14 Kasım 2008 Sayı: SİKB 2008/45

  Kızıl Bayrak'tan
   Gerici rejimin krizi derinleşiyor...
  Obama’nın Kürt hareketinde körüklediği dayanaksız beklenti ve hayaller karşılıksız kalacaktır...
AKP faşist özünü
açığa vuruyor
Ücretlere zam dönemi yaklaşıyor!

Esenyurt’tan tekstil işçileri:

Yürüyüşlerin 4. haftasında metal işçisiyle sınıf dayanışması!
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  25 Kasım: Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü...
  Sol hareketin güncel durumu üzerine değerlendirmeler...
Devrimci harekette ideolojik ve moral kırılma
  10. yılında Parti İzmir’de selamlandı…
  İstanbul’da YÖK protestosu…
  YÖK protestolarından…
  Genç-Sen 1. Olağan Genel Kurulu ve “demokrasicilik” oyunu...
  Ortadoğu Dörtlüsü’nün Şarm el Şeyh toplantısından da bir sonuç çıkmadı… ..
  Barack Obama üzerinden yayılan sahte hayaller…
  Dünya işçi ve emekçi hareketinden…
  Ekim Devrimi ve bugünün anlattıkları
M. Can Yüce
  Eylem ve etkinliklerden...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Obama’nın Kürt hareketinde körüklediği dayanaksız beklenti ve hayaller karşılıksız kalacaktır...

Özgürlük sermaye düzeni ve emperyalizme karşı mücadeleyle kazanılabilir!

Siyahî bir Amerikalı olan Afrika kökenli Barack Hussein Obama ABD’nin yeni başkanı seçildi. Bir siyahın ABD başkanı seçilmesi, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de epey bir heyecan yarattı. Bu arada bir dizi dayanaksız hayal ve beklentiye de yol açtı. Örneğin, PKK yönetiminin Obama’nın başkan seçilmesi üzerinden olmadık hayal ve beklentiye girdiği, seçimin ardından Obama’ya yazdıkları mektuptan anlaşılıyor.

Söz konusu mektupta, “Biz kimsenin düşmanı değiliz, hele hele Irak ve ABD’nin hiç değiliz. Bugüne kadar dünyanın hiçbir yerinde ABD veya ABD’lilere yönelik en ufak bir olumsuz eylemimiz olmamıştır… Ülkenizin Türkiye ile çok yönlü iyi ilişkileri var. Bizim için Türkiye ile ilişkilerinizi bozmanızı talep etmiyoruz. Biz sizden ilişkilerinizi devreye sokarak, bu sorunun diyalog yoluyla çözülmesine yardımcı olmanızı istiyoruz” deniliyor.

Öyle anlaşılmaktadır ki, Kürt hareketi olup bitene derin bir subjektivizmle bakmakta, kendi gücüne dayanıp Türkiye halkının desteğini alarak özgürlük ve eşitlik mücadelesi yürütme inancının zayıflamasıyla, tüm ilerici-devrimci değer ve kaygıları bir yana bırakmaktadır.

Peki, ABD politikalarında köklü bir değişim olacak mı? Bu soruya gerçekçi bir yanıt verebilmek için, ABD ve dünyanın içinde bulunduğu duruma kabaca bir göz atmak gerekiyor.

ABD bugün derin bir ekonomik krizin pençesinde kıvranıyor. Pek çok büyük banka batmaktan devletleştirilerek kurtuldu. Başta otomotiv olmak üzere pek çok dev ABD tekeli kurtarılmak için sıra bekliyor. Ekonomi durgunluğa girmiş durumda. İşsizlik ve enflasyon sürekli yükseliyor, yoksulluk derinleşiyor. Amerikan kapitalizmi 37 milyon kişiyi yoksulluk içinde yaşama mahkûm etmiştir.47 milyon kişinin sağlık sigortası yoktur. Sadece New York’ta 2 milyon kişi yaşamak için her gün “devlet kapısı”nda yemek kuyruğuna girmektedir. Krizin patlamasının tetikleyicilerinden biri olan aşırı konut üretimine rağmen 40 milyon kişinin barınacak konutu yoktur. Son olarak kredi borçlarını ödeyemedikleri için 1 milyondan fazla işçi ve emekçi evini kaybetmiştir. Yüzde 6 civarındaki işsizlik krizle birlikte giderek artmaktadır. Son bir yılda işsizler ordusuna 1 milyon kişi eklenmiştir. Tam zamanlı iş bulamadıkları ya da kriz nedeniyle çalışma saatleri düşürüldüğü için part-time çalışanların sayısı 5,5 milyona tırmanmıştır. ABD’nin cari açığı büyük rakamlara ulaşmış durumdadır. Otomotiv, demir-çelik, kimya gibi üretim sektörünün en önemli dallarında krizin etkileri giderek ağırlaşmaktadır. Kısaca ABD ekonomisi tam bir çöküş içindedir.

