17 Haziran 2011
Sayı: SİKB 2011/23

 Kızıl Bayrak'tan
12 Haziran seçimleri ve bazı dersler
Sahte hayaller değil meşru-militan mücadele!
Emek hırsızları, sendika ağaları, kontrgerilla elemanları mecliste!
Esenyurt’ta devrimci
seçim kampanyası!
Seçim çalışmaları son güne kadar sürdü...
Polis terörü ve cinayetlerine karşı Karadağ davasını sahiplenelim!
Hopa raporu işkenceyi ve çarpıtmayı belgeledi
15-16 Haziran ruhuyla mücadeleye!..
DİSK’ten 15-16 Haziran eylemleri...
Kamu TİS süreci ve
sendikal ihanet batağı
Taksim’de direnişlerin ve mücadelenin kürsüsü kuruldu
Bürokratizme ve işbirlikçiliğe karşı
devrimci sınıf sendikacılığı!
Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme Kurulu Haziran Ayı
Toplantısı Sonuçları..
Legrand işçileri ihaneti ve
direnişi anlatıyor...
Suriye’de kitle hareketi gerici güçlerin kıskacında..
NATO Savunma Bakanları Zirvesi toplandı.
Yunanistan’da 15. genel grev!…
Honduras’ta öğretmenler açlık grevinde
MLPD’nin düzenlediği 15. Uluslararası Gençlik Festivali gerçekleşti!.
225 milyon çocuk ağır işlerde çalışıyor.
Liseliler: “Çözülen şifreleriniz değil eğitim sisteminizdir!”
AKP’nin TMMOB saldırısı
“Kayıpların sorumluları mecliste!”
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Suriye’de kitle hareketi
gerici güçlerin kıskacında

Suriye’de üç ay önce başlayan rejim karşıtı kitle hareketi, bazı kentlerle sınırlı kalsa da sürüyor. Arap dünyasındaki halk isyanlarının da etkisiyle işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, rüşvet ve Baas rejiminin zorbalığına tepki olarak başlayan hareket, sosyal adalet ile demokratik hak ve özgürlükler alanının genişletilmesini talep ediyordu. Ancak bu eylemlere yönelik kolluk kuvvetlerinin estirdiği devlet terörü ve işlediği cinayetler, rejimin yıkılması talebinin öne çıkmasını sağladı.

Devlet terörü devam ederken kökten dinci güçlerin sürece katılması olayları farklı bir boyuta taşıdı. Kökten dincilerin silahlı eylemlerini bahane eden Baas yönetimi, eylem yapan herkese “terörist” muamelesi yapmaya başladı. Rejime göre kitle eylemleri, silahlı selefi güçlerin saldırılarına zemin hazırlıyor, bundan dolayı şiddetle ezilmelidir…

Rejim bu çarpıtmayla, eylemlere katılanları, kökten dincilerin suç ortağı sayıyor. Küçük gruplardan ibaret olduğu belirtilen kökten dincileri bahane eden Baas yönetimi, gençlikle emekçilerin rejim karşıtı tepkisini devlet terörüyle ezme politikasını meşrulaştırmaya çalışıyor.

Emperyalist/siyonist güçlerle Suudi Arabistan gibi aktif suç ortaklarının sürece müdahale etme girişimlerini gerekçe gösteren Baas yönetimi, gelinen yerde her eylemin dış güçler tarafından organize edildiğini öne sürerek, kitle hareketini gayr-ı meşru ilan etmeye çalışıyor. Ankara’daki Amerikancılarla da arası bozulan Baas yönetimi, sınıra yakın Jisr el Şuur bölgesinde meydana gelen çatışmalara katılan silahlı güçlerin Türkiye’den sızdığını öne sürüyor.

