14 Ekim 2011
Sayı: SİKB 2011/39

 Kızıl Bayrak'tan
Kongre Hareketi ve tasfiyeci hayaller…
Emperyalistlerle suç ortaklığı
dosyası kabarıyor…
8 Ekim mitingi üzerine
Sosyal ve siyasal saldırılara karşı onbinler Ankara’da buluştu
Kürtlere yasak, faşistlere serbest
Grevli sendika hakkı için fiili-militan mücadele!
Oda çalışanları kazandı
Sağlıkta parmak
hesabı olmaz!
BEDAŞ’ta direniş
çadırı kuruldu
Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme Kurulu Ekim Ayı Toplantısı
“İmpo’ya sendika girene
kadar buradayız!”
Burjuva demokrasi ve proleter demokrasi
Temo suikasti ve
Suriye’de olası gelişmeler
Mısır’da kanlı provokasyon
Grevler dalga dalga
Steve Jobs’un ardından Apple ve bilgisayar sektörü tarihine kısa
bir bakış
Açlık ordusu büyüyor
Silikozise 48. kurban, sırada yüzlerce işçi var
Ferhat ve Berna serbest
Zorunlu bağış protestosu
Medyanın suç ortaklığı,
hükümetin sahte çözüm arayışları.
Parti, dava ve
“küçük-burjuva yiğidi!”..-Hikmet Kıvılcımlı
Tecride kalite ödülü
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kadına yönelik şiddet!

Medyanın suç ortaklığı, hükümetin sahte çözüm arayışları

Kirli savaş gibi, katliamlar, faili meçhuller, işkence ve tecrit gibi; kölece çalıştırılan yığınlar, kitlesel işsizlik, yoksulluk, açlık gibi hız kesmeden tırmanan kadın cinayetleri Türkiye gerçekliğinin simsiyah bir sayfasıdır. Son yedi yılda kadın cinayetleri yüzde bin 400 artarken, yüzlerce kadın, eşleri ve akrabaları tarafından, silahla, bıçakla, baltayla, dayakla canice katledilmiştir/katledilmektedir. Cinayet haberlerine sürekli bir yenisi eklenirken, şiddetin beşikten başlatıldığı ve rutinleştirilerek gündelik yaşamın bir parçası haline getirildiği bir toplumda bile, duyarsızlık duvarlarını aşmakta, tüyler ürpertici gerçekliği ile kamuoyunun gündemine oturmaktadır. Toplum genelinde oluşan muhalif sesler ise genellikle, “erkekler kadınları öldürüyor” gibi dar bir kavrayışla devletten kadınları korumasını ve failleri cezalandırmasını talep etmektedir.

Oysa kadınları katleden yalnız başına, tetiği çeken, bıçağı tutan el değildir. Kadını ikinci sınıf insan olarak kabul eden/ettiren, kadının ezilmesi ve çifte sömürüsü ile çarklarını döndüren, beşikten mezara zor ve şiddetle kadını baskılayan bu düzendir. Milyonlarca kadının, eğitim ve çalışma hakkından mahrum bırakılarak eve kapatıldığı, geçimini sağlamak için erkeğin kazancına muhtaç hale getirildiği, milyonlarca kadının ise ucuz işgücü ordusunun bir parçası olarak köleleştirildiği bir düzende yaşıyoruz. Çarkları daha rahat dönsün diye erkek egemenliğini kendi ihtiyaçlarına uyarlayıp sürdüren sermaye düzeninin hükmü altında yaşıyoruz. Kadın bedenini metalaştıran, sevgiyi çıkar hesabına, evliliği ticarete, cinselliği pornoya dönüştüren, varlığını şiddet yoluyla sürdürebilen çürümüş bu düzende, ardı arkası kesilmeyen kadın cinayetlerinin kurbanı ya da failine dönüşüyoruz.

Bugünün Türkiyesi’nde katliam boyutuna varan kadın cinayetlerinin sorumlusu sermaye düzenidir. Failler ise, sadece tetiği çeken erkekler değil, meclisi, hükümeti, medyası, mahkemeleri, eğitim sistemi ile tüm düzen güçleri ve kurumlarıdır. Sermayenin ve düzeninin çıkarları adına, tüm düzen güçlerinin elbirliğiyle yarattığı, elbirliği ile akladığı, sistematik olarak sürdürdüğü bir şiddettir sözkonusu olan. Ne var ki, kadına yönelik şiddetin bugün ulaştığı düzey, sorunun yaratıcısı ve destekleyicisi olan düzen güçlerini de zor duruma düşürmektedir. Kendi yarattıkları canavar karşısında acizce köşeye sıkışanlar, sahte duyarlılık şovları ve sahte çözüm arayışları ile zaman kazanmaya, durumu kurtarmaya çalışmaktadır.

Kadın bedeninin metalaştırılmasının, kadının aşağılanmasının, kadına yönelik şiddetin meşrulaştırılmasının, hatta desteklenmesinin en büyük suç ortaklarından biri düzen medyasıdır kuşkusuz. Bu gerçeğe tanıklık edecek, binlerce reklam filmi, kapak fotoğrafı, magazin haberi, üçüncü sayfa haberi, manşet sloganı birikmiştir arşivlerde. On yıllardır, kadın bedeninin pazarlanması ve kadının aşağılanması ile birlikte, sermaye düzeninin hükmü altında türlü dramlara dönüşen yaşamlarımızın üçüncü sayfa haberi olarak kolay tüketime sunulması ile artan reyting ve tirajlarla, düzen medyasının çarkları döndürülmüştür. Çarklar döndükçe kadının ezilmişliği ve çifte sömürüsü ile birlikte, kadına yönelik şiddeti de pekiştirmiş, derinleştirmiştir. Kadına yönelik şiddetin bugün ulaştığı akıl almaz boyut ise, düzen medyasını da, yaratılmasında pay sahibi olduğu canavar karşısında yalpalatmakta, ezberini bozup köşeye sıkıştırmaktadır.

