7 Kasım 2008 Sayı: SİKB 2008/44

  Kızıl Bayrak'tan
   Kürt sorununda çözümsüzlük, Kürt halkında öfke büyüyor!
  Krizin faturası kapitalistlere!
İMF ile yeni anlaşma yolda...
İÜ’de faşist provokasyon ve saldırı…

Emek dünyası sahte tasarıyı onaylamıyor!

İşçi ve emekçi hareketinden…
  Krize karşı birleşme ve mücadele çağrısı
  TKİP’nin kitlesel ve coşkulu 10. Yıl etkinliği...
  “Parti, Sınıf, Devrim, Sosyalizm Gecesi”nde yapılan konuşma...
  TKİP İstanbul İl Komitesi’nin mesajı:
  TKİP 10. Yılında!
10. Yıl Bildirgesi
  İstanbul Parti örgütlerinden 10. Yıl etkinliğine:
  TKİP 10. Yıl etkinliğine öteki kentlerden gelen mesajlar....
  TKİP’nin 10. Yıl etkinliğine devrimci parti ve örgütlerden mesajlar...
  TKİP’nin 10. Yıl etkinliğine enternasyonal mesajlar...
  Genç Komünistlerden TKİP’nin 10. Yıl etkinliğine...
  Gençliğin faaliyetlerinden…
  “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü”...
  Hüseyin Üzmez buzdağının yalnızca görünen yüzüdür...
  Ekim’in Kasım 2008 tarihli 254. sayısı
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Tehdit, şantaj, baskı ve zulme karşın...

Kürt sorununda çözümsüzlük, Kürt halkında öfke büyüyor!


Son birkaç yıldır Kürt sorunu üzerine yapılan değerlendirmelerin ortaklaştığı düşünce, devletin Abdullah Öcalan’ın yakalanmasıyla elde ettiği olanakları tükettiği ve artık Kürt sorununda tam bir iflasla yüzyüze bulunduğudur. Bu iflastan dolayı sermaye devleti geleneksel politikası olan inkar ve imhaya daha fazla sarılmaktan başka bir çıkar yol bulamamaktadır. İsyan havasında geçen Newrozlar, Güney Kürdistan’daki devletleşme yönündeki adımların geliştirdiği ulusal bilinç ve özgüven, bunun her defasında kendisini hissettirdiği siyasal tutumlar ve silaha sarılmak konusunda yoksul Kürt halkı içerisinde güçlenen istek vb. olgular birarada, Abdullah Öcalan’ın yakalanmasıyla zafer havasına giren düzen ve devletin bu havasını bozmuş, onu geleceği konusunda büyük bir karamsarlığa ve umutsuzluğa düşürmüştür. Büyük tantanalarla başlatılıp fiyaskoyla sonuçlanan askeri operasyonlar ve tersinden orduya duyulan güveni sarsan PKK eylemleri ise, bu durumu ayrıca ağırlaştırmıştır. Son yıllarda düzen cephesinden bu durumun itirafı sayılacak çıkışlar artmıştır.

Bununla birlikte düzen cephesi, umutsuzca sarıldığı inkar ve imha politikası dışında tek umut ışığı olarak AKP’yi görmekteydi. Kürt halkını oyalayacak ve düzene bağlayacak imkanların büyük ölçüde yitirildiği bir aşamada AKP, ordu ve “ulusalcı” çevrelerin hedefi olduğu için Kürt halkı tarafından sahiplenilmişti. Bu süreçte, düzen içi çatışmanın taraflarını “statükocu” çevreler ile “değişimden yana olanlar” biçiminde tanımlayan liberal görüşler de önemli bir etki yaratmıştı. Bu söylemler, Kürt halkı içerisinde büyük beklentilerin körüklenmesine neden olmuş ve sonunda AKP’nin 22 Temmuz seçimlerindeki başarısını hazırlamıştı. Kürt halkı, bir yandan DTP’li adayları meclise gönderirken diğer taraftan AKP’ye desteğini vermişti.

