18 Kasım 2011
Sayı: SİKB 2011/43

 Kızıl Bayrak'tan
Gerici savaş ve saldırganlıkta sınır tanımıyorlar...
Kürt hareketini ezmek için topyekün saldırganlık devam ediyor
Mensur Güzel infaz edildi
“19 Kasım’da Alaattin’in vurulduğu yerdeyiz”
Arsızlığa doymuyorlar!
Esnek çalışma yoluyla
İşsizlik Sigorta Fonu peşkeşi!
Esnek Uzmanlaşma ve Toyotaizm -
V. Yaraşır
Türk-İş Genel Kurulu’na giderken
Güç Birliği toplantıları.
Bursa’da koltuk pazarlıkları…
Birleşik Metal genel kurulları ve derinleşen bürokratik yozlaşma
Yeni bir dönemin başında gençlik çalışması...
“Ekim Devrimi ve parti” etkinlikleri
Avrupa’da siyasal gelişmeler ve
sınıf mücadelesi
Avrupa Birleşik Devletleri Sloganı Üzerine - V. İ. Lenin
Wall Street eylemcileri pes etmiyor…
Novartis’te işçi kıyımına tepki...
Kürecikliler Kültür ve Dayanışma Derneği MYK Üyesi İbrahim Duman’la füze kalkanı projesi üzerine....
Tüm Bel-Sen’den İBB’de toplu özleşme…
Yasanın çöpe atılacağına önce yöneticiler inanmalı
Kamu emekçilerine
güvencesizlik dayatması!
Ankara Tabip Odası Başkanı Dr. Bayazıt İlhan’la sağlıkta dönüşüm ve mücadele üzerine
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Birleşik Metal genel kurulları ve derinleşen bürokratik yozlaşma

Birleşik Metal İşçileri Sendikası’nda halen devam etmekte olan genel kurullar süreci sendikal hareket içindeki bürokratik kastlaşma ve yozlaşmanın vardığı aşamayı gösteren çarpıcı bir örnek oldu. Sözkonusu olan Türkiye kapitalizminin bel kemiği metal sektörü ve Türk Metal ile Çelik-İş gibi işbirlikçi sendikaların yanında sektörün elle tutulur tek sendikası olan Birleşik Metal olduğu ölçüde ise bu özellikle böyle.

Durum bu olunca sendikanın genel merkez yöneticileri başta olmak üzere sendikayı kendi tekkesi sanan zihniyetleri devrimci sınıf mücadelesinin gerekleri açısından değerlendirmek ve bu anlayışın sektördeki devrimci sınıf çalışmasına karşı gösterdiği tahammülsüzlüğü ele alarak kara çalmalarına yanıt vermek özel bir ihtiyaç haline geliyor.

İhanete karşı mücadele iddiası

Bu yazının öncelikli amacının genel merkez yöneticileri başta olmak üzere sendika içinde bürokratik-uzlaşmacı sendikacılığın bayraktarlığını yapanların devrimci sınıf çalışmasına yönelik kara çalmalarına yanıt vermek amacını taşıdığını belirtelim. Ancak buna geçmeden önce biz yine de bu anlayışın sendikada tuttuğu mevzileri kazanma sürecine dair kısa bir hatırlatma ile başlayalım.

Bilindiği gibi mevcut genel merkez yönetimi, 8 yıl önce Ziya Yılmaz-Ali Rıza İkisivri ihanetçi çizgisine karşı “Demokratik Sınıf Sendikacılığı” adını verdikleri oldukça iddialı bir programla yönetime gelmişti. Ziya Yılmaz’la temsil edilen ihanet çizgisine karşı açılan bu mücadele bayrağı, elindeki son hak kırıntılarını en ufak bir mücadele bile gösteremeden kaybeden metal işçileri açısından ileri bir adımdı. Sınıf devrimcilerinin de o dönem gelişmeler hakkında yazdıklarını hatırlayan okurlar, bu çıkışın anlam ve önemine yapılan vurguları hatırlayacaklardır. Ancak o dönem bu çıkışın anlamı ve önemi ile birlikte ortaya konulan programın güçlülüğüne dair yaptığımız vurguların yanında, esas belirleyici olanın bu programı hayata geçirme iradesi, yani pratiğin kendisi olacağını ifade etmiştik. Keza bu süreçten dört yıl sonra yeni bir genel kurul sürecinde ortaya çıkan tabloyu da “Metal işçileri mücadele programına bir ‘şans’ daha verdi” başlığı ile değerlendirmiştik.

