23 Mayıs 2014
Sayi: KB 2014/21

Katliamın faili kapitalist sömürü düzenidir
Soma Katliamı =
Sermaye, AKP, sendika işbirliği
Soma’da yaşanan katliam ve ortalığa saçılan gerçekler
Soma’da yaşananlar üzerine gözlemlerimiz
Soma’dan bir maden işçisi yazdı
Somalı bir gencin gözlemleri
İşçi katliamında sermaye ve sendika bürokratlarının ortaklığı
Soma katliamına karşı iş bırakma eylemleri
Her yer Soma!
Manisa DLB’den gün gün Soma eylemleri

Liseliler Soma için sokaklarda!

100 yıl önce: 1. Dünya Emperyalist Paylaşım Savaşı
Üniversitelerde Soma işçileri için işgal!
Avrupa’da da emekçiler sokaktaydı!
“Amacımız sorumluların cezasız kalmaması!”
“Geç kalmadan birlik olmak lazım”
Oyunun son perdesini oynuyorlar
Bu daha başlangıç mücadeleye devam!
Çelik-İş Genel Kurulu’nda işbirlikçilere cevap verildi
Mehmet Ayvalıtaş davasında 3. duruşma
Sınıf devrimcilerinden
Kaypakkaya anmaları
“Suriye’nin dostları” yıkıcı savaşı körüklemeye devam ediyor
Gerici AB’ye karşı
halkların birliği!
Katletmek bu devletin fıtratında var!
‘Yüz karası değil kömür karası Böyle kazanılır ekmek parası’
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

100 yıl önce: 1. Dünya Emperyalist Paylaşım Savaşı

 

Tarihsel sürecin gelişmesinde askeri boyutun önemini büyük bir titizlikle izleyen materyalist Engels; daha 1887 yılında gelmekte olan modern bir savaşın riskine dikkat çekiyordu. “8-10 milyon insan, asker birbirlerini boğazlayacak ve daha önce çekirge sürülerini dahi aratmayacak şekilde Avrupa’yı çöle çevireceklerdir. 30 yıllık savaşın (1618-1648) kıta üzerinde asker ve halk kitlelerinde bıraktığı açlık, salgın hastalıklar, yabanileşme, üç dört yılla sığacak…!” diyordu Engels, müthiş bir öngörüyle. Nitekim I. Dünya Savaşı bu öngörüyü tamamen doğrulamıştır.

I. Dünya (emperyalist paylaşım) Savaşı Almanya, Osmanlı İmparatorluğu, Bulgaristan ve Vatikan’ın desteklediği, Avusturya-Macaristan’ın 28 Temmuz 1914 yılında Sırbistan’a savaş ilanıyla başlar. Diğer taraftan Sırbistan’ı (Sırbistan bu savaşta 1,2 milyon insan kaybı, yani 18 ila 53 yaş arasındaki erkek nüfusun % 53’ünü yitirir) Fransa, İngiltere, Rusya, Karabağ ve Yunanistan destekler. 85 yıl sonra farklı gerekçelerle Yugoslavya’nın, daha doğrusu Sırbistan’ın emperyalist savaş örgütü NATO tarafından yeni bir savaş ve yağma operasyonuyla yeniden parçalanması ise, emperyalist saldırganlığın sürekliliğine işaret eder.

2014 yılında 1. Dünya Savaşının nedenleri, sonuçları ve güncelliği üzerinde yoğun tartışmalar yapılacak. İnsanlık tarihinde bütün dünyayı kapsayan ve arkasından 20 milyona yakın ölü, on milyonlarca sakat, yerle bir edilmiş şehirler, tahrip edilmiş sanayi merkezleri ve daha pekçok yıkım bırakan 1. paylaşım savaşı, emperyalist aşamaya giren kapitalizmin barbarlığını erken bir dönemde gözler önüne sermiştir. Bugün 3. Dünya Savaşı olasılığı üzerinde tartışmaktan kaçınılsa da, gerçek odur ki, I. Emperyalist paylaşım savaşına yol açan bütün nedenler ve çelişkiler yerli yerinde duruyor. Zira tekelci kapitalizm/emperyalizm, dünya savaşına yol açan çelişkileri döne döne yeniden üreten bir sistemdir.

