15 Ocak 2009
Sayı: SİKB 2009/02

  Kızıl Bayrak'tan
  Ergenekon’un yeni dalgası...
  Direnen Filistin kazanacak!
Ezilen halkların her tür araçla işgalcilere karşı direnişi meşrudur!
Gazze katliamı protestolarından…
“Alevi açılımı”nda son perde…
Vira-Kürşat işçilerinin açlık grevi sürüyor…
  TORGEM Tersanesi’nde ücret gaspına karşı direniş ateşi!
  Bütünlüğü içinde kapitalizmin krizi
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Sınıf çalışmalarından...
  Ümraniye Dudullu’da direnişlerini sürdüren BMİS üyesi Sinter işçileriyle direniş süreci üzerine konuştuk...
  Direnen kadınlar anlatıyor...
  Gençlik hareketinden…
  Gençliğin Filistin’le dayanışma eylem ve etkinlikleri…
  Gerici Gürcistan rejimi ABD uydusu
olma yolunda!
  İşgal, direniş, grev ve sabotaj / 1 Volkan Yaraşır
  Berlin’de Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht anmasına onbinler katıldı…
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kapitalist krize ve sermayenin saldırısına karşı işçi sınıfının eylem ve örgütlenme hattı:

İşgal, direniş, grev ve sabotaj / 1

Volkan Yaraşır

Kriz süreci, sınıf mücadelesini keskinleştirdi. Sınıf hareketi kritik bir momente giriyor. Fabrika işgalleri, işyeri direnişleri, protesto yürüyüşleri ve kitlesel eylemler yoğunlaşmaya başladı. 2009 yılının bir mücadele yılı olacağı daha şimdiden anlaşılıyor.

2007 yılında başlayan işçi hareketinin yükselişi, yeni yılda yeni aşamalar kaydedeceğe benziyor. 2007 yılı işçi hareketinde bir gelişmeyi işaretlemişti. Hrant Dink’in cenazesinin kitle hareketine dönüşmesiyle başlayan bu süreç, aynı yılın 1 Mayısı’yla ivme kazandı. 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanma ısrarı, sınıfın güç ve moral birikiminin göstergesi oldu. Ardından gelen Telekom grevi bütün eksiklerine rağmen 12 Eylül sonrası gerçekleşen en büyük grevlerden biri olarak, sınıf tarihinde alması gereken yeri aldı. Yılın sonlarında doğru sosyal yıkım politikalarına ve hak gasplarına karşı uluslararası düzeyde işçi hareketinin gerçekleştirdiği grev ve genel grevler sınıfın özgüvenini artırdı.

2008 yılına bu birikimlerle girildi. 2008, Davutpaşa katliamı ve Tuzla cehenneminde yaşanan iş cinayetleriyle başladı. Kapitalizm ölüm, kan, gözyaşı ve vahşi bir sömürü olan gerçek yüzünü bu katliamlarla bir kez daha gösterdi. Tekel işçilerinin kararlı mücadelesi sınıfın öfkesini tetikledi. 14 Mart genel direnişi ise sınıfın neo-liberal politikalara karşı kolektif duruşunu gösterdi. Ataklar 1 Nisan ve 6 Nisan’da sürdürülmeye çalışıldı. Ne var ki 14 Mart’ın kazanımlarının iyi değerlendirilememesi, sendikal bürokrasinin blokajları ve neo-liberal politikaların salt sonuçlarıyla hareket etme, mücadele ivmesinin hızla düşmesine yol açtı. 2008 1 Mayıs’ı bu anlamda yılın son kolektif ve radikal atağıydı. Sınıf hareketi 1 Mayıs sonrasında durulmaya başladı. Bahar ayları inatçı, kararlı ve azimli Yörsan, E-Kart, Desa, Unilever, Tega direnişleriyle geçti.

