25 Ağustos 2006 Sayı: 2006/33 (33)
  Kızıl Bayrak'tan
   ABD ve İsrail adına savaşacak taşeronlar aranıyor!
  Emperyalizme ve sermaye iktidarına karşı mücadeleyi yükseltelim!
  BM, "barış gücü"nü devşirmekte zorlanıyor; Direniş kararlılığının yarattığı korku
  Sermaye devleti ABD ve siyonizmin hesabına asker gönderme niyetinde; Geçit vermeyelim!
  Gerçek ve kalıcı barış için emperyalizme karşı savaşı yükseltelim
Kadıköy'de binler haykırdı: "Emperyalizm yenilecek, direnen halklar kazanacak"
Kamuda toplu görüşmeler devam ediyor; Toplu görüşme oyununu boşa çıkarmanın yolu mücadeleyi yükseltmektir
Nükleer santrallere hayır
  Sağlıklı yaşam hakkını hiçe sayan sermaye düzenine karşı mücadeleye!
  "istihdamda maliyet düşüren paket sonbahara hazır"
  Kore'den Lübnan'a; Emperyalizme uşaklığın tarihi emekçilerin kanıyla yazılıyor /Orta sayfa
  Tersanelerde iş cinayetlerine artık yeter diyelim!
  Dearsan Tersanesi işçisi ile patlama ile ilgili röportaj
  "Uyuyan devi uyandırmak için sabırlı ve soluklu bir çalışma gerekiyor!"
  Dinlerin kıskacında, emperyalizmin ablukasında Ortadoğu ve çıkış yolu / Yüksel Akkaya
  Hizbullah'ı silahsızlandırma dayatmaları boşa düşüyor
  CİA, KÜBA ve Venezüella için kirli savaş şefi atadı
  Amerikancı güçler siyonistlerin emriyle hareket ediyor
  Dünyadan gelişmeler
  İsviçre'de ırkçı yeni yasaya hayır!
  İsrail ve Ortadoğu / Abu Şehmuz Demir
  Mamak İşçi Kültür Evleri'nin Ortadoğu halklarıyla dayanışma günleri
  Adana'da sokak ortasında infaz
  11 Eylül'ün ardında bıraktığı sorular; Saldırıları kim planladı?
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Dinlerin kıskacında, emperyalizmin ablukasında Ortadoğu ve çıkış yolu

Yüksel Akkaya

İmparatorluk çağı bitip aşırılıklar çağı başladığında, belki de hiç kimse Ortadoğu'nun kaderinin bir çatışmalar, kargaşalıklar, işgaller zamanına “mahkum” olacağını tahmin etmiyordu. Ne yazık ki, zengin enerji kaynakları nedeni ile dünyanın “efendisi”/hükmedeni olması gereken bu coğrafya ve halkları, tersine köle, hükmedilen ve madun edilen olmuştur. Kuşkusuz bunda bu coğrafyanın halklarının da sorumluluğu bulunmaktadır. Bugün dinlerin kıskacında, emperyalist işgalin ablukasındaki Ortadoğu halkları çeşitli şekillerde direnişler geliştirmekte, bir çıkış yolu aramaktadır. Ne var ki, çıkış yolu arayışları sınıf eksenli anti- kapitalist bir mücadeleyi ve bunun politikasını içermediği için kalıcı olamamaktadır. Öte yandan dinsel temelde başlayan muhalefet ve mücadeleler kır ve kent yoksullarına bir gelecek vaat etmemekte, onları başka bir maduniyete taşımaktadır.