Almanya “pastadan pay” istiyor

1897 yılında dışişlerinden sorumlu devlet müşaviri Bernhard von Bülow, şu sözleriyle yükselmekte olan Alman sermayesinin dünya pazarında pay elde etme hırsını formüle ediyordu: “Biz kimseye gölge etmek istemeyiz, fakat güneşte yerimizi istiyoruz”

Dolayısıyla savaş bir raslantı değil, uzun dönemde planlanmış, dünya üzerinde yeni pazarlar, hammadde kaynakları, yeni sömürgeler elde etmek için kaçınılmaz, bütün boyutlarıyla emperyalist bir paylaşım savaşıydı. Zira 1890’lı yılların ortasından itibaren Avrupa büyük güçleri ile ABD arasında Afrika ve Asya’da birçok sömürge paylaşım savaşı yürütüldü. ABD, İspanya’ya karşı 1898 yılında girdiği savaşta Küba ve Filipinler’i denetimine geçirmişti. Aynı yıl Fransa, Batı Afrika ve Sudan’a düzenlediği askeri bir operasyonla İngiltere ile doğrudan karşı karşıya gelmişti. Bir yıl sonra Güney Afrika’da Boer Savaşı yaşanır. 1900 yılında Almanya, Avusturya-Macaristan, Rusya ve ABD’nin de dahil olduğu güçler Çin’e karşı kelimenin tam anlamıyla bir ‘haçlı seferi’ başlatırlar. Çin’in işgali, bölünmesi 1894 yılında Japonya’nın Kore ve Tayvan’ı işgaliyle başlamıştı. Aynı dönemde Rusya’da Mançurya’yı işgal etmiş bulunuyordu. Bu emperyalist sömürge seferleri kanlı ve büyük vahşetler eşliğinde yürütülüyordu ve 1. Dünya savaşı başladığında bütün aktörler için amaç açık ve belirgindi: Dünyanın yeniden paylaşımı!

19. yüzyılın ikinci yarsı, Almanya’da ekonomik yaşamda büyük sanayi komplekslerinin belirgin bir şekilde öne çıktığı bir dönem. 1847 Siemens, 1883 AEG, 1870 Deutsche Bank (Siemens kardeşlerden biri tarafından kurulur), 1811 çelik baronu Krupp ve Thyssen (1871), 1863 Kimya Fabrikaları BASF, Bayer, Hoechst gibi büyük şirketler öne çıkmaya başlar. Fransa ve İngiltere kapitalist gelişmenin toplumsal dönüşümünü sağlayan üretici güçlerin gelişmesini Almanya’dan yüz-iki yüz yıl önce tamamlamış ve bu eşitsiz gelişim-geriden gelen Almanya’nın hızla ilerlemesi-, dünya pazarı üzerinde büyük bir rekabet savaşına yol açmıştı. Artık dünya paylaşımında yeni bir güç sahnedeydi.

Alman tekelleri yeni, azgın, yayılmacı konumlarıyla rakiplerini geriletmekte kararlıydı. İngiltere emperyalist gücünü gelişen rakipleri karşısında artık eskisi gibi koruyamıyordu. 1884 yılında dünya pazarını diplomatik yollarla çözme çabası sonuçsuz kalıyordu. Bu açıdan emperyalist talan ve paylaşım savaşının baş aktörü Almanya idi. İç pazarı daralan Alman burjuvazisi, diğer taraftan dünya pazarının büyük güçler tarafından bölüşüldüğünü görmekteydi. Batıda İngiltere ve Fransa, Afrika ve Asya’yı kendi pazarlarına dönüştürmüşlerdi. Güneyde, İtalya’nın büyük mali sermayesi, “pay alma” mücadelesini güdüyordu. Doğuda Çarlık Rusya’sı, denetiminde tuttuğu alanları azgınca savunuyordu. Atlantik’te, ABD çoktan tek güç olmuştu. Dünya Savaşı böyle “barışçıl” bir zamanda zincirlerinden boşalıyordu.