Ekim ayından başlayarak sınıfın gündemine kriz girdi. Önce medyanın dezenformasyonu ve manipülasyonlarıyla gelişmeleri izleyen sınıf, krizin hızla kendini üretim sektöründe göstermesiyle refleksler vermeye başladı.

Merkez ülkelerde finans sektöründe başlayan kriz belirli bir zaman sonra üretim sektörüne sıçrarken, periferide bu süreç daha kısa yaşandı. Kriz neo-liberalizmin bir krizi değil, eksik tüketimin bir yansıması olarak fazla üretim krizi ya da kapitalizmin krizi olduğu yaşananlarla görülmeye başlandı.

Dezenformasyon ve misenformasyon taktikleri Sönmez Flament’in kapatılması, Hundai’nin işçi çıkarmaya hazırlanması, Türk Philips, Asil Çelik, Bosch ve Renault’un üretime ara vermesi ve ücretsiz izin dayatması, Kayseri’de Katartaş firmasında ve Gaziantep’te Elegant Tekstil’de binlerce işçinin işten atılması, birçok sanayi bölgesinde yaşanan tensikat ve işyeri kapatmalarıyla etkisizleşti.

Sınıf bu sefer bir yandan olayları anlamaya çalıştı, merak etmeye ve öfkelenmeye başladı, diğer yandan içe kapanmaya, umutsuzluğa, kaderci bazı yaklaşımlar göstererek krizin abartıldığını düşünmeye başladı. Sınıfın bu ikili ruh hali halen sürüyor. Özellikle bir veba ya da kara ölüm gibi bütün işçilerin üzerinde işsizlik dalgasının hissedilmesi, bu ikili ruh halini besliyor. Öfke ve umutsuzluk bir arada yaşanıyor.

Sınıf krize karşı ilk tepkilerini veriyor

Bu süreç umutsuzluğun öldürücü ya da felç edici bir şekilde etkisini gösterdiği, moral değerlerin çöktüğü, sinizmin yayıldığı bir süreç olabileceği gibi, öfkenin umutla ve sınıf kiniyle kaynaştığı ve muazzam atılımların yaşandığı bir süreç de olabilir.

Sürecin karakterini sınıfsal antagonizmanın tarafları belirleyecektir.

Son iki ayda işçi hareketinde yaşanan gelişmeler konjonktürel sınırlılıktan öte bir tarihsel anlam ve içerik taşımaktadır. İşçi sınıfı sermayenin kompleks bir karakter taşıyan kriz görünümü altındaki açık saldırısına net yanıtlar üretmiştir. Fabrika işgal eylemleri, fiili protesto yürüyüşleri, iş bırakmalar ve çeşitli düzeylerdeki direnişler bütün eksik ve yetersizliklerine rağmen sınıfın diriliğini ortaya koymakta ve taşıdığı muazzam potansiyeli göstermektedir.

Sorun sınıfın yıkıcı gücünü senkronize bir şekilde açığa çıkaracak eylemlerin örgütlenmesi ve mücadele hattının oluşturulması ve bunun sınıfın gündemine acil olarak sokulmasıdır. Bu aynı zamanda sınıfın özgüven kazanması ve kolektif gücünün farkına varması demektir.

Bugün yaşanan eylemlerin anatomisini çıkarmak bu anlamda önemlidir.

Krizin hissedilmesiyle birlikte sınıfın en önemli atağı fabrika işgal eylemleri oldu. Bu eylemleri Tezcan Galvaniz’de işten atılmalara kaşı 400 işçinin polis barikatlarını fiilen aşarak (D-100 karayolunu kapatıp), şehir merkezine kilometrelerce yürümeleri, yine Renault, Bosch, Türk Philips ve Asil Çelik’te üretime ara verilmesi ve ücretsiz izinlere karşı işçilerin yaptığı protesto yürüyüşleri takip etti. Bu fiili yürüyüşler metal sektöründe toplusözleşmeler imzalanmadan önce gerçekleşen haftalık yürüyüşlerle kendini göstermeye başlamıştı.

