11 Temmuz 2008 Sayı: SİKB 2008/28

  Kızıl Bayrak'tan
  Düzen içi dalaşma ve devrimci sınıf çizgisi!
   Liberal ve reformist solun rejim kriziyle sınavı
Fethulah’ın Abant Platformu Kürt sorunu gündemiyle toplandı…
E-Kart grevine dayanışma eli...

İşçi ve emekçi hareketinden…

2008 metal grup TİS’leri yaklaşırken…
TİS komiteleri kuralım, sözleşme sürecinde
etkin bir rol oynayalım!
  İstanbul’da belediye TİS’leri...
  Zam furyasına karşı ücretlerimize ek zam talep edelim!
  “Şah! Rok!”: Mat için ne yapmalı? Yüksel Akkaya
  Uluslararası işçi hareketinin yeniden yapılanması: Ne yapmalı? Nasıl yapmalı? / 2 Volkan Yaraşır
  Emperyalizmin G8 Zirvesi sirki!
  Irkçı siyonistlerden
savaş kışkırtıcılığı!
  Dünyadan kısa kısa…
  Bir kez daha iktidar çekişmesi üzerine
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Düzen içi dalaşma ve
devrimci sınıf çizgisi!

“Çatışan tarafların güçleri, olanakları, dayanakları, bugünün koşullarında düzen içinde ve düzen hesabına birbirleri ölçüsünde tuttukları vazgeçilmez yer, çatışmanın bu sınırlar içinde kolayca ve nispeten kısa bir zaman diliminde sona ermesini alabildiğine güçleştirmektedir. Bu bir rejim krizidir ve halihazırda kendi sınırları içinde çözümü kolay gözükmemektedir...”

Ekim’in rejim krizindeki yeni safhayı ele alan Mart 2008 tarihli kapsamlı başyazısından (Rejim Krizinde Yeni Safha..., Sayı: 251) aldığımız bu değerlendirme çatışmanın izlemekte olduğumuz yeni evresi ışığında daha bir anlam kazanmaktadır. Olaylar halen bu çizgide seyretmekte, çatışan tarafların karşılıklı güç ve olanakları, birbirlerine üstünlük sağlamalarını güçleştirmekte, bu ise bir yandan çatışma sürecini uzatırken öte yandan da şiddetini artırmakta, sonuçta bu çatışmanın ürünü rejim bunalımını derinleştirmektedir.

Çatışmanın halihazırdaki somut seyri, çatışan tarafların bu kapışmanın kendi sınırları içinde bir sonuca ulaşamayacakları bilinci ile hareket ettiklerini, tutum ve hamlelerini buna göre ayarladıklarını, tayin edici bir güç olarak ABD desteğine oynadıklarını göstermektedir. Dinci parti için yeterince açık olan bu davranış çizgisi gerçekte ordu cephesi için de aynı ölçüde geçerlidir. Generallerin eski etkili generallere “çizik atan” son operasyon karşısındaki dikkate değer sessizlikleri, bundan da öteye, kapalı kirli görüşmelerde kendilerine önden bildirildiği kesin olan son operasyona verdikleri örtülü onay, bunu doğrulamaktadır.

Çatışmanın yeni safhasının kendine özgü anlamı

Türban düzenlenmesinin Anayasa Mahkemesi tarafından 2’ye karşı 9 gibi net bir çoğunlukla iptal edilmesi ve kapatma davasına ilişkin kaygıları da artıran bu kararın anında başta Genelkurmay Başkanı olmak üzere generaller tarafından alkışlanması, hükümetteki dinci partinin bir karşı hamlesini kendiliğinden davet etmekte idi. Dinci partinin halen böyle bir karşı hamle için yeterli gücü ve avantajları fazlası ile vardı (Bu gücün kaynaklarının derli toplu bir sunumu konusunda Ekim’in anılan değerlendirmesine bakılabilir...). Öyle anlaşılıyor ki tüm sorun bunun anlamlı bir zamanlama ile gündeme getirilmesi idi.