I. Dünya Savası, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında kapitalizmin değişen koşullarının kaçınılmaz sonucu olarak patlak verdi. Tekelci kapitalizm/emperyalizm dönemi, büyük güçler arasında ekonomik, askeri ve politik eşitsiz gelişmenin belirginleştiği, güçler dengesinde hızlı bir değişimin yaşandığı çağ idi. Ekonomi ve toplumun militarizasyonu, artan silahlanma ve değişen güç dengeleri dünyanın yeniden paylaşımını zorunlu kılıyordu.

Almanya için, 19. Yüzyıl sonunda Deutsche Bank tarafından finansmanı üstlenilen, İstanbul ile Bağdat arasında inşa edilen “Bağdat Demiryolu”nun güç alanlarını genişletmek, yayılmacı politikalarına ivme kazandırmak ve Osmanlı topraklarındaki etkisini pekiştirmek açısından yeni bir dönemeç sayılır. Bu süreçte Deutsche Bank dünyada rakipleriyle boy ölçüşecek duruma yükselirken, tren yolunu yapan Thyssen, lokomotifleri devreye koyan Maffei, Bilfinger ve istasyonları inşa eden Berger artık İngiltere ve Rusya’nın denetiminde bulundurduğu sahalara girmiş ve böylece meydan okuyordu.

Bunun en önemli dönüm noktasını 1906 ve 1911 “Fas Krizi” oluşturdu. Dev çelik tekeli Mannesmann Fas’ın zengin cevher yataklarına göz dikmiş ve Deutsches Reich Fas’ı güç alanına katmak için çoktan harekete geçmişti. Fakat Fas uzun dönemden bu yana Fransızlar’ın denetim alanındaydı. Yayılmacı kararlılığını göstermek için savaş gemilerini Akdeniz’e süren Deutsches Reich, İngiltere’nin savaş durumunda Fransa’ya destek vereceğini ilan etmesi üzerine gemileri geri çekti. Rekabet ve çatışmalar bir tarafta -Anton Pannekoek’in “karnı tok” olarak nitelendirdiği- Antant güçleri İngiltere-Fransa-Rusya üçlüsü, karşı tarafta ise Deutsches Reich, dağılmakta olan Avusturya-Macaristan ve İtalya üçlüsü, “aç güçler” vardı.

Almanya bu “aç güçlerin” en önemlisiydi. Almanya içinde bulunduğu hızlı gelişmesiyle dünyadaki güç dengelerinin yönünü belirleyen esas güç konumundaydı. Anton Pannekoek (Sosyal Demokrasinin sol kanadını temsil eden Hollandalı Marksist), bunu şöyle ifade ediyordu; “Almanya bize olağanüstü hızlı gelişmekte olan, fakat aynı zamanda çok az sömürgeye sahip, bu bağlamda da bir dünya imparatorluğu, bir dünya gücü olma çabasını güden, büyük kapitalist bir ülkenin resmini sunuyor.”

Bu gelişmeler gözlendiğinde savaşın nedenleri yöneticilerin, hükümetlerin niyetlerinden bağımsız, tekelci sermaye ve egemen burjuvazinin çıkarlarının savunulmasının doğal bir sonucuydu. Özellikle de Deutsches Reich ulaştığı ekonomik, askeri güce uygun dünyanın yeniden zora başvurarak bölünmesini gündemin birinci sırasına koyuyordu.

Avusturya veliahtına karşı Sarayevo’da yapılan suikast, savaşın başlaması için sadece sıradan bir gerekçeydi. Deutsches Reich Sırbistan’a, Avusturya-Macaristan’ın savaş ilan etmesi için yoğun çaba yürütüyor, teşvik ediyordu. Rusya bunun üzerine kısmi askeri seferberlik ilan etti. Deutsches Reich 1. Ağustos 1914’te Rusya’ya, 3 Ağustos’ta da Fransa’ya savaş ilan ediyor ve bir avuç kapitalist sınıfın çıkarları uğruna halklar birbirini toplu mezarlara gömmek üzere kırdırılıyordu. Savaşın başlamasından sonra ortaya çıkan korkunç sonuçlar genel olarak biliniyor. Savaşa yol açan esas nedenler üzerinde durmak, bugün, özellikle savaş çanlarının duyulduğu bir dönemde, büyük bir görev ve sorumluluktur.

