27 Mart 2015
Sayı: KB 2015/12

Düzen siyasetinin kirli bohçası
Dinci-gerici iktidarda çatlak sesler
AKP’de çatlak ve düzen gerçeği
İki yol: direniş ve zafer! - T. Kor
CHP yoksulluğu bitirir mi?
Davutoğlu Türk-İş’i ziyaret ederse...
İşsizlik fonundan işçiye pay yok!
Greif’te işçi kıyımı
“Hedefimiz sınıfın örgütlü birliği!”
Kayseri’de işçiler birliği ve mücadeleyi tartıştı
“Biri ‘Allah’ diğeri ‘emek’ diyerek aldatıyor”
“Derneğimize açılan kapatma davası meşru değildir!”
Türk Metal çetesi şikayetçi ol(a)madı!
Kürt sorununda köklü ve kalıcı çözümün yegane yolu: Birleşik Devrim
Öcalan'ın Newroz mesajı ve içerdikleri
"Kadın devrimi tartışmaları üzerine... - Ç. İnci
8 Mart ışığında kadın sorunu ve eylemleri üzerine
Anti-kapitalist öfke patlaması ve dersleri
Dünyada sınıf ve kitle eylemleri
Ferhunde için sokaklara çıktılar
Emperyalistler silahlandırıyor, çeteler katlediyor! - M. Ak
Özgecan için eylem yapan liselilere ceza
Mart ayı şehitleri Ankara'da anıldı
İÜ'de YÖK'ün rektörlük sıralamasına tepki!
Bu düzen ebedi değildir!
Zindan gerçeği düzen gerçeğidir
Kızıl bir meşaledir Kızıldere!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Anti-kapitalist öfke patlaması
ve dersleri

 

18 Mart 2015 tarihinde, Almanya’nın finans merkezi Frankfurt, çoğunluğunu Almanya’nın çeşitli kentlerinden gelenlerin oluşturduğu toplam 20 bin civarında anti-kapitalistin, sabahın ilk saatlerinden gecenin geç saatlerine kadar süren, her anı polisle kıyasıya çatışmalarla geçen protestolarına sahne oldu.

Gün boyu süren protestoların hedefi, 25 ülkenin devlet ve hükümet başkanının da açılışına katılacağı, 1.3 milyar avro harcanarak inşa edilen 185 metre yüksekliğindeki Avrupa Merkez Bankası (AMB) idi.

AMB’nin açılışının protesto edileceği günler öncesinden biliniyordu. Polis, yakın kentlerden de takviye alarak, kent içinde ve dışında gelecek olan protestocuları nasıl karşılayacağına dair planlar yapmış, AMB ve çevresindeki cadde ve sokaklarda keşifler gerçekleştirmiş, kentin giriş-çıkışlarındaki kontrol noktalarını belirlemişti. AMB’nin etrafında hendekler kazılmış ve bina çitlerle çevrilmişti. Bu da yeterli görülmemiş olacak ki, eylemin yapılacağı gün AMB’nin bulunduğu alan ve çevresindeki tüm okullar kapatıldı. Çevre esnafı da, “işyerinizi kapatın” denilerek usulünce(!) uyarılmışlardı. Yine her zamanki gibi, protestoculara saldırmaları için binlerce polis Frankfurt’a yığıldı. TOMA’lar, tazyikli su, göz yaşartıcı ve boğucu gazlar, plastik mermiler ve kemik kıran cinsinden coplar; her şey tamamdı. Artık, protestocular gelebilirdi. Ve geldiler de...

Aldıkları tüm bu önlemler sökmedi. Beklemedikleri bir kalabalıkla, hiç tahmin edemedikleri düzeyde bir öfke birikimi, alışılagelenlerden farklı biçimlerde, baştan sona Alman'ı, Yunan’ı, İtalyan’ı, Fransız’ı, Türkiyelisi ile sırt sırta çatışan, enternasyonal dayanışmadan, eylem içinde sağlanan sınıf kardeşliğinden örnekler sunulan, coşkunun ve militanlığın hakim olduğu bir eylemciler ordusu ve anti-kapitalist öfke ile karşılaştılar. Şaşkındılar, bu kadarına hazır değillerdi ve ilk aşamada paniklediler. Dolayısıyla, arka planında sosyal nedenler bulunan bu öfke patlamasını engelleyemediler.

Sonra toparlandılar. Her zamanki acımasızlıkla protestoculara saldırdılar. TOMA’lar, tazyikli su, boğucu ve göz yaşartıcı gazlar, coplar, kalaslar, bariyerler ve bunları kullanmaktan başka marifeti bulunmayan Gestapo ruhlu polisler, havada dolaşıp yer bildiren helikopterler; bunların hepsini kullandılar. Gün boyu terör estirdiler, gözaltılara başvurdular. Yakaladıkları protestocuları öldüresiye dövdüler, onlarcasını yaraladılar. Fakat boşuna!

AMB’ye dönük protesto eylemi esası itibarıyla başarı ile gerçekleştirildi. Bu korku da onlara yetti.

Tümüyle haklı ve meşru bir eylemdi

Tepki büyüktü ve dosdoğru her geçen gün daha da katmerli hale gelen kapitalist sömürüye, soyguna ve yağmaya dönüktü. Hedeflenen, kapitalizmin simge ve sembolleriydi. Kapitalist tekeller, bu tekellerin temsilcileri ve onların günlük işlerini yürüten kapitalist hükümetler ve politikacılardı. Tepkileri, Troyka denen kan emici üçlüye, onun en kan emicisi olan AMB’ye, kendisine banka olmanın ötesinde bir misyon yükleyen, bu misyonla hareket eden, bir politik güç gibi ülkelerin iç işlerine karışan, ülkelere borç para veren, verdiği borç paranın nereye ve nasıl kullanacağına karar veren ve bunu denetleyen, borçlandırdığı ülkelerin işçi ve emekçilerini onlara dayattığı iktisadi ve sosyal yıkım paketleri ile canından bezdiren, ekonomilerini çökerten, sömürge muamelesi ile halkların onurunu ayaklar altına alan bir kuruma dönüktü. ABM özel bir kurumdu ve tepkinin büyük olmasında bunun büyük rolü vardı.

Protestocular kulübelerde oturanlardı. Toplumun yoksullarıydı. Alman'ı, İtalyan’ı, İspanyol’u, Fransız’ı ve yoksul ülkelerden gelenleri ile işçiler, emekçiler ve kriz koşullarında konumu sarsılan küçük-burjuva ve orta sınıf mensuplarıydı. Protestonun gerisinde sosyal nedenler vardı. Tepkinin gerisinde de belli belirsiz bir sınıfsal/sosyal tepki vardı. İleri sürülen talepler tümüyle haklı ve meşru taleplerdi. Hali hazırdaki şekilsizliğine, belli bir programdan ve devrimci bir önderlikten yoksunluğuna karşın, eylem, saraylarda oturan sistemin efendilerinin yüreğine korku salmıştı. Tersinden ise, belli-belirsiz kapitalizme tepki duyan toplumun emekçi ve yoksullarının sempatisini kazandı. En önemlisi de, kapitalizme karşı bir mücadele çağrısı işlevi gördü.

Temel hak ve özgürlükler tehlikede

Protestocular binlerceydi. Sabahki, polisin neden olduğu o ilk karşılaşmanın, yer yer yaşanan göğüs göğüse çatışmaların ardından yürüyüşe geçtiler, başka bir alanda büyük bir miting gerçekleştirdiler. Ellerinde kapitalizm karşıtı sloganların yazılı olduğu rengarenk pankart ve dövizler vardı. Kapitalizm karşıtı öfke yüklü sloganlar haykırdılar. Kapitalizmi eleştiren, teşhir eden konuşmalar yaptılar. Alanda her kesimden insan vardı, ancak, eylemin ruhunu devrime kazanılmaya açık yeni kuşak gençlik ile ilerici ve devrimci güçler oluşturuyordu. Burjuvazinin hedefinde bu güçler vardı. Asıl korkusu da bu güçlerin militanlığını yaptığı, devrime evrilme potansiyeli yüklü anti-kapitalist tepki ve bunun ifadesi eylemdi. Bunun büyümeden önlenmesi gerekiyordu.

