16 Ocak 2015
Sayı: KB 2015/02

Metal işçisinin grevi, sınıfın ve sınıf devrimcilerinin büyük sınavı
Düzen cephesi seçimlere hazırlanıyor
Devrimci sınıf hareketini büyütelim!
Hrant Dink cinayeti 8. yılında!
Emperyalist saldırganlığa ve kanlı piyonlarına karşı…
MİB MYK Ocak ayı toplantısı sonuç bildirgesi
15 bin metal işçisi 29 Ocak'ta greve çıkıyor
Sınıf kardeşleriniz yanınızda!
Namet'te sendika düşmanlığına protesto
Ümraniye'de 8 Şubat hazırlıkları
Ülker'in önlenemez yükselişi! - Onur Kara
Sosyalizm ve din - Lenin
Charlie Hebdo katliamı
Zorba rejimlerin ‘insan hakları’ ortaklığı
Katiller de yürüyüşteydi
“Gelecek her yerde sosyalizme ait olacaktır!”
AKP’nin paketinde kadın emeğinin sömürüsü var!
“Kadın sorunu”, ideolojik donanım ve mücadelenin önemi
Sermayenin gözünden ‘aile paketi’ yorumu
İşçilerin Birliği Kurultayı toplandı!
Sincan’da işçiler mücadeleyi yükseltiyor!
Yerel bültenler: Devrimci sınıf faaliyetinin soluk borusu
Türkiye’de “hapishane”lere dair düşünceler - Z. Kaya
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Hasta tutsaklar ölüme mahkum edilirken...

Türkiye’de “hapishane”lere dair düşünceler...

Z. Kaya

 

1700’lü yıllardan bu yana adı ve modelleri değişse de, üstünde yeşerdiği mantığın değişmediği hapishaneler, sınıflı toplumların zorunlu bir icadı olageldi. Mantığını, bir sınıfın başka bir sınıf üstünde kurduğu baskının örgütlü hali olan devletin varlık sebebinin dışavurumunda bulan hapishaneler, işte bu dışavurumun insanlığa hediye ettiği zor aygıtlarından yalnızca biri ve sömürü sistemlerinin her dönem temsil ettiği sınıfın “hukuk”unun yalnızca bir parçası olarak karşımızda durmaktadır. Kendinden önceki sistemlerde zindanlar, kaleler, demir prangalarla özdeşleşen hapishaneler, 21. yüzyıl kapitalizminde, bu kokuşmuş düzenin ikiyüzlü maskeleriyle beraber “ceza infaz koruma kurumları” adıyla boy göstermektedir. Kah, topluma kazandırılan “suçlular” üzerinden yapılan propagandalar, kah peş peşe alınan uluslararası ödüllerle şişirilen imajlarla 21. yüzyıla ayak uydurulmaktadır. Ne var ki, ardına saklandığı peçe, sınıf mücadelesinin arenasında sıyrılıp atıldıkça ikiyüzlü propagandaların ardında tutsaklara yapılan fiziki ve psikolojik işkenceler, tecavüzler gün yüzüne çıktıkça peçenin ardında yatan kapitalist sistem kanlı dişlerini gösterek ortaya çıkmakta ve kendi şahsında bir bütün olarak burjuva hukukunun kofluğunu ortaya sermektedir.

Egemen sınıfın elindeki zor aygıtı «devlet»in bu ulvi kurumu, kendisini ortaya çıkaran sınıflar arası çelişkileri ve bu sınıfların mücadelelerini de bağrında taşımaktadır. İşte bu sebeple bugün hapishenelerde yaşanan hak gaspları ve işkenceler, hasta tutsakların ardı ardına katledilmesi ancak ve ancak bu zeminden bakıldığında anlamlandırılmakta ve saldırılara karşı mücadelenin başarısı da ancak bu zeminde kendini var edebilmektedir.

Hapishaneler kimin için, ne için?

