11 Temmuz 2008 Sayı: SİKB 2008/28

  Kızıl Bayrak'tan
  Düzen içi dalaşma ve devrimci sınıf çizgisi!
   Liberal ve reformist solun rejim kriziyle sınavı
Fethulah’ın Abant Platformu Kürt sorunu gündemiyle toplandı…
E-Kart grevine dayanışma eli...

İşçi ve emekçi hareketinden…

2008 metal grup TİS’leri yaklaşırken…
TİS komiteleri kuralım, sözleşme sürecinde
etkin bir rol oynayalım!
  İstanbul’da belediye TİS’leri...
  Zam furyasına karşı ücretlerimize ek zam talep edelim!
  “Şah! Rok!”: Mat için ne yapmalı? Yüksel Akkaya
  Uluslararası işçi hareketinin yeniden yapılanması: Ne yapmalı? Nasıl yapmalı? / 2 Volkan Yaraşır
  Emperyalizmin G8 Zirvesi sirki!
  Irkçı siyonistlerden
savaş kışkırtıcılığı!
  Dünyadan kısa kısa…
  Bir kez daha iktidar çekişmesi üzerine
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Şah! Rok!”: Mat için ne yapmalı?

Yüksel Akkaya

Hayatı, aynı anlama gelmek üzere hayattan daha ciddi olduğu düşünülen “siyaseti” “Fitbol” üzerinden “okuyabilir miyiz?” Misal, Avrupa kupasında, atılan gol ile coşan Fitbol Federasyonu Başkanı’nın eşinin önüne gelene sarılmasını nereye koyabiliriz? Ya da ona buna sarılan bu hanımefendinin eşinin ölüm haberini kendisini ona buna sarılma isteğinden alıkoymayan “milli” takım teknik direktöründen duyma isteğini nasıl algılayabiliriz? “Ergenekoncu” Cumhuriyet’in bile bu ölümü “rakip” ölen lehine “olumlu” bir habere dönüştürmesini nasıl “okumalıyız”?

Belki soruyu daha anlaşılması zor bir şeye dönüştürmek gerekirse, şöyle de sorulabilir: “Fitbol” sadece futbol mudur? Efendim, anlı ve bir o kadar da şanlı fosforlu gazetelerimize baktığımızda “elbette ki” hayır yanıtını görebiliriz. Zira, bir alavere, dalavere, muhteris ve de haris bir kimlikle “orda bir taş var, o taş da bizim taş olsun” politikası izleyen bu hükümet, artık ciddi bir şekilde iktidar olma isteğini de açıklamış bulunmaktadır da, yine de merhum Futbol Federasyonu Başkanı’nın “türbanlı” eşinin sevinç duygusu ve tepkisini nereye koyacağız? Eski ve de keskin “jargonla” koyacağımız yer belli de… Bu bugünkü hayat ile ne kadar örtüşecek?

