12 Kasım 2010
Sayı: SİKB 2010/44

 Kızıl Bayrak'tan
Devlet terörüne karşı
mücadeleyi büyütmeliyiz!
Devletin zirvesinden füze kalkanına onay.
Sözleşmeli askerlikten
profesyonel orduya doğru
Müdahil avukatların görüşleri..
Yargı Festus Okey cinayetini örtbas etmeye çalışıyo
TÜSİAD baronları hükümetle
“yuvarlak masa”da buluştu
MAS-DAF direnişinde
vahşi saldırı
Metalde
uyuşmazlık zaptı tutuldu.
MESS dayatmalarına karşı eylemler
MESS Grup TİS süreci üzerine
Ford Otosan işçisi ile konuştuk
Partinin kazanımları
ve yeni dönemde
yüklenme alanları
Ölüm Orucu Direnişi’nin benim için anlamı - Alaattin Karadar
İstanbul’da “Ekim Devrimi ve Ulusal Sorun” paneli.
Paşabahçe kazandı,
sıra BETESAN’da!
KESK’te bildik tartışmalar!
Eruslu’da baskılar sürüyor
Gençlik gelecek ve özgürlük
için alanlardaydı!”
Şura’da gerici
politikalalar öne çıktı
Irak’ta siyasi kaos
ve gösterdikler
ABD ara seçimlerinde Obama hezimete uğradı
İşçi ve emekçiler ayakta!.
25 Kasım’da mücadele alanlarına!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Devletin zirvesinden füze kalkanına onay...

Emperyalist/siyonist güçlerintetikçiliğine devam

Tayyip Erdoğan’ın mumu yatsıdan önce söndü

AKP hükümetinin şefi Tayyip Erdoğan, daha bir ay önce füze kalkanı tartışmasının Türkiye’yi ilgilendirmediğini, bu konuda herhangi bir talepte bulunulmadığını iddia etmiş ve “Lizbon Zirvesi’nde böyle bir emrivakiyle karşı karşıya gelmemiz söz konusu değil” diye buyurmuştu.

Düzen adına siyaset yapanlarda, ama özellikle dinci gerici cenahta halka yalan söylemek öylesine içselleştirilmiş ki, birkaç hafta sonra tüm dünyanın öğreneceği bir şeyi bile inkar edebiliyorlar. Tayyip Erdoğan’ın füze kalkanıyla ilgili takındığı tutum tam da böylesi bir durum. Zira inkar ettiği füze kalkanı projesiyle ilgili devlet zirvesi Çankaya’da toplandığında başı çeken, AKP şefi Erdoğan’dan başkası değildi.

Dinci gericiliğin şefini gülünç hallere düşüren sözkonusu tutumun sergilenmesi tesadüf değil. “Komşularla sıfır problem” politikası izlediklerini öne süren AKP şefleri, savaş aygıtı NATO’nun Türkiye topraklarına füze kalkanı kurmasına onay vererek, iddialarının kof olduğunu herkese gösterdiler. Ortadoğu halklarını düşman belleyen anlayışın hizmetinde olduklarını ortaya koyan Türk devletiyle icra kolu AKP hükümeti, kimlerin safında yer aldıklarını tartışmaya yer bırakmayacak bir açıklıkla ortaya koydular.

Aslında bu role çok hevesli oldukları söylenemez. Ancak emperyalist efendilerden emir gelince, işin rengi değişiyor. “Yukarıdan” emir verilince, dini siyasi ranta çevirme konusunda pek becerikli olan AKP şeflerine, batılı emperyalistlere boyun eğmek düşüyor. Tabi İsrail’e veya “batılı” güçlere karşı esip gürlemenin kof bir gösteriden ibaret olduğu, bu vesileyle de gözler önüne seriliyor. İşte Tayyip Erdoğan’ı gülünç hallere düşüren tutumlar almaya iten, müritleriyle birlikte içine yuvarlandığı bu utanç verici durumdur.

Türk devletinin “şartları” göstermelik

19-20 Kasım’da Portekiz’in başkenti Lizbon’da toplanacak NATO Zirvesi’ne hazırlanmak için Çankaya tepesinde bir araya gelen rejimin şefleri, füze kalkanının Türkiye topraklarına kurulmasına onay vererek, emperyalist/siyonist güçlerin isteklerine boyun eğdiklerini resmen ilan etmiş oldular.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül başkanlığındaki toplantıya Başbakan Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül katıldı. Görüldüğü üzere füze kalkanına evet diyenler, rejimin kritik mevkilerini tutan kişilerdir.

