11 Şubat 2011
Sayı: SİKB 2011/06

 Kızıl Bayrak'tan
Mücadeleyi kazanmak için örgütlü taban inisiyatifleri!.
Kazanmak için sendika bürokrasiyi aşmak şarttır!
Ulusal İstihdam Stratejisi:
Sermayenin saldırı stratejisi
Torba yasaya karşı
meşalelerle yürüdüler!
İş cinayetlerine son vermek için mücadeleye!
İşçi katliamı lanetlendi..
KDS Pres Döküm’de
direniş ve gözaltı terörü
Metal'de greve doğru.
UPS işçilerinden zafer kutlaması
Küçükçekmece KHK sözcüleriyle konuştuk
İzmir’de işçiler
kurultaya yürüyor..
Gebze İşçi Kurultayı’na!.
Mısır: Ayaklanma çıkış
yolu arıyor
İhtilalin ruhu Arap coğrafyasını
sarıyor / 2 - V. Yaraşı
47. Münih Güvenlik Konferansı
Halk ayaklanmalarının
gösterdikleri- S. Eren.
Dünyadan
Kıbrıs’ta AKP’ye tepki büyüyor
“Dink için kardeşlik nöbeti
Yaygın devrimci çalışma.
8 Mart’ta mücadele alanlarına
Çürüyen düzenin sahte “ahlak” tartışmaları
Hasta tutsaklara özgürlük!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Mısır: Halk ayaklanması
çıkış yolu arıyor

İkinci haftasını geride bırakan Mısır’daki halk ayaklanması, dünya gündeminin merkezindeki yerini koruyor. ABD-AB emperyalistleri, Mısır’daki işbirlikçileri ile Türkiye ve Suudi Arabistan’daki gibi Amerikancı rejimleri de kullanarak yaptığı tüm manevralara rağmen isyan devam ediyor.

Tahrir Meydanı’ndaki kitlesellik 8 Şubat’taki eylemle doruğa çıktı. Milyonların meydanı doldurması, sistemin geleceksizliğe mahkum ettiği genç kuşaklarla işçi sınıfı ve emekçilerin taleplerini gerçekleştirme konusundaki kararlılığını bir kez daha göstermiş oldu.

Bu muhteşem eylemin, başta Müslüman Kardeşler olmak üzere düzen partilerinin temsilcileri ile rejimin şefleri arasında yapılan görüşmelerin ardından gerçekleşmiş olması, sergilenmeye başlayan gerici manevraların isyan halindeki kitleleri oyalama gücünden yoksun olduğuna işaret ediyor.

Ayaklanmayı tetikleyen sorunlar yerinde duruyor

Emperyalist güçlerle gerici rejimlerin şefleri tarafından yapılan değerlendirmelerde, Mısır’daki ayaklanmanın temel nedenlerini gözlerden saklama çabası öne çıkıyor. Burjuvazi ile devletinin borazanlığını yapan medya tekelleri ve ekranlara taşıdığı “uzmanlar” tarafından tekrarlanıp durulan vaazlar ise, gerçekleri çarpıtma seferberliğinin bir diğer önemli ayağıdır.

Oysa ayaklanan emekçilerin gündeminde öze dair bir değişiklik sözkonusu değil. Dolayısıyla papazca vaazların, Tahrir’i özgürleştiren milyonların temel gündemleriyle bir ilgisi bulunmuyor.

Neo-liberal saldırıların ve kapitalizmin küresel krizinin yıkıcı sonuçları olan işsizlik, yoksulluk, sefalet, gelir dağılımındaki uçurum, yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma gibi sorunların çözümüne dair somut bir adım ya da plandan söz etmek mümkün değil. Zorba rejim, devlet terörü silahını da terk etmiş değil. Dağıtılan “güvenlik” cihazındaki tetikçileri “sivil” olarak sokaklara salan Amerikancı rejim, cinayet işlemeye devam ediyor. Şu ana kadar, ezici çoğunluğu gençlerden oluşan 300’ü aşkın kişi katledilmiştir. Bunların bir kısmını, keskin nişancılar tarafından özel olarak hedef seçilen ayaklanmaya önderlik eden gençler oluşturuyor.

