14 Ağustos 2015
Sayı: KB 2015/31

Kirli savaşa, faşist baskı ve devlet terörüne karşı birleşik-militan mücadeleye!
Emperyalist koalisyon halklara karanlık bir gelecek hazırlıyor!
Kapitalizm ulusal sömürü ve kirli savaşların kaynağıdır
Bu devlet ne yapmadı ki?
Savaş ve saldırganlığın suçlusu kim?
Kürdistan’da devlet terörü ve direniş
İstanbul ve Ankara’da Barış Bloku mitingleri
Ankara’da 4 sınıf devrimcisi tutuklandı
Yaşasın devrim! Yaşasın sosyalizm!
BDSP’den operasyon ve devlet terörüne karşı eylemler
Devlet terörü alabildiğine sürüyor!
AKP-CHP koalisyonu: Sistemin ve egemen sınıfın öncelikli tercihi
Barış sorunu - V. İ. Lenin
“Mücadelemiz dışarıda da içeride de devam edecek”
“Elimizden gelen savaşı, gayreti sonuna kadar göstereceğiz!”
Mersin serbest sömürü bölgesi
İş cinayetleri
Maden patronlarına 2019’a kadar güvence
“Sanat, mücadele içinde bir araç, bir silah bizim için!”
Dünyada işçi ve emekçi eylemleri
Filistin’de öfke birikiyor
Halid Barakat’la röportaj...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Savaş ve saldırganlığın
suçlusu kim?

 

Devrimci ve ilerici güçler ile Kürt hareketine yönelik operasyonların devam edeceği yönünde açıklamalar sürerken, toplumun ezilen ve sömürülen kesimlerindeki huzursuzluk ve öfke de büyüyor. Türk sermaye devleti ise yürüttüğü kirli savaşın bir parçası olarak, toplumun sömürülen sınıflarında biriken öfkeyi tüm sorunların kaynağıymış gibi sunulan “terör”e karşı bir tepkiye dönüştürmeyi amaçlıyor. “Barış içinde yaşıyorduk ama bu teröristler düzenimizi bozdu” gibi bir algı yaratılmaya çalışılıyor. Bu yolla düzenin çıkmazlarının üzerini örterek tüm suçu sermaye düzeninin üzerinden atmaya çalışıyor.

PKK olmasa “barış” mı olacaktı?

“Çözüm süreci”nin yeni bir açmaza girmesiyle birlikte hem emperyalistler hem de Türk sermaye devleti temsilcileri tırmandırdıkları kirli savaş üzerinden PKK’yi suçluyor. “PKK’nin terör eylemleriyle bu çatışmalar başladı” algısı yaratarak esas amaçlarını da ortaya koyuyorlar. Türk sermaye devletinin AKP’li temsilcileri “PKK gitmeden bu süreç devam etmez” diyor. Keza CHP de “teröre karşı ortak hareket edelim” noktasında, sermayenin temsilcisi olmasının doğası gereği, hemfikir olduklarını söylüyor. Tüm burjuva medya organları, “şehitleri” her şeyin önüne geçirerek hem PKK’ye karşı emekçilerin öfkesini yönlendirmeye çalışıyor, hem de ilk başta belirttiğimiz gibi “düzen barışını sağlamak” için algı operasyonu yapıyor. Tüm bunlar göstermektedir ki, sermaye temsilcileri suçu PKK’ye atmakta belli bir mutabakata varmış bulunuyor.

Suçu PKK’ye atan sermaye devleti temsilcileri, kendi geleneksel imha ve inkar politikalarının son dönemde ortadan kalktığı yalanına sarılmakta, “çözüm süreci”yle yaşanan sözde “çatışmasızlık” ortamının bunun bir göstergesi olduğunu, “barış içinde yaşandığını” iddia etmektedir. Oysa böyle bir “barış” yoktur. Böyle olduğunu iddia edenler açık bir şekilde emekçileri kandırma çabası gütmektedir.

Kirli savaşları yürüten NATO koalisyonu

Şurası açıktır ki yaşadığımız coğrafya dizginlerinden boşalan bir emperyalist saldırganlığa tanık olmaktadır. Bunun altında yatan neden ise emperyalist hegemonya krizinin bu bölgede yoğun bir şekilde yaşanmasıdır.

Sözde IŞİD karşıtı emperyalist koalisyon ilk gündeme geldiğinde ve ABD’nin hava operasyonları daha henüz başladığında, IŞİD’e karşı mücadele esasta PKK ve YPG tarafından yürütülmekteydi. Irak’taki IŞİD ilerleyişinin önüne geçen de PKK olmuştu. PKK’nin bölgede elde ettiği ve edeceği politik güç Türkiye başta olmak üzere emperyalistler tarafından tehlike olarak görülmekteydi. “Emperyalist koalisyon” kurularak bölgedeki emperyalist hegemonyanın korunması için adımlar atılmaya başlandı. Bu koalisyon Yemen’deki Husilere saldırıyor, PKK’yi hedef alıyor, Filistin halkına zulmetmeye devam ediyor. Bunlar açıktan olmasa da birebir görüşmelerle, ikili, üçlü veya çoklu ittifaklarla, toplamda ise NATO koalisyonu olarak yürütülüyor. Yükselen Kürt hareketi karşısında Türkiye daha saldırgan davranırken emperyalist güçler “müzakereci” gibi görünerek alttan alta bu gücü düzen sınırlarına çekmeye çalışıyor, onun savaş gücünü istismar etmek istiyor.