Sınıfın kriz sürecinde fiili protesto yürüyüşlerini Sifaş, Nergis Tekstil, Ünsa Ambalaj, Gürsaş, Koluman-Kogel, Lgs-Sky gibi bir dizi fabrikada işten atılmalara karşı ve sendikalaşma mücadelesi nedeniyle ortaya çıkan işyeri direnişleri izledi.

Bu arada çeşitli illerde DİSK, KESK, TTB, Sendika Şubeler Platformu, bir dizi demokratik örgütün ve çeşitli siyasi dergilerin katıldığı kitlesel gösteriler-basın açıklamaları yapıldı, yapılıyor.

Kitlesel gösterilerin yanı sıra Desa, Tega, Yörsan, Unilever, IBM gibi uzun süreden beri devam eden işçi eylemleri ve direnişleri var. Son olarak değişik siyasal özneler krize yönelik son derece yetersiz ajitasyon ve propaganda faaliyetleri sürdürüyor.

Kısaca kategorize ettiğimiz bu eylemler ve faaliyetler üzerine söylenecek ilk şey, belirli bir koordinasyonun olmaması ve bir eylem, örgütlenme ve mücadele çizgisinin bulunmamasıdır.

Yaşanan eylem ve direnişlerin sınıfın ağırlıkla öz savunma reflekslerinin bir ürünü olarak doğmaları dikkat çekmektedir. Ayrıca eylemlerin çoğunluğunun değişik işkollarına bağlı sendikalı ya da yeni sendikalaşmış işyerlerinde gerçekleşmesi çarpıcıdır.

Yer yer yükselen direniş ve eylemlerin kendi lokal sınırlarına hapsolması, genişleyemeyerek zamanla giderek izole olmaları da düşündürücüdür.

Fabrika işgal eylemleri

İşçi sınıfı krizin bir sınıf saldırısı olduğunu hissettiği an, hemen en sert karşılığını verdi ve fabrika işgal eylemlerine başladı. Key Tekstil, Prysmian, Dostel işgallerini, Sinter, Brisa, Tezcan Galvaniz ve Ünsa Ambalaj işgalleri izledi.

Bugün ağırlıklı olarak savunma refleksinin bir göstergesi ve bazı yalın taleplerle sınırlı ve mahiyeti dar işgal eylemleri yaşansa da, eylemlerin hızla radikalleşme potansiyeli taşıdığı ortadadır.

Yaşanan işgalleri incelersek bazı somut veriler yakalayabiliriz.

Batis’le ilişkili Key Tekstil’de çalışan 350 işçi ücretlerinin üç aydır ödenmemesi ve fabrikanın kapatılmasına karşı, Kasım ayında işgal eylemi yaptı. Polis işçilere saldırdı. BMİS’e (DİSK/ Birleşik Metal İşçileri Sendikası) üye 400 işçinin çalıştığı Prysmian’da toplusözleşme görüşmelerinin MESS’in tavrı ve dayatmaları sonucunda tıkanmasına karşı, işçiler işyerlerini terk etmeyerek, fiili işgal eylemi yaptı. Yine BMİS üyesi Dostel Makine’de ücretsiz izin saldırısı ve işten atılmalara karşı, Kasım ayı sonunda bir vardiya (08.00-16.00 vardiyası) fabrikayı terk etmedi, diğer vardiya (16.00-24.00) fabrikaya girerek üretim yapmadı.

Bu eylemleri Sinter ve Brisa fabrika işgal eylemleri izledi. Daha önceki “işgal” eylemlerindeki kısmi ataklar Sinter ve Brisa işgalinde daha nitelikleştirildi ve bu işgaller daha radikal bir içerikte gerçekleşti.