Öte yandan, liberalizm adına uzun yıllardır “ekonominin serbest piyasanın rüzgârlarına bırakılmasını ve devletin ekonomiye müdahale etmemesini” savunan burjuvazi, şirket iflaslarının birbirini kovaladığı bugünlerde devletin güvenli kollarına sığınma peşindedir. Milyarlarca dolarlık kârları cebe indirirken “serbest girişimci” olan büyük sermaye grupları, kriz çanları çalmaya başladığında kayıplarını devlet eliyle tüm topluma fatura etmeye çalışmaktadır. İşçi sınıfı bir yandan batan banka ve şirketlerin zararını bir yandan da emperyalist savaşın korkunç maliyetini üstlenmektedir. İşsizlik, düşük alım gücü ve ödeyemedikleri kredi borçlarının bindirdiği basınç altında ezilen, hiçbir sosyal güvencesi bulunmayan, emeklilik denen bir olguyu çoktandır unutan, birbiri ardına çıkarılan faşist yasalar ve uygulamalarla kuşatılan milyonlarca Amerikalı’nın öfke ve hoşnutsuzluğu alabildiğine artmış durumdadır.

ABD’nin dışarıdaki görüntüsü de içeriden farklı değildir, bazı bakımlardan çok daha beterdir. ABD bugün dünyanın en fazla nefret edilen devleti durumundadır. Afganistan ve Irak’ta yürütülen emperyalist savaşta yüzbinlerce masum insanın ölmeye devam etmesi, bu savaşın İran’ı da yakıp kavurması için her türlü oyunun tezgâhlanması, geri ülkelerin yağmalanmasında başrolü oynaması, üstü örtülemeyen katliamlar ve işkenceler vardır bu nefretin gerisinde. ABD’nin emperyalist yayılmacı politikaları halklar tarafından artık çok daha açık bir biçimde görülmektedir.

Emperyalist-kapitalist güçler karşısında da eski rolünü oynayamamaktadır. Rekabet ve güç dalaşı kapsamında dayatmaları nedeniyle sistemin merkezi yönlendirici gücü olma özelliğini giderek kaybetmektedir.

Obama böyle bir tablo devralıyor. Obama’dan beklenen, ABD’nin dışarıdaki durumunu ve görüntüsünü kurtarması, içeride ekonomiyi toparlamasıdır. Yani Obama, sistemin çarklarının yeniden onarılıp çalışmasını sağlayacaktır, kendisinden beklenen tamamıyla ve yalnızca budur. ABD’nin egemen sınıfı tekelci burjuvazi, Obama’dan bunu beklemektedir, bu beklentiler içinde ona başkanlığın yolunu açmıştır, onu her yolla desteklemiştir.

ABD’nin işçi sınıfı ve emekçi kitleleri ise, Obama’dan işsizliğe, açlığa, ücretlerin ve hayat standartlarının sürekli düşmesine bir çözüm bulmasını istiyor. Öfke ve hoşnutsuzluk her geçen gün artıyor. İşçi ve emekçilerin büyük çoğunluğu artık yeter diyor ve “değişim” istiyor. Tam da bu yüzden büyük tekellerin sahneye koyduğu, baş figüranlığını ise Obama’nın yaptığı seçim oyununun en önemli yanını “değişim” teması oluşturdu. Büyük bir seçim başarısına imza atan Obama, burjuvazinin cilalayıp parlatmak için kullanacağı pek çok özelliğe sahip. Her şeyden önce siyahî olması başlı başına bir “değişim” mesajı vermektedir.

Dünya halkları da Obama’dan emperyalist-kapitalist sistemin hiç değilse aşırılıklarını törpülemesini bekliyor. Ancak, ABD halkının ve dünyanın diğer halklarının beklenti ve çıkarları ile dev emperyalist tekellerin istek ve çıkarları taban tabana zıttır.

İşte bundan dolayıdır ki, Obama konusunda yaratılan beklentiler koca bir aldatmacadır. Obama yönetimi ABD’nin temel politikalarında bir değişime yol açmayacaktır. Obama ne savaş karşıtıdır, ne silahlanma yarışına son verecektir, ne daha fazla demokrasi getirecektir, ne de işçi ve emekçilerin çalışma koşullarını iyileştirip yaşam standartlarını yükseltecektir. “Değişim” sloganının peşine takılmış kitlelerin umutlarının sönmesi için uzun bir zamanın geçmesi de gerekmeyecektir.

ABD tam bir polis devletine dönüştürülmüşken, “demokrat” Obama, Bush yönetiminin hazırladığı, istihbarat birimlerinin “terör faaliyetleri içinde bulunduğundan şüphelenilen kişilerin telefon ve elektronik haberleşmelerini mahkeme kararı olmaksızın takip etmesine” olanak tanıyan telekulak yasa tasarısına onay vereceğini açıklamaktadır.