Biri kuvvet, öteki ordu komutanlığı yapmış iki eski önemli orgenaralin tutuklanması ve derhal “terör davası” suçlusu olarak F tipine gönderilmeleri sonuçlanan son 1 Temmuz operasyonu bu karşı hamlenin etkili bir ifadesi oldu ve dinci partinin halihazırdaki gücünü ve olanaklarını bir kez daha gözler önüne serdi. Ergenekon Operasyonu’nun 6. dalgası olarak sunulan bu karşı hamlenin zamanlaması da ayrıca anlamlı idi. Ayları bulan bir hazırlığın ürünü yeni operasyon tam da Yargıtay Başsavcısı’nın kapatma davasına ilişkin sözlü iddianamesini sunacağı güne denk getirildi ve böylece kapatma davasına karşı yeni bir meydan okuma sergilenmiş oldu. Hatırlanacağı gibi benzer bir anlamlı zamanlama, kapatma davasının açılışının hemen ardından yapılmıştı.

Yine de, dinci partinin hahihazırdaki gücünü ve olanaklarını görmek fakat bunları gereğinden fazla da abartmamak gerekir. Onun siyasal sahnede sarsıntı yaratan karşı hamleleri halen kendisine diş bileyen asıl güç odağı olarak ordunun kendisine değil, fakat odağında onun bulunduğu cephenin bir kanadına yöneliktir. “Ulusalcılar” olarak nitelenen ve çok değişik eğilimden güçlerden oluşan bu özel koalisyonun en belirgin özelliği, Kürt sorunu ve Kıbrıs sorunu konusunda azgın bir gerici şovenist tutum içinde olmaları ve bu tutum üzerinden ABD-AB politikalarına muhalefet etmeleridir. Dinci parti, saflarında yıpranmış kontrgerilla artıklarının da bulunduğu bu kesimi hedef alarak, böylece hem ABD desteğini pekiştirmekte ve hem de kendileri de ABD desteğine muhtaç generalleri açmaza almış olmaktadır. Bu onun kendi cephesinden hayli hesaplı ve akıllıca bir taktikle hareket ettiğini göstermektedir. Karşı tarafı en zayıf yanından vurmakla kalmamakta, bu vuruşuyla çatışmanın akıbetini tayin etme konumu ve kudretine sahip güçlerin desteğini pekiştirmeyi hedeflemektedir.

Olayların seyri ve bugün gelinen aşama, çatışmanın belli bir tarafın üstünlüğü ile sonuçlanabilmesinin ABD desteğine bağlı olduğunu göstermektedir. Dinci cephenin başını çeken AKP başından itibaren bunun bilinci içinde davrandı ve tüm temel konularda ABD politikalarına tam uyum sağlayarak bu desteği aldı. Bu desteği halen korumaktadır ve gücünün asıl kaynağını da AB desteği ile birlikte bu oluşturmaktadır. Kamuoyuna Türkiye’nin yakın tarihindeki tüm kirli işlerin asıl odağı olan kontrgerillanın tasfiyesi olarak yutturulmaya çalışılan, gerçekte ise Kürt sorunu ve Kıbrıs sorunundaki ABD muhaliflerini hedef alan Ergenekon operasyonu, bu desteği ayrıca pekiştirecektir. Yeni operasyonun Kıbrıs konusunda emperyalist çözüme yönelik önemli görüşmelerin yaşandığı bir evrede gündeme gelmesi bu açıdan ayrıca anlamlıdır. Buradan bakıldığında son operasyon toplam mantığı ve sonuçları yönünden bir Amerikan operasyonu olarak da ele alınabilir. ABD, kapatılma kıskacındaki AKP’yi rejim bünyesindeki muhaliflerinin üzerine sürmeyi önemli bir fırsat olarak değerlendirmiş olabilir.