 

 

 

 

Bugünkü savaş emperyalist bir savaştır

 

Hemen herkes, bugünkü savaşın emperyalist bir savaş olduğunu kabul ediyor, ama çoğu durumlarda bu terime başka anlamlar verilmekte ya da bu terim yalnızca bir tarafa uygulanmakta, ya da bu savaşın sonuçta burjuva-ilerici, ulusal-kurtarıcı bir özelliği olabileceği iddiasına açık bir kapı bırakılmaktadır. Emperyalizm, gelişen kapitalizmin, ancak 20. yüzyılda ulaşılan en yüksek aşamasıdır. Kapitalizm, onlar kurulmadan feodalizmi yıkmasına olanak bulunmayan ulusal devletleri, şimdi kendisi için cendere gibi görüyor. Kapitalizm, yoğunlaşmayı o derece geliştirmiştir ki, sanayiin bütün dalları, sendikalar, tröstler ve kapitalist milyonerlerin kurdukları birliklerce kıskıvrak bağlanmış ve hemen hemen bütün dünya “sermaye lordları” tarafından ya sömürgeler halinde, ya da sömürge olmayan öteki ülkeler, mali sömürünün binlerce kollu ağı içine hapsolunarak paylaşılmıştır. Serbest ticaret ve rekabetin yerini tekel kurma, sermaye yatırımı için ülkeleri ele geçirme, bu ülkelerden hammadde ithal etme gibi çabalar almıştır. Feodalizme karşı verdiği savaşımla ulusların kurtarıcısı olan kapitalizm, şimdi, emperyalist kapitalizme dönüştü ve uluslar için en büyük ezici güç durumuna geldi. Eskiden ilerici bir niteliği olan kapitalizm, gerici oldu; üretici güçleri o derece geliştirdi ki, uluslar ya sosyalizme geçme, ya da sömürgeler, tekeller, ayrıcalıklar ve ulusların çeşitli yollardan ezilmesiyle, kapitalizmin yapay olarak korunması için “büyük” devletler arasındaki silahlı savaşımda yıllarca ve hatta-on yıllarca acı çekme şıkları ile yüz yüze geldiler.

[Lenin / Sosyalizm ve Savaş / Sol yayınları sf. 14]

 

 

 

 

Emperyalizm ve Sosyalizmdeki Bölünme

 

(...)

Emperyalizmin olabildiğince açık ve tam bir tanımıyla başlamalıyız. Emperyalizm, kapitalizmin özgün bir tarihsel aşamasıdır. Bunun özgün niteliğinin üç yönü vardır: emperyalizm, (1) tekelci kapitalizmdir; (2) asalak, ya da çürüyen kapitalizmdir; (3) can çekişen kapitalizmdir. Serbest rekabetin tekel tarafından ayağının kaydırılması, emperyalizmin temel ekonomik özelliği, özüdür. Tekel kendini başlıca beş biçim altında ortaya koyar: (1) Karteller, sendikalar ve tröstler —üretimin yoğunlaşması, kapitalistlerin bu tekelci birliklerinin doğmasına yol açacak bir düzeye ulaşmıştır; (2) büyük bankaların tekelci konumu— üç, dört ya da beş dev banka, Amerika, Fransa, Almanya’nın tüm ekonomik yaşamını denetim altına almaktadır; (3) hammadde kaynaklarının tröstler ve mali oligarşi tarafından ele geçirilmesi (mali sermaye, banka sermayesi ile tekelci sanayi sermayesinin kaynaşmasıdır); (4) dünyanın uluslararası karteller tarafından (ekonomik) bölüşümü başlamıştır. Daha bugünden, bütün dünya pazarına komuta eden ve bu pazarı kendi aralarında —savaş onu yeniden paylaştırıncaya kadar— “dostça” paylaşan böyle yüzden fazla uluslararası kartel vardır. Tekelci olmayan kapitalizm ortamındaki meta ihracından farklı olarak sermaye ihracı, oldukça ilginç bir olaydır ve dünyanın ekonomik ve toprağa değin siyasal bölüşümüne yakından bağlıdır; (5) dünyanın toprak bölüşümü (sömürgeler) tamamlanmıştır.

[Lenin / Sosyalizm ve Savaş, sf.106 ]

 
§