yazılı basın açıklamaları dışında sadece gerici-faşist saldırılara karşı mahallelerin savunulması ile sınırlı bir pratik sergilemiş, kendini bir kitle eylemi ile ortaya koymamıştı. Dün bu büyük eksiğin kapatılmış olması başlı başına önemlidir.”

OHAL’i devreye sokanların izni ile 24 Temmuz mitinginin yapıldığından bihaber olsa gerek Erkan Baş.

Ayrıca sınıf kavramından yoksun bir sol vurgusu ile esasında kastettiğinin burjuva sol olduğunun bile farkında değil herhalde.

OHAL’in devreye sokulduğu bir ülkede sosyalistlerin, durumu ‘analiz etmekle’ yetinmesi ve somut-pratik adım atamaması kabul edilemez.”

Yazarımıza göre bu “somut pratik adım” kendisinin de bahsettiği düzen içi taraflaşmada yerini almaktır.

Neyse ki, CHP böylesi bir miting gerçekleştirdi de “analiz etmekle yetinmeyip, somut-pratik adım” atabildiler. Ne mutlu onlara!

Böylesi bir evrede CHP’nin düzenleme kararı aldığı mitingin bir fırsata dönüştürülmesi için girişimlerde bile bulunmayanlar ne kadar sol söylemlerle bunu yapmış olurlarsa olsunlar siyasetin dışına düşmüşlerdir.” Evet, burjuva siyasetinin dışına.

R. U. Kurşun


 
§