12 Kasım 2010
Sayı: SİKB 2010/44

 Kızıl Bayrak'tan
Devlet terörüne karşı
mücadeleyi büyütmeliyiz!
Devletin zirvesinden füze kalkanına onay.

Sözleşmeli askerlikten profesyonel orduya doğru

Müdahil avukatların görüşleri..
Yargı Festus Okey cinayetini örtbas etmeye çalışıyo
TÜSİAD baronları hükümetle
“yuvarlak masa”da buluştu
MAS-DAF direnişinde
vahşi saldırı
Metalde
uyuşmazlık zaptı tutuldu.
MESS dayatmalarına karşı eylemler
MESS Grup TİS süreci üzerine
Ford Otosan işçisi ile konuştuk
Partinin kazanımları
ve yeni dönemde
yüklenme alanları
Ölüm Orucu Direnişi’nin benim için anlamı - Alaattin Karadar
İstanbul’da “Ekim Devrimi ve Ulusal Sorun” paneli.
Paşabahçe kazandı,
sıra BETESAN’da!
KESK’te bildik tartışmalar!
Eruslu’da baskılar sürüyor
Gençlik gelecek ve özgürlük
için alanlardaydı!”
Şura’da gerici
politikalalar öne çıktı
Irak’ta siyasi kaos
ve gösterdikler
ABD ara seçimlerinde Obama hezimete uğradı
İşçi ve emekçiler ayakta!.
25 Kasım’da mücadele alanlarına!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sömürüye, hak gasplarına ve şiddete karşı...

25 Kasım’da mücadele alanlarına!

Ezilen sınıfın kadınları, sınıfsal sömürünün en katmerlisini yaşamaktadır. Sigortasız, güvencesiz çalışma koşulları, düşük ücretler kadın işçi ve emekçiler için doğallaştırılmaya çalışılmakta, sömürü derecesi de böylelikle katmerleşmektedir. Çalışma yaşamında yoğun emek sömürüsüne uğrayan kadınlar, yanısıra toplumsal işbölümünün gereği olarak ev içi işlere “görevli” addedilmişlerdir. Bununla birlikte çocuk ve yaşlı bakımı da toplumsal kurumlar yoluyla çözülmediğinden yine kadınların sorumluluğundadır.

Yaşamı bu şekilde biçimlenen ve eğitim imkanlarından da gereğince faydalanamayan kadınların sosyal yaşama katılmaları engellenmektedir. Krizin etkilerinin işçi ve emekçileri hiç de “teğet” geçmediği, artan işsizlik ve yoksulluk tablosunun giderek arttığı mevcut durumdan yine en çok emekçi kadınlar etkilenmiştir.

Ezilen ulusa mensup Kürt kadınlarının yaşadıkları sömürü ve şiddet ise daha katmerlidir. Şiddet türlerinin hepsini yaşadıkları gibi devlet şiddetinin de doğrudan muhatabıdırlar. Kürt ve kadın olmaktan dolayı toplumsal yaşamda ayrımcılığı en üst boyutta yaşamaktadırlar.

Kapitalist sömürü düzeni durmadan şiddet üretiyor. Egemen sınıf hegemonyasını kurmak için şiddete başvuruyor ve toplumsal ilişkileri de buna göre şekillendiriyor. Bu nedenle şiddet her türlü biçimiyle, gerek devlet tarafından gerekse bireysel şiddet olarak uygulanmak biçimiyle toplumsal yaşamın her alanında karşımıza çıkıyor.

Ataerkil değer yargılarının egemen olduğu mevcut toplumsal yapıda kadınlar bu şiddetten daha çok etkileniyor. Toplumsal yaşamda kadına biçilen ikincil ve edilgen roller şiddetle biçimlendirilmekte, geliştirilen tepkiler de yine şiddetle engellenmeye çalışılmaktadır. Kadınların yaşadığı fiziksel, psikolojik, ekonomik ve cinsel şiddet türleri her geçen gün artmaktadır.