Ancak geride kalan bu 8 yılın eleştirilerimizi haklı çıkarttığını belirtmeliyiz. Kuşkusuz ortaya konulan pratik her şeye rağmen ihanetçi Ziya Yılmaz çizgisinin oldukça ötesinde bir mücadele düzeyini ifade ediyor. Ancak biz hangisinin daha iyi olduğu ile değil nasıl olması gerektiği ile ilgileniyoruz ve bu pratiğin ortaya konulan “Demokratik Sınıf Sendikacılığı” programının kıyısından bile geçmediğini söyleyebiliriz.

Burada bu tablonun pratik sonuçlarını enine boyuna değerlendirmeyi önümüzdeki ay gerçekleşecek olan Merkez Genel Kurul sürecine bırakarak sendika içinde oluşturulan bürokratik tahakküme ve devrimci muhalefet düşmanlığına yoğunlaşacağız. Daha doğru bir ifade ile mevcut anlayışın sendikayı nasıl bir bürokratik tahakküm altına soktuğunu, bu konuda karşısında bayrak açtığı Ziya Yılmaz çizgisi ile nasıl yarışır hale geldiğini belli başlı örnekleri ile ortaya sereceğiz. Bunu yaparken ise daha çok sektördeki devrimci sınıf çalışması karşısındaki tahammülsüz tutumlarını ve yaptıkları gericilikleri ele alacağız.

Genel kurul süreci aynasında ayrılıktan aynılığa

Az önce söylediğimiz gibi bugün Birleşik Metal İşçileri Sendikası’nın içine sürüklendiği tablo, özellikle bürokratik tahakküm açısından Ziya Yılmaz gericiliği ile yarışır bir düzeye ulaşmış durumdadır. Bunda ise, aynı Ziya Yılmaz’da olduğu gibi “Ben bilirim, ben yaparımcı” anlayış özel bir rol oynamaktadır. Bundan 8 yıl önce Ziya Yılmaz genel kurul kürsüsüne çıkarak sınıf devrimcilerinin hazırladığı genel kurul broşürünü elinde sallamış, bunlar “kızıl sendikacılığı” savunuyorlar diyerek saldırıya geçmişti. Bugün, Gebze Şubesi’nin genel kurulunda Adnan Serdaroğlu’nun benzer bir tutumla “Bu broşürleri hazırlayanlar bu salonlara giremez!” hezeyanına düşmesi açık ki aynı türden bir kastlaşmanın yeni bir tezahüründen başka bir şey değildir.

Söz Gebze Şube Genel Kurulu’na gelmişken buradan devam edelim. Bu beylerin orada yaşananlara dair kendilerini haklı çıkarmak adına kimi söylemleri olduğunu biliyoruz. Ancak bu söylemlerin aralarında sendika üyelerinin de olduğu ilerici ve devrimci işçileri genel kurul salonuna sokmama tutumunu haklı çıkartamayacağını baştan söyleyelim. En nihayetinde orada yaşananlar, bırakalım DİSK’i ya da onun en ileri sendikalarından biri olan Birleşik Metal’i, Türkiye sendikal hareketi tarihinde eşine az rastlanır bir olay, sınıf mücadelesi tarihine sürülmüş bir kara lekedir.