Başta Tahrir olmak üzere, birçok kentteki meydanların fiilen özgürleştirilmesi, rejimin devlet terörüne başvurmaktan geri durmasının değil, bedel ödemeyi göze alan kararlı milyonların direnişi sayesinde olmuştur.

Ayaklanma bu haliyle bile muazzam kazanımlar sağlamış olmakla birlikte, süreç devam ediyor. Çalışma hakkı, insanca yaşamaya yeten ücret, onurlu bir yaşam, demokratik hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması, sosyal adaletin sağlanması, gözaltına alınan binlerce kişinin serbest bırakılması, yağmacı, işkenceci ve katillerden hesap sorulması, halen Tahrir başta olmak üzere ülkenin meydanlarını dolduran milyonların temel taleplerini oluşturuyor.

Hareket halindeki milyonlar, taleplerinin, ancak diktatör Hüsnü Mübarek kovulup, çeteleşmiş rejimi yıkıldığında gerçekleşebileceğinin bilincindedirler. Polis ve istihbarat aygıtı ağır bir darbe alan rejimin ayakta kalması durumunda kazanımları korumanın zor olacağına, hatta devletin kontra güçlerinin karşı saldırıya geçebileceği endişesi de var. Ayaklanan milyonlarca genç, işçi ve emekçinin sergilediği kararlılık ve ısrarın bir nedeni, “ne pahasına olursa olsun kazanmak” ise, diğeri de “zorba rejimin yıkılmaması durumunda sürek avının yeniden başlayabilme ihtimalinin yüksek olduğu” gerçeğinin farkında olmaktır.

Düzen muhalefeti gerici bir rol oynuyor

Ayaklanmanın başlamasında hiçbir rol oynamayan burjuva parti ve hareketler, ancak emekçilerin alanları özgürleştirmesinden sonra ortalıkta boy göstermişlerdir. Burjuva muhalefetin en güçlü ve en örgütlü kesimi olan Müslüman Kardeşler bile, hareket rejimi sarsacak düzeye sıçrayana kadar, ayaklanmadan yana açık bir tutum almaktan geri durmuştur.

Rejimin baskısına maruz kalmalarına rağmen, siyasal deneyimi olan düzen partileri, oluşan yeni koşullarda manevra alanı yakalamış, ayaklanmanın sönümlenmesi için, rejimin şefleriyle birlikte yol aramaya başlamışlardır.

Washington’dan peş peşe yapılan açıklamalar, Hüsnü Mübarek’in ABD yönlendirmesiyle reform ve açılım vaatlerinde bulunması, Mısır’ın kontra şefi Ömer Süleyman tarafından yapılan görüşme çağrıları, burjuva partilerin kısa sürede rengini belli etmelerini sağlamıştır. Onlar için alanlarda mücadele etmek değil, masa başı pazarlıklar yapmak esastır.

Ayaklanmanın yükünü taşıyan, bedelini ödeyen emekçiler, talepleri kabul edilene kadar, rejimle tüm görüşmeleri reddederken, Müslüman Kardeşler ile diğer burjuva parti ve güçler, Ömer Süleyman’la görüşmelere başladılar.

Bu gerici hamle, milyonların alanlara inmesini önlemeye yetmedi. Ancak bu girişim, eski rejimle muhaliflerinin gençliği ve emekçileri evlerine göndermek için harekete geçtiklerini gözler önüne serdi. Emekçilerin sistemin bekası sözkonusu olduğunda, kanlı-bıçaklı olan düzenin farklı güçleri kendi aralarında koalisyon kurmakta zorluk çekmezler. Mısır’da da bu süreç başlamış bulunuyor.

Burjuva “muhalefet” temsilcileri, halen son sözün Tahrir Meydanı’ndaki halk tarafından söyleneceğini tekrarlayıp duruyor. Ancak bu ifadeleri samimiyetten yoksundur. Zira onlar için ayaklanma, iktidara ortak olmak ve bu alanda mevzi kazanmak için gerekliydi. Bu olanağı yakalayan her güç için öncelik, ayaklanan gençlerle emekçileri evlerine göndermenin yolunu aramaktır.