Burjuvazi, onun en kirli silahlarından biri olan medya ve kirlilikte başa güreşen politikacılar el ele vererek harekete geçmekte gecikmediler. Protestoculara karşı her türlü kirli ve kara propagandanın eşliğinde bir Haçlı Seferi başlattılar. Neredeyse hiçbir televizyon kanalı binlerce göstericinin yaptığı yürüyüş ve mitingi göstermedi. Her zamanki gibi, bilinçli olarak, polisle çatışmaları, kurulan barikatları, yanan arabaları ve kimi “aşırılıkları” öne çıkardı, döne döne onları gösterdi. Sahibinin sesi gazeteciler ve yorumcular ile emekçi düşmanı politikacılar bu aşırılıklar ve eylemciler hakkında derin(!) analizler yaptılar. Tümüyle haklı ve meşru talepler için en doğal hakları olan gösteri haklarını kullanan eylemcileri “şiddet yanlısı” güçler olarak suçladılar. Onları, şiddeti tırmandırmak ve yeni bir düzeye çıkarmakla itham ettiler.

Bir kez daha dikkate değer olan, işçi, emekçi, ilerici ve devrimci güçlere ilk merminin yine sosyal-demokratlar tarafından sıkılmış olmasıdır. Sosyal-demokrat parti şefleri polis şefleri ile aynı ruhu taşıyorlardı ve benzer değerlendirmeler yaptılar. Kimi aşırılıklar üzerinden demagojiye başvurup, Frankfurt’un gün boyu şiddet eylemlerine sahne olduğunu ve eylemcilerin AMB’yi protesto adı altında şiddete yeni bir boyut kazandırdıklarını ileri sürdüler. Bu hainler bununla da kalmadılar, devleti ve polisi acil önlemler almaya çağırdılar.

Burjuvazi fırsatı kaçırır mı? Kaçırmadı elbette. Hedefte ilerici ve devrimci güçler var. Hedefte temel hak ve özgürlükler var. Ve o şimdi, toplantı ve gösteri hakları gibi temel hak ve özgürlüklere saldırıya hazırlanıyor. Şimdiden bu konuda kamuoyunu hazırlamaya başladı bile.

Gerçek şu ki, Alman tekelci devleti, Frankfurt’ta sergilenen kimi “aşırılıkları” ve “yeni bir boyutlar kazanmış şiddeti” bahane ederek, önümüzdeki dönemde kendi aşırılıklarına ve şiddetine yasal bir dayanak yaratmak ve meşrulaştırmak da dahil, polise yeni yetkiler verecek ve polis devleti uygulamalarını daha da koyulaştıracaktır. Alman devleti tam bir polis devletine dönüşecektir.

Enternasyonal dayanışma eğilimi
her geçen gün daha da güçleniyor

Son yılların toplumsal mücadeleleri bir yandan adeta zincirleme olarak ülkeden ülkeye yayılma eğilimi gösterirken, öte yandan farklı bölge ya da ülkelerdeki bu mücadeleler arasındaki politik ve duygusal etkileşim dikkati çekmektedir. Tunus’ta başlayan bir halk isyanı bir anda tüm Arap dünyasına şu ya da bu düzeyde yayılabilmektedir. Mısır’daki geniş çaplı kitle hareketinin moral etkisi ABD’nin eyaletleri ya da İspanya’daki kitle mücadeleleri üzerinden yankılanabilmektedir. New York’ta ortaya çıkan ‘Wall Street’i İşgal Et!’ eylemleri bir dizi başka ülkeye yayılabilmektedir. Henüz büyük ölçüde kendiliğinden ortaya çıkan bu enternasyonalist etkileşim, yakınlaşma ve dayanışma eğilimlerinden geleceğin devrim mücadeleleri için çıkarılması gereken sonuçlar üzerinde önemle durulmalıdır. Emekçiler aynı cephede bulunduklarını, ulusal ve uluslararası düzeyde ortak düşmana karşı savaştıklarını, henüz dar sınırlar içinde de olsa eylemli biçimde ortaya koyabiliyorlar. Bu olgu, bu mücadelelerin devrimci bir önderliğe, dolayısıyla programa ve yöne kavuştukları bir durumda, devrimci enternasyonalizme kazandıracakları muazzam güç konusunda şimdiden bir fikir vermektedir.” (TKİP IV. Kongre Bildirisi, Ekim 2012)

Frankfurt’taki AMB’yi protesto eylemi ve bu eylem sırasında İtalya, İspanya, Yunanistan ve Fransa’dan gelen işçilerle, Alman ve diğer uluslardan işçi, emekçi, ilerici ve devrimci güçlerin bilinçli ve örgütlü bir ifade kazandırılmayı bekleyen doğal enternasyonalizm, yukarıda dile getirilenleri bir kez daha doğrulamıştır.

