15 Haziran 2012
Sayı: SYKB 2012/24

 Kızıl Bayrak'tan
İktidar için kapışan
gerici koalisyonun saldırıları
devrimci sınıf hareketiyle püskürtülebilir!
Özel Yetkili Mahkemeler kaldırılsın!
Kürt halkına yönelik tutuklama terörü sürüyor
Sivas’ın katili sermaye devleti
Van’da Kürt siyasetçilere
tutuklama terörü
Emekli metal işçisi Ramazan Gecener ile 15-16 Haziran Direnişi üzerine
MESS Grup TİS’leri için Bursa’da kararlı başlangıç
“Havayolu direnişiyle
sınıf dayanışması!”
Grev yasağı üzerine
Borusan direnişi eylemlerle sürüyor
Tarihsel çağ ve yeni tarihsel dönem
H. Fırat.
Filistin’de ırkçı-siyonist saldırganlığa karşı direniş sürüyor!
İsrail açlık grevi anlaşmasına
uymuyor
Gerici cepheden Suriye’yi “Afganistanlaştırma”
girişimleri
Dünyada grevler-protestolar yükseliyor!
Yunanistan'da ırkçılık karşıtı yürüyüş
“Özgürlüğümüz, sınıfımız için,
hep birlikte direnmeliyiz!”
4+4+4 ve eğitimde yeni dönem
Liseli gençlik eleme sınavlarına karşı alanlarda
Tutuklu öğrenciler için miting
“Beyoğlu’nda işkenceye son!”
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Emekli metal işçisi Ramazan Gecener ile 15-16 Haziran Direnişi üzerine...

“15-16 Haziran

Türkiye işçi sınıfının bayramıdır!”

 

Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde önemli bir yer tutan 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin üzerinden 42 yıl geçti. İşçi sınıfı ve emekçilerin sermayeye karşı mücadelesinde önemli bir eşik olan bu direnişin tanıklarından emekli metal işçisi Ramazan Gecener, henüz 6 aylık bir işçi iken katıldığı büyük direnişi gazetemize anlattı. İstinye’de kurulu Beldesan fabrikasında 1970 yılında işçiliğe başlayan Maden-İş üyesi Gecener, DİSK/Emekli Sen çatısı altında mücadeleye devam ediyor.

- 15-16 Haziran direnişi sırasında nerede çalışıyordun?

Ramazan Gecener: 1969 yılının sonlarına doğru askerden geldikten sonra babam beni Malatya Şeker fabrikasında bekçiliğe verecekti. Babam orada çalışıyordu. Ben de fabrikada çalışan işçileri tanıdığım için bekçilik görevi istemedim. Babama, İstanbul’a gitmek istediğimi söyledim. O zamanın parasıyla babam bana 500 Lira verdi. O 500 lirayla 22 yaşında İstanbul’a geldim. İstanbul’a geldiğimde hiçkimseyi tanımıyordum. Biz Samsun Ladikliyiz. Ben de İstanbul’a gelir gelmez soruşturdum ve Ladiklilerin İstinye’de yaşadıklarını öğrendim. Yalnız kalmamak ve kalacak yer sorununu çözmek için İstinye’ye gittim. Çocukluk arkadaşlarımdan bazıları da o bölgede oturuyordu. Aynı zamanda işe ihtiyacım vardı. İşçi ailesi bir akrabamın evinde kaldım. İş ararkan, Kavel Kablo fabrikasında sendikacılık yapan İlyas Kabil’e benim iş aradığımı iletmişler. Kabil de 1963’teki Kavel Kablo grevini yaşamış bir işçiydi. O da beni Standart Belde (Beldesan) fabrikasında bisiklet montajı bölümünde işe soktu. İşe girer girmez Maden-İş’e üye oldum. Çünkü sendikalı işçilerin hakları çok iyiydi. Burada 5-6 ay çalıştıktan sonra, yürüyüş yapılacağı söylendi. Çalıştığım fabrikada Maden-İş Sendikası vardı ve yürüyüşe katılacağımızı söylediler. Sendika barajının yükseltileceğini, 274-275 Sayılı yasaların kaldırılacağını söylediler. Maden-İş’in önünü kesmek için hükümet de yasayı değiştirmeye kalkmıştı. O zaman Maden-İş’in başında Kemal Türkler vardı.

- O dönemde işçiler arasındaki dayanışma nasıldı?

