23 Aralık 2011
Sayı: SYKB 2011/48

 Kızıl Bayrak'tan
Emperyalist/siyonist güçler adına “harbe hazırlık”
Sert ve zorlu bir
mücadele dönemi
Zulüm dağlarınızın altında kalacaksınız!
“Özgür basın susturulamaz!”
Emekçiler hakları ve gelecekleri için grevdeydi
“Haklarımıza sahip çıkıyoruz!”
Esnek çalışma saldırısı hız kazanıyor
Maltepe Belediyesi'nde direniş
Bütçe: Sermayeye yağma ve talan, emekçiye yıkım!.
Birleşik Metal Merkez Genel Kurulu gerçekleşti
Partide çalışma tarzı sorunları
Nerden baksan ikiyüzlülük,
nerden baksan katliamcılık!
19 Aralık katliamı lanetlendi, direniş selamlandı!
Gençliğin 19 Aralık etkinliklerinden
İnsanca yaşanacak ücretsiz yurtlar istiyoruz!
İşkence ve ihlaller sürüyor...
“Katil devlet” itirafı
Tahrir’de direniş sürüyor
Irak’ta emperyalizmin bayrağı dalgalanıyor!
“Karanlığa ışık tut”
TMMOB 2. Kadın Kurultayı gerçekleşti
Enternasyonal yara: Kayıplar
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ordunun zorbalığı emekçileri sindiremiyor…

Tahrir’de direniş sürüyor

E. Bahri

Amerikancı diktatör Hüsnü Mübarek yönetimine karşı halk isyanı patlak verdiğinde, rejimin tek dayanağı ordu olmuştu. Zira o zaman Mübarek’e bağlı hakim parti, polis, istihbarat, devlet medyası ve diğer resmi kurumlar sokaklara dökülen milyonların hedefindeydi.

Kitle hareketinin dört gün gibi kısa bir sürede isyana geçtiği koşullarda, “son dayanak” olan orduyu halkın üzerine salmak, hem bu militarist kurumun parçalanmasına hem de rejimin dayanaktan yoksun kalmasına yol açabilirdi. Ecel terleri dökse de ayakta kalan Mısır burjuvazisi ile onun akıl hocalığını yapan Beyaz Saray’daki savaş baronları, orduya “kurtarıcı” görünümü vererek, isyanı az hasarla atlatmanın daha uygun olacağına karar verdiler. Nitekim Hüsnü Mübarek alaşağı edildikten sonra dümene geçen generaller, Tahrir Meydanı’nı boşaltmak, grevleri, kitle eylemlerini yasaklamakla işe başladılar. Ancak bu plan başarıya ulaşmadığı gibi, ordunun emekçiler nezdinde teşhir olmasını da sağladı.

Direniş rejimin temel direği orduya karşı…

Diktatör kovulduktan sonra, sınıflar mücadelesinin daha net bir görünüm kazanması kaçınılmazdı, öyle de oldu.

İşbaşındaki generallerle Müslüman Kardeşler, iktidar ve rant paylaşımı uğruna birbiriyle çekişirken, işçi sınıfı ve emekçilere karşı aynı safta birleşerek tam bir uyum içinde çalıştılar. Ordu rejimin bekçiliğini yaparken, Müslüman Kardeşler ise, emekçilerin sokakları terk edip işlerine/güçlerine dönmeleri için çok yönlü bir çaba içinde. Buna rağmen Tahrir Meydanı halen direnişlere sahne olmaktadır. Zira Hüsnü Mübarek alaşağı edilse de, sistem yerinde duruyor, diğer bir ifadeyle isyana yol açan sorunlar özü itibarıyla değişmemiştir.

Kitle hareketinin devam etmesi, “kurtarıcı” ordunun kanlı dişlerini göstermesini kaçınılmaz kıldı. Direnişi silah zoruyla bastırma misyonunu üstlenen ordu işkence, katliam ve zorbalıkta Hüsnü Mübarek’in çetelerinden farksız olduğunu kısa sürede tüm dünyaya gösterdi.

Ordunun kanlı dişlerini göstermesi, emekçilerde bu militarist kurum hakkında oluşan yanılsamaları yerle bir etmiş görünüyor. Artık ordunun gerici, zorba emekçi düşmanı, işkenceci/katliamcı olduğu ayan beyan ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Kasım ayının sonlarında yeniden başlayan direnişin temel taleplerinden biri, ordunun en kısa sürede yönetimi geçici bir sivil hükümete devretmesidir.

Kitle direnişi karşısında bazı geri adımlar atsa da ordu, zorbalığı elden bırakmadı. Geçen hafta kameralara yansıyan işkence, cinayet ve zorbalık, ordunun maskelerini paramparça etmiştir. Tahrir Meydanı’ndaki kararlı/militan direniş, ordunun halk düşmanı kimliğini tüm çıplaklığıyla ortaya sermiştir.

Son günlerde 15 kişiyi katledip yüzlerce eylemciyi yaralayan, yüzlercesini de tutuklayan ordu güçleri, işçi ve emekçilere düşmanlıkta sınır tanımayacaklarını ortaya koydular. Beyaz Saray’daki efendilerin Mısırlı generallere nasihat vermelerine yol açan gözü dönmüş saldırganlık, figüranlar değişse de, zorba rejimin tüm kurumlarıyla işbaşında olduğunu somut olarak kanıtlamıştır.

Kapitalizm yıkılmadıkça emekçilerin sorunları çözülemez

Mübarek’in alaşağı edilmesinin üzerinden 11 aya yakın süre geçti, ancak Tahrir Meydanı’ndaki emekçilerin direnişleri devam ediyor. Başka türlü olması da mümkün değil. Zira işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, rüşvet, zorbalık gibi musibetlere karşı isyan eden işçi ve emekçiler, özgürlük, demokrasi, onurlu bir yaşam ve sosyal adalet talep ettiler, ediyorlar. Oysa sistem bu talepleri karşılamak bir yana, “diktatör yıkıldı, hadi evlerinize/işinize gücünüze dönün; iki de bir eylem yapıp düzeni bozmayın, aksi halde kafanızı ezeriz” tehdidini savurarak kanlı dişlerini her fırsatta sergiledi/sergiliyor.

Diktatör alaşağı edildi ancak hak arama mücadelesinde ısrar edenlere devletin gaz bombaları ve kurşunlarıyla karşılık veriliyor; işkence devam ediyor, işkenceciler işbaşında. Mübarek zorbalığına karşı mücadele eden 12 bin siyasi tutsak zindanlarda yatıyor, olağanüstü hal uygulamaları sürüyor, direnenlere bomba ve kurşunla saldıran asker ve polis orduları, halen alaşağı edilen diktatörün anayasasıyla korunuyor.

Diktatörün alaşağı edilmesinden aylar sonra kolluk kuvvetlerinin emekçiler üzerinde terör estirmesi, kadınları soyup yerlerde sürüklemesi, direnenlere pervasızca kurşun sıkması, bir generalin, direnişçilerden biri için “Hitlerin fırınlarında yakılacak kişi” şeklindeki konuşması vb… Tüm bunlar sömürü ve kölelik düzeni kapitalizm yıkılmadıkça girici, zorba rejimlerin işbaşında kalacağına işaret ediyor.

Halk isyanı sayesinde pek çok kazanım elde edildi. Ancak işçi ve emekçilerin temel sorunlarının hiçbiri çözüme kavuşmuş değil. Direniş devam ettiği sürece yeni kazanımlara ulaşmak mümkün olabilecek, ancak işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, rüşvet ve devlet zorbalığı gibi temel sorunların kalıcı çözümü için kapitalist sistemin gerçek bir devrimle yıkılması şarttır.

Ordu-dinci ittifakıyla rejim tahkim ediliyor

Halen işbaşında bulunan generaller de dinci gerici parti ve örgütler de direnişin son bulması için çalışıyorlar. İktidar paylaşımı konusunda aralarında rekabet olsa da, işçi ve emekçileri zapturapt altında almak gerektiği konusunda mutabık olan ordu-Müslüman Kardeşler ittifakı, Washington’la da uyumlu çalışıyor.

Ordu şefleri zaten ABD tarafından eğitilirken, Müslüman Kardeşler ve diğer dinci örgütlerle Obama yönetimi arasında çok yönlü görüşmeler aylardır devam ediyor. Verili koşullarda Mısır’da sistemin temel dayanakları olan bu iki gerici güç odağının önceliği rejimi tahkim etmektir. Bunun yolunun emekçileri eylem alanlarından uzak tutmaktan geçtiğini bilen ordu-dinci ittifakı, farklı araç ve yöntemlerle bu hedefe ulaşmaya çalışıyor. Generaller bomba ve kurşunla Tahrir Meydanı’nı boşaltmaya çalışırken, dinci gericilik seçimlerin sabote edilmesinden, istikrarın bozulmasından, provokasyonlardan, kışkırtıcılardan vb. söz ederek, emekçileri eylem alanlarından uzak tutmaya çalışıyor.

Denebilir ki, gelecek açısından daha tehlikeli olan dinci gerici odaklardır. Zira bu güçler halen emekçilerin bir kısmını peşlerinden sürükleyebiliyorlar. Dolayısıyla emekçiler nezdinde teşhir olana kadar gerici rejime etkili bir şekilde hizmet edeceklerdir. Buna karşın bu güçlerin iktidardan pay almaları ve sınıflar mücadelesinin gelişip yayılması -ki göründüğü kadarıyla süreç bu yönde ilerliyor-, ordu gibi dinci güçlerin de emekçiler nezdinde teşhir olmalarını sağlayacaktır. Her şeye rağmen, yakın gelecekte Mısırlı işçi ve emekçilerin en azından bir kısmının dinci gerici akımların yozlaştırıcı/pasifleştirici etkilerine maruz kalma olasılıkları vardır.

İster ordu, ister dinci, ister liberal olsun, kapitalizmi savunan, bu kokuşmuş sistemin bekasını siyasetinin merkezine yerleştiren hiçbir siyasal akım Mısırlı işçi, emekçi ve gençlerin taleplerini karşılayamaz. Tersine, bu akımların tümü emekçilerin kazanımlarının önünde aşılması gereken engeller konumundadır. Bazı demokratik hakların kazanılması sürecinde emekçilerle yan yana gelseler de, bu “birliktelik” geçici olmaya mahkumdur. Mübarek’in devrilmesinden sonra yaşanan ayrışmalar, bu gerçeği göstermiştir.

İşçi sınıfı, emekçiler ve sistemin geleceksizliğe mahkûm ettiği gençliğin bağımsız mücadele bayrağını yükseltmesi, işçi sınıfı ve onun devrimci partisinin önderliği altında birleşik bir direniş geliştirmeleri, gerçek kurtuluşa giden tek yol olacaktır. Bu hedefe ulaşılana kadar emekçiler ile burjuvazi ve onun devleti arasındaki çatışmalar farklı boyutlar alsa da devam edecektir.