Bu iddia, Türk devletinin çatışmalara fiilen karışmaya başladığı şüphesini güçlendiriyor. Suriyeli yetkililerin açıklamaları “resmi” sıfat taşımıyor ama ciddi iddialar içeriyor. Seçim vesilesiyle Tayyip Erdoğan’la görüşen Beşar Esad’a, bu iddiaların doğru olmadığının ifade edildiği bildirildi. Suriyeli “muhalif” güçlerin geçen hafta Antalya’da toplanmaları Suriye’de tepkilere neden olmuş, Şam ve Halep’te Türkiye’yi protesto eylemleri gerçekleştirilmişti.

Dera, Benyas ve son günlerde Jisr el Şuur’da yaşananlar, silahlı grupları gerekçe gösteren Baas rejiminin sistemli bir ezme taktiği izlediğine işaret ediyor. Buna karşın Jisr el Şuur’da polis ve askerlerden oluşan 120 kişinin öldürülmesi, olayların farklı bir boyuta ulaştığını gösteriyor. Resmi açıklama katliamdan “silahlı grupları” sorumlu tutarken, rejim karşıtları ise, ordu içinde parçalanma olduğunu ve 120 kişinin kolluk kuvvetleri arasında cereyan eden çatışmalarda öldüğünü iddia ediyorlar.

Yansıyan bilgilerden hangi iddianın gerçek olduğunu anlamak kolay değil. Gerçek olan bir şey varsa, insanların her gün katledildiği, Baas rejiminin de, kökten dincilerin de bu konuda sicillerinin temiz olmadığıdır. Sonuç ise, binlerce insanın yerinden yurdundan edilmesi, rejim karşıtlarını hedef alan sürek avları, ekinlerin tahrip edilmesi vb. olayların gerçekleşmesidir. Elbette bedeli, çatışmaların meydana geldiği bölgelerde yaşayan emekçiler ödemektedir; esas sorumlu ise her halükarda Baas rejimidir.

ABD-AB emperyalistlerinin Suriye’deki olaylarla ilgili ikiyüzlü vaazları, Baas yönetiminin “anti-emperyalist” söyleme ağırlık vermesine neden oldu. Kitle hareketine karşı terör estirerek emperyalistlerin olayları istismar etmelerine zemin hazırlayan Esad yönetimi, Washington-Brüksel kaynaklı ikiyüzlü vaazlara dayanarak, Suriye’yi parçalama planının devrede olduğunu gerekçe göstererek saldırılarını sürdürüyor. Zora dayalı bu politika, emperyalistlerin daha da arsızlaşmalarından başka bir sonuç yaratmadığı halde, Baas yönetimi bunda ısrarını sürdürüyor.

Halkların katili emperyalist güçlerle suç ortakları, gelinen yerde Suriye’ye odaklanmış bulunuyorlar. Türkiye ve Suudi Arabistan gibi bölgesel gericiliğin kaleleri olan işbirlikçi rejimler de emperyalist efendilerinin kuyruğuna takılmış görünüyorlar. ABD-AB emperyalistlerinin Suriye’ye saldırı için Birleşmiş Milletler’i paravan olarak kullanma girişimi, şimdilik Rusya ve Çin’in karşı duruşu sayesinde önlenmiş bulunuyor. Zira her iki güç odağının da Suriye ile ilişkileri var ve olası bir ABD veya NATO saldırısının kendilerini saf dışı bırakma sonucunu yaratacağının farkındalar. Rusya-Çin ikilisinin itirazına rağmen Suriye’yi hedef alan açıklamalarına devam eden Washington’daki haydut takımı, Baas rejimine destek verdiği gerekçesiyle İran’ı da hedef almaya başladı. 

Rusya-Çin ikilisinin bölgesel çıkarları ABD emperyalizminin planına engel olsa da, NATO üyesi Türkiye üzerinden bir müdahalenin gündeme gelmesi için uğraşanların uğursuz sesi şimdiden duyulmaya başladı. Yayılmacı emelleri depreşen bazı gerici çevreler, Türk ordusunun, sivil halkın katledildiği gerekçesiyle Suriye’ye müdahale etmesi gerektiğini savunabilecek derecede arsızlaşmış bulunuyorlar.