Sinter’de çalışan 400’e yakın işçinin BMİS’e üye olmaları işgale giden yolu açtı. Sinter patronunun 38 işçiyi işten atması, diğer çalışanları harekete geçirdi. İşten atılmalar protesto edildi. Patron bu sefer anti-sendikal tavrını açıkça gösterip işçilerin tümünü işten çıkardı. Fabrika önündeki işçiler bu saldırıya karşı net bir tutum alıp, işyerini işgal etti. BMİS’in işgalin gerçekleşmesinde oldukça önemli bir rolü oldu. Önder işçilerin atak davranmasını sağladı ve işgal iki gün sürdü. BMİS önce var olan radikal atmosferin de etkisiyle işgale aktif destek verdi. İşten atılmaların “yasadışı” bir lokavt olduğunu açıkladı. Bu tavır işgalci işçilerin moralini ve özgüvenini yükseltti. Ne var ki işgale, işçilerin (daha önce 25. Madde’den atılan işçiler de dahil) 17. Madde’den iş akitlerinin feshedildiğinin açıklanması ve polisin müdahale edeceği gerekçesiyle son verildi. Direnişin fabrika önünde yapılacak eylemlerle “süreceği” bildirildi. İşçilerin tekrar işe dönmek için yaptıkları direniş halen devam ediyor.

Brisa’da 64 işçinin işten atılması, Brisa işçilerinin fabrikayı işgal etmeleriyle karşılık buldu. İki gün süren eylem sonucunda Lastik-İş sendikası Sabancı Holding’le bir araya gelmek zorunda kaldı. Atılan işçilerin 7 gün ücretli ve 2 gün ücretsiz kabul edileceği açıklandı. İşten çıkarılan işçilerin hepsinin sendika yönetimine muhalif olmaları ve Lastik-İş Sendikası yönetiminin işverenle anlaşarak bu işçilerin atılmasına onay vermesi, sendikal ihanetin boyutunu ortaya koydu. Ardından Lastik-İş Sendikası benzer bir tutumu Pirelli’de gösterdi. İşverenle anlaşması sonucunda 80 işçinin işten atılacağı bildirildi.

İşgal eylemlerinin ağırlıkta sendikalı işyerlerinde gerçekleşmesi önem taşımaktadır. Sendikal yapıların bazen bürokratik blokajları, bazen açık ihanetlerine rağmen, sermayenin her düzeydeki saldırısına, özellikle sendikalı işçilerin ilk ve sert yanıt vermeleri dikkat çekmektedir. Sendikal yapıların bütün bürokratik ve korparatist özelliklerine rağmen sınıfın kolektif davranma yeteneklerini beslediği de gözardı edilmemelidir.

2009 yılında da işçi sınıfının reflekslerinin bu yönde devam etmesi büyük bir olasılıktır. Sinter işgali belirli olumlulukları içinde taşıyan ama yine de bürokrasinin etkin olduğu bir yapının gelebileceği en üst noktayı göstermektedir. BMİS’in kısa zamanda işgali bitirerek defansif bir noktaya çekilmesi düşündürücüdür. BMİS yönetimi Sinter işgalinin şu konjonktürdeki sınıf hareketi açısından yakıcı önemini görmemiş, görmek istememiş ve eylemi bloke etmiştir. BMİS, kendine üye diğer işyerlerinde de tavrı tutuk, eylemleri yatıştırıcı ve eylemin içeriğini zaten yasal bir hak olan kıdem ve ihbar tazminatlarının alınmasıyla sınırlı tuttu. Ayrıca Sinter işgalinin bitirildiği gün BMİS’in metal sözleşmesini imzalaması kaygı vericidir. İmzalanan toplusözleşmeyle, 100 bin metal işçisinin sözcüsüyüz diye yola çıkan BMİS, Türk-Metal’in hegemonyasını kırma, yıpratma şansını kullanamamış ve bazı önemsiz maddelerdeki kazanımlarla Türk-Metal çizgisine tabi olmuştur.