Türkiye’deki ve bölgedeki emperyalist çıkarların sadık bekçisi olduğunu yakın tarihimizin tüm olayları ile kanıtlamış bulunan NATO’cu düzen ordusuna gelince, emperyalist çıkar ve politikalara uyum ve hizmette onun dinci partiden aşağı kalır yanı yoktur. Fakat düzen içi dalaşmanın etkin bir tarafı olarak en büyük handikapı, Kürt sorunu ve Kıbrıs sorunu gibi geleneksel “milli” sorunlardır. Bu konularda emperyalist dayatmalara uyum sağlamakta zorlanması, yaşanan çatışmada ABD’nin desteğini almasını zora sokmakta, bu konularda uyuma hazır dinci partiye ise tersinden önemli bir avantaj sağlamaktadır.

Ordunun artık en üst düzeyde görevlerde bulunmuş emekli generalleri de hedef alan bir aşamaya ulaşmış bulunan Ergenokon operasyonu karşısındaki tutumu bu çerçevede özel bir öneme ve anlama sahiptir. Sözkonusu generaller “ulusalcı” kanada dahildirler ve bu kanat anılan “milli” sorunlar üzerinden çığırtkanlık boyutlarında bir şovenist-militarist saldırgan söylemle hareket etmekle kalmamakta, izlediği bu çizginin öncü vurucu gücü olarak da sürekli biçimde orduyu göstermektedir. Bu, bu konularda zaten açmazda olan orduyu emperyalist efendiler karşısında kendi gerçek konumunun çok ötesinde bir şaibe altında bırakmaktadır. Çok sayıda eski generalin “ulusalcılar” safında bulunması ve bunların kamuoyu önünde aynı söylemlere sözcülük etmeleri, bugün ordunun tepesini tutan amarikancı generaller için ayrıca önemli bir handikap oluşturmakta idi.

Son operasyon ve bu operasyon karşısındaki anlamlı sessizlik, bu açıdan orduyu rahatlatmış ve orta vadede konumunu güçlendirmiştir. Amerikancı ordu kendi açısından “ulusalcı” safradan kurtulmuş, onun söylem ve hedefleriyle arasına belirgin bir çizgi çekmiş, böylece emperyalist efendilerle ilişkilerde daha rahat bir konum kazanmıştır. Eski generallerle destekli “ulusalcı” kanat düzen ordusu için hem bir handikap ve hem de anılan özel “milli” sorunlar üzerinden basınç kaynağı idi. Şimdi terör çetesi ve darbecilik suçlamaları üzerinden bertaraf edilmesi, orduyu hem emperyalist efendiler karşısında bir şaibeden ve hem de ordu saflarını etkileyen bir basınç kaynağından kurtarmıştır.

Sessiz kalmanın da ötesinde işin aslında son operasyonlara verilen örtülü destek, şu an ordunun tepesini tutan amerikancı ekibin bunun bilinci ve hesabıyla hareket ettiğini göstermektedir. Ordunun kendi yönünden bu akıllıca bir taktiktir ve bugünkü görüntünün aksine orta vadede ona dinci cephe karşısında önemli bir manevra kabiliyeti ve emperyalist merkezlerle ilişkide üstünlük kazandıracaktır.

Burjuva gericiliğinin iç dalaşmasına karşı devrimci sınıf çizgisi

Siyasal sürecin seyri içindeki her ciddi bunalım, solda gerçek konum ve kimliklerin daha net bir biçimde ortaya çıkmasına vesile oluşturur. Toplamında 28 Şubat’tan bu yana bir rejim bunalımı olarak yaşanan çatışma süreci boyunca ve özel olarak da onun her bir özel safhası vesilesiyle, reformist akımlar şahsında bu somut olarak görülebilmektedir.