“İyi” görünen emperyalistler son yıllarda AKP’yi eleştirseler de, esasta Ortadoğu’da kendi yürüttükleri savaş ve saldırganlık politikalarında, AKP’nin başında olduğu Türk sermaye devletiyle ortak hareket etme çabasında olmuşlardır. Türk sermaye devletinin işleyişindeki çıkmazların görünür hale gelmesinden ve AKP’nin bu noktada yürüttüğü aşırılıktan kaygı duysalar da onlar için esas olan kendi politikalarının hayat bulması olmuştur. Bu nedenle AKP’yi sık sık eleştirmiş, ezilen ve sömürülen sınıfların öfkelerini dizginleyecek düzen içi alternatifleri dönem dönem öne çıkarmış, 7 Haziran seçim sürecinde de bu yönde hareket etmişlerdir. Fakat toplamda bölgede değişen güç dengeleri ve hegemonya krizini çözmek esas dertleri olmuştur. Nitekim seçimlerin ardından AKP’nin teröre karşı yürüttüğü politikanın “meşruluğunu” öne sürerek, aralarındaki anlaşmalarla birlikte kirli savaşı sürdürme yolunda ortaklaşmışlardır.

Türk sermaye devleti:
Barış” yalanıyla yıllardır artan saldırganlık

Türk sermaye devleti tüm bu dönem boyunca “çözüm süreci”ni yürütse de Kürt halkına göstermelik bile olsa temel haklarını tanımaktan geri durmuş, en başta Kürt emekçilerine, gençlerine karşı ciddi bir devlet terörü uygulamıştır. Devlet terörü Kürt halkının da ötesinde toplumun geniş kesimlerini hedef almıştır. Türk sermaye devleti, sömürülen, ezilen sınıfların demokrasi ve özgürlük istemlerine karşı sürekli bir saldırı yolunu seçmiştir. Emekçilerin en temel hakkı olan 1 Mayıs’ta bile toplanma ve gösteri hakkını gasp etmiştir. Sendikalaşan işçiler işten atılmış, gençliğin üniversitelerdeki siyasal mücadelesine soruşturma ve cezalarla engel olmaya çalışmıştır.

Saldırganlık PKK’yle sınırlı kalmamakta, toplumun ezilen, sömürülen tüm kesimlerin hak arama ve mücadele yolları tıkanmaya çalışılmaktadır. Bütün bunlar şunu gösteriyor; toplumda bir “barış ortamı” yoktur. Saldırganlık ve devlet terörü her alanda azgın bir şekilde uygulanıyor. Artan devlet terörünü en sert şekilde Kürt emekçileri yaşıyor. IŞİD’e karşı mücadelede katledilen YPG, YPJ ve HPG militanlarının cenazelerine bile tahammül edemeyecek kadar saldırganlaşan bir devletle karşı karşıyayız. Ve burada “barış”tan, “çözüm”den söz etmek gerçekleri görmemek ya da gerçeklerin üstünü örtmeye çalışan sermaye devletinin ikiyüzlülüğüne omuz vermek demektir.

Üstelik bu devlet terörü son dönemde daha da görünür olmuş, Kürt halkına yönelik baskılar artmış, Türk şovenizmi iyice kışkırtılmıştır. Kobanê eylemlerine karşı girişilen linç girişimleri, seçim sürecinde artan saldırılar, bombalama eylemleri, son olarak Suruç katliamı; devletin Kürt halkına yönelik saldırganlığı körüklediğinin en görünür örnekleridir. Bütün bu saldırganlığa rağmen Türk sermaye devleti temsilcileri pişkin pişkin “barış” ve “çözüm süreci”ni yürütmekle övünmekten ve emekçileri aldatmaya çalışmaktan geri durmamıştır. Bu saldırganlıklarının üstünü örtmek için ise her seferinde “provokatörler”, “çapulcular”, “teröristler” söylemlerine başvurdular.

Suçlular belli!

Dolayısıyla Türkiye’deki “çatışma” ortamından, emperyalistler ve işbirlikçi burjuvazi sorumludur. “Çatışma”nın kaynağında emekçilerin haklarına göz dikenler bulunmaktadır. Bu çatışma ve baskılar yeni değildir. Bütün bunlar düzenin işleyişi sorunudur. Bu düzen emekçileri sömürerek kâr etmekte, onların kanıyla beslenmektedir. Türk sermaye devleti ve emperyalistler, Filistin’den Suriye’ye, Ortadoğu’da yıllardır yürüttükleri işgallerle bölge halklarını ve emekçileri büyük bir yıkıma sürüklemişlerdir. Bugün yaşanan kriz bu sömürü düzeninin doğal bir sonucudur. AKP de IŞİD de bu krizin ürünüdür. “IŞİD’e karşı koalisyon” yalanı da, emperyalistlerin ve sermaye sınıfının dünden bir farkı olmayan politikalarının - bölge halklarını sömürgeleştirme, köleleştirme politikalarının - yoğunlaştırılmış bir şekilde sürdürülmesi anlamına gelmektedir.

Bu açıdan suçlu sömürüye karşı mücadele edenler değildir. Suçlular, dünden bugüne halkları sömüren, baskı altına alan sermaye ve onun devletleridir.

C. Ekin

 
§