- O zamanlar işçiler arasında dayanışma çok iyiydi. Hayatın her alanında beraberdik. Kahveye beraber giderdik. İş çıkışlarında, yemek saatlerinde hep birlik ve beraberlik içerisindeydik. Dayanışma duygusu daha gelişkindi.

- Yürüyüş nasıl başladı? O günü anlatır mısın?

- 15 Haziran günü yürüyüşe başladık. İstinye’den Zincirlikuyu’ya yürüdük ama ne yürüyüş. Standart Belde fabrikasının az ilerisinde Kavel Kablo fabrikası vardı. Biz yürüyüşe başladıktan sonra kalabalık daha da arttı. Kavel’deki DİSK/Maden-İş üyeleri de bize katıldılar ve yola devam ettik. Kavel’den sonra, Türk-İş’in örgütlü olduğu Türkay Kibrit fabrikasından işçilerden fazla bir katılım gelmedi ama duvar kenarlarından bizi alkışladılar. Oradan ana caddeye çıktık ve İstinye Tersanesi işçileriyle buluştuk. Onlardan sonra da dokuma fabrikasında çalışan işçilerden katılımlar oldu. “141-142’ye hayır!” gibi sloganlar atarak İstinye Bayırı’ndan Maslak’a ulaştık. Sonuçta Maslak’a geldik ve burası jandarma bölgesiydi. Maslak’ta baktık ki caddelerde sadece işçiler var. Sanayi Mahallesi’ne gelince jandarma önümüzü kesti. Burada jandarma komutanıyla konuştuk ve Beşiktaş yönüne doğru yürüyüşe devam ettik. Şimdiki Sabancı’nın ikiz kulelerinin olduğu yere geldik. Orada da jandarma yığınağı vardı ve coplarıyla bekliyorlardı.

Bir arkadaşımız, “Arkadaşlar temizlik işçileri şuradaki molozları almamışlar gelin temizlik için bunları elimize alalım” dedi. Gittik o malzemeleri aldık. Önden iki-üç sıra kadınlar yürüyordu. Kadınlara daha az tepki gösterilir diye önde kadınlar yürüyordu. Burada jandarmayla itişme kakışma yaşandı, hatta havaya ateş açıldı ama biz yine de yolumuza devam ettik. Öğleden sonra Zincirlikuyu’ya geldiğimizde, Kemal Türkler’in açıklama yaptığı ve fabrikalarımıza geri dönmemizi istediği haberi geldi. Fabrikalarımıza döndük ama yasa geri çekilene kadar işbaşı yapmama kararımız vardı. Parlamento yasayı geri çekene kadar çalışmama kararı alınmıştı. Hafta başında yasayı geri çektiler ve sonra işbaşı yaptık.

- Eylemden sonra patronlar ve devlet ne yaptı?

- Eylemden sonra bizi İstinye Karakolu’ndan çağırdılar. “Yasadışı” eyleme katıldığımız için ifadeye çağırdılar. Ben de bir arkadaşımla beraber karakola gittim. Komiser, “Eyleme katıldınız. Ne diye bağırdınız?” diye sordu. Biz de “141-142’ye hayır!” dediğimizi söyledik. Komiser, “141-142 kalksın istiyorsunuz öyle mi?” diye sordu. “Evet, kalksın istiyoruz” dediler. Yanımdaki arkadaş da “Bence 141 kalksa da olur kalkmasa da ama 142 kalkmasın” dedi. Niye diye sorulunca da “142 sahilden gidiyor. Ben ona binip eve gidiyorum” dedi. Yani o zaman o arkadaş 142’nin bile ne olduğunu bilmiyordu. İşçilerin hepsi bilinçli değildi. Sendikasına dokunulduğu için eyleme katılmıştı.

- 15-16 Haziran ilk eylemin miydi?

- Rahmetli abim bana YÖN Dergisi getirmişti ve derginin arkasında Nazım Hikmet’in bir şiiri vardı. O zaman 18 yaşlarındaydım ve benden o şiiri okumamı istedi. Sözcükler pek aklıma yatmadı ama şiir akıcıydı. Solla ve Nazım’la tanışmam ilk kez böyle oldu.

