14 Ağustos 2015
Sayı: KB 2015/31

Kirli savaşa, faşist baskı ve devlet terörüne karşı birleşik-militan mücadeleye!
Emperyalist koalisyon halklara karanlık bir gelecek hazırlıyor!
Kapitalizm ulusal sömürü ve kirli savaşların kaynağıdır
Bu devlet ne yapmadı ki?
Savaş ve saldırganlığın suçlusu kim?
Kürdistan’da devlet terörü ve direniş
İstanbul ve Ankara’da Barış Bloku mitingleri
Ankara’da 4 sınıf devrimcisi tutuklandı
Yaşasın devrim! Yaşasın sosyalizm!
BDSP’den operasyon ve devlet terörüne karşı eylemler
Devlet terörü alabildiğine sürüyor!
AKP-CHP koalisyonu: Sistemin ve egemen sınıfın öncelikli tercihi
Barış sorunu - V. İ. Lenin
“Mücadelemiz dışarıda da içeride de devam edecek”
“Elimizden gelen savaşı, gayreti sonuna kadar göstereceğiz!”
Mersin serbest sömürü bölgesi
İş cinayetleri
Maden patronlarına 2019’a kadar güvence
“Sanat, mücadele içinde bir araç, bir silah bizim için!”
Dünyada işçi ve emekçi eylemleri
Filistin’de öfke birikiyor
Halid Barakat’la röportaj...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

AKP-CHP koalisyonu: Sistemin ve egemen sınıfın öncelikli tercihi

 

ABD ve batılı diğer emperyalistlerin 7 Haziran seçimlerindeki beklentisi, "seçimden zayıflamış, itibarı ve etkisi daha da azalmış" bir Tayyip Erdoğan ve seçimden az-çok zayıflamış olarak çıkan bir AKP idi. Bunu tamalayan bir diğer beklentileri ise, az-çok toparlanmış bir düzen muhalefeti, yani CHP idi. CHP’nin yerinde sayması dışında, 7 Haziran seçimlerinin sonuçları hemen hemen onların arzuladıkları gibi oldu.

Emperyalist güçlerin ve sermayenin önemli bir başka arzusu daha vardı, tüm güçlüklerine rağmen büyük koalisyonun, yani AKP-CHP koalisyonunun kurulması. Onlara göre en önemli görev ve sorumluluk buydu. Pati çıkarları bir yana bırakılmalı, sistemin ve ülkenin çıkarları, istikrarı ve huzuru için, büyük bir sağduyu gösterilip, bir an önce bu yönde adım atılmalıydı. Seçim sonuçlarından oldukça hoşnut olarak ve ortaya çıkan tabloyu önemli bir imkan sayarak, bu arzularını seçimlerin daha ilk gününde tüm taraflara bir kez duyurdular.

Şüphesiz ki, ortaya çıkan tablodan memnundular ancak, bazı eksiklikler, sorunlar ve pürüzler de vardı. Örneğin, Tayyip Erdoğan ülkenin kararlaştırıcı birinci adamı olma hedefine ulaşamamıştı. Üstelik seçimden bir parça zayıflamış, bu nedenle de itibarı bir parça azalmıştı. Ancak, AKP üzerindeki etkisi hala devam ediyordu.

İkincisi, AKP gerçekten de %9 oranında bir oy kaybıyla, nisbeten zayıflamıştı ama desteği hala %41 civarındaydı ve hala birinci partiydi. Seçimler Tayyip Erdoğan, onun mutlak hakimiyetindeki AKP ile HDP arasında geçmişti. Buna karşın CHP kelimenin gerçek anlamıyla yerinde saymıştı. Güçlükler ve sorunlar da burada başladı.

Tayyip Erdoğan ve AKP kurmayları bir kaç gün suskun kaldılar, beklediler. Ancak bu fazla sürmedi. Greçek şu ki, düzen hala alternatifsizdi. Her şeye rağmen AKP hala en fazla oy alan partiydi. Her hükümetin yolu AKP’den geçiyordu. Tek başına ya da bir başkası ile kurulacak bir hükümet AKP olmaksızın olanaksızdı. Dikkate değer olan, AKP sıkıştığında ya da bir mecburiyet kendisini dayattığında MHP’nin AKP’nin yardımına koşması oldu. CHP cephesinde tam bir çapsızlık sergilendi yine. Seçimin gerçek galibi HDP idi ama, o da "çözüm süreci" sevdasından vazgeçemedi. "Çözüm süreci"nin devamı kaydıyla bir CHP-AKP koalisyonunu, hatta bu şart olursa tek başına bir AKP hükümetini dahi destekleyeceğini açıkladı. Kürt hareketinin toplamındaki bu zaafiyet Tayyip Erdoğan’ı ve fiili lideri olduğu AKP’yi ayrıca cesaretlendirdi. Düzen muhalefeti cephesindeki bu zaafiyetten hareketle, 7 Haziran seçimleri ile bozulan hesaplarını düzeltmek ve devletin kirli savaş ofislerinde hazır bekleyen savaş planlarını devreye sokmak üzere harekete geçtiler.