“Yeni” kavgayı buradan da okuyabiliriz, diğer “parçaları” ihmal etmemek koşulu ile. Ancak, bu iktidar isteği sıkı bir satranç oyunu olarak da “okunabilir”, sona ermiş “Avrupa Kupası” üzerinden futbol maçlarının “taktiği” üzerinden de okunabilir. Ancak, her koşulda gözardı edilmemesi gereken İslami faşist cenahın gözünün ne kadar karardığını görmektir. Kapitalist bir düzende, en mümin Müslüman için “iktidar” olmak mutlaka “para” kazanmaktır. Zira, din ve söylemi buna çok uygundur (Uygunluğunu, “seküler” iş hukuku karşısında “islam” iş hukukunun açmazlarını ortaya koyarak gösterebiliriz. Bu da bize bir başka yazının vazifesi olsun). O zaman, emekçiler, bu esnaf kavgasında, bu kayıkçı kavgasında başka bir yerde durmalıdır. Ne Taraf’ın tarafı olan ihanet ve alçaklığın romanlarını yazan, M. Kundera gibi bir sosyalizm düşmanı olan Altangillerden Ahmet’e; ne de anti-emperyalist mücadele verdiğini düşünen, ancak bu ayağın en güçlü muhalifi olan sosyalistlere, devrimcilere büyük bir öfke ve kinle bakan “paşagillere” bakmak gerekir. Zira, iki kapının da en büyük düşmanı dün olduğu gibi bugün de devrimciler ve sosyalistlerdir. Öyle olduğu için bu iki cenah mümkün olduğunca devrimci ve sosyalistlerden kaçınır. Ancak, devrimci ve sosyalist olmaktan pişman olmuşlara her iki yer de bütün tahtları sunarak kapı açar. Bu çok doğaldır. Doğal olmayan, bu düzenle bütünleşmekte hiçbir sakınca görmeyen eski “solculuktur”. Misal, Murat Belge, taraf bir insan idi! Erken solculuk günlerinde bize “çegillerin” Küba Devrimi’ni öğretti. Minnet borcumuz var! Lakin sonra hızını alamadı… Ya da korkutuluşunu önleyemedi, bu radikal devrimcileri nasıl baştan çıkarırım görevini üstlendi, hadi bir komplo nedeni ile diyelim ki “üstlenmek zorunda bırakıldı”, nezaket bizde kalsın!..

Altangiller ve cemaati, iyi bir hamle boşluğu bulduklarını düşünüp “şah çekilmesini” istiyor, bu “gillerin” kanadı, biraz da 28 Şubat deneyimi üzerinden, daha hesaplı, kitaplı olarak “temkinde yarar var” ilkesi ile hareket ediyor. Bu nedenle de şimdilik “şah” çekmek yerine, veziri tehditle yetiniyor. Karşı hamle ne olacak?

Karşı hamleciler, bu devasa satranç oyununda bugüne kadar ne fil ne de kale kaptırmadıkları için, kale ve fil hamlesini aşan şah hamlesi ile dumur olmuş gibiler. Bu bir ordunun savaş yeteneğini kaybedip, savunma yeteneğini güçlendirmesi gerektiğini gösteren bir durum. Hilmi Paşa ile başlayan bu “gelenek” ordu içinde kökleşmiş görünmekte. Son operasyonlar, ordu açısından böyle okunmalı. Bu iyi bir şey mi?

Bir faşist İspanya’dan bugünkü İspanya’ya; bir faşist Portekiz’den bugünkü Portekiz’e geçiş olacaksa elbette bizim de bu paşalar darbesine destek olmamızda hiçbir sakınca olamaz. Lakin, bugünkü İspanya’yı, bugünkü Portekiz’i “eski” İspanya ve “eski” Portekiz’e dönüştürmek isteyen, ogil bir iş yapmak isteyen, bir İslami faşizm varsa bizim, devrimcilik, sosyalistlik adına, tarihsel deneyimleri de göz önünde tutup bir değil birçok kez düşünmemiz gerekir. Ancak, bu gerçek bir düşünme olmalı. Sınırları çizilmiş bir düşünme değil. Sınır olacaksa, Hitler Almanyası ve Franko İspanyası deneyimi olmalı. Gerisi de hikaye kabul edilmeli. Ha, bir de İran’daki Humeyni “devrimi” hatırlanmalı… Şah’ın İran’ı mı, Humeyni’nin İran’ı mı daha özgür, daha devrimci gruplara ve devrime yakın mı diye…

Şimdi “Ergenekon” üzerinden yaşanan iktidar mücadelesini daha iyi okumalı. Belli ki “zavallı” Ergenekoncular, yüreksiz, güç ve iktidar müptelası insanlar ile iş yapmışlar. Yapmışlar ki, matbuat, fitbol federesyonunun eşi kadar bir kahraman bulup manşetlere taşıyamamış!

Ergenekoncuların egemen olduğu zaman diliminde şahin olan bu “insanlar”, bu iktidarın çöküşü ile birlikte “buhar” olmuşlardır. Kendilerini var eden yapılara hızla sırt çevirmişlerdir. Ve ne yazık ki bu “gariban” hanımefendi kadar “halkı”, “kamuoyunu” etkileyecek hiçbir “iş” yapmamışlardır!..