Bu uğursuz rolün yerine getirilmesinde en etkili olan güç kuşkusuz ki Müslüman Kardeşler’dir. Örgütlü, belli bir kitle desteği olan, uzun yılların deneyimlerine yaslanan bu gerici odak, tüm avantajlarını hareketin geriletilmesi yönünde sefer edecektir. Mısır kapitalizminin organik bir parçası olan bu hareket, emperyalistler nezdinde de kabul görmeye başladı. Zira burjuva liberallerin gücünün sınırlı olduğu yerde, Müslüman Kardeşler’le işbirliği yapmadan Mısır’da rejimi restore etmek kolay değil.

Rejimin şefleriyle görüşen düzen partileri, şimdilik ayaklanmayı sürükleyen genç kuşakları karşılarına almaktan çekiniyorlar. Zira böyle bir tutum, anında Mübarek rejimi gibi gayr-ı meşru konuma düşmelerini sağlardı. Ancak çatışma kritik bir aşamaya sıçradığında maskelerini çıkarmaları kaçınılmaz olacaktır. Düzenin bekasını savunmak sözkonusu olduğunda, maskelerin bir kenara atılması kuraldandır.

Bu noktada halkla karşı karşıya gelmekten kaçınan ordu, halen sistemin temel dayanağı konumundadır. Bununla birlikte Tahrir Meydanı’na gelen komutanların, “alanı boşaltın, evlerinize gidin, Mısır’dan geriye kalanları koruyalım, ülkemize sahip çıkalım” şeklinde özetlenebilecek çağrıları, “halk rejimin yıkılmasını istiyor!”, “ordu halk el ele!” şiarlarıyla geri çevrilmiştir. Bu olay, ayaklanmaya katılan milyonların kazanımlarını koruma konusundaki kararlılığının önemli göstergelerinden biridir.


Emperyalistler “İşkencenin Şeyhi”ne bel bağladı

“İşkencenin Şeyhi”, istihbarat şefi Ömer Süleyman’a Mısır halkı tarafından takılan lakaptır. Mübarek diktatörlüğüne olduğu kadar emperyalist/siyonist güçlere de büyük hizmetlerde bulunan bu kontra şefin, işkence seanslarına bizzat katıldığına dair belgeler de yayınlanmıştır.

Sadece Mısırlı muhaliflere değil, Filistin direnişine karşı da azgın saldırılarıyla tanınan bu zat, Kahire’den çok Tel Aviv’de zaman geçirmekle de suçlanıyor. Siyonist rejimin bekası için çalışan, Guantanamo’ya kapatılan esirlere ABD adına işkence yapan bu kontra şefi, Barack Obama yönetimi tarafından Mısır halkına, Mübarek’in alternatifiymiş gibi sunuluyor. Belirtmek gerekiyor ki, kontra şefine, ayaklanmadan önce de, Mübarek’in halefi gözüyle bakılıyordu.

Mısırlı emekçilerin en az Mübarek kadar nefret ettiği işkenceci bir şefin öne sürülmesi, emperyalist/siyonist güçlerin rejimi ayakta tutmaya verdikleri önemi gösteriyor. Zira Arap dünyasının merkezinde bulunan, 30 yıldır siyonist İsrail’e kalkan olan Mısır’da köklü bir rejim değişikliği, emperyalist/siyonist güçlerin kâbusudur.

Hemen olmasa bile, Mısır’da kaçınılmaz olan bu durumun Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın siyasal görünümünde, ezilen halklar lehine dramatik bir değişime yol açacağı hemen tüm güçler tarafından dile getirilmektedir.

Bundan dolayı figüranlar değişse de, emperyalistlerle işbirliği yapmaya devam eden bir rejimin Mısır’da işbaşında kalması, batılı emperyalistler için özel bir önem taşıyor. ABD ile AB’li suç ortaklarının Ömer Süleyman’ı işbaşında tutma yönünde harcadıkları beyhude çabalar, Arap dünyasının merkezi olan bu mevzisini elde tutma telaşının yansımalarından biridir.

Ayaklanmanın seyri onları mecbur bıraktığı zaman, işkencenin şeyhi dahil olmak üzere, hiçbir tetikçi vazgeçilmez olmayacaktır. Zira rejim her zaman tetikçilerden daha önemlidir. Ancak onlar, Washington’dan yaptıkları açıklamalarla, 30 yıldır destekleyip besledikleri diktatörü ve diktatörlüğü derhal tavizler vermeye çağırıyorlar ki, rejim kurtarılabilsin.