Sinter işgali mahiyeti itibariyle sınıfın geneline mesaj taşıdığı gibi, özelde metal işçilerine de mesaj taşımaktaydı. BMİS’in burada göstereceği kararlı tavır, metal sektöründe hegemonik gücünü artırabilirdi. Bölgenin bir işçi havzası olduğu düşünülürse, Sinter işgalinin sürmesi yaşanan kriz koşullarında inanılmaz olanaklar ortaya çıkarabilir ve sarsıcı etkiler yaratabilirdi. İşçi sınıfının eylem içinde öğrendiği ve yaşanan bir emsalin işten atılmalara ve tensikatlara karşı ‘ne yapmalı?’ sorusuna net bir yanıt olacağı göz ardı edildi.

Bütün bu yönleriyle Sinter işgali, sendikal yapıların sınırlarının altını çizdi. Özellikle işyerlerinde önder, duyarlı, sınıf bilinçli işçilerin kurduğu ve çalışanların bütününü kapsayacak ve aynı zamanda sınıfın kolektif iradesini ve bağımsız gücünü ortaya koyan taban örgütlenmelerinin (ya da işyeri komitelerinin) önemine vurgu yaptı. Taban örgütlenmeleri aracılığıyla dün sendikalara örgütlü giden işçiler, yine bu örgütlenmeler aracılığıyla hem sermayeye, hem de sendikal bürokrasinin her türlü blokajına karşı net ve kararlı bir tutum takınabilirdi.

Burada unutmadan, taban örgütlenmelerinin salt sendikal alana yönelik bir önerme değil, sınıfın bütün kesimlerine ve özellikle güvencesiz ve sendikasız işçilere yönelik bir önerme olduğunu vurgulamakta yarar var.

Brisa işgali ise sendikal bürokrasinin ihanetini net bir şekilde ortaya koydu. Bu işgalde de problem sınıfın işyeri esaslı taban örgütlenmelerinin olmamasıydı. İşgal bu ihtiyacı yakıcı olarak ortaya çıkardı. Yine de Brisa’nın her şeye rağmen “sendikalı” olması işçilerin ortak hareket etme, kolektif davranma zeminlerini yarattı.

Başta Sinter ve Brisa olmak üzere diğer işgal eylemleri 2009’da sınıf hareketinin krize karşı izleyeceği yolu gösterdi. 2009’da gerçekleşecek daha radikal fabrika işgal eylemlerinin öncülü oldu. Ayrıca sendikalı işyerinin önümüzdeki dönemde, sınıf eylemliliği açısından katalizör işlevi görme olasılığını işaret etti. Yine metal ve otomotiv sektörünün öneminin altını çizdi. Bu sektörde çalışan işçilerin mücadele deneyimleri ve birikimleri, çabuk radikalize olma özellikleri ve hızla tepki gösteren karakterleri yaşanan pratiklerle ortaya çıktı.

Bu verilerin ışığında bugünden işçi havzaları ve organize sanayi bölgelerindeki stratejik işyerlerinin belirlenmesi ve bu işyerlerinde ajitasyon ve propaganda faaliyetlerinin yoğunlaştırılması gerekiyor. Havzalarda özellikler taban örgütlenmelerinin biçimleri olan özsavunma komiteleri, direniş komiteleri, işgal komiteleri ve mücadele komiteleri şiarlarının yükseltilmesi acil önem taşıyor. Önder ve duyarlı işçilerle organik bağların kurulması ve sürece hazırlanmalarını sağlamak temel görev olarak önümüzde duruyor. Benzer çalışmalar sendikasız, güvencesiz işyerlerinde de aksatılmadan ve ihmal edilmeden yerine getirilmelidir. Sendikalı işyerlerine vurgu taktik önceliklere ilişkin bir vurgudur. Burada önemli olan havzayı harekete geçirecek ya da havzada eylemleri tetikleyecek odak işyerleridir. Özellikle bu işyerlerinde gelişecek fabrika işgal eylemleri, sınıfın hızla radikalize olmasını sağlayacaktır. Bu işgaller krizin yıkıcı etkilerine ve sermayenin saldırılarına karşı net bir cevaptır. Sınıfa karşı sınıf politikasının en konsantre halidir. Sınıf bu eylemlerle sermayenin acıyan yerine vuracaktır.