Eylem sırasında, taşıyanlarca farklı anlamlar yüklenmiş olsa da, neredeyse tüm pankart ve dövizlerin üzerinde kapitalizm karşıtı sloganlar yazılıydı. Başka bir dünya, kapitalizme alternatif bir dünya özlemi ve arayışı vardı. Daha da ötesinde, dağıtılan bildirilerde ve taşınan dövizlerde devrim sözcüğü belli bir yer tutuyordu. Kimileri bunu “Tek seçenek devrim!” diye açıkça dile de getirmişlerdi. Bunun kendisi, insanlık tarihinin yeniden adım adım devrimlere doğru seyrettiğini, olayların akış yönünün devrimlere doğru olduğunu, bunun dolaysız bir sonucu olarak, devrim sözcüğünün yavaş yavaş emekçi katmanların diline düştüğünü göstermektedir. Frankfurt’taki eylemde doğrulanan bir diğer gerçek de buydu.

Kapitalizmin en doğru, en tutarlı ve en tam eleştirisini yapan sınıf devrimcileri olarak, tüm bu gelişmeleri ciddiyetle değerlendirmeli, bunlardan en iyi biçimde sonuçlar çıkarmalı ve bunu geleceğe hazırlığın bir gereği olarak görmeliyiz.

 

 

 

 

Almanya'da polis devleti güçlendiriliyor

 

Polis devleti uygulamalarının sıkılaştırıldığı Avrupa ülkeleri arasında başı çeken Alman sermaye devleti, “İslamcı terör tehdidi”ni fırsata çevirerek “terörle mücadele” adı altında polis teşkilatlarına daha fazla personel, malzeme ve teçhizat sağlıyor.

Bu kapsamda, Federal Polis bünyesinde yeni bir terörle mücadele birimi kurmak için hazırlıklar sürüyor. Yeni birimin, Federal Polis teşkilatına bağlı terörle mücadele ve özel operasyon birimi GSG9’a destek vermesi öngörülürken zırhlı araç ve kurşun geçirmez yelek sayısının arttırılacağı ifade ediliyor. İç istihbarata bakan Anayasayı Koruma Dairesi (BfV), Federal Polis ve Federal Emniyet Teşkilâtı’na (BKA) toplam 750 yeni personel alınacak. Federal Polis’e alınacak personelle “yeni terörle mücadele biriminin” kurulması öngörülüyor.

Federal Meclis İçişleri Komisyonu üyesi Clemens Binninger, bu yılın başında düzenlenen Paris saldırılarını mazaret yaparak mesajlar verdi.

Hrıstiyan Demokrat Birlik Partisi’nin (CDU) içişleri uzmanı Armin Schuster, “terörle mücadele uzmanlık eğitimi alacak yeni birimlerin Federal Polis’in diğer sorumluluk alanlarında da görevlendirilmesini” istedi.

Sözkonusu hazırlıklar, Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maizière tarafından “güvenlik kurumlarına daha fazla personel, malzeme ve teçhizat sağlanacağı” açıklamalarının ardından başlatıldı.






Dresden’de PEGIDA’ya protesto

 

PEGIDA çeteleri, Almanya’nın Dresden kentinde 20. gösterilerini gerçekleştirdi. 23 Mart’ta kentteki çeşitli meydanlarda yürüyüş yapan çeteler “Biz halkız” ve “Almanya’yı sevmeyen Almanya’yı terk etsin” sloganları ile nefret yaydı.

PEGIDA’nın kurucusu Lutz Bachmann, Altmarkt Meydanı’nda yaptığı konuşmada, Dresden Belediye Başkanlığı için adaylarının belirlendiğini ve Hollandalı faşist Geert Wilders’in de kendilerine desteğe geleceğini belirtti.

PEGIDA çetelerini protesto eden yüzlerce kişi ise Post Meydanı’nda biraraya gelerek “hoşgörü ve dünyaya açık bir Dresden kenti” için eylem yaptı.

Dresden’in yanı sıra Leipzig, Chemnitz ve Erfurt kentlerinde de çeteler sokağa çıktı. Ancak bahsi geçen kentlerde de sokaklar çetelere terk edilmedi.

 
§