02 Aralık 2011
Sayı: SİKB 2011/45

 Kızıl Bayrak'tan
Emperyalist saldırganlığa ve faşist teröre karşı mücadeleye!
Ülke toprakları komşu halklara saldırı üssü haline getirilemez!
Zulmünü arttırdıkça
çöküşü hızlanıyor!
KESK’lilere 156 yıl hapis
Özrü kabahatinden büyük olanlar, kanlı bir tarihi özürle temize çıkaramaz - H.Eylül
“Dersim özrü samimiyetsiz”
Genel Kurul öncesinde “Güç Birliği” sorgulandı
26 Kasım toplantısı ışığında Türk-İş Genel Kurulu
İnsanca yaşanabilir asgari ücret için mücadele saflarına!
İmpo işçisi kazandı
Mutlak sömürü, mutlak kölelik ve makinalaşan işçi - Volkan Yaraşır
Reformizm ve devrim
Mısır’da sınıflar
mücadelesinde yeni evre
Avrupa’da grev dalgası
Neo-Nazilerin arkasında Alman tekelci polis devleti var!
S21 karşıtı mücadelede referandum ve sonuçları üzerine...
Basel’de “İşçilerin Birliği, Halkların Kardeşliği Gecesi"
Avukatlık mesleği piyasanın ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendiriliyor!
Yine, yeni, yeniden: Yetkin mühendislik/1
Mücadele gününde kadınlar alanlardaydı.
Yola çıkan taşlar ve yola koyulan “baş”lar - G. Umut
“Özel Yetkili mahkemeleri
boykot edebiliriz”
Zindan katliamına yalan perdesi!...
Ekim Devrimi'nin ışığında
mücadele çağrısı
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Zulmünü arttırdıkça çöküşü hızlanıyor!

KCK operasyonları adı altında Kürt hareketine karşı girişilen siyasal ve örgütsel tasfiye saldırısı her geçen gün daha da boyutlanarak devam ediyor. Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu gibi akademisyen ve yazarların tutuklanması ile dokunanın yanacağının ilan edildiği bu saldırganlığa en son olarak Abdullah Öcalan’ın müdafiliğini yapan ya da İmralı’da ziyaretine giden avukatlar da eklenmiş oldu. Bu saldırganlık büyük bir yalan ve demagoji bombardımanı altında, artık kamuoyunda da alenen tartışılmaya başlayan gerçekler orta yerde duruyorken gerçekleştirildi.

Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu tutuklanırken öne sürebildikleri tek gerekçe BDP’nin Siyaset Akademisi’nde verdikleri derslerdi. Bu öyle bir aymazlıktı ki bu dersler için alınan notlar bile örgüt üyeliği delili olarak iddianamede kendisine yer bulabildi. Operasyonların son dalgasında avukatlar tutuklanırken ortaya çıkan tablo ise çok daha gülünç oldu. Ülkenin başsavcısı konumuna gelen Recep Tayyip Erdoğan’ın Öcalan’ın avukatlarını hedef alan açıklamasının hemen ardından gerçekleştirilen bu son operasyonda ise gerekçe “Öcalan’ın talimatlarının Kandil’e taşınması” idi. Oysa daha birkaç hafta önce başta MİT müsteşarı olmak üzere devlet yetkililerinin PKK’nin üst düzey yöneticileri ile gerçekleştirdikleri görüşmelerin tutanakları basına sızmış, yine devlet yetkililerinin İmralı’da Öcalan’ın kendisi ile yaptığı tartışma ve pazarlıklar gayet meşru bir biçimde tartışılmaya başlanmıştı. Bu tartışmalar içinde Öcalan’ın düşünce ve önerilerinin bizzat devlet yetkilileri tarafından Kandil’e ulaştırıldığı ortaya çıkmışken böyle bir iddia ile avukatları tutuklamak ancak büyük bir pervasızlığın ürünü olabilirdi. Ne var ki AKP’nin ileri demokrasisi bu pervasızlığı sergilemekten de geri kalmadı. Bir kez daha demokrasi ve terörizmle savaş güzellemeleri eşliğinde baskı ve terör rejiminin derinleştirileceği itiraf edildi. Avukatların tutuklanması ile sona eren bu operasyonu ise hemen arkasından Lice, Yüksekova, Antep’i kapsayan ve 17 kişinin gözaltına alındığı yeni bir saldırı dalgası izledi.