Cumhurbaşkanı, AKP hükümeti, Genelkurmay mutabakatı ile füze kalkanına onay veren sermaye iktidarı, komşu halklara karşı üstlendiği alçaltıcı role kılıf uydurma telaşına düştü. Zira bölge halklarına karşı savaş baronlarına sunulan bu hizmetin tetikçilikten öte bir anlam taşımayacağı açıktır. Bu tercih, “kahraman Müslüman Tayyip” imajını yerle bir etmekle kalmayacak, İran’la geliştirilen milyarlarca dolarlık ticaret hacminin riske girmesine de zemin hazırlayacaktır. Yanısıra, “bölgede barışın egemen olması için çaba harcıyoruz” söyleminin safsatadan ibaret olduğunu da herkes görecektir.

AKP hükümetinin, “füze kalkanına karşı değiliz ama bazı şartlarımız var” demesi, olayın özünü zerre kadar değiştirmiyor. Zira şartlar öze değil biçime dair ve esas olarak görüntüyü kurtarma telaşından kaynaklanıyor. Örneğin ilk şart sistemin tüm Türkiye’yi kapsamasıdır. Diğeri ise, açıktan “düşman” adı zikredilmemesidir. Yani İran ve Suriye adlarının telaffuz edilmemesi.

Savaş baronları bu istekleri kabul edebilirler, ne de olsa öze dair bir sorun yok. İran’la Suriye’nin adı anılsın anılmasın, füze kalkanı projesinin öncelikle bu ülkelere, daha genelde ise tüm bölge halklarına karşı kurulacak bir sistem olduğu kimse için bir sır değildir. Demek ki, “Türkiye’nin şartları kabul edildi” söyleminin hiçbir kıymet-i harbiyesi bulunmuyor.

Bu arada “NATO’nun gelecek 10 yılına yön verecek olan Stratejik Konsept” de 19-20 Kasım’da Lizbon’da karara bağlanacak. Yeni tehditler uydurmaya hazırlanan NATO, emperyalist/siyonist güçlerin çıkarlarını korumayı esas alıyor. Somut olgulara dayanmayan “kaynağı belirsiz” tehditler icat eden savaş aygıtı, gerekli gördüğünde istediği yere saldırı düzenlemenin zeminini hazırlıyor. “Yeni Konsept”e göre, bir devlet veya hareketin emperyalist zorbalara karşı çıkması ya da herhangi bir konuda direniş göstermesi, NATO güçlerinin hedefi olması için yeterli sayılacak.

Füze kalkanı savunma değil saldırı planıdır

Füze kalkanının “savunma” amacıyla kurulacağının söylenmesi, en hafif değimle gerçeğin tersyüz edilmesidir. Zira tehdit bir yana, Ortadoğu halkları, on yıllardan beri zaten emperyalist/siyonist güçlerin fiili saldırıları altında bulunuyor. Bir asırdan beri belli aralıklarla devam eden çatışmaların temel nedeni, emperyalist güçlerin bölgeyi parçalayan planları sonucunda yaratılan sorunlardır.

Bölge üzerinde egemenlik kurmak için Kürdistan’ın parçalanması, Filistin topraklarının silah zoruyla gasbedilip ırkçı-siyonist devletin kurulması, yüz yıldan beri devam eden çatışmaların temel nedenleri arasında yer alıyor. Öte yandan bölgedeki gerici güçler arasında çıkan çatışmaları kışkırtan da emperyalist güçledir. Irak-İran savaşı ve Kuveyt işgali de buna dahildir. Vurgulamak gerekiyor ki, Türk devleti, 60 yıldan beri bu bölgede NATO adına tetikçilik yaparak, bu çatışmalarda emperyalist/siyonist güçlerin safında yer almıştır.

Hal böyleyken, batılı emperyalistlerin Ortadoğu devletleri tarafından tehdit edildiğinin iddia edilmesi, tiksinti verici bir yalandan ibarettir. Gerçekte füze kalkanı, devam eden emperyalist/siyonist saldırganlığa yeni boyutlar eklemekten başka bir şey değildir.