1960 Anayasası’nı savunan insanlar daha çok haklardan ve demokrasiden bahsediyorlardı. 1965 yılında Çetin Altanlar Malatya’da kongre yaptılar. 13-14 yaşlarındaydım ve o kongreyi sinemanın balkonundan seyrettiğimi hatırlıyorum. Haksızlığa karşı olduğu için, yoksuldan yana olduğu için sempati oluşmuştu.

- 15-16 Haziran direnişi nasıl bir etki yarattı?

- Çok güzel bir etki yarattı. Daha çok hak almaya başladık. Türkiye’de işçi sınıfı tarihinde en demokratik hakların kazanıldığı dönem 70-80 arasıydı. 1974’te bu sefer Kavel Kablo fabrikasında işbaşı yaptım. 1978’de evlendim ve o dönem evlenme yardımı olarak 13 lira verildi. O paraya 4 ton kömür, bir fırın aldık ve bir de fortmanto yaptırdık.

- 15-16 Haziran sonrası bilinç düzeyin daha da gelişti mi?

-1974’lere geldiğimde bilinç düzeyim daha da gelişmişti. 1963 Kavel grevini yapanlarla beraber çalıştım. 63’teki grevde fabrikanın kapılarını kaynaklayan kişiyle beraber çalışmaya başladım. O kişiyle hala konuşuyoruz.

Kavel grevi de büyük bir grevmiş. İstinye halkı işçilere yemek getirmiş o zaman. Sonuçta Kavel grevi, Ecevit’in Çalışma Bakanı olduğu dönemde gerçekleşmişti. 1960 Anayasası’nda olmasına rağmen hayata geçirilmeyen grev hakkını, Kavel işçileri fiili olarak gerçekleştirdiler. Hasan Hüseyin’in, “İşime Kavel dedim/Karıma Kavel diyeceğim” diye bir şiiri var. O şiir de Kavel grevinden doğmuş. Hatta daha sonra 1978 yılında Kavel’de yaşanan grev sırasında benim yazdığım bir şiir vardı: “Kavel çıktı greve, işçi gitmiyor eve...” Bu şiir daha sonra farklı illerdeki grevlerde de kullanıldı.

- Aradan yıllar geçti ama mücadeleden emekli olmadın. O günü yaşamış biri olarak şu anla 42 yıl önceyi karşılaştırdığında ne görüyorsun?

- 1980 darbesinden sonra sendikalar sanki olağanüstü bir değişim içine girdiler. İşçiler ürkek ve korkaklaştılar. Çoğu işçi arkadaşım sindirildi. ‘80 öncesiyle ‘80 sonrası çok farklı. Darbe öncesinde bir işçinin burnu kanadığı zaman fabrikadaki işçiler hemen soru sorarlardı. İşçi eğer yüz kızartıcı bir suç işlemediyse işten atılması olanaksızdı. Çünkü işçiler örgütlüydü. 80’den sonra sağ-sol çatışması adı altında çatışmalar bitirildi. Sanki çatışmaları işçiler yapıyormuş gibi 12 Eylül’den sonra işçinin 4 ikramiyesi 2 ikramiyeye indirildi. Biz çatışmadan çalışıyorduk, makineyle savaşıyorduk, fırınlarla mücadele ediyorduk. Bizim maaşımızı niye kesiyorsun. Demek ki işin içinde ekonomik nedenler var. Hatta o gün Kenan Evren, garsonun 150 lira maaş almasını çok görüyordu. Biz işçiler olarak senin omuzunda 5 yıldız var da niye çok para alıyorsun diye soruyor muyuz? O yıldızları bile işçi yapıyor.

- 15-16 Haziran neden önemli?

- 15-16 Haziran bugünden baktığımızda emekçinin bayramıdır. Dünyada 1 Mayıs işçi bayramıdır, 15-16 Haziran da Türkiye işçi sınıfının bayramıdır. Bugünkü medya bile bu eylemleri küçük küçük verir ve bu direnişin niye yapıldığını anlatmaz. Şimdi de aynı anda 3-5 sendikaya üye ol diyorlar. Ama hangi sendikayla sözleşme yapılacağını kimse söylemiyor ya da bugün hala barajlar var.

Beni en çok rahatsız eden şey, grev yasağıdır. Grev yapabilirsin ama grev yaptığın yere çadır kurman yasak. Kışın dondurucu soğuğunda bile insana açık havada bekle diyorlar. Kendileri doğalgazlı odalarda otururken sana layık gördükleri dondurucu soğukta hasta olmandır. Çünkü grev çadırları olduğu zaman işçiler oraya okul gibi geliyorlar. İnsanlar, daha insanca nasıl yaşayabileceklerini konuşuyorlar. O dönemde işçi işçiye yalan söylemezdi. İşçi işçiye yalan söylemediği müddetçe işçiler birlik ve beraberlik içinde olurlar. İnsanlar ne kadar bölünüp parçalanırlarsa yönetenler daha iyi yönetirler. Bir insan hak aramazsa insan olduğunu anlayamaz.

- Kavel’de kaç yıl çalıştın?

1974’ten 1985 yılına kadar 10 seneyi aşkın süre çalıştım. 1980 darbesi sonrasında Maden-İş kapatılınca biz de Kavel’i Otomobil-İş’e örgütledik. Kavel’de emaye bobin bölümü vardı orada çalışıyorduk. Kavel’in can damarı bölümü burasıydı. Sadece bu bölüm bile Kavel’e bakıyordu. Makinaya bir kişi bakıyordu ama bu bölümde bir tel koptuğunda makineye 3-5 kişi bakmak zorunda kalıyordu. İş de bizi biraraya getiriyordu. Kavel’de çay yasağı vardı. Gece vardiyasında çay içmezsek çalışamıyorduk ve uykumuz geliyordu. Vardiya amirinin ayağının altına sabun koyduk, kapının üzerine de bir kova su koyduk. Gece vardiyasında amir, içeriye gelip baktı ve sabuna kayıp düştü. Vardiya amiri daha sonra gelmedi ve çay yasağı kalktı. Emaye bölümünün şefi, ıslık çalınca kimse gitmiyordu. Islık köpeğe çalınır diyerek gitmiyorduk. Yanımıza geliyordu. Onurumuza sahip çıkıyorduk. Bunların hepsi birlik ve beraberlikle oldu.

1985’ten sonra 4 sene serbest çalıştım. Duvar kağıdı ve dekorasyon işleri yaptım. 89-90 yıllarında Sarıyer’de SHP döneminde belediyeye işe girdim. Belediye-İş Sendikası üyesi olarak 5 yıl çalıştım ve emekli oldum. Ardından ise DİSK/Emekli Sen üyesi oldum ve mücadeleye orada da devam ettim.

- O günün deneyimleriyle işçilere ve emekçilere mesajın nedir?

- Sınıf mücadelesi o dönemki gibi değil. İşçiler korku içerisinde. Yedekte işçiler var ve işsizlik sopa olarak kullanılıyor. Keşke o dönemi yaşayan arkadaşlarla toplu biçimde buluşsak da o dönemi tartışabilsek ve anlatabilsek çok iyi olur. Yaşamanın, çalışmanın ne olduğunu, insan ömrünün ne kadar olduğunu ve bu zaman sürecinde dolu dolu yaşamanın insanı yaşatır olduğunu anlatmamız gerekiyor. Nazım’ın ‘Bahr-i Hazer’ şiirinde geçiyor. “Karayel kudurtsun azgın suları, Hazer’de doğanın hazerdir mezarı”

Yani sen ne yaparsan yap mezarın bu dünyadadır. İnsan ömrünün de ne kadar belli olduğu bir toplamda ezilmeye, büzülmeye değer mi?

Bunu anlatmak gerekiyor. Esas mücadele budur. Sömüren de insan, sömürülen de insandır. İnsan insanı niye sömürsün. Bu çelişkileri fabrikalarda anlatmak gerekiyor. Öyle bir iktidar olmalı ki fabrikalarda toplantı salonları olmalı. İnsanlar geleceğinin hesabını orada yapmalı. Bir işçi işe giderken evdeki ailesiyle başlıyor. Evdeki kadın da işçiyle beraber çalışmış oluyor. Öyle bir sendika olmalı ki, kocası gibi o kadın da maaş almalı. Ben gece vardiyasına gidiyordum ve eşim evde yalnız kalıyordu ve korkuyordu. Ben ekmek parası kazanacağım ve fabrika sahibi de benden kazanacak. Demek ki eşim de benimle birlikte çalışıyor. Bütün bunları kırmamız gerekiyor. Nasıl kıracağımızı da biliyoruz. Bilinç düzeyimizi yükselterek ve insanlık onurumuzu en plana çıkartarak kıracağız.