Kadın cinayetleri, dayak, cinsel taciz ve tecavüz vakaları sürekli gündemdedir. Rakamsal veriler ürkütücüdür. Medya ise magazinel bir şekilde gündeme getirerek, bu olayları sıradanlaştırma misyonunu oynuyor. Oldukça çirkin bir dille gündeme getirilen bu haberlerin kendisi aslında en büyük şiddet örneği olarak karşımızda durmaktadır. Her türden etik kuraldan yoksun biçimde kadına yönelik şiddeti işleyen burjuva medya, bu gericiliği ve yozluğu beslemektedir. Özellikle son dönemlerde dizilerde yer alan tecavüz ve şiddet sahneleri ile tecavüz üzerine yapılan yayınlar oldukça ibretliktir.

Kadınların gerek fiziksel gerekse cinsel şiddete uğramaları durumunda, hukuksal bakımdan önleyici ve koruyucu hiçbir tedbir yoktur. Cinsel suçlar indirime uğramakta, tahrik indirimi-hafifletici neden gibi bahanelerle tecavüz dolaylı olarak onaylanmaktadır.

Tüm kurumlarıyla devletin çeşitli alanlarında şiddetin her biçimine çok sık rastlanılmaktadır. Gözaltında ve cezaevlerinde işkence sistematik olarak devam etmektedir. Bu konuda sicili hayli bozuk bir devlet gerçeğiyle karşı karşıyayız.

Geçtiğimiz günlerde sayısız işkence ve cinayet olayına imza atan Esenyurt-Avcılar polisinin bir tecavüz olayı ile gündeme gelmesi ise tesadüf değildir. Avcılar Asayiş Şube Müdürlüğü Ahlak-Kumar Büro Amirliği’nde görevli 4 sivil polis bir mekanı basarak 11 kişiyi polis minibüsüne doldurdu. Mekan sahibinden bin lira rüşvet alan polisler, minibüsteki kişilerin bir kısmını indirdikten sonra, kalan 3 kadını taciz ederken, bir kadına da ormanlık alana götürerek tecavüz etti. Polis katletme ve tecavüz etme hakkını yasalardan ve mahkemelerden alıyor. Çünkü, PVSK polise sınırsız haklar tanıyor, mahkemeler de polis aklama merkezleri olarak çalışıyor.

Topluma egemen yozlaşma ve giderek artan ahlaki çürüme sürerken, bir yandan da içinden geçilen dönemde dinsel gericiliğin etki alanı genişletilerek kadın üzerindeki baskı arttırılmaktadır. Dinci parti AKP eliyle toplumsal yaşama verilmek istenen dinsel biçimden en çok kadınlar etkilenmektedir. Türban tartışmalarına sıkıştırılan sahte özgürlük söylemleri ise kadınların demokratik hak ve özgürlüklere ilişkin taleplerinin gözardı edilmesine vesile yapılmaktadır. Mevcut durumda kadına yönelik ayrımcılık ve eşitsizlik meşrulaştırılmakta, dahası var olan haklar giderek kısıtlanmaktadır. Kadının toplumsal yaşamdan dışlanmasını meşrulaştıran dinsel gericilik, kadınlara eve dönüp 3 çocuk yapmalarını öğütlemeye devam etmektedir.

Kadına yönelik şiddetin olağanlaştırılmasına, hak gasplarına, her türden baskı ve ayrımcılığa karşı örgütlü mücadele etmek gerekmektedir. Ancak bu şekilde çalışma ve yaşam alanlarımızda karşı karşıya kaldığımız sorunlarla mücadele etme gücü bulabiliriz. Yaşadığımız coğrafyada bu açıdan pek çok olumlu örnek bulunmaktadır. Sistemin her türden baskısını aşarak örgütlü mücadeleye katılan pek çok kadın yaşamın her alanında, eylem alanlarında, grev ve direnişlerde, işkencehanelerde, zindanda özgürleşmenin çeşitli yolları olduğunu bizlere göstermişlerdir.

Bugün de işçi ve emekçi kadınların direngen sesi, sindirilen kadın tiplemelerine inat buradayım ve direniyorum diye haykırmaya devam ediyor. İşten atma saldırısına karşı dün DESA’da Emine Arslan, Entes’te Gülistan Kobatan gibi örnekler öne çıkarken, bugün de Paşabahçe Devlet Hastanesi’nden sağlık işçisi Türkan Albayrak gibi direnişçi kadınlar öne çıkıyor. Emekçi kadınların yaşamın her alanında karşılaştıkları her türden baskı ve şiddete karşı en iyi yanıtın örgütlenmek ve direnmek olduğu bir kez daha görülüyor.

Önümüzde emekçi kadınlar için 25 Kasım gibi bir mücadele günü duruyor. 25 Kasım’ın ortaya çıkışına konu olan Latin Amerikalı devrimci kadınlar, egemen rejime karşı ezilenlerin mücadelesinde yer aldıkları için tecavüz edilerek katledilmişlerdir. Onların anısına atfedilen 25 Kasım egemenlere karşı bir eylem günüdür. Toplumsal mücadeleye katılarak sistemin sunduğu “kadın” rolünü aşan ve özgürleşen kadınlar, tüm ezilen ve emekçi kadınlara hala örnek oluyor.

Dün olduğu gibi bugün de emekçi kadınlar, şiddete, hak gasplarına ve sömürüye karşı eylem alanlarında olmaya devam edecekler.

Emekçi Kadın Komisyonları




Kadınlar İstanbul’dan yola çıktı

Kadına yönelik şiddete dikkat çekmek için “Örgütlü mücadelemizi yükseltelim, varlığımızı hissettirelim” şiarıyla Ankara’ya gerçekleştirilen kadın yürüyüşünün İstanbul kolu 10 Kasım günü yola çıktı.

İki koldan gerçekleşen yürüyüşün Hakkari ayağı 9 Kasım akşamı eylemlerini başlatırken, 10 Kasım günü İstanbul’da yapılan eylemle siyasal örgütlerden, emek ve meslek örgütlerinden kadınlar Ankara yürüyüşünün amacını kamuoyuna duyurdular. Yürüyüşte SES Genel Başkanı Bedriye Yorgun ve Eğitim Sen Genel Başkanı Zübeyde Kılıç da yer aldı.

Taksim Tramvay Durağı’nda bir araya gelen kadınlar, “Kimliğimizin, bedenimizin, emeğimizin, sömürüsüne karşı mücadelemiz büyüyor, barış için yürüyoruz / İHD, KESK, Ankara Barış İçin Kadın Girişimi, DİSK Kadın Komisyonu, EKD, SKM, BDP, DÖKH, Dersimliler Derneği, EMEP, EDP, ESP, SDP, TTB, Halkevleri” ve “Biz anneyiz – savaşsız bir dünyadan yanayız / Barış anneleri inisiyatifi” pankartları arkasında Galatasaray Lisesi’ne yürüdüler.

Burada basın açıklamasını SES Genel Başkanı Bedriye Yorgun gerçekleştirdi. Açıklama öncesinde kısa bir konuşma yapan Yorgun, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü yaklaşırken Mirabel Kardeşleri ve KCK davasında anadilde savunma talepleri reddedilen tutsak kadınları selamladı.

Yorgun, Adalet Bakanlığı verilerine göre 2009 yılının ilk 7 ayında 953 kadının, 2010’un ilk 7 ayında ise 236 kadının öldürüldüğünü, Türkiye’de son 7 ayda kadın cinayetlerinin yüzde bin 400 arttığını söyleyerek sözlerine başladı. Kadın cinayetlerinin cezasız kaldığına dikkat çeken Yorgun, kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin politik olduğunu dile getirdi. AİHM’in kadın erkek eşitliğinde 128 ülke arasından 121’inci sırada olan Türkiye’yi kadına yönelik şiddetten dolayı mahkum ettiğini hatırlatarak kadına yönelik suçlarda devletin erkekten yana tavır aldığını belirtti. Yorgun, “Devlet tüm kurumlarıyla cinsiyetçiliği, ayrımcılığı besleyip büyütüyor” dedi.

Şiddetin, taciz, tecavüz, psikolojik ve ekonomik şiddet gibi pek çok biçimde uygulandığını sözlerine ekleyen Yorgun, savaşların kadınlar için daha fazla şiddet, taciz ve tecavüz anlamına geldiğini söyledi. Bu coğrafyada süren savaşta devlet güçlerinin karşı tarafın kadınları olarak gördükleri Kürt kadınlarına cinsel şiddet uyguladığını ancak tecavüz suçu işleyen faillerin araştırılarak hesap sorulmadığını belirtti.

Açıklamanın ardından kadınlar, Odakule’den otobüslere binerek Ankara’ya yola çıktılar.

Kızıl Bayrak / İstanbul