Bir kere daha altını çizmek gerekiyor ki, emperyalist/siyonist güçlerle bölgedeki işbirlikçilerine karşı, Ortadoğu halklarının etkili/birleşik direnişinin örgütlenmesi, savaş tacirlerini dizginleyebilmenin yegane yoludur. Emperyalistlerle işbirlikçileri bölgeden kovulmadan halkları yutan ölüm çarkını durdurmak yazık ki mümkün değildir.

 

 

 

 

KCK davasında Kürtçe savunma ısrarı

Kürtçe savunma engeline tepkiler

KCK davasında Kürt siyasetçilerin Kürtçe savunma talebi karşısında mahkeme de ırkçı-inkarcı sistemin savunuculuğuna soyundu. 4 Kasım günü yapılan duruşma sırasında Kürtçe savunma talebini reddeden mahkeme heyeti, buna rağmen yapılan Kürtçe savunmalar hakkında ise “anlaşılmayan bir dilde konuşmada ısrar etti” ifadesini tutanaklara yazdırdı.

Böylelikle düzenin Kürt halkının meşru hak talepleri karşısındaki tutumunu bir kez daha ortaya koyan mahkeme heyeti, “bir halkın kültürüne diline hakaret edemezsiniz” diyerek karşı çıkan Ramazan Markoç’u ise duruşma salonundan çıkardı. Mahkeme heyeti Kürtçe savunma yapmak isteyenleri de “başka amaçlı kişiler” olarak tanımlayarak saldırganlığını sürdürdü.

Mahkeme heyetinin tutumunu bu denli aleni biçiminde koyması üzerine Kürt örgütleri, Kürt halkını alanlarda olmaya çağırdılar.

Diyarbakır Adliyesi önünde toplanan on binlerce kişi BDP’li milletvekillerinin de konuştuğu büyük bir mitingle tepkilerini dile getirdiler. Konuşmasını Kürtçe yapan BDP Van Milletvekili Özdal Üçer ise, “Onlar Kürtçeyi tanımıyorlarsa, biz de olanların bu kararı alan mahkemesini, savcısını ve hakimini tanımıyoruz” dedi.

Hakkari’nin Yüksekova İlçesi’nde de BDP Kadın Meclisi, mahkemenin Kürtçe savunmayı reddetmesini kınarken BDP Van Barış Anneleri İnisiyatifi üyeleri, BDP Van il binası önünden Feqiyê Teyran Parkı’na kadar yürüdü. BDP Bursa İl Başkanlığı binası önünde basın açıklaması ve oturma eylemi gerçekleştirildi.


Yıldız’dan mecliste Kürtçe konuşma

BDP Grup Başkanvekili Bengi Yıldız, 9 Kasım günü TBMM’deki grup toplantısında yaptığı konuşmasını KCK davasında Kürtçe savunma talepleri reddedilen Kürt siyasetçilerine ve aydınlara destek amacıyla Kürtçe gerçekleştirdi.

Konuşmasına gazetecileri ve milletvekillerini selamlayarak başlayan Yıldız, KCK davasını ele aldı. Tutuklu siyasetçi ve aydınların Kürtçe savunma talebini tekrardan dile getirdi. Yıldız’ın konuşması zaman zaman alkışlarla kesildi. 

Yıldız konuşmasını BDP Eş Başkanı Gülten Kışanak’ı kürsüye davet ederek bitirdi. Kışanak da konuşmasına ana dilin bir hak olduğunu söyleyerek başladı. Bunun kullanılmasına engel olanları protesto etti.

Meclis başkanından tehdit

BDP Meclis grubunda yapılan Kürtçe çıkış karşısında düzen güçlerinin tutumu sopa göstermek oldu. TBMM Başkanı Mahmet Ali Şahin, grup toplantısında Türkçe’den başka bir dil kullanılmış olmasının Siyasal Partiler Kanunu’na aykırı olduğunu söyledi. “Aksi halde yasalar bu tür davranışlara hangi sonuçlar bağlanmışsa onlarla ilgili işlem yapılır” diyerek ceza tehdidinde bulundu.


Yüksek mahkeme de reddetti

KCK davasında yargılanan Kürt siyasetçilerin Kürtçe savunma talebinin 6. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedilmesinin ardından, 8 Kasım günü talep üst mahkeme olan 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi Kürtçe savunma talebine ilişkin görüşünü açıkladı. Sanıkların soruşturma aşamasında kolluk ve savcılıkta Türkçe ifade verdikleri gerekçesine sığınan mahkeme savunma avukatlarının talebini reddetti.