Tayyip Erdoğan ve AKP’nin planına göre siyasal sahnenin ön planında partilerle sözde hükümet kurma amaçlı çabalar olacaktı. Bu yapıldı. Her gün bir senaryo üretildi. Bir AKP-CHP koalisyonu öne çıkarıldı, bir AKP-MHP. Sık sık da, Tayyip Erdoğan’ın gerçek hedefinin bu oyalamacanın yardımı ile süre doldurarak zamanı tüketmek ve ardından da erken seçime gitmek olduğu ileri sürüldü.

Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’nin esaslı bir başka hesabı daha vardı, "çözüm süreci"ni rafa kaldırarak Kürt hareketine ve doğal olarak Kürt halkına dönük topyekün bir saldırı başlatmak. Türkiye, Kürdistan ve tüm bir bölgeyi bir şiddet sarmalının içine sokmak. Bu sayede seçimlerden itibar kazanan ve toplum üzerindeki etkisini arttıran, bu başarısı ile sistemin efendilerinin dahi sempatisini ve takdirini kazana HDP’yi açmaza almak. Onu PKK’ye açıktan tavır almaya zorlamak. Yeniden kan siyaseti yaparak, en iğrencinden bir ırkçı-şoven propaganda yürüterek onu yıpratmak, toplum nezdinde itibarını tartışmalı hale getirmek ve oy desteğini azaltmak. Bir erken seçim baskını ile HDP’yi barajın altına itmek.

Emperyalistlerin ve sermayenin asıl tercihi
büyük koalisyondur

Tayyip Erdoğan ve AKP gericiliğinin kirli hedeflerine ulaşmak için her türlü çılgınlığı göze aldıkları kesindir. Aradan geçen süre içinde, özellikle de son dönemde yapılanlar bunun somut kanıtıdır. Ancak, gelinen yerde koşullar pek çok açıdan değişmiştir. Örneğin Kürt sorunu şimdi bir iç sorun olmaktan çıkmış, bir bölge sorunu haline gelmiştir. Kürtleri birbirinden ayıran sınırlar delik deşik olmuş, ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla, bu sorunun çözümü bölgesel koşullar üzerinden şekillenecektir. ABD’nin bölgedeki çıkarları ve tercihleri, sermaye devletinin Kürt sorunu üzerinden ortaya koyacağı politikaları da dolaysız olarak belirleyecektir. AKP ve sermaye devletinin efendisinden kimi konularda özerk davranmasının sınırları vardır ve esasen gelinen yerde bu konuda bir lüksü de bulunmamaktadır. Türkiye’de kimlerle, hangi parti ile koalisyon kurulacağı da buna dahildir.

Yeri gelmişken bir kez daha belirtelim ki, 7 Haziran seçimleri öncesinde de, günümüzde de emperyalistlerin ve özellikle TUSİAD’ın tercihi değişmemiştir. Onlar yine AKP ve CHP’den oluşan büyük koalisyondan yanadırlar. Türkiye ve bölgede gitgide daha büyük bir ağırlığa dönüşen ve sadece Türkiye’de değil, bölge çapında hem de acil ve yakıcı biçimde çözümünü dayatan Kürt sorunu, dış politika ve bu çerçevede bölge devletleriyle ilşikiler sorunu, kriz ve giderek kötü sinyaller veren ekonomi sorunu, nihayet sosyal yıkım ve toplumsal kutuplaşma sorunu ve çivisi çıkmış devlet düzeninin yeniden tamiri sorunu bir büyük koalisyonu şart koşmaktadır. ABD ve sermaye çevreleri AKP-CHP koalisyonunun bu nedenle en uygun seçenek olduğunu düşünmektedir. Şu ya da bu partinin kısa vadeli çıkarlarını, hele hele Tayyip Erdoğan’nın kişisel hırslarını değil, sistemin uzun vadeli çıkarlarını esas almaktadırlar. Yani sorunlara stratejik bakmaktadırlar.