Türk devletinin Kürt halkını katletmesine destek veren bu gerici odakların, Suriyeli sivilleri savunur görünmeleri iğrenç bir ikiyüzlülüktür. Suriye’de bazı güçlerin, AKP hükümeti ve Tayyip Erdoğan’ı “yeni Osmanlı” diye tanımlamaları, Türk ordusu aracılığıyla emperyalist müdahaleye alan açma girişimlerinin Şam’dan da izlendiğine işaret ediyor.

Türkiye işçi sınıfıyla emekçilerinin, Kürt halkının talepleriyle ilgili olmayanların, dahası bu talepleri devlet terörüyle bastıranların, somutta AKP hükümetinin Suriye halkının talepleriyle ilgili olması söz konusu bile olamaz. Ancak emperyalist güçler adına etkin taşeronluk hevesleri bilinen Ankara’daki Amerikancıların, yaşanan olayları bahane ederek Suriye’ye müdahalenin yolunu açmak için koçbaşı olarak kullanılmaları da ihtimal dışı değildir.

Emperyalist güçlerin Suriye’ye doğrudan müdahaleyi gündeme getirmeleri kolay değil. Zira böylesi bir müdahale, Libya’dan farklı olarak Ortadoğu’nun merkezinde yeni bir çatışmanın başlaması anlamına gelecektir. Bundan dolayı doğrudan müdahale yerine dolaylı müdahale veya Türkiye gibi taşeronlar eliyle Şam’da İran, Lübnan Hizbullah ve Filistin direnişiyle ilişkileri kesen bir yönetimin işbaşına gelmesi veya Baas yönetiminin bu noktaya geriletilmesi için girişimlerde bulunmaya da devam edeceklerdir.

Olayların şimdiki seyrinde devam etmesi, etnik/mezhepsel çatışma riskini de arttırıyor. Sürecin böylesi vahim bir boyuta ulaşması, emperyalistlerle bölgesel gerici güçlerin sürece doğrudan müdahil olmalarının önünü açar ki, böylesi bir sonucu “felaket senaryosu” olarak nitelendirmek abartı olmayacaktır.

Kitle eylemlerinin başladığı ilk dönemde, Suriye’deki sol/sosyalist güçler de hareketin içinde yer alıyordu. İlk günlerde rejimin sürek avına maruz kalan bu güçler, kökten dincilerin de sürece katılmasıyla geri plana düşmüş görünüyorlar. Yansıyan sınırlı bilgiler, sol/sosyalist güçlerin rejimin yıkılması talebini desteklemediklerini, ancak ekonomik, siyasal ve sosyal alanda köklü reformlar yapılmasını savunduklarını gösteriyor. Kökten dincilerin silahlı eylemleri ve emperyalist/siyonist güçlerle Suudi Arabistan ve Türkiye’nin olaylara müdahale etmesinden rahatsız olan sol/sosyalist güçler, rejimin yıkılmasına karşı olduklarını ilan ederken, Baas yönetiminin olayları veya dış güçlerin planlarını bahane ederek reformlardan yan çizmesine karşı olduklarını da vurguluyorlar.

Görünen o ki, sol/sosyalist güçlerin zaafları, kökten dincilerin hareketi istismar etmeleri, sürece emperyalist/siyonist güçlerin müdahil olmaları vb. etkenler, Baas rejimine karşı eyleme geçen genç kuşaklarla emekçilerin tam bir açmaz içinde olduklarına, başka bir ifadeyle üç gerici güç
-Baas/kökten dinciler/emperyalistler- arasında sıkıştıklarına işaret ediyor.  

Verili koşullarda kitle eylemlerinin meşruluğunu savunmak, Baas rejiminin baskı ve zorbalığına karşı çıkmak, hareketi hedefinden saptırmaya çalışan kökten dincileri mahkûm etmek ve olası bir emperyalist saldırıya karşı mücadeleyi yükseltmek gerekmektedir.