Bu beyler, bu tutumun esas olarak şube yönetiminin aldığı bir karar olduğundan ve genel kurulun sağlıklı bir şekilde devam etmesi amacını taşıdığından dem vuruyorlar. Öncelikle bizler çok iyi biliyoruz ki böylesine bir karar bu sendikada genel merkez yöneticilerinin onayı ve yönlendirmesi olmadan ne alınabilir ne de uygulanabilir.

Dahası genel kurulun “sağlıklı” bir şekilde ilerlemesi gerekçesini öne sürenlere hatırlatacağımız deneyimler var.

Öncelikle birkaç yıl önce kriz dolayısıyla Kadıköy’de gerçekleştirilen mitingde Türk Metal çetesi ile yaşanan gerilimi ele alalım. Hatırlanacağı üzere bu gerilime neden olan olay, miting sırasında bir grup metal işçisinin Türk Metal kortejinin önünde açtığı “Mustafa Özbek hesap verecek” pankartı idi. Bu meşru eyleme karar verip direnişçi işçilerin eline üzerinde ne yazdığını bile söylemeden bu pankartı verenler ise “eylem ve etkinliklerin sağlıklı bir atmosferde geçmesini dert edinen” bu beylerden başkası değildi. Keza 4 yıl önce İstanbul 1 No’lu Şube’nin genel kurulunda Ali Rıza İkisivri’nin ihanetine uğrayan Yasan işçilerinin, bu ihanetçi kürsüde konuştuğu sırada pankart açarak gerçekleştirdiği protesto hakkında da önceden bilgi sahibi olduklarını ekleyelim.

Biz bu iki eylemin de haklılığına ve meşruluğuna sonuna kadar inanıyoruz. Bu nedenle de bu eylemler gerçekleştirilirken eylemlerin amaçlarına ulaşabilmesi için en etkin şekilde destek verdiğimizi hatırlatmakla yetiniyoruz. Ancak bugün bu anlayış karşımıza çıkarak “etkinliğin sağlıklı bir atmosferde geçmesinden” dem vuruyorsa, bunun ancak kendilerine yönelecek eleştirilere karşı tahammülsüzlüğün bir ürünü olduğu da açıktır.

İşte bu tahammülsüzlük bugün Birleşik Metal’in içine düştüğü tablonun da temel nedenini oluşturuyor. Her şeyi en iyi kendisinin bildiğini, en iyi kendisinin yaptığını sanan bu anlayış, işçilerin sınıf bilincinin ve kimliğinin gelişiminin sağlanabilmesi için mümkün olan en demokratik işleyişe sahip olması gereken sendikayı babalarının çiftliği gibi yönetmeye kalkıyor.

Gebze Şube Genel Kurulu’na ilişkin söyleyeceklerimizi kapatmadan önce son bir noktanın daha altını çizmemiz gerekiyor. O gün orada, ne kapı önünde bırakılarak içeri girişlerine engel olunan biz devrimci işçilerin, ne de güç bela salona girdikleri halde söz hakkı bulamayan Çel-Mer işçilerinin onların iddia ettiği ve günler öncesinden fabrikalarda yaymaya çalıştığı gibi “Genel kurul salonunu karıştırmak” gibi bir amacı yoktu. Evet, Çel-Mer işçileri de bizler de 4 yıllık olumsuz pratiğin, ödedikleri birçok bedele rağmen ortada bırakılan direnişçi işçilerin hesabını sormaya gittik. Bunu inkar edecek değiliz. Ancak bizler için hesap sormak demek, sendikanın demokratik mücadele kanallarını sonuna kadar zorlamak demektir. Bunun o gün için karşılığı ise genel kurul kürsüsünü etkin bir şekilde kullanmak, oradan eleştiri ve önerilerimizi dile getirmekti. Eğer herhangi bir kimsenin bu eleştirileri susturmak için fiziki güç kullanmaya niyeti varsa da bu koşullarda herhalde hiç kimse, ortalığı karıştırma ya da kavga çıkarma niyetinde olanın bizler olduğunu iddia edemeyecektir. Kaldı ki niyeti kavga çıkartmak olanlar için önlerine kurulan etten barikatın bulunmaz bir fırsat olduğunu da buradan hatırlatalım.