Sermaye devleti ve koalisyonun muhataplarına bu düşüncelerini çoktandır telkin ediyorlardı. Ancak Tayyip Erdoğan’nın kişisel hesap ve hırslarının da rol oynadığı pürüzler vardı. Kürt ve Suriye sorunu konusundaki farklılıklar diğer pürüzlerdi. Şimdi bunlar giderilmiş bulunuyor. Sermaye devleti daha fazla direnemedi. IŞİD’e karşı kullanılmak yalanı ile İncirlik üssünü sınırsızca ABD’ye tahsis ederek yeniden limitlerin içine geldi. Bunun kendisi sermaye devleti ve Tayyip Erdoğan’ın efendisine biat ettiğini anlatmaktadır. Değişen bölge koşullarına bağlı olarak, ABD’nin çıkarları ve farklılaşan tercihlerine uygun biçimde, onun bölgeyi yeniden şekillendirme planları çerçevesinde kendisine biçilen yeni rolü kabulü demektir. Sermaye devleti bu kirli anlaşma ile sıkıca ABD’nin savaş arabasına bağlanmıştır. Ve dahası, uyup uymayacağından bağımsız olarak, bundan böyle kimlerle ilişkili olacağını da bu değişen duruma göre belirleyeceğini taahhüt etmiştir.

Sermaye devleti ve başındaki Tayyip Erdoğan, buna karşılık olarak IŞİD’e karşı mücadele yalanı ile içerde Kürt halkına, işçi sınıfına, emekçi yığınlara, ilerici ve devrimci güçlere, dışarda ise Rojava ve PKK gerillalarının ve liderliğinin bulunduğu Kandil’e dönük topyekün bir imha savaşı izni ve onayı almıştır. Bu izne ve desteğe dayanarak günlerdir Kürt halkının ve hareketinin üzerine bomba yağdırmaktadır. Günlerdir ilerici ve devrimci güçlere dönük bir sürek avına çıkmıştır. Tümüyle keyfi bir gözaltı ve tutuklama terörü estirmektedir. Bu yaşananlar Türkiye toplumunda önemli gerilimler biriktirmektedir.

İşte bu nedenle, ABD ve sermaye sınıfı, bu gerilimi ve yukarı doğru tetiklediği tansiyonu düşürmek, MHP’nin de katkısıyla artan ve bir iç savaşa davetiye çıkartan ırkçı-faşist saldırganlığı daha fazla büyümeden önlemek, alarm zilleri çalan ekonomiyi batmaktan kurtarmak, hiç değilse yönetilebilir hale getirmek, toplumsal kutuplaşmanın patlamalara dönüşmesinin önüne geçmek, iflas eden dış plitika alanında değişikliğe gitmek, bu sayede bölgedeki tecrit durumunu gidermek ve en önemlisi de uzun yıllardır devam eden ve AKP gericiliğinin de yarar gördüğü çatışmasızlığa ve "çözüm süreci" manevrasına geri dönmek için en uygun hükümet seçeneğinin büyük koalisyon olduğunu düşünüyorlar ve bir an önce bu yönde adım atılmasını istiyorlar. Dünya basını aracılığıyla, tüm bu açılardan en uygun hükümetin AKP-CHP hükümeti olduğunu, erken bir genel seçimin ise, Tayyip Erdoğan’ın kişisel hırs ve hesaplarının rol oynadığı bir kez daha hüsranla sonuçlanması muhtemel bir macera olduğunu ve kaosa yol açacağını dile getiriyorlar.

Büyük koalisyon bir sosyal yıkım
ve savaş hükümeti olacaktır

Çok özel bir gelişme yaşanmazsa eğer, AKP-CHP koalisyonu büyük ihtimaldir. Gelinen yerde ne AKP ve ne de CHP’nin buna itiraz lüksü bulunmamaktadır. Egemenler de her vesileyle onlara bunu anlatmaktadırlar. Gerçeği söylemek gerekirse asıl güçlük dinci-gerici AKP cenahında yaşanacaktır. "Ülkenin çıkarları, istikrar, vatan, millet, milletin huzuru ve güven ortamı" gibi beylik laflar eden CHP, özellikle yönetici kliği bu konuda çok daha isteklidir.

Bu tutum yabancısı olduğumuz bir tutum değildir kuşkusuz. Bu CHP’nin bilinen geleneksel tutumudur. Burjuvazi ne zaman sıkışmış, düzen ne zaman bozulmuşsa, CHP göreve koşmuştur. En meşakatli koalisyonların dahi içinde olmuştur. CHP-MSP, DSP-ANAP-MHP, DYP-CHP koalisyonları ilk akla gelenlerdir. Bugün yine aynı yola çıkmış bulunuyorlar.