Fakat, 22 Temmuz sonrasında yaşananlar AKP’ye yönelik boş hayallerin sonunu hazırlamıştır. Başörtüsü ve AKP’ye karşı açılan kapatma davası ile Ergenekon operasyonunun generallere uzanması bir arada AKP’nin etkisini bir süre daha arttırmış, ama kavganın gerici ve kirli bir uzlaşmayla sonuçlanması ile girilen yeni dönemle birlikte AKP’nin gerçek kimliği kısa sürede teşhir olmuştur.

Bugün Kürt illerine girmekte zorlanan, Diyarbakır’dan başlayarak Hakkari’ye kadar gittiği her ilde büyük sokak çatışmalarıyla karşılanan Tayyip Erdoğan’ın düştüğü durum, her şeyden önce AKP’nin bölgede bir süredir kazandığı zemini artık büyük ölçüde kaybettiğini göstermiştir. Gerçekte ise, AKP ile birlikte zemin kaybeden, inkar ve imhadan başka bir politik çözümü olmayan düzen olmuştur. Dolayısıyla Kürt halkının büyük bir öfkeyle karşıladığı Erdoğan’la birlikte şaşkınlığa kapılan, ayaklarının altındaki zeminin çekildiğini hissederek çaresizliğe sürüklenen sadece AKP değil, onunla birlikte bir bütün olarak düzen güçleri olmuştur. Bunun için Kürt halkının militan eylemleri, bir başkaldırı olarak nitelendirilmiş, Cumhuriyete karşı isyan olarak değerlendirilmiştir.

Zira ortaya çıkan tablo, Kürt emekçi halkının düzen kurumlarından beklentilerinin kalmadığını göstermektedir. Düzen güçleri, AKP’nin bir yerel seçim başarısıyla sağlanacak politik-moral üstünlüğe dayanarak Kürt harekini takatsiz bırakmak planlarının suya düştüğünü görüyorlar. Bu da onları çileden çıkarmaya yetiyor. Kürt halkına ve örgütlerine yönelik saldırının dozunu arttırıyorlar.

Düzen cephesinde giderek yaygınlaşan bu ruh hali ve davranış biçiminin en çarpıcı örneklerini bizzat Erdoğan sunuyor. Öcalan’a yapılan fiziki saldırının militan kitle gösterilerini ateşlemesinin hemen ardından Diyarbakır’a giden Erdoğan’ın burada düştüğü durum, haklı olarak Arial Şaron’un Mescid-i Aksa’ya yaptığı ziyarete benzetildi. Diyarbakır halkı Erdoğan’ı, Filistinliler’in Şaron’un provokatif ziyareti karşısında gösterdiğine benzer bir infial duygusuyla karşıladı. Yine de pes etmediler ve daha çok da devlet otoritesini göstermek için Dersim’e sefer ettiler. Buradaki görüntü de Diyarbakır’dan farklı değildi. Dersim’e hırsızlar gibi girebilen Erdoğan’ın daha sonraki durağı ise Van oldu. Önemli sayılabilecek bir tabana sahip oldukları bu kentte de umdukları morali bulamadılar. Van’da gün boyu süren sokak çatışmaları Erdoğan’ın konuşma yaptığı meydana kadar yayıldı. Yine de Erdoğan burada belli bir kitle toplamanın güveniyle manevra yapmaktan geri kalmadı, Kürt kimliğinden bahsederek Kürt halkının ağzına bir parmak bal sürmeye çalıştı. Ancak bunun işe yaramadığını gördüğü ölçüde Hakkari’de zıvanadan çıktı. Burada faşizmin ve ırkçılığın alamet-i farikası olan “ya sev ya terk et” sloganına sarılan Erdoğan, “tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek devlet” diyerek esip gürledi. Bununla da kalmadı, İstanbul’daki göstericilere silah çeken bir faşistin tutumunu sahiplendi ve halka örnek gösterdi. Böylelikle halkların birbirine düşürüldüğü bir iç savaştan medet umacak bir gözü dönmüşlükle hareket ettiklerini ortaya koymuş oldu.