Komünistler reformist solun bağımsız bir siyasal çizgi ve programdan yoksun olduğunu, tüm söylemlerine rağmen düzen zemininde ve düzen içi çatlaklarda politika yapmaktan öteye gidemediğini birçok vesileyle vurgulaya geldiler. ‘60’lı yıllarla birlikte yeni bir düzeyde kendini bulan geleneksel sol hareketin temel programatik temaları, siyasal demokrasi ve milli bağımsızlık idi. ‘70’li yıllarda devrim hedefine dayalı bir programın iki temel öğesini oluşturan bu sorunlardan her biri, 12 Eylül’ün yarattığı tasfiyeci yıkımın ardından düzen icazetine kapılanmış reformist akımların kimliğini belirleyen ana tema haline geldi. Kimileri için bu siyasal demokrasi, öteki birileri içinse milli bağımsızlık idi.

Devrimi terketmek, düzen icazetine kapılanmak, bağımsız bir politik çizgi izlemek olanağını da yitirmek demektir. Zira devrim ve iktidar perspektifinin yitirildiği bir durumda bağımsız bir politik çizgi izlemek olanağı kalmaz. Geriye düzen çatlaklarında politika yapmak, benimsenen ana politik temaya göre şu veya bu düzen gücünün dümen suyunda hareket etmek kalır.

28 Şubat’ın belirgin hale getirdiği düzen içi çatlaklar, reformist solun yeni tablosuna da yeni açıklıklar getirdi. Siyasal demokrasiyi ağırlıklı bir kimlik olarak benimseyenler, AB sürecinin de beslediği burjuva liberal umutlarla, sözde demokrasi mücadelesi uğruna emperyalizmin ve tekelci burjuvazinin yedeğinde hareket eder hale geldiler. Bunun tipik temsilcileri liberal Kürt hareketi ile birlikte ÖDP oldu. Milli bağımsızlık kaygısını öne alanlar ise, 28 Şubat’la birlikte bunu “gericiliğe karşı laiklik savunusu” söylemi ile de birleştirerek, emperyalist küreselleşmenin yıkıcı etkilerinden rahatsız burjuva kesimler ile düzen ordusunun yedeğinde politika yapar hale geldiler. Düzen ordusunun Kürt sorunu ve Kıbrıs sorunu gibi geleneksel “milli davalar”da emperyalizm ile yaşadığı uyumsuzluklar, böylelerine ulusal bağımsızlık savunusu, sınırlarını aşmış dinsel gericiliğe karşı terbiye operasyonu ise laikliğin ve çağdaş değerlerin savunusu olarak görünebildi. Zamanla kaçınılmaz bir biçimde belirgin bir sosyal-şoven nitelik kazanan bu burjuva kuyrukçu çizginin tipik temsilcisi ise majestelerinin komünist partisi olarak TKP oldu.

Son gelişmeler bu ulusal liberal çizgi ile demokrat liberal çizginin bir kez daha açıkça görünmesine vesile oldu. Çatışmanın şiddeti içinde düzen kurumlarının sürmekte olan yıpranmasının, sözde ulusalcı düzen ordusuna ilişkin ham hayallerin önemli bir darbe almasının, amerikancı kontrgerillanın gizlenemesine ve aklanmasına dönüşen “Ergenekon operasyonu”nun AKP’nin sahte demokrat maskesini düşürmesinin yanısıra, son operasyonun hayırlı sonuçlarından biri de bu olmuştur.

Tüm kesimleriyle burjuva gericiliğini ve tüm kurumlarıyla burjuva devletini hedef alan ve bunu kurulu düzenin emperyalist dayanaklarına karşı mücadeleyle birleştiren çizgi, bugünün Türkiye’sinde devrimciliğin olmazsa olmaz koşuludur. Bu stratejik koşul olmaksızın ideolojik-politik bağımsızlık korunamaz ve herhangi bir devrimci taktik izleme olanağı da kalmaz.

Kızıl Bayrak