Devrimcilik dersi vermek
sendika bürokratlarının harcı değildir

Buraya kadar Gebze Şube Genel Kurulu üzerinden yaşananları hatırlatarak sendikal bürokrasinin burada yaşananlar üzerinden bizlere dönük kara çalmalarına kısmi bir yanıt vermiş olduk. Şimdi ise kısa bir geri dönüş yaparak yaz başında gerçekleşen İstanbul 1 No’lu Şube Genel Kurulu’na gideceğiz. Ancak üzerinden belli bir zaman geçtiği için burada yaşananların ayrıntılarına girmeyecek, sadece kritik ve önemli gördüğümüz bir noktanın altını çizmekle yetineceğiz.

Genel kurullar sürecini yakından takip edenler hatırlayacaktır ki İstanbul 1 No’lu Şube Genel Kurulu’na sınıf devrimcileri olarak etkin bir müdahale çabamız olmuştu. Bu müdahalenin genel kurul gününü kapsayan ayağının bir bölümü ise kendi siyasal kimliğimizi temsilen yaptığımız konuşmanın yanı sıra geride kalan 4 yılda ortada bırakılan direnişçi işçilerin sesini genel kurul salonuna taşımak olmuştu. Bunun dışında ise politik olarak ortaklaşabildiğimiz delegelerle birlikte ortak bir mücadele eksenini de hayata geçirmeye çalışmıştık.

Burada daha konuk konuşmalarından başlayarak başta Adnan Serdaroğlu olmak üzere sendika bürokrasisinin ciddi bir hazımsızlığı ortaya çıkmıştı. Divan başkanlığı sıfatını kullanarak söz kesmeler ve konuşmalara engel olmalar biçiminde başlayan bu hazımsızlık daha sonrasında bizzat Adnan Serdaroğlu tarafından verilen devrimcilik dersleri ile devam etmişti. Orada Adnan Serdaroğlu, yaşanan olayları eleştiren işçilerin yaşları üzerinden devrimciliklerini eleştirme cüretinde bulunurken, kimi delegelerin yaptıkları konuşmaları ise “Sağolasın, bize devrimcilik dersi verdin” diyerek küçümseme yoluna gitmişti.

Bu açıdan sözü uzatma niyetinde değiliz. Sadece ve sadece nice bedeli göze alarak yaşamını devrimci mücadele için feda etmeyi göze alan devrimci işçilere bu şekilde dil uzatmanın hiçbir sendikacının harcı olmadığını hatırlatmakla yetineceğiz. Bunun dışında ise kendisine devrimciliğini sorguladığı o insanların kendisinin şube başkanlarından daha fazla örgütlenme ve direniş deneyimi yaşadığını hatırlatacağız. Kaldı ki, Serdaroğlu’nun eleştirdiği insanlar kendinden menkul devrimciler değil, bir programı bayrak edinen örgütlü devrimcilerdir. O programın ve anlayışın ise Birleşik Metal’in örgütlendiği birçok fabrikadaki emeğini inkar etmeye kimsenin gücü yetmeyecektir. Eğer inkar etme yolunu tutarlarsa da, Sinter’den Çel-Mer’e, Yasan’dan G-U’ya, Güven Elektrik’ten Ünifil’e, Alkom’a, Has Alüminyum’a kadar ayrıntıları ile kendilerini hatırlatacağımızdan kuşkuları olmasın.

İçerden mi dışarıdan mı?

Bu ifade ettiğimiz son nokta aslında bu beylerin bizlere dönük başka bir kara çalmasının da yanıtıdır. Bu beylere göre bizler (en azından bir kısmımız) bu sendikanın aidat ödeyen üyeleri olmadığımız için eleştirme ve söz söyleme hakkına sahip değiliz.

Öncelikle şunu hatırlatalım ki bizler, yani sosyalizm bayrağını metal sektöründe dalgalandırma çabasında olan komünist metal işçileri, çeşitli sendikaların yetkili olduğu metal fabrikalarında olduğu kadar örgütsüz, yani sendikasız fabrikalarda da çalışıyoruz. Dahası bir kısmımız fabrikalarda çalışmasa da gününün 24 saatini metal işçilerinin hakları ve geleceği için verdiği mücadeleyi büyütmek için harcıyor. Yukarıda saydığımız sınırlı örnekler ise bu çabanın Birleşik Metal içinde karşılığını bulan sınırlı sonuçlarını ifade ediyor. Ve bu sınırlı sonuçlar bile bizlerin aslında bu sendikanın dışında değil içinde olduğumuzu göstermeye yetiyor.

Kaldı ki bizler, kendimizi çok daha büyük bir idealin taşıyıcıları olarak görüyoruz. İnsanlığın eşit ve özgür yarınları için verilen mücadelede bu bayrağı metal işçileri arasında dalgalandırmaya çalışıyoruz. İşte bu bilinç ve iradenin kendisi bile Birleşik Metal üyesi ya da delegesi olalım ya da olmayalım bize metal işçilerinin geleceği hakkında söz söyleme hakkını fazlası ile veriyor. Bu hakkımızı sonuna kadar kullanmaya devam edeceğiz.

Bizler gerçeğin farkındayız, peki ya onlar?

Tabii ki bu haklılığımız sözümüzü daha etkili bir şekilde söyleyebilmek için daha da çok Birleşik Metal üyesi işçi ve tabii ki daha çok delege ile bir araya gelmeye ihtiyaç duyduğumuz gerçeğini değiştirmiyor. İşte bizler de zaten Birleşik Metal’in süreçlerinin bir parçası olurken yürüttüğümüz çalışmalara böyle bir bilinçle yaklaşıyoruz. Onları asıl korkutanın da bu bilinç olduğunu, yarın öbür gün “içeriden” bu sesin daha gür çıkması endişesi olduğunu da görebiliyoruz.

Tam da burada bir soru zorunlu olarak gündeme geliyor. Biz kendi gerçeğimizi görebiliyoruz. Peki ya onlar kendi gerçeklerinin farkındalar mı? Eleştirilere tahammülsüzlükleri, devrimcilere yönelik gitgide artan düşmanlıkları ve yine gittikçe depreşen koltuk hırsları ile metal işçilerinin çıkarlarına ihanet ettiklerini bilmiyorlar mı?

“DGM’yi ezdik, sıra MESS’te” diyen metal işçilerinin mücadele geleneğini ortada bırakarak işçileri “Onları dinlerseniz DGM’ye düşerseniz” diyerek korkutmanın metal işçilerini nereye götüreceğinin gerçekten farkında değiller mi?

Eğer bilmiyorlarsa biz hatırlatmakla yükümlüyüz. Yok bile bile böyle davranıyorlarsa, bugün istedikleri gibi yönettikleri işçileri yarın bu şekilde yönetmeyi başaramayacaklarını, bu işçinin bir gün mutlaka bu pratiğin hesabını soracağını unutmasınlar. Çünkü devrimci metal işçileri sadece sermayeye karşı değil, ona hizmet eden bürokratik ve uzlaşmacı sendikacılık pratiklerine karşı da mücadeleyi kararlılıkla örgütlemeye devam edecek. Bunun için ise ne onlardan ne de hiç kimseden icazet almaya ihtiyaç duymayacak.

Son söz olarak ise bu beylere bizleri başkaları ile karıştırmamalarını hatırlatalım. Bizlerden başkaları gibi, kendilerine övgüler düzmemizi beklemesinler. Bizler, politik mücadelenin mümkün olan en açık ve ilkelere dayalı biçimde yapılması gerektiğine inanan bir gelenekten geliyoruz. Bu geleneği ise her alanda olduğu gibi burada da en kararlı şekilde yaşatmaya devam edeceğiz.

Komünist Metal İşçileri