Kuşkusuz olayların seyrinin nereye varacağı bugünden kestirilemez ama Erdoğan’ın bu sözlerinin Demirel’in “bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz” sözünden özünde herhangi bir farkı yoktur. Demirel bu sözleri sarf ederken Amerikan beslemesi MHP’li faşist komandolar devrimci kanı dökmeye devam ediyordu. Zaman içinde faşist cinayetlerin sayısı ve kapsamı genişledi. İş kitle katliamlarına dönüştü, Maraşlar, Çorumlar yaşandı. Bugün Kürt hareketi karşısında inkar ve imha dışında bir politikası olmayan devletin dönüp kendisini de vurması kaçınılmaz olan böyle bir kirli silaha yeniden sarılması işten değildir.

Başbakanın bu gözü dönmüşlüğünün gerisinde aynı zamanda kendi siyasi geleceklerinin sözkonusu olması gerçeği vardır. Çünkü, ordu ile çatışmalı bir dönemin ardından girilen gerici mutabakatın gerisinde aynı zamanda AKP’nin Kürt sorununda üstlendiği rol de bulunmaktadır. AKP’nin Kürt illerinde zemin kaybetmesi demek, kendisini pazarladığı önemli bir dayanaktan yoksul kalması demektir. Orduyla sağlanmış bulunan mutabakatın en önemli ayaklarından birinin çökmesi, dolayısıyla iyiden iyiye saldırıya açık hale gelmesi demektir.

Herşeye karşın düzenin hala da AKP’den beklentileri bitmiş değil. Kürt hareketine karşı düşmanlığın ve ortak hedeflerin birleştirdiği düzen cephesinde, kapışmanın yerel seçimlere kadar ertelenmesi muhtemeldir. Bugün burjuva medya üzerinden de bu yöndeki eğilim belirginleşmektedir. Daha önce AKP’ye muhaliflikleriyle bilinen bazı yazarlar bile “Güneydoğu’da hepimiz AKP’liyiz” diyerek çağrılar yapıyorlar.

Ancak AKP’nin bu biçimde sahiplenmesi ve tüm düzen partilerinin DTP karşısında yerel seçimlerde ortak bir kampta toplanması durumu daha da zorlaştırmaktan başka bir sonuç yaratmayacaktır. Çünkü AKP Kürt halkı üzerinde sahip olduğu etkiyi büyük ölçüde ordunun ve “ulusalcı” çevrelerin saldırılarına borçludur. Bunun için bu güçlerle mutabakat, AKP’nin gerçek yüzünü ve kimliğini iyiden iyiye deşifre edecek, Kürt halkını uyaracak ve kenetleyecektir. Sayısız kez doğrulanan bu gerçeğin bir kez daha doğrulanmaması için hiçbir neden yoktur.

Sonuç olarak belirtmek gerekir ki, Kürt halkının düzenle köprüleri attığı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Kürt halkı bu noktaya acı deneyimlerden geçerek, ihanetlere uğrayarak, büyük hayal kırıklıklarına yaşayarak varmıştır. Düzene, kurumlarına ve vaatlerine inanmamaktadır. Fakat henüz bir çıkış yolu da görememektedir. Öfkelidir, düzene ve onun onur kırıcı politikalarına karşı isyan etmektedir. Ama bu isyanını nasıl bir yönde ve hangi hedefler doğrultusunda geliştireceği konusunda büyük belirsizlikler yaşamaktadır. Çünkü, bugünkü silahlı gücü ne olursa olsun, PKK’nin izlediği stratejinin de inandırıcılığı kalmamıştır.

Kürt halkı geleceğini aramaktadır. Kürt halkı gibi genel olarak işçi ve emekçiler de geleceklerini aramaktadırlar. Çünkü burjuva cumhuriyeti sadece Kürt sorununda değil her bakımdan büyük bir iflas yaşıyor. Bulunduğumuz tarihsel eşikte burjuvazi yaşadığı bu çok yönlü iflas tablosundan çıkmak için gözünü karartmış durumdadır. İşçi ve emekçiler ile birlikte Kürt halkının üzerine bir kabus gibi çökmeye hazırlanmaktadır.

 İşte bu siyasal koşullarda Kürt halkının geleceği ülkenin devrimci geleceğini hazırlama görevine bağlanmıştır. Bu görevin hakkından gelmek, büyük bir cüret ve azimle hareket etmeyi gerektirmektedir.