AKP koalisyon için Erdoğan’a sınır getirmemekten, 17 Aralık rezaletini deşmemeye kadar bir dizi ön şart koşmaktadır. Eğitim sistemindeki gerici düzenlemeyi tartışmayı kırmızı çizgi ilan etmişlerdir. Buna rağmen, CHP aslolanın "temel meselelerde anlaşmak" olduğunu dile getirmektedir. Peki temel meseleler nedir? Egemen sınıfa hizmet, NATO’ya ABD’ye bağlılk, Kürt sorununda cumhuriyetin inkar politikasını savunmak, Alevi sorunuda laiklik aldatmacası eşiliğinde Alevi emekçileri aldatmaya devam etmek... AKP ve Tayyip Erdoğan’nın kirli, karanlık ve kanlı icraatlarını, Suruç, Roboski, Silopi gibi katliamlarını atlar ve Ecevit’in kötü ünlü "sünger çekme politikası"nı esas alırsanız sorun kalmaz. Büyük koalisyon kurulur ve siz de hükümet olursunuz. Bu da şaşırtıcı olmaz. CHP, eşdeyişle sosyal-demokrasi burjuvazinin koltuk değneği ya da yedek lastiğidir sözü boşuna söylenmemiştir. CHP bir kez daha burjuvaziya koltuk değneği olmak istiyor.

İşçi ve emekçiler, Kürt ve Alevi emekçiler, bunca deneyime rağmen hala CHP’ye yakın duran aydınlar olası bir koalisyon hakkında en küçük bir hayale kapılmamlıdırlar. Bu koalisyon hükümeti de kesin olarak bir sosyal yıkım ve savaş hükümeti olacaktır. CHP, Avrupa’daki sosyal-demokratların, örneğin SPD’nin bileşeni olduğu büyük koalisyon örneğindeki gibi öncekilerden de acımasız bir koalisyonun suç ortağı olacaktır.

Kürt cephesine dair bir kaç söz

Kürt hareketi cephesinde de bir çıkışsızlık yaşanmaktadır. Bu nedenle bir oyalamaca ve aldatmaca olduğu artık kendilerinin de bildiği "çözüm süreci" manevarasının kaldığı yereden devam etmesi için uğraşıyorlar. Bununla da kalmıyor, emperyalist güçlerden sömürgeci sermaye devletine baskı yapmasını talep ediyorlar. Emperyalistleri tarihte ve günümüzde hiçbir hayırlı sonucu olmamış bir hakemliğe davet ediyorlar.

PKK’nin ve ona yakın Kürt hareketlerinin emperyalizme mesafeli olduğu bir gerçektir. Ancak bu tek başına hareketi devrimci yapmaz. Emperyalizme karşı cepheden bir tutum içinde olmak ve bunun gereğine uygun davranmak, devrimci bir ulusal kurtuluş hareketi olmak için olmazsa olmaz koşuldur. Ne yazık ki, PKK mesafeli olmasına rağmen emperyalizme karşı cepheden bir tutum almış değildir.

Kürt hareketi büyük bir güçtür. Türkiye’de, bölgede ve dünyada ilerici ve devrimci güçlerce desteklenmektedir. Ancak PKK Kürt halkını kurtuluşa götürecek devrimci bir stratejiden yoksundur. Devrimci bir hedefi, aynı anlama gelmek üzere devrimci iktidar hedefi bulunmamaktadır. Onu ikide bir çatışma-çatışmasızlık sarmalına mahkum eden de budur. Bu ise büyük bir handikaptır.

Bir kez daha döne döne doğrulanan yakıcı gerçek şudur: Ne masabaşı pazarlıkları ve bunun ürünü protokoller, ne 7 Haziran seçimleriyle bir kez daha elde edilen seçim zaferleri, ne parlamento ve düzenin anayasasında yapılacak iğreti düzenlemeler ve ne de emperyalistlerin hakemliğindeki çözümler, hiç biri gerçek bir özgürlüğün ve eşitliğin güvencesi değildir.

Son söz yerine

İşçilerin, emekçilerin, Kürt ve Alevi emekçilerin CHP-AKP hükümetinden bir beklentileri olamaz. Düzen siyasetindeki gel gitlere yoğunlaşmak asla bizim asli işimiz değildir. Düzenden ve düzen parlamentosundan bir çözüm beklentimiz de bulunmamaktadır. Zira bunların hiç biri temel toplumsal sorunları çözmeye muktedir değildir. Aksine bu sorunların kaynağıdırlar.

Kürt sorunu da dahil Türkiye’de bir kangrene dönüşmüş bulunan tüm toplumsal -siyasal sorunların çözümü için yegane seçenek işçi sınıfının başında yürüdüğü toplumsal bir devrimdir. Tarih tanıklık etmiş, bilim doğrulamıştır ki, biricik çözücü güç işçi sınıfıdır. Tek doğru program onun devrimci programıdır. Altında savaşılacak tek bayrak işçi sınıfının kızıl bayrağıdır. Türkiye işçi sınıfı, emekçi halkları, kardeş Kürt halkı ve Alevi emekçilerin yakıcı ihtiyacı devrimci bir sınıf iktidarıdır. Yine tarih tanıklık etmiştir ki, işçilerin, emekçi halkların, kadınların, gençlerin haklarının tek güvencesi, hepsinin kendilerini güvende hissedecekleri tek toplumsal sistem soyalizmdir.

 
§