Ve bir kez daha anlaşılmıştır ki, ne kadar iyi niyetli olunursa olsun, kapitalist düzen içi her arayış dünden bugüne işçiler ve de sınıf açısından bugün bizde olduğu gibi dünyanın her yerinde zaman zaman “Ergenekoncular” ile yine sermayenin en bir has çocukları arasında geçmektedir. Sorun kapitalizmin tanıyacağı sınırlar kadar bu sınırlar içinde kimin iktidar olacağı ile de ilgilidir.

Bu anlamda, 12 Eylül’de “en bi” iktidar olan Kenan Evren gibi işçi düşmanı bir hainin, bir alçağın, bir rüşvetçi namussuzun bile değiştirmek için cürret edemediği “iş kanunu”nu değiştirmek ile övünen irecep “pezevengi” ve de “gilleri” darbecilerden daha darbecidir. Peki işçi sınıfına yönelik bu darbeyi gerçekleştiren onlara düşmanlığını her fırsatta dile getiren bu alçaklar nasıl oluyor da “demokrasi” havarisi kılınıyor. Nasıl oluyor da “aklını yitirmiş” midesini doldurmak isteyen bir sürü alçak, işçi sömürüsü olan bu düzenlemeleri bir türlü göremiyor da, generallerin en “mahrem” şeylerini görüyor?..

Misal, M. Belge gibi “akil” ve de “sakil” neyim gibi bilinen bir vatandaş nasıl olur da sınıf düşmanlarını, yukarıda ifşa ettiğimiz sınıf düşmanlıklarına rağmen, onları bir alçak sömürgeci kimliğe rağmen demokrat ilan edebilir? Sadece sınıf körlüğü ile açıklamak mümkün mü? Değil gibi!..

O zaman dert ne? Soru ortada dursun: Ama üzerine bir hafta düşünelim… Sonra bir daha konuşalım…


“Sayın Öcalan” gözaltıları sürüyor!

DTP’nin “Sayın Öcalan demek suçsa ben de bu suçu işliyorum ve kendimi ihbar ediyorum” başlıklı kampanyası kapsamında 7 Temmuz günü İstanbul’da bir eylem gerçekleştirildi ve “Sayın” hitabını içeren dilekçeler teslim edildi. Sultanahmet Parkı’nda bir araya gelen 300 kişilik kitle suç duyurusunda bulunmadan önce bir basın açıklaması gerçekleştirdi. İlk olarak söz alan DTP İl Başkanı Halil Aksoy, bugün yaşanan klikler savaşının özünde Kürt sorununun çözümsüzlüğü olduğunu vurgulayarak, insanların hitaplarının suç olmadığını belirtmek için burada olduklarını söyledi.

Basın açıklamasını ise DTP Fatih İlçe Başkanı Mehdi Tanrıkulu okudu. Kürt sorunundaki çözümsüzlüğün ve inkarcı yaklaşımın rejimi alabildiğine saldırgan kıldığını söyleyen Tanrıkulu, sistemin hiçbir demokratik girişimine izin vermediğini belirterek “ihbar dilekçesi” verenlere yönelik uygulanan devlet terörüne değindi. Açıklama öncesinde polis tarafından “o kelimeyi kullanırsanız müdahale ederiz” şeklinde uyarılan Tanrıkulu, tehditlere rağmen sözlerini “Eğer sayın olarak hitap etmek suç ise bizler de Sayın Abdullah Öcalan diyoruz” şeklinde bitirdi. Bu sözlerin söylenmesiyle birlikte çevik kuvvet kitleye azgınca saldırdı. Saldırı sırasında DTP Fatih İlçe Başkanı Mehdi Tanrıkulu ve DTP PM üyesi Hasan Özgüneş ve Abdül Kerim Kuzu gözaltına alınarak Kumkapı Karakolu’na götürüldü. Polisin vahşice saldırdığı kitle ise saldırıya “Sayın Öcalan” sloganları ile karşılık verdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul