02 Aralık 2011
Sayı: SİKB 2011/45

 Kızıl Bayrak'tan
Emperyalist saldırganlığa ve faşist teröre karşı mücadeleye!
Ülke toprakları komşu halklara saldırı üssü haline getirilemez!
Zulmünü arttırdıkça
çöküşü hızlanıyor!
KESK’lilere 156 yıl hapis
Özrü kabahatinden büyük olanlar, kanlı bir tarihi özürle temize çıkaramaz - H.Eylül
“Dersim özrü samimiyetsiz”
Genel Kurul öncesinde “Güç Birliği” sorgulandı
26 Kasım toplantısı ışığında Türk-İş Genel Kurulu
İnsanca yaşanabilir asgari ücret için mücadele saflarına!
İmpo işçisi kazandı
Mutlak sömürü, mutlak kölelik ve makinalaşan işçi - Volkan Yaraşır
Reformizm ve devrim
Mısır’da sınıflar
mücadelesinde yeni evre
Avrupa’da grev dalgası
Neo-Nazilerin arkasında Alman tekelci polis devleti var!
S21 karşıtı mücadelede referandum ve sonuçları üzerine...
Basel’de “İşçilerin Birliği, Halkların Kardeşliği Gecesi"
Avukatlık mesleği piyasanın ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendiriliyor!
Yine, yeni, yeniden: Yetkin mühendislik/1
Mücadele gününde kadınlar alanlardaydı.
Yola çıkan taşlar ve yola koyulan “baş”lar - G. Umut
“Özel Yetkili mahkemeleri
boykot edebiliriz”
Zindan katliamına yalan perdesi!...
Ekim Devrimi'nin ışığında
mücadele çağrısı
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Neo-Nazilerin arkasında Alman tekelci polis devleti var!..

Faşizm, bir daha asla!

4 Kasım’da, Almanya’nın Eisenach kentinde, Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhardt adlı iki kişi kiraladıkları bir Karavan’ın içinde ölü bulundu. Toplumun gündemine bomba gibi düşen bu gelişme, bir banka soygununun ardından yaşandı.

Olay yerinde yapılan incelemeler sırasında yapılan ilk açıklamalara göre, birinin diğerini vurduğu, ardından da Karavan’ı ateşe vererek intihar ettiği ileri sürüldü. Bu aynı gün Thüringen/Zwickau’da Beate Zschaepe adlı bir kadın, evini bombaladıktan sonra polise teslim oldu. Burada yapılan incelemede ise, 2007 yılında bir kadın polisin öldürülmesinde kullanılan silah bulundu. Yanan evde ayrıca, hedef seçilen kişilere ait isim listeleri ve yabancı düşmanlığı propagandası içerikli CD kayıtları ortaya çıktı. Ve dahası da, polis ya da istihbarat dairesi tarafından düzenlenmiş çok sayıda sahte kimlik ve başka belgeler ele geçirildi. Bunların iç istihbarat örgütü tarafından temin edildiği söyleniyor. İşte Almanya günlerdir, Almanya’nın Susurluk’u olarak nitelenebilecek bu olayın şokunu yaşıyor. Olayla ilgili her gün yeni bir detay ortaya çıkıyor.

Yalanlar ve gerçekler

Devlet ve hükümet çevreleri olayı, başından itibaren üç kişinin neden olduğu basit bir kriminal olay olarak sunmaya ve böylece büyümesini önlemeye çalıştı. Fakat başaramadı. Olayın arka planı yavaş yavaş anlaşılıyor. Polise teslim olan kadın militan şimdilik susuyor, yine de gerçekler gizlenemiyor. Her gün olayla ilgili yeni bir bilgi ve detay ortaya çıkıyor.

Şöyle ki, polis ilk açıklamalarında Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhardt’ın intihar ettiğini belirtmişti. Ne var ki, bu iki kişinin ölü olarak bulunduğu karavanın olduğu sokakta oturanlar, Karavan’dan silah sesinin duyulmadığını iddia ediyorlar. Bu ise, doğal olarak olayın bir intihar değil, bir infaz olduğunu düşündürüyor.

Bu üç neo-nazi bir bombalama eyleminden dolayı 1998’den beri aranıyordu. Ne hikmetse bulunamıyordu. Sonuçta, Gera Savcılığı’nın açtığı bu dava, zaman aşımına uğratılarak rafa kaldırıldı. Oysa ki, polisin ve istihbarat örgütünün izine rastlamadığını belirttiği bu kişilerin, faşist NPD’nin 2003 yılında düzenlediği yılbaşına katıldığını gören tanıklar var.

Dahası var.

Kassel’de öldürülen internet kafe sahibi Türk’ü öldürenlerin de bu aynı kişiler olduğu da artık biliniyor. Bu, olay mahallindeki kameralarla tespit edilmiş bulunuyor. Fakat burada son derece önemli bir bilgi dikkat çekiyor. Bu cinayet işlendiğinde, bu canilerin hemen yanıbaşında, Eyaletin Anayasayı Koruma Dairesi’nden bir eleman da var. Bu aynı kişi, bu cinayet şebekesinin değişik yerlerde işlediği 5 cinayet sırasında da onların yakınında duruyor.

Bir keresinde de, özel komando birlikleri bu kişileri tam yakalamak üzereyken, gizli bir emirle(!) geri çekiliyorlar.

Baden Würtenberg Eyaleti Emniyet Teşkilatı bu çete tarafından işlenen kadın polis cinayetini önce tesadüfi bir olay olarak lanse etti. Diğer cinayetlerle hiçbir ilgisinin olmadığını ileri sürdü. Bugün polisin ve ailesinin bu üçlüyü bizzat tanıdıkları ve işlettikleri otelin de ırkçı-faşistlerin buluşma yeri olduğu tümüyle anlaşılmış bulunuyor.

Sözkonusu olan sıradan bir güvenlik zaafiyeti değildir

Hatırlanacağı gibi, neo-nazi çetenin yıllar içinde işlediği cinayetler “Döner cinayetleri” olarak adlandırıldı. Kimi zaman mafyanın işi, kimi zaman aile içi kavaga olduğu ileri sürüldü. Canilerin de sıradan kriminal insanlar olabileceği belirtildi. Olay patlak verince, bu kez, Alman devlet ve hükümet çevreleri, politikacıları, konu hakkında fikir belirten sözde kimi uzmanlar, devlet gibi bilgi kirliliği üretmekte ve hedef saptırmakta mahir olan burjuva medya elbirliği ile, ilk andan itibaren gerçekleri gizlemeye çalıştı. Nedir ki, iki caninin ölü olarak bulunduğu Karavan, tıpkı Susurluk yolunda meydana gelen trafik kazası gibi bir rol oynadı. Buz dağının hiç değilse dış kısmını görünür ve bilinir hale getirdi.

Gelinen yerde bu üç kişinin sıradan insanlar olmadığı artık biliniyor. Elde edilen bu ilk bilgilerle dahi, bunların, 1998 yılında evlerinde bomba bulunmasına rağmen serbest bırakılan, ardından da sözde, istihbarat örgütünün takibini atlatıp izini kaybettiren, bundan sonraki 13 yıllık süre zarfında 8’i Türk, 1’i Yunan ve biri de kadın polis olmak üzere olmak üzere 180 kişiyi öldüren, Köln/Keup str. ve Dortmund’da göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı semtlere bomba koyan ve 14 bankayı soyan Nasyonal Sosyalist yeraltı örgütü adlı ırkçı-faşist bir cinayet örgütünün üyeleri, azılı ırkçı-faşist militanlar olduğu iyice kesinleşmiştir.

Öte yandan, sorunun basit bir güvenlik zaafiyeti sorunu olmadığı da ayan beyan açığa çıkmıştır. Ne kadar gizlenmeye çalışılırsa çalışılsın, neo-nazi katillerin tüm eylemlerinin başından itibaren polisin, Anayasayı Koruma Örgütü’nün ve gizli servisin bilgisi ve denetimi altında yapıldığı aşikardır. Hatta bazı cinayetlerin bunlar tarafından, yakalanmalarının engellendiği, haklarında dava açılmadığı, ya da açılan davaların şu ya da bu gerekçeyle kapatıldığı, ilerici ve devrimciler sözkonusu olduğunda keyfi gerekçelerle dava açan, ağır cezalar veren savcı ve yargıçlar tarafından korundukları artık gizli değildir. Tüm bunların toplam ifadesi olarak, devlet tarafından korunup kollandıkları da kesindir. Eylemlerini finanse etmeleri için neo-nazi çetelere yüksek meblağlarda para aktaran da Alman devletidir.

Henüz tam olarak doğrulanmasa da, gerçek olması muhtemel bir diğer çarpıcı bilgi de şudur; neo-nazi caniler sadece iç istihbarat örgütleri tarafından değil, askeri istihbarat tarafından da izlenmiştir. Focus dergisinin bir haberine göre, askeri istihbarat aranan bu üç ırkçı-faşistin yerini tespit etmiş ve bunu bilgi olarak Köln’deki merkeze bildirmiştir. Ne var ki, bu bilgi dikkate alınmamış, gereken yapılmamıştır. Bu arada, bomba yapımında kullanılan kimi maddelerin ordu tarafından sağlandığı yönlü bilgiler de var. Demek oluyor ki, bu olaydan özenle uzak tutulmaya çalışılan Alman ordusu da tüm olanların suç ortağıdır.

Irkçı-faşist saldırganlık ve tarihsel gerçek...

Daha düne kadar Almanya demokrasinin, insan haklarının kalesi olarak sunuluyordu. Şimdi bundan eser yok. Alman devleti gitgide bir polis devletine dönüşmektedir. Almanya, küresel krizin de tetiklemesiyle, uzun bir süredir ırkçılığın yeniden üretildiği, özel biçimde teşvik gördüğü bir toprak haline gelmiştir. Dikkate değer olan ise, ırkçılık ve yabancı düşmanlığının bir devlet politikası olmasıdır. Esasında, Alman olmayan azınlıklara düşmanlık, demek oluyor ki ırkçılık, Alman burjuvazisi ve devletinin tarihsel geleneğidir. Daha ve daha da önemlisi, Alman devleti her zaman için azılı bir ilerici ve devrimci düşünce, eylem ve örgüt düşmanı, anti-komünist bir devlet olagelmiştir. Histeri boyutlarında bir anti-komünizm onun karakteristik özelliğidir ve sadece Hitler faşizmi döneminde değil, öncesinde ve II. emperyalist savaş sonrası dönemde komünistlere dönük sürek avı onun en temel icraatlarından biri olmuştur. Bu konuda bir süreklilik de vardır. Buna karşın aşırı sağ güçler ve aşırı sağ düşünce hiçbir zaman öncelikli bir tehlike olarak görülmemiştir. Yayınlanan tüm raporlarda hep, ilerici ve devrimci güçler asıl tehlike olarak belirlenmiştir. 11 Eylül saldırısı ile birlikte buna İslami terör eklenmiştir.

Bu durumun dolaysız bir sonucu olarak Almanya günümüzde ırkçılığın en güçlü olduğu, ırkçı-faşist parti ve çetelerin güç kazandığı ve ırkçı-faşist saldırganlığın kol gezdiği bir ülke haline gelmiştir. O kadar ki, Almanya son yıllarda Avrupa’daki ırkçı-faşist parti ve organizasyonların buluşma merkezidir. Bir çok ırkçı-faşist kongre ve konferansa ev sahipliği yapmıştır. Faşizm bir düşünce akımı olarak propaganda edilmeye çalışılmıştır. Bununla da kalınmamış, Sarazin örneğinde olduğu gibi, ırkçı-faşist düşünce ve eylemin meşrulaşması için ideolojik çabalar yürütülmüştür.

Tüm bunlar neo-nazi çeteleri iyiden iyiye pervasızlaştırmış, özellikle işsizliğin ve yoksulluğun yoğun olarak yaşandığı kentlerde ilerici ve devrimci güçlere ve özel biçimde de göçmenlere dönük saldırılara hız vermiş, çeşitli provokasyonlara başvurmuşlardır. İşi 1 Mayıs eylemine saldırıya dek vardırmışlardır. Yıllara yayılan biçimde seri cinayetler işlemişlerdir. Tüm icraatları sırasında polis tarafından korunup, kollanmışlardır. Mahkemeler tarafından kendilerine yürüyüş ve miting izinleri verilmiştir. İnsanlık düşmanı faşist propaganda ve eylemlerinin finansmanını ise, Alman tekelleri ve devleti sağlamıştır. Hitler gibi onlar da kapitalizmin ve dünya egemenliği uğruna iki kez insanlığa emperyalist savaşı dayatan, savaş suçlusu Alman tekellerinin çocuğudurlar.

4 Kasım günü ölü ele geçirilen iki neo-nazi caninin karanlık ve kanlı icraatları bu gerçeği bir kez daha açığa çıkartmıştır.

Faşizme karşı devrimci sınıf mücadelesi

Neo-nazi cinayetlerinin açığa çıkması Alman devlet ve hükümet çevrelerini telaşa sokmuş bulunuyor. Devlet ve hükümet yetkilileri hiçbir inandırıcılığı bulunmayan açıklamalar yapıyorlar. Timsah gözyaşları eşliğinde, çok üzgün olduklarını dile getiriyor ve nazi cinayeti sonucu yaşamını yitirenlerin ailelerinden özür diliyorlar. Her yerde yaptıkları gibi, olayın unutulması için ve sus payı olsun diye devletin kendilerine tazminat ödeyeceğini açıklıyorlar. Devamla, olayın güvenlik birimleri arasındaki koordinasyon eksikliğinden kaynaklı bir zaafiyetin ürünü olduğunu ileri sürüyorlar. Bu arada, faşist NPD’nin kapatılması tartışması da yapılmaktadır.

Bilindiği gibi NPD’nin kapatılması yönlü tartışma daha önce de gündeme gelmişti. Fakat, “içindeki devlet ajanları açığa çıkar” gerekçesi ile bundan vazgeçilmişti. Bu gerekçe bugün de geçerlidir. Ve dahası, CDU’nun, CSU’nun ve diğer partilerin içindekiler ne olacak? Kaldı ki, bu bir çözüm değil. Olay birkaç neo-nazi ve birkaç devlet ajanı ile izah edilemez. Suçlu, tüm kurumlarıyla Alman tekelci polis devletidir. Bir suçüstü durumu ile karşı karşıyayız. Alman polis devleti suçüstü yakalanmıştır. Gerçek tam olarak budur. Şimdi yapılması gereken bu durumdan akılcı biçimde yararlanmak ve bu karanlık ve kirli devletten hesap sormaktır.

Derhal harekete geçilmeli ve Alman polis devletinden hesap sormak üzere “gerçekleri açıklama kampanyası” örgütlenmeli, etkin bir teşhir faaliyeti yürütülmelidir. Öte yandan, faşizme karşı mücadelenin doğru biricik yolunun devrimci sınıf mücadelesini yükseltmek olduğu asla ve asla unutulmamalıdır.

Faşizm, bir daha asla! Dahası, faşizme karşı burjuva demokrasisi için değil, sosyalizm için mücadele edilmelidir.

Bu görev ve sorumluluk ise öncelikle sınıf devrimcilerinindir.

Enternasyonal-İnfo