Siyonist lobinin desteğini kazanmak için Filistin sorununda açıktan İsrail’in yanında yer alan, dünya politikasının belirlendiği en önemli merkez olan Bilderberg toplantılarında rüştünü ispat etmeye uğraşan, yurtiçinde ve Ortadoğu-Afganistan cephelerinde vatanseverlik turları düzenleyen Obama’nın Cumhuriyetçi rakibi McCain’den özünde hiçbir farkı bulunmadığı açıktır.

Daha önemlisi, ABD hegemonyası ciddi olarak sarsılmaktadır. Bloklaşma ve kutuplaşma eğilimlerinin güç kazandığı, büyük emperyalist devletler arasındaki çıkar çelişkilerinin sertleştiği bir döneme girilmiştir. Bu gerçekler Obama döneminin nasıl şekilleneceğinin güçlü ipuçlarını da ortaya koymaktadır. Başta ABD olmak üzere tüm kapitalist ülkelerde politikaları rejimin asıl yönetici kurmayı belirler. Bu kurmay hükümetler ve başkanlar üstüdür. ABD emperyalizminin yürürlüğe koyduğu saldırgan ve yayılmacı planlar buralarda yapılır. ABD’nin dış politikasını Bush ekibinin  politikası olarak görmek ve başkanlık koltuğuna oturması durumunda Obama’nın farklı bir çizgi izlemesini beklemek ham bir hayaldir.

Türkiye’deki Kürt hareketinin Obama’nın başkan seçilmesi üzerinden kapıldığı beklenti ve hayallere dönersek, uzun yıllar bölgede anti-emperyalist mücadelenin bir parçası olan Kürt hareketi, teslimiyetçi çizgiye kaydığından beri artık her türlü anti-emperyalist tutum ve duyarlılığı bir yana bırakmıştır. Obama’nın seçim zaferini kutlayan ve ondan beklentilerini ifade eden PKK yönetiminin mektubu, ondaki köklü tutum ve kimlik değişimini yakından izleyenler açısından hiç de şaşırtıcı değildir.

Kuşkusuz, Türkiye’deki Kürt hareketinin bugün Obama üzerinden ABD emperyalizmine gösterdiği yakınlığın kökleri, Kürt sorununun salt ulusal taleplere daraltılarak toplumsal boyutunun gözardı edilmesi, hareketin “siyasi çözüm” adı altında adım adım Kürt burjuvazisinin kontrolüne girmesine kadar uzanmaktadır. Bu, emperyalizm de dahil, tüm mülk sahibi güçleri “çözüm gücü” olarak görmenin zemini olmuş, İmralı süreci ile birlikte ise emperyalist sistem “demokratik uygarlık” olarak yaldızlanabilmiş, ardından ABD’nin Irak’a yönelik emperyalist işgal sürecine, inanılmaz hayal ve beklentiler eşlik edebilmiştir.

Tüm bu hayal ve beklentilerin ne kadar dayanaksız olduğu ortadadır, zaman ve olaylar bunları hızla boşa çıkarmıştır. Genel olarak emperyalizmin, özel olarak da onun en gerici ve barbar temsilcisi olan ABD emperyalizminin mazlum halklara özgürlük ve bağımsızlık götürdüğü nerede görülmüştür? Her şey bir yana, bugün beklenti içine girilen ABD emperyalizminin ‘70’lerde ve ‘90’larda bizzat Kürtler’e oynadığı oyunlar, çektirdiği acılar ortadadır. Türk sermaye devletinin Kürt halkına karşı kirli savaşını yıllardır destekleyen, “teröre karşı” mücadeleye verilen bu destekle övünen, Kürt gerillasının imhası için istihbarat da dahil her türlü desteği veren de bu aynı ABD’dir.

Açıktır ki, Kürt halkı ABD emperyalizmine dayanarak, böylece bütün ezilenleri, dünyanın ilerici devrimci güçlerini ve bölge halklarını karşısına alarak ulusal özgürlüğünü kazanamaz. Bu kadar ezilmiş, bu kadar acı çekmiş, inkâr ve imha edilmiş olan Kürt halkının bilincinin çarpıtılarak, ulusal haklarını halkların katili bir güce dayanarak elde edebileceği yanılsamasının yaratılmaya çalışılması, bu “politika” adına yapılsa bile, kabul edilemez.

Unutulmasın ki, emperyalizm özgürlük değil her zaman egemenlik peşinde koşar. Çağımızda her türlü gericiliğin kaynağı bizzat emperyalizmdir. Özgürlük ve demokrasi her yerde egemen sistemlere karşı mücadele içerisinde ve ezilenlerin mücadeleleri sayesinde gelişmiştir. Emperyalizm çağında demokrasi ancak kurulu düzenlere ve her yerde onu arkalayan emperyalizme karşı mücadele ile kazanılabilir. Uzun yıllara dayalı Kürt halkının mücadele deneyimi de bu tarihsel dersi tekrar tekrar doğrulamaktadır.