Tüm bu operasyonlar boyunca burjuva basın, ama özellikle de yandaş medya özel bir rol üstlenmiş oldu. ANF tarafından düzenli olarak yayınlanan Öcalan’ın görüşme notları sanki bu operasyonla ilk kez ele geçiyormuş gibi çarşaf çarşaf yayınlanmaya başlandı. Yaklaşık beş aydır avukatları ile görüştürülmeyen Öcalan’ın son bir yıl içinde avukatları ile yaptığı görüşmelerin tutanakları Kandil’e iletilen talimatlar olarak yandaş basının sayfalarında kendisine yer buldu.

Yandaş basının yayın çizgisine bakılırsa avukatlardan aydın ve akademisyenlere kadar geniş bir yelpazeyi geride bırakan bu operasyonların yeni hedefinin ise artık BDP milletvekilleri olduğu anlaşılıyor. Özellikle Sebahat Tuncel üzerinden yürütülen bu kirli kampanyaya en son olarak BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş da Hakkari’de yaptığı konuşma ile hedef olmuş durumda. 5 milletvekilini tutuklamak için hazırlıklar yapıldığı duyumu aldıklarını ifade eden Demirtaş, bedeli ne olursa olsun Kürt halkının direnmekten vazgeçmeyeceğini ifade ediyor.

Son birkaç haftanın dökümünün ifade edildiği bu operasyon dalgası daha da geriye çekildiğinde ise çok daha vahim bir tablo ortaya çıkıyor. 4 Eylül tarihinde yapılan BDP kongresinin ertesinde, yani son 3 ay içinde BDP’nin 21 PM, 4 MYK üyesi tutuklanmış bulunuyor. 6 milletvekili ve 14 belediye başkanının da cezaevlerinde bulunduğu bu saldırganlığın toplam bilançosunu ise iki buçuk yıl içinde tutuklanan 4227 kişi oluşturuyor. Yine bu süre zarfında gözaltı sayısının ise 8 bini geçtiği ifade ediliyor.

Saldırganlığın gerisinde ne var?

Kürt halkına yönelik bu pervasız saldırganlığın ardından yatan nedenleri bugüne kadar birçok kez dile getirdik. Daha Kürt açılımı adı altında demokrasi ve özgürlük rüzgarlarının estirildiği ve birçok liberal kesimin de bu rüzgara kapıldığı günlerde Türkiye’de sermaye sınıfının Kürt sorununu çözmeye gücünün hiçbir zaman yetmeyeceğini söyledik.

Kuşkusuz ki bu söylem kendinden menkul bir iddia olmaktan öte Türkiye’de Kürt sorununun tarihsel köklerine ve kapsamına dair bir tespitin ürünü idi. İşte bu sorunun tarihsel kapsamı ve dinamikleri, emperyalist merkezlerde tezgahlanan ve Ortadoğu’ya ileri demokrasi örneği olarak pazarlanan AKP tarafından sergilenen açılım oyununun oldukça kısa bir sürede sona ermesine neden oldu. Bu süreçte vereceği göstermelik tavizlerle Kürt hareketini bitirebileceğini sanan sermaye devleti Kürt halkının taşıdığı devrimci enerjinin yarattığı birikim karşısında tökezlerken, liberal çevreler de büyük bir hayal kırıklığına uğradılar.

Ortadoğu’da sosyal patlamaların ve halk ayaklanmalarının ortaya çıkardığı özgün tablo ise denklemi daha da ağırlaştırdı ve bugünlere getirdi. Artık emperyalist merkezlerden alınan onayla birlikte sermaye devletinin güncel politikası Kürt hareketini ve tüm toplumsal muhalefeti ezmek ve yok etmektir. KCK operasyonlarının aydın, akademisyen ve avukatları da içine alarak 12 Eylül faşist darbe dönemini aratmayan bir biçimde genişlemeye devam etmesi, dahası KCK operasyonları kadar öne çıkmasa da tüm toplumsal muhalefetin parça parça aynı pervasız saldırganlıkla karşı karşıya kalması Türkiye’de de sınıfsal ve siyasal çatışmaların derinleşmeye devam edeceğinin en yalın kanıtıdır. Tayyip Erdoğan da “Terör örgütünü oksijensiz bırakacağız!” diyerek her cephede bu saldırganlığı daha da yoğunlaştıracaklarını itiraf etmiştir.

Bu arada her ne kadar aslolarak emperyalist merkezlerden planlansa da Kürt halkına yönelik bu pervasız saldırganlıkta dinci gericiliğin özel hesaplarının olduğunu da unutmamak gerekir. Dinci gericilik ABD’den aldığı onayla birlikte yürüse de burada tutunma gücünü esas olarak cemaat örgütlenmesi sayesinde elde etti. Sadece devlet kurumlarını değil, ülkenin dört bir yanını bir ağ gibi saran bu örgütlenmenin en çok zorlandığı alan ise Kürdistan oldu. Açılım hesaplarıyla geçici bir süre ertelenen buradaki hesaplaşma ise yine emperyalist merkezlerden alınan onay ile birlikte başlamış oldu. Yani özünde dinci gericilik Kürt halkına başlattığı cadı avı ile kendi egemenliğini pekiştirmenin ve derinleştirmenin de adımlarını atmaya başladı.

Bu özel hesabı bir yana koyarsak Malatya’ya kurulması planlanan füze kalkanı, Suriye ve Rusya’nın füzelerini Türkiye’ye çevirdiği yönünde basına servis edilen haberler, düne kadar dost olan Esad’ın bugün kameralar üzerinde azarlanması ise emperyalistlerin Ortadoğu’ya yönelik planları kadar bu planlarda Türk sermaye devletine biçilen rolleri de gösteriyor. Türk sermaye devleti için bu rolü yerine getirmenin öncelikli koşulu ise başta günün en yakın tehdidi olan Kürt hareketi olmak üzere içerde tüm toplumsal muhalefetin ezilerek sindirilmesinden geçiyor.

Dolayısıyla ileri demokrasi örneği olarak pazarlanan Türkiye’deki baskı rejimi önümüzdeki günlerde daha da ağırlaşarak devam edecektir. Devrimci, demokrat, liberal ayrımına takılmaksızın üç maymunu oynamayı reddeden, dinci gericiliğin Kürt politikası karşısında saf tutan herkes hedef tahtasına çakılacak, bunu ise Ortadoğu’da estirilen savaş tamtamlarını güvenceye almak için tüm ilerici-devrimci potansiyelin yok edilmesi çabası izleyecektir.

 

 

 

7 ayda 4 bin 547 gözaltı,
bin 828 tutuklama

BDP Hukuk Komisyonu son 7 ayda KCK operasyonları adı altında yapılan gözaltı ve tutuklama terörünün bilançosunu açıkladı. Buna göre son 7 ayda 4 bin 547 kişi gözaltına alınırken bunlardan bin 838’i tutuklandı.

Komisyonun verilerine göre 7 aylık bilanço şöyle:

Mart ayında 383 kişi gözaltına alındı, 117 kişi tutuklama,

Nisan ayında 906 gözaltı, 406 tutuklama,

Mayıs ayında 969 gözaltı 501 tutuklama,

Haziran ayında 524 gözaltı, 120 tutuklama,

Temmuz ayında 65 gözaltı, 44 tutuklama,

Ağustos ayında 331 gözaltı, 74 tutuklama,

Eylül ayında 636 gözaltı, 237 tutuklama,

Ekim ayında ise 717 gözaltı, 332 tutuklama yapıldı.

Kasım ayına ilişkin veriler ise daha tamamlanmadı. Bu aya ilişkin verilerin de eklenmesi ile birlikte son 7 ayda tutuklu sayısının 2 bini de geçeceği belirtildi.