Washington’daki savaş baronlarının doğrudan veya dolaylı müdahaleleri, şu ana kadar sadece burjuva parti ve güçler nezdinde etkili olabilmiştir. İsyan halindeki emekçiler ise, sadece Hüsnü Mübarek’i değil, Ömer Süleyman’ı da istemediklerini, alanlardan yükselttikleri şiarlarla gösterdiler. Alanlardan yükseltilen şiarlar, ABD-İsrail şeflerine verilen bir mesajdır aynı zamanda.

Mübarek yönetimi kalıntıları ile burjuva muhalefetin işbirliğinden bir sonuç çıkmazsa eğer, emperyalistler, rejimi kurtarmak için Müslüman Kardeşler’i de öne çıkartabilirler. Dinci çizgisinden dolayı çok arzulanır olmasa bile, rejimin bekası için Müslüman Kardeşler’e daha baskın bir rol verebilirler; hareketin kuruluş yıllarından beri emperyalist güçlerle işbirliği yaptığı gözönüne alındığında, bunun önünde özel bir engel de bulunmuyor.

Ayaklanma dinci gericiliğin sınırlarını gösterdi

20. yüzyılın ikinci yarısında, dinsel gericiliği sosyalizme karşı kullanan emperyalistlerin, aynı taktiğe önümüzdeki dönemde de ihtiyaç duyacaklarından kuşku duymamak gerek. Nitekim Mısır’dakiler olmasa bile, farklı ülkelerde yaşayan Müslüman Kardeşler destekçilerinin, bazı açıklamalarında şimdiden sosyalizme saldırmaya başlamaları, tesadüf sayılmamalıdır. Bu saldırıların Mısır burjuvazisine olduğu kadar emperyalist merkezlere de mesaj taşıdığı açıktır.

Ayaklanma devam ederken sosyalizmi hedef alan saldırıların başlaması, genç kuşaklarla işçi ve emekçilerin taleplerinin, zorunlu olarak sosyalizmi bir alternatif olarak öne çıkaracağının, burjuvazinin dinci kanadı tarafından da öngörüldüğüne işaret ediyor.

Sosyalizme saldıranların aynı zamanda AKP iktidarının örnek alınabileceğini savunanlar olması, dinci akımın oynamaya heveslendiği rol hakkında fikir vermektedir. Dinci gericilik odağı AKP ile medyadaki borazanlarının da benzer bir beklenti içine girmeleri, aynı zamanda bu tür açıklamalardan duydukları güvenden olsa gerek.

Mısır veya diğer Arap ülkelerinde, önümüzdeki dönemde dinci akımların siyasal arenada daha etkin bir rol oynama fırsatı yakalamaları mümkündür. Ancak bu akımların genç kuşaklarla işçi ve emekçileri uzun süre kontrol altında tutabilmesi artık olası değildir.

Zira Müslüman Kardeşler başta olmak üzere dinci akımların ezici çoğunluğu neo-liberalizm, serbest piyasa ekonomisi, özelleştirme vb. saldırıları savunuyorlar. Arap dünyasında başlayan ayaklanmaları tetikleyen toplumsal sorunların tam da bu ekonomik politikadan kaynaklandığı göz önüne alındığında, iktidara ortak olan dinci akımların da, kısa sürede “Mübarekleşme” ihtimali çok yüksektir.

Devlet terörüne karşı biriken öfkeye gelince, dinci akımların da İran, Suudi Arabistan, Afganistan ve AKP örneklerinde görüldüğü üzere, Bin Ali veya Mübarek despotluğundan geri kalır yanları yoktur. Kaldı ki, işçi ve emekçiler için yıkım getiren ekonomik programları uygulamak da ancak bir polis rejiminde mümkündür. Emperyalist ülkelerin bile polis devletine doğru hızla yol almaları da bunun göstergesidir.