Türkiye işçi sınıfının tarihi, fabrika işgal eylemlerinde nelere dikkat edilmesinin pratikleriyle doludur. İşgallerde yaşanan eksiklikler bu deneyimlere bakılarak aşılabilir. 1968-1969 ve 1970 yıllarında gerçekleşen Derby, Singer, Demirdöküm, Sungurlar fabrika işgal eylemlerinin bütününde işçilerle devletin resmi güçleri arasında açık çatışma yaşandı. İşgaller sınıfsal antagonizmanın açık bir göstergesi olarak iz bıraktı. İşgallere başta işçi aileleri, yakın işyerlerinde çalışan işçiler ve aynı sendikaya bağlı işçiler ve çevre halkı tarafından sahip çıkıldı. Bir nevi işgal edilen fabrikalar etten duvarla sarılıp, militanca korundu. Örneğin Demirdöküm işgalinde fabrika, 10 tank ve 15 zırhlı araçla kuşatıldı. Polisin saldırısı iki defa püskürtüldü. İşçiler kendini aktif şekilde savundu. İşçiler ancak haklarını elde ettikten sonra eylemlerine son verdiler (1).

2009 yılında yaygınlaşması muhtemel fabrika işgal eylemlerini bu perspektifle organize etmek, işgalin lokal düzeyde kalmasını engelleyecek ve her işgalin senkronize bir etki yaratmasını sağlayacaktır. İşçi ailelerinin, çevre halkın ve yakın işyerlerindeki işçilerin işgallere aktif desteğinin sağlanması için her işçi havzası, her işyeri, işçilerin yaşadığı bölgeler ve mahalleler asli çalışma haline getirilmelidir. Özellikle işçi ailelerine ulaşılmalı ve aileler aktive edilmelidir. Sınıf dayanışması vurgulanmalı, krizin ve işten atılmaların sorumluları gösterilmelidir. Ancak direnmeyle hakların alınabileceği ve korunabileceği anlatılmalıdır. Burada işin bütün ağırlığı devrimci proleterlere düşecektir. Fakat yaratılacak sarsıcı bir deneyimin de etkisi muhteşem olacaktır. Böylesi bir eylem bütün havzayı tetikleyecektir. Ancak havza direnişleri ve grevleri bu yangının içinde doğabilir.

Fabrika işgal eylemleri, kapitalist sistemin ruhu olan özel mülke karşı gerçekleştirilen en sert eylem biçimidir. Burjuva hukukunu yerle bir eden bir eylem tarzıdır. Sınıfın kapitalizme ve sermayeye karşı öfkesinin ve kininin en açık biçimidir. Bu eylem sınıfın hem öznel, hem de nesnel şekillenmesini hızlandırıcı bir içerik taşır.

Direnişler ve fiili sokak-protesto yürüyüşleri

Kriz süreciyle birlikte Türkiye çapında birçok işyerinde işten atılmalar ve işyeri kapatmaları gündeme geldi. Sifaş, Nergiz Tekstil, Ünsa Ambalaj, Gürsaş, Lgs-Sky, Koluman Kogel gibi işyerlerinde işçiler direnişe geçti. Sermaye krizi bahane ederek bir yandan ücretleri baskılandırdı ve kazanılmış hakları gasp etmeye başladı, diğer yandan işten atılmaları bir saldırı stratejisi haline dönüştürdü. Bugün bazıları sendikalı olan, birçok işyerinde direnişler sürüyor. Ne var ki bu direnişlerin hedefi kısmi hak kazanımlarıyla ve ağırlıklı olarak kıdem ve ihbar tazminatlarının alınmasıyla sınırlı tutuluyor. Direnişler bir türlü dalgasal etki yaratamıyor ve giderek lokalize oluyor. Eylemler ağırlıkta ilk dönemlerde daha sistemli, daha sonra rutinleşen işyeri önünde beklemeler şeklinde biçimleniyor. Zamanla direnişler izole olmaya başlıyor ve hatta eylemciler ruhsal atalet içine düşüyor ve demoralizasyon güçlü bir şekilde kendini gösteriyor. Bir türlü direnişler sınıfın geneliyle kaynaşamıyor.

2009 yılındaki yerel seçimlerden sonra sermayenin saldırılarının artacağı ve özellikle işten atılmaların yaygınlaşacağı ortadadır. Yani 2009 yeni işçi direnişlerine gebedir. Sorun bu direnişlerin lokal reaksiyonlar olarak kalmaması, zincirleme reaksiyona dönüşmesidir. Bu direnişlerin zincirleme reaksiyon yaratması için havzalarda ve organize sanayi bölgelerinde özel olarak çalışmak, daha şimdiden makro projeler oluşturmak gerekiyor. İşyeri işyeri, atölye atölye kurulacak taban örgütlenmeleri, havza komitelerine, organize sanayi eşgüdüm komitelerine dönüştürülmeli, sermayenin saldırılarına karşı kolektif duyarlılıklar artırılmalıdır. Sınıfın örgütlü duruşunu yaratmak için çabalar yoğunlaştırılmalıdır. Bunun yanında krizin nedenleri, sonuçları ve işçi sınıfına etkileri üzerine yapılacak ajitasyon ve propaganda faaliyetleri önem taşıyacaktır. Bu faaliyetlerle bir yandan kapitalizm teşhir edilirken, öte yandan devrimin ve sosyalizmin propagandası yapılmalıdır. Sınıfın kolektif gücü ve müdahalesinin önemi üzerinde durularak, işsizliğe karşı yürütülecek eylemler giderek önem taşıyacaktır. Bu anlamda her direnişi, her eylemi havzanın geneline yayma ve destek direnişleri yaratma, ziyaretler örgütleme ve fiili gösteriler düzenlemeyi önümüze koymalıyız. Sınıfın hem bir savunma, hem bir direniş, hem de bir mücadele organı olan taban örgütlenmelerinde bir araya gelmesi için çalışmalarımızı yoğunlaştırmalıyız.

Sınıfa en temel silahının taban örgütlenmeleri olduğunu göstermeliyiz.

Fiili protesto ve sokak gösterileri/eylemleri önümüzdeki dönemde artacağa benzemektedir. Bu gösteriler, burjuva hukukunu fiilen devre dışı bırakan, polis blokajlarını aşan, yer yer çatışmalara sahne olan ama aynı zamanda öfkenin ve sınıf kininin göstergesi olan eylemlerdir. Gelişmesi muhtemel bu eylemler desteklenmeli ve radikalleşmesi için gayret gösterilmelidir. İşçiler bu eylemler içinde muktedir olma duygusunu yaşadığı, kolektif gücünün farkına vardığı gibi, daha sonra gerçekleştireceği eylemler için özgüven kazanır. Sınıf kardeşliği bazen bir çatışmanın ve polis barikatlarının önünde pekişir, bazen ortak sloganlarla kendini ifade eder. Metal sözleşmeleri döneminde, naif özellikler taşısa da BMİS birçok ilde fiili eylemler örgütledi. Bu eylemler bazen polis engeline takıldıysa da, genelde pek fazla problem yaşanmadı. Yine de metal patronlarına karşı bir güç gösterisinin ya da bir reaksiyonun ifadesi olarak iz bıraktı. Her ne kadar BMİS bu birikimleri değerlendirmese de, bugünkü sonucu itibariyle metal işçisinin tepkilerini nötrleştirici bir işlev görse de, fiili eylemler her şeyden önce sokak eylemleriydi. Fabrikanın ruhunu sokağa taşıması anlamında, muazzam derecede önemli oldu. Hatta ileride fabrikayla sokak arasındaki diyalektiğin kurulmasını sağlayacak zeminler yarattı.

Olası krizin yıkıcı sonuçlarında özellikle sokaklar, son derece stratejik önem taşıyacak. Sınıf mücadelesinde sokağı kazanmak büyük bir merhaledir. Sokakla tanışan, sokağa hakim olan, onun özgürleştirici atmosferini yaşayan işçi, yarın gelişebilecek sert mücadelelere hazırlanmış işçidir. 2001’de Arjantin’de yaşanan krizde, yepyeni grev tarzlarıyla uluslararası işçi hareketine katkı yapan İşsiz İşçiler Hareketi sokakta ortaya çıktı. Ve sokağın hakimi olarak sürece damgasını vurdu. Bolivya’da, El Alto’da COB’ye bağlı işçiler sokak barikatları ve sokak savaşlarıyla güçlerini ortaya koydu. Morales’i sokaklardan iktidara taşıdı. Türkiye’de 14 Mart eylemi gücünü fiili sokak eylemlerinden aldı. Belediye-İş Sendikası İstanbul şubeleri, Büyükşehir Belediyesi’yle yaşadığı toplusözleşme problemlerini fiili sokak yürüyüşleriyle aştı.

Krize karşı ilk etkili sokak eylemini Tezcan Galvaniz işçileri gerçekleştirdi. Tezcan Galvaniz işçileri kriz bahane edilerek 120’ye yakın işçinin işten atılmasına karşılık, anayolu keserek 20 km yürüdü. Bütün polis barikatlarını aşarak Kocaeli şehir merkezine ulaştı. Aynı işçiler saldırıların devamı karşısında eylemlerini fabrika işgal eylemine çevirdi ve üretimi durdurdu. Tezcan Galvaniz işçilerinin gerçekleştirdiği tarzdaki eylemlerin ileriki süreçte yayılması, bu ve benzeri sokak eylemlerinin sertleşmesi muhtemeldir. Bu eylemler havzalarda tıpkı 15-16 Haziran’da olduğu gibi fabrika fabrika katılımlarla kendini gösterebilir. Saldırıların özellikle işten atılma ve hak gaspı şeklinde odaklanması, sınıfın ruh halini de ortaklaştırmaktadır. Bu gelişmeleri havza direnişlerinin ilk kıvılcımları olarak görmek gerekir. Krizin yıkıcı bir şekilde hissedilmesiyle bir fabrikada başlayan “basit” bir fiili sokak yürüyüşü, birden bir havza direnişine ya da bir havza grevine dönüşebilir. Görev bugünden havza çalışmalarını bu perspektife oturtmak, olası gelişmeleri önceden tahmin edecek şekilde konumlanmak ve her düzeydeki koordinasyonu sağlamak için eşgüdüm komiteleri oluşturmaktır. Her şeyden önce sınıfın bu yönde hazırlanması önemlidir.

Yaygın havza direnişleri ve grevleri, genel direnişlerin ve genel grevlerin ön habercisi olduğu unutulmamalıdır. Bundan dolayı önümüzdeki dönemde yaygınlaşması olası fiili sokak yürüyüşlerini desteklemeyi, lokal düzeyden çıkarıp, halkın, işçi ailelerinin ve değişik işyerlerinde çalışan işçilerin katılımlarıyla büyük kitle gösterilerine dönüştürmeyi önümüze koymalıyız.

Fabrikanın kalbinin ve ruhunun sokağa taşınması, sokakları özgürleştirecektir. Sınıfı hızla radikalleştirip siyasallaştıracaktır. Sistemin en büyük korkusunun sokak ve fabrika arasındaki diyalektiğin kurulması olduğu bilinmelidir.

(Devam edecek...)

Dipnot:

(1) Daha geniş bilgi için bakınız Volkan Yaraşır, İşgal Direniş Grev, Mephisto Yay., 2006