Kızıl Bayrak / İstanbul

 

 

 

 

Özelleştirmede yargı kararı geçersiz

 

Sermaye hükümeti özelleştirme saldırısındaki kararlılığını Bakanlar Kurulu’nda aldığı kararla bir kez daha gösterdi. Bakanlar Kurulu bu kararının ‘ortaya çıkan fiili imkansızlık nedeniyle’ olduğunu iddia ederken Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nca yapılmış iş ve işlemlerin devam ettirilerek sonuçlandırılması için engel kalmadı.

Kararın etkilediği 5 özelleştirme iptaliyse; Eti Alüminyum AŞ’nin yüzde 100 oranındaki hissesinin satış yöntemiyle özelleştirilmesi, Türkiye Denizcilik İşletmeleri AŞ’ye ait Kuşadası Limanı’nın işletme hakkı verilmesi yöntemiyle özelleştirilmesi, Türkiye Denizcilik İşletmeleri AŞ’ye ait Çeşme Limanı’nın işletme hakkı verilmesi yöntemiyle özelleştirilmesi, SEKA-Türkiye Selüloz ve Kağıt Fabrikaları AŞ’ye ait Balıkesir İşletmesi’nin varlık satışı yöntemiyle özelleştirilmesi ve Türkiye Petrol Rafinerileri AŞ’nin yüzde 14,76 oranındaki hissesinin İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Toptan Satışlar Pazarı’nda satılması ile ilgili yargı kararlarından oluşuyor.

Özelleştirme eliyle kamu kurumları sermayeye peşkeş çekilirken sermaye hükümeti  önüne çıkan her türlü engeli jet hızıyla aşıyor.

Bundan sonraki özelleştirme süreçlerinde de bu yöntemle yargıya müdahele ihtimali ortadan kaldırılmış olunacak.

12 Haziran itibariyle Resmi Gazete’de yayınlanarak hemen uygulamaya konan karar sermaye düzeninin çıkarları için kendi burjuva hukunu bile çiğneyebileceğini bir kez daha kanıtladı.

 

 

 

 

Şiddete karşı imza kampanyası

Sağlık çalışanlarına yönelik şiddete karşı imza kampanyası başlatıldı. İstanbul Tabip Odası (İTO) 12 Haziran günü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde yaptığı açıklamada, Sağlık Bakanlığı’na verdikleri önerilerin yasalaşmasını istediklerini, gerçek bir önlem alınana kadar mücadelelerini sürdüreceklerini ifade etti.

Açıklamada ilk önce İstanbul Tabip Odası Başkanı Taner Gören söz alıp, sağlık alanında yaşanan sorunların 2002 yılından itibaren daha da katmerlendiğini hatırlatarak, sağlık çalışanlarının ‘suçlu’ ilan edildiğine dikkat çekti. Gören, tetkiklerin sıradanlaştığını ve hasta memnuniyetsizliğinin arttığını ifade ederek hasta ve çalışanların karşı karşıya getirildiğini, çalışanların itibarını düşüren açıklamaların devlet yetkilileri tarafından yapılmasının şiddet olaylarını arttırdığını ve ölümlerin yaşandığını ifade etti. Gören, karşı karşıya gelerek değil, hasta ve sağlık çalışanlarının yanyana gelerek, bozuk olan sağlık sistemine karşı mücadele edilmesi gerektiğini belirterek, imza kampanyasına destek çağrısında bulundu.

İTO Genel Sekreteri Ali Çerkezoğlu ise, hastaların aldığı tedavinin güvenirliğinin şüpheli olduğuna dikkat çekerek, hastaların da sağlık çalışanları ile birlikte hareket etmesi gerektiğine değindi. Yaşanan şiddet olaylarının güvenlik önlemlerinin arttırılması ile ceza verilmesiyle engellenemeyeceğini belirten Çerkezoğlu, önce doktorlara saygı gösterilmesi, hasta-doktor ilişkisinin doğru kurulması ile, güvenli bir sağlık ortamı sağlanabileceğine vurgu yaptı. Hasta ve sağlık çalışanlarını karşı karşıya getiren Bakanların artık aradan çekildiğine işaret eden Çerkezoğlu, yanlış olan sağlık hizmetine karşı hasta ve sağlık çalışanlarının aynı safta olduğuna vurgu yaparak, konuşmasını bitirdi. .

Kızıl Bayrak / İstanbul