Habertürk Gazetesi üstünden yaşanan tartışmalar bu duruma örnektir. Geçen hafta içinde, kadın cinayetlerinin son kurbanı olan Şefika Etik, kocası tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Şiddeti ve kadın bedenini sayfalarında ahlaksızca pazarlamaya alışık olan Habertürk Gazetesi, Şefika Etik’in öldürülmesine de aynı el çabukluğu ile yaklaştı. Bu olayı, manşetten, ‘Kadına şiddette son nokta’ başlığı ve büyük tiraj umudu ile veren gazete, gazetecilik etiği hakkında bir tartışmanın odağı oldu. Tartışılan Habertürk’ün manşette kullandığı fotoğraftı. Şefika Etik’in ölü bedeni, sırtında bıçakla, kanlar içinde ve yarı çıplak fotoğraflanmış, gazetenin ilk sayfasında sergilenmişti. Kadın bedenini teşhir etmek de, şiddeti pazarlamak da, dramlar üstünden tiraj artırmak da düzen medyası için yeni alışkanlıklar değil. Habertürk, düzen medyasının çürümüşlüğünün ve kadına yönelik şiddette suç ortaklığının çarpıcı örneklerinden birini sergiledi bu haberle. Habertürk’ü eleştirmeye koyulan medya güruhu ise, bu vesile ile, ikiyüzlülüğün yeni bir örneğini verdi. Kadın bedenini teşhir etmekte, kadını aşağılayan haberlerle sütunlarını doldurmakta, şiddeti meşrulaştıran haberler kotarmakta on yıllardır birbiri ile yarışanlar, bu haberle birlikte “gazetecilik etiğini”, “kişilik haklarını” “şiddeti özendirecek haberler yapmamak gerektiğini” hatırladılar. Habertürk gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı ise, büyük bir yüzsüzlük ile, toplumsal duyarlılığı artırmak için bütün eleştirileri göze almış kahraman pozları takınarak durumdan sıyrılmaya çalıştı.

Medya cephesinde bütün bunlar sahnelenirken, yarattığı canavar karşısında köşeye sıkışan bir diğer taraf da sermaye hükümetidir. Gericiliği yayarak kadınlar üstündeki baskı ve şiddeti körükleyen, sermayenin çıkarları uğruna kadınlara üç çocuk doğurmalarını buyuran, politikalarını protesto etmek cesareti gösteren bir kadını, “kız mıdır, kadın mıdır bilmem” diyerek aşağılamaya çalışan, iftar sofralarında savaş çığlıkları atan, polise “kadın, çocuk demeden gereğini yapın” emri veren AKP hükümeti elbette, kadınların ezilmişliğinden, çifte sömürüsünden ve kadına yönelik şiddetten rahatsız değil. Ama sermaye hükümetinin kaçamadığı ve rahatsız olduğu bir gerçeklik de orta yerde duruyor, suratına her gün tokat gibi çarpıyor. Kadın cinayetleri AKP hükümeti döneminde yüzde bin 400 oranında artmıştır ve hız kesmeden artmaktadır. AKP artık, hükümeti döneminde katliam boyutuna varan cinayetleri durduramamanın, kadınları koruyamamanın acizliği ile yüz yüzedir. “Bu sorunu çözmeyeceğiz, bu bizim sermaye çıkarına sistematik politikalarımızın doğal sonucudur” diye açıktan ilan edemeyeceği için de, sahte çözüm önerileri ile durumu kurtarmaya çalışmaktadır.

Geçen hafta içinde gürültülü biçimde ilan edilen Kadının ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunması Yasası tasarısının hazırlıkları da bu oyunun bir parçasıdır. Büyük yenilik, büyük çözüm gibi ilan edilen yasa tasarısında yeni olan ise; şiddet uygulayan erkeğe, psikolojik tedavi zorunluluğu getirmektir. Devasa sorun karşısında hiçbir işe yaramayacağı ortada olan bu sahte çözüm önerisi, sorunu çözmeye değil, bilinçleri bulandırmaya hizmet etmektedir. Kadın cinayetlerinin, sermaye düzeninin yarattığı bir utanç tablosu olduğu gerçeği ile birlikte, sermaye hükümetinin kadın cinayetlerindeki suç ortaklığı da örtbas edilmeye çalışılmaktadır. Kadın cinayetlerinin, erkeklerin psikolojik sorunları olmasından kaynaklandığına inanmamız beklenmektedir. Elbette, canice işlenen cinayetlerin faillerinin ruh sağlığının yerinde olduğunu iddia etmek zordur. Ama, sömürüyü, şiddeti, katliamları büyüterek varlığını sürdüren sermaye düzenini alt etmedikçe, ruh sağlığımızı düzenin pençelerinden kurtarma şansımız da yoktur. Düzenin yarattığı, kadın cinayetleri gibi devasa bir sorunun, bireylerin psikolojik tedavisi ile çözüleceğini iddia etmek gülünçtür.