Dinci akımların emperyalist güçler karşısında dik durmaları da mümkün değildir. Hele de AKP’nin “model” olabileceğini savunanların. Oysa, özellikle öne çıkartılmasa da, halk ayaklanmalarının emperyalist/siyonist güçlerle suç ortaklığı yapan rejimleri hedef alması da anlamlıdır. Dahası, emperyalistlerin işbirlikçisi rejimlerin şefleri ecel terleri dökerken, ABD ile sorunu olan İran ve Suriye yönetimleri nispeten rahat görünüyorlar. Oysa bu iki ülkedeki rejimlerin de, özü itibariyla diğerlerinden bir farkı yok. ABD-İsrail ikilisiyle uzun yıllardan beri sorun yaşamaları, bu iki rejime avantaj sağlıyor. Bu da, halk ayaklanmalarının alttan alta taşıdıkları anti-emperyalist/anti-siyonist öze işaret ediyor.

Tüm bunlar, kapitalist sistemle bütünleşmiş dinci gerici akımların da, yakın gelecekte emekçilerle dolaysız çatışmaya girmelerinin kaçınılmaz olduğuna işaret ediyor. Emekçilerle dinsel akımlar çatışması, bu gericilik odaklarının etkisini kırabilmenin de yegane yoludur.

Talepler sosyalizme yönelmeyi zorunlu kılıyor

Ayaklanma günleri genç kuşaklarla işçi ve emekçiler için eşsiz bir eğitim sağlamakla kalmıyor, yeni deneyimler kazandırıyor, öz örgütlülükleri sağlamlaştırıyor, özgüveni arttırıyor, böylece yeni bir dünyanın kapılarını da açma olanağı sağlıyor.

Bu deneyimlerden geçen milyonların önemli bir kesimi, burjuva partilerinden bağımsız hareket ediyor. Alanlarda henüz bariz bir şekilde sosyalizmden söz edilmiyor. Ama genç kuşakların eylem içinde örgütlenmeleri, burjuva partilerinin kendilerini temsil etmediğinin yüksek sesle dillendirilmesi, halk komiteleri dışında on kişilik önderlik komitesi ve yirmi kişilik yardımcı komite oluşturulması, örgütlenme yönünde atılan önemli adımlardır.

Ayaklanmada sürükleyici rol oynayan gençliğin kendi adına konuşmaya başlaması, yapılacak görüşmelere ve kurulması hedeflenen “geçici hükümet”te kendi temsilcileriyle yer alacağını ilan etmesi, talepler gerçekleşinceye kadar mücadeleye devam etme kararlılığıyla birleştirildiğinde, hayati önem taşıyan gelişmelerdir.

Komitelerde demokratik işleyiş ve taleplerin arkasında durma iradesi, ayaklanma sürecinde kritik bir yerde duruyor. Zira sürecin bu yönde gelişmesi, sadece Mübarek rejiminin değil, Müslüman Kardeşler’le diğer burjuva partilerin de, taleplerin gerçekleşmesi önünde bir engel olduğunun anlaşılmasını sağlayacaktır. Bilinç sıçramaları, emperyalist güçlerin demokrasi ve özgürlük alanlarının genişletilmesi yönündeki vaazlarının ikiyüzlü olduğu gerçeğinin daha net görüleceği anlamına da geliyor.

Kurulu sistem, sadece siyasal alanda değil, ekonomik ve sosyal alanda da zorlanmadan, gençlerle emekçilerin talepleri karşılanamaz. Bu da sınıf çatışmalarının bir üst seviyeye çıkması anlamına geliyor. Çatışma o düzeye sıçradığında, bazı güçlerin safları terk etmesi kaçınılmazdır. Fakat böylesi bir gelişme işçi sınıfıyla emekçilerin, sürece damgasını vurmasının önünü de açacaktır ki, hareket asıl o zaman gerçek mecrasına kavuşmuş olacak, demek oluyor ki, çok daha yıkıcı ve yapıcı bir düzeye sıçrayacaktır.

Tüm burjuva akımlarla çatışma, anti-kapitalist/anti-emperyalist bilincin gelişip yetkinleşmesi için uygun iklimin de oluşması demektir. Genç kuşaklar ile işçi ve emekçileri ayaklanmaya sürükleyen sorunları ortadan kaldırmanın yolu da buradan geçmektedir.