Türkiye’de 328’i kapalı olmak üzere toplam 377 hapishane var ve 5 yıl içerisinde 153 yeni hapishanenin de yapılacağı Adalet Bakanlığı tarafından duyurulmuş durumda. Son 7 senede ise hapishanelerdeki mevcut 2.5 misli artmış bulunuyor. Hapishanelerin demir parmaklıklarının ardına bakıldığında ise orada ayakkabı kutuları ile milyonlarca lira vurgun yapan bakan çocuklarını değil, bu sistemin açlık ve sefaletine mahkum edilen “çalmak” ve “öldürmek” dışında bir çözümü bırakılmayan “hırsız” ve “katil”lerini bulabilirsiniz. Ya da uyuşturucu baronlarını, zehir pazarı üzerinden zenginliklerine zenginlik katanları değil, özellikle emekçi semtlerine yerleştirilen ve üç-beş kuruşa “torbacılık” yapanları. Gayriresmi burjuva ahlakının kendisi olan “fuhuş” pazarı üzerinden kadın bedenini metalaştıranları değil, bu sisteme göz yumanları değil, “ekmek parası” için bedenini kullanmak zorunda kalanları bulabilirsiniz demir parmaklıklar ardında.

Kısacası hapishaneler, kapitalizmin “adi” doğasının yarattığı “adli” tutsakların mekanıdır. Topluma pompalanan bencillik, tüketim çılgınlığı, insani değerlerin yerini alan burjuva ahlakıyla beraber sefalet koşullarının her daim ürettiği, üretip üretip sözde hapishanelere doldurarak “topluma tekrar kazandırdığı” kendilerine o ünlü ifadeyle “kader” kurbanları dense de, gerçekte kapitalizmin “adi” doğasının kurbanları olanların mekanıdır. Ve kapitalist sistem yerli yerinde durduğu sürece de bu “adli” tutsaklar hapishaneleri yalnızca tekrar doldurmak için boşaltmaktadırlar.

Bir diğer yanıyla hapishaneler kapitalizmin yarattığı "suçluların" mekanı olduğu kadar bu sisteme muhalif her unsurun da zorunlu durağıdır. Devrimcilerin, yurtseverlerin, öğrencilerin burjuva hukukun kendi sınırlarında dahi “mantıksız” kabul edilen delillere dayanılarak atıldığı hücreler, burjuva devletin kendini savunma biçimi, toplumu bastırma yöntemi ve devrimci güçleri “ehlileştirme” aracıdır. Bugünlerde, devrimcilerin dışında düzenin kendi iç dalaşmaları sonucu hapishane hücrelerinde farklı burjuva renkleri de kısa süreli konukluklar yaşa da, bu hapishanelerin “toplumsal” ve her sınıfa yönelik “eşitlikçi” sıfatını değil, ancak sistemin içinde debelendiği krizin bir yansımasını göstermektedir.

Keza, burjuva hukuku her ne kadar yasalarında öyle ifade edilmiş olsa da doğası gereği “eşitlikçi”, ve “özgür” olamaz. Zira Lenin'in de Marx’ın Gotha Programı eleştirisine dair düşüncelerinin üzerine not düştüğü gibi; “demokrasi özgürlükle bağdaşmaz.” Burjuva adaletinin sicili açılıp bakıldığında bir Sivas davası, bir 19 Aralık davasının akıbeti ile burjuva kliklerinin temsilcilerinin komik gerekçelerle aldıkları “takipsizlik” ya da “tahliye” kararları karşılaştırıldığında burjuva hukukunun sınıfsal yönü ve tutsakların sınıfsal bileşimi rahatlıkla kendini ele vermektedir ve böylelikle, kapitalist sistemde; “eşitlik” ve “özgürlük” kavramlarının da içi boş birer kelime oyunundan başka da bir şey ifade etmeği acı bir gerçek olarak dikilir önümüzde.

Kısacası ara başlıktaki sorunun cevabı; bu durumda, günümüz kapitalist sisteminde, burjuva devlet aygıtı içerisinde hapishanelerin burjuvazinin ihtiyaçları çerçevesinde ve kapitalist sömürü düzeninin bekası misyonu üzerine işlev görmesidir.

Hasta tutsaklar ölüme makhum!

Hapishaneler gerçekliğini ortaya koyan sayısız uygulama vardır belki de. Tecrit, sohbet haklarının gaspı, verilmeyen mektuplar, keyfi cezalarla yakılan infazlar, tacizler, tedavi hakkının engellenmesi vs... Ama bunlardan en çok öne çıkanı ise hasta tutsakların durumu olmaktadır. Özellikle son aylarda ardı ardına katledilen hasta tutsaklar bir kez daha hapishaneler gerçekliğini gündeme taşıyor ve maalesef ki, bir kez daha yalnızca sosyalist basın ve ilerici yayınların da…

Akciğer kanseri olan ve hapishanede “bronşit” teşhisi konulan Abdülmecit Arslan tahliye edilişinin ikinci ayında, raporlarına rağmen, doktorların artık yaşama şansı vermediği yoğun bakımdaki tutsak Mehmet Canpolat ise, tahliye dahi olamadan yaşamını yitirdi. Hapishaneye giriş sürecindeki burjuva adalete dahi sığmayacak “adaletsizlikler” bir yana en insani haklardan biri olan tedavi haklarının gasp edilmesiyle, burjuvaziye yeminlerini satmış “hekimleri” aracılığıyla göstermelik ve çoğunlukla yanlış tedavilerle yaşamdan yavaş yavaş koparılan hasta tutsaklar, “topluma zararlı” ibareli raporlarla dört duvar arasında ölüme mahkum edilmektedir. Mehmet Yamaç şahsında olduğu gibi, “ölmesi” için en uygun yer seçilerek sürgünler gerçekleştirilmekte, cinayete giden yol yavaşça değil hızla adımlanmaktadır.

Ölümün kıyısına gelindiğinde, artık geriye dönük bir tedavi şansı kalmadığında «insani değerleri» hatırlayıp verilen tahliye kararları ise insanlığın yüzüne arsızca gülmekten başka bir şey değildir. Ve hasta tutsakların bu ölüme mahkumiyeti kapitalist devletin hapishanelerine tutulan pir-ü pak bir aynadır.

Demir kapının ardı:
İşkence, tecavüz, ölüm!

Bir kayıtla başlamak gerekirse, hapishanelerde yaşanan hak gaspları ve işkenceler “adli” ve “siyasi” ayrımı yapılmadan dört duvarın “içeri”sine girenler için pek de farklılaşmamaktadır. Yalnızca devrimci tutsakların yaşanan saldırılar karşısında ortaya koydukları direniş ve devrimci kamuoyunun sokaklarda ördüğü tepki bu saldırıları devrimci tutsaklar şahsında görünür kılmakta, gündeme taşımaktadır. Ve yine devrimci ilerici avukatlar sayesinde Pozantı hapishanesinde yaşanılan özellikle “adli” çocuk tutsaklara yönelik tecavüz olayları gibi saldırılar gündeme taşınabilmiştir. Ve fark şuradadır ki; bu topraklarda sınıflar arası mücadelenin izdüşümü olan zindan direnişleriyle kazanılan mevziler sayesindedir ki, devrimci tutsaklar “adli” tutsaklara nazaran keyfi yaptırımları törpüleyebilmiştir.

Keyfiyetin kural olduğu günümüz hapishanelerinde “sindirme” ve “ehlileştirme” politikaları uygulanmakta, özellikle devrimci tutsaklara yönelik psikolojik işkence devreye sokulmaktadır. Demir kapının ardında yaşananlar ise, “tecrit” koşullarına eklenen keyfi yasaklamalar ile boyutlandırılmaktadır. Tutsakların sesi, burjuva adaletinin dolambaçlı yollarında kısılmaya çalışılmaktadır. Kamuoyunda örülmeye çalışılan dayanışma ise tazyikli su ile bastırılmak, burjuva medyanın kör gözleri ile geçiştirilmek istenmektedir.

Sonuç ise, demir kapının ardında yaşanan sayısız işkence, tecavüz ve ölüm yaşanırken geriye açılan soruşturmalar, insan hakları mahkemelerinin arşivlerinde gidip-gelen dosyalar ve geriye döndürülemeyen sayısız can olmaktadır. Ama sadece şimdilik! Bugünün sınıf mücadelesinin seyri ve düzeyi çerçevesinde şimdilik! Ve yeni bir kavga yılına girdiğimiz şu ilk ayda pek de uzak olmasa gerek!

Çözüm sınıf mücadelesinde,
kurtuluş sosyalizmde!

Sınıflar arası mücadelenin arenalarından biri olarak ifade ettiğimiz hapishaneler, kendi ile özdeşleşen tüm işkenceleri ve uygulamaları ile bu mücadelenin seyrine göre biçim almaktadır. Yüzüne takdığı peçenin sonsuza değin sıyrılıp atılması ve zindanların tarihin çöplüğündeki yerlerini almaları da işte bu mücadelenin nihai sonucuna ulaşmasıyla doğrudan bağlantılıdır. O güne değin, hapishaneler, sınıf savaşımının şiddetine göre sarsılacak, demokratik haklar ve insanlık değerleri uğruna mücadele bu kurumun ve üstünde yükseldiği kapitalist sistemin temellerini yıkacaktır. Bugün, hapishanelerde yaşanan her türlü işkenceye karşı durmak, hasta tutsaklara özgürlük talebini daha güçlü haykırmak içerde ve dışarda hücreleri parçalamaktan yani kapitalist düzene karşı topyekûn mücadeleden, sınıf mücadelesini yükseltmekten geçmektedir. Ve unutulmamalıdır ki, sınıflı toplumlara ait olan ve kapitalist sistemin “adi” doğasıyla perçinlenen hapishaneler ve burada yaşanan saldırılar çözümünü, varlığını muhtaç olduğu olgunun ortadan kalkmasında bulacaktır. Ve tarih hapishanelerde yalnızca insanlığın gelişimine ket vuran para babalarını, burjuva efendilerini ağırlayacağı, işçi sınıfının adaletinin hüküm süreceği sosyalizm günlerini kayda geçirecek ve ancak sınıfların olmadığı ve dolayısıyla zor aygıtı devletin gereksizleşerek sönümlendiği günlerde “hapishane” sözcüğünü lugatından çıkaracaktır.

Ve son sözler programlarında proletarya diktatörlüğü altında geleceğin Türkiye devriminin resmini çizen komünistlere ait:

9) Eski düzenin çürümüş yargı sistemi tümden tasfiye edilecektir. Yargı yetkisi üyeleri işçiler ve emekçiler tarafından seçilen halk mahkemelerine geçecektir. Proleter ve emekçi kitlelerin jüri sistemi yoluyla yargı görevlerine yaygın ve etkin katılımı teşvik edilecektir.” (TKİP Programı 2. Bölüm Türkiye Devrimi başlığında “siyasal alanda” alt başlığı içerisinde)

8) Proleter adalet: Cezalandırma anlayışı ve sistemi, suçluyu eğitme ve yeniden topluma kazandırma temel amacına dayandırılır, buna ilişkin önlemlerden oluşur. Cezaevleri bu amaca uygun eğitim kurumları olarak yapılandırılır. Mahkumlara çok yönlü üretici etkinliklerde bulunma olanağı sağlanır. Eğitilen mahkumlar ceza sürelerine bakılmaksızın serbest bırakılır.

Bir ceza yöntemi olarak sosyal eleştiri etkin biçimde kullanılır, teşvik edilir.

Savunma hakkı tam güvencededir. Gözaltında ya da cezaevlerinde kişilere fiziki ve manevi baskı yapılamaz. İşkence insanlık suçudur, ağır biçimde cezalandırılır." (TKİP Programı 2. Bölüm Türkiye Devrimi başlığında “Toplumsal sorunlar alanında” alt başlığı içerisinde…)

 

 

 

 

Devletin cezaevi politikası katlediyor

 

Hasta tutsakların tedavi ve tahliyelerine izin vermeyen sermaye devleti, hasta tutsakları ölüme gönderiyor.

Abdülmecit Arslan hayatını kaybetti

Böbrek lezyonu ve akciğer kanseri nedeniyle durumu kötüleşen ve tahliye edilen hasta tutsak Abdülmecit Arslan 9 Ocak sabahı hayatını kaybetti.

Durumu ağırlaşan Arslan, Tekirdağ F Tipi Cezaevi’nden hasta tutsaklar için toplama merkezine dönen Metris Cezaevi’ne sevk edilmişti. Adli Tıp Kurumu’nun cezaevinde tek başına kalamayacağına ilişkin raporuna rağmen savcının itirazı nedeniyle tahliyesi engellenen Arslan, geçtiğimiz Ekim ayında serbest bırakılmıştı. Arslan için düzenlenen cenaze törenine binlerce kişi katıldı.

Hasta tutsak Canpolat hayatını kaybetti

Hasta tutsak Mehmet Canpolat, kaldırıldığı hastanede 12 Ocak’ta yaşamını yitirdi. 18 yıldır cezaevinde tutuklu bulunan Mehmet Canpolat, 19 Aralık Katliamı sırasında Gebze Cezaevi’ne yapılan saldırılarda devletin kullandığı gaz bombaları ile göğsünden yaralanmış, bu nedenle KOAH hastalığına yakalanmıştı. Hastalığı akciğer kanserine ulaşan fakat her tedavi talebinde bir şeyi olmadığı öne sürülerek cezaevine geri gönderilen Canpolat, tüm başvurulara rağmen serbest bırakılmamıştı.

48 yaşındaki Canpolat’ın durumu Aralık ayında ağırlaşmış, hafızasını ve konuşma yetisini yitirmişti.

Canpolat’a uğurlama

Canpolat için 13 Ocak’ta Yenibosna Cemevi’nde cenaze töreni yapıldı. Cenazeye, aralarında İHD İstanbul Şubesi ve Barış Anneleri İnisiyatifi’nin de bulunduğu çok sayıda kurum ve kişi katıldı.

Bağcılar’daki Yıldız Tepe Mezarlığı’nda defnedilen Canpolat, mezarlığa gelen yüzlerce kişi tarafından son yolculuğuna uğurlandı. Defin işleminin ardından Cumartesi Anneleri’nden Güzel Şahin, hasta tutsakların durumuna dikkat çekerek toplum ses çıkarmadığı oranda hapishanelerden yeni ölümler geleceğini ifade etti. Canpolat’ın arkadaşı Selahattin Sel ise, Canpolat’ın katilinin devlet olduğunu söyledi.

Bakanlık önünde eylem

Hasta Mahpuslara Özgürlük İnisiyatifi 13 Ocak’ta Adalet Bakanlığı önünde gerçekleştirdiği eylemle Canpolat’ı andı ve hasta tutsakların durumuna dikkat çekti.

Basın açıklamasında ilk olarak Lütfi Taş ve Abdülmecit Aslan’ın da devletin cezaevlerinde Ocak ayı katliamları listesinde ölüme gönderilen iki hasta tutsak oldukları belirtildi. İnisiyatifin her hafta Kızılay’da gerçekleştirdiği eylemlerde Canpolat’ın durumuna dikkat çekildiğinin hatırlatıldığı konuşmada “Daha sırada kaç kişi var?” dendi.

 
§