II. Dünya Savaşı'nda faşizmi yenerek büyük prestij sağlayan Sovyetler Birliği, dünyanın pek çok yerine olduğu gibi Ortadoğu'ya da kapitalist olmayan bir yol önerirken, buralarda sömürge karşıtı, anti-emperyalist bir mücadelenin yükselmesine cesaret verirken, ne yazık ki sosyalizm tohumlarını ve anti-kapitalist mücadeleyi taşıyamadı. Sömürge karşıtı, anti-emperyalist mücadele Ortadoğu halklarını “milliyetçileştirirken” Sovyetler Birliği güdümlü sol hareket ve partiler zaman zaman güç kazanmış olsalar da etkisiz kılındı. Suriye, Lübnan, Mısır, Irak, İran bu açıdan oldukça trajik bir deneyime sahip oldular. 1980'lere kadar bu ülkelerde şöyle ya da böyle ayakta kalan sosyalist hareket, hızla toplumsal mücadeledeki yerini kaybetmeye başladı, alanı dinsel temelli hareketlere terk etti. Kuşkusuz, İran'daki trajik TUDEH-Molla işbirliği ve TUDEH'in trajik yenilgisi İslami kesimlerin iştahını kabarttı. “Yeşil kuşak” politikası ile emperyalizm tarafından desteklenen ve beslenen İslami hareketler Ortadoğu'da egemenliklerini kurarken, tarihin en büyük çelişkisi olan sınıflar arası çelişkiyi bir kenara iterek, Ortaçağ'ın yıkıcı, acımasız, vahşi dinler savaşını yeniden başlattılar. Böylece, emperyalist ablukadan kurtulmaya çalışan Ortadoğu halkları bu kez dinlerin ilkel mücadelesinin boyunduruğu altına girmiştir. Ne yazık ki, bu ilkel duygu toplumda geniş yankı bulmuş ve bir kördüğümü daha da pekiştirmeye başlamıştır.

Ortadoğu'nun geleceği ne dinler savaşındadır ne de emperyalist abluka altındaki yaşamdadır. Ortadoğu halkları, tarihin en temel çelişkisi üzerinden yeniden saflarını belirlemek, 1980 öncesine kadar iyi kötü edindiği sol birikimi bir kez daha gözden geçirip, sınıf temelli politikalar ve bu politikalara dayalı bir muhalefet ve mücadele hayata geçirmek zorundadır. İran deneyimi bu açıdan oldukça önemli derslerle doludur. Ortadoğu halkları her türden savaşı emek ile sermaye arasındaki bir iç savaşa dönüştürerek, anti-emperyalist, anti-kapitalist mücadele ekseninde devrime dönüştürmeye mahkum bulunmaktadır. Ortadoğu'da başlayacak bir devrim, tıpkı tek tanrılı dinlerin buradan dünyaya yayılması gibi, dünya emekçilerine yeni bir umut, büyük bir cesaret ve güven verecek, dalga dalga yayılabilecektir. Bu nedenle Ortadoğu'da devrim sadece Ortadoğu'nun değil tüm dünya emekçilerinin sorunudur. Dinlerin kıskacından kurtulmak, emperyalist ablukayı kırmak için Ortadoğu'da tek çıkış yolu devrimdir, kuşkusuz sosyalist bir devrim, başka bir şey değil.

-----------------------------------------------------------------------------------

Halkları birleştiren direniştir!

Sınıflara bölünmüş bir toplumda, hele de kapitalizmin egemen olduğu günümüz dünyasında temel belirleyen sınıf ayrımıdır. Diğer tüm ayrımlar, toplumların bu iki zıt kutba bölünmüş olmasından türer. Bu olgu, insanlar arasındaki belirleyici ayrım noktasının etnik, dinsel, mezhepsel, bölgesel, cinsel değil, fakat sınıf ayrımı olduğu gerçeğine işaret eder. Bu da temel çatışmanın uluslar, dinler, mezhepler, bölgeler, cinsler arasında değil, sınıflar arasında yaşanmasını kaçınılmaz kılar. Ancak egemen sınıflar çatışmaları farklı görüngüler altında sürdürerek, kimi zaman emekçi sınıfları da peşlerinden sürüklerler. Özellikle toplumsal muhalefetin zayıf, sınıf bilincinin yetersiz kaldığı durumlarda, işçi ve emekçiler gerici güçlerin politikalarına dolgu malzemesi olma trajedisini yaşamaktan kurtulamazlar.

Genel olarak sermayenin, özel olarak tek tek kapitalistlerin ulusal, dinsel, mezhepsel, bölgesel ayrımlara önem vermedikleri bilinir. Ancak onlar, emekçileri veya halkları birbirine düşürmek için en etkili ve kirli bir silah olarak bu farklılıkları kullanma yoluna giderler. Yapay çatışmalar yaratır, sık sık da bu kirli silaha başvururlar. Zira bilinci şovenizm zehriyle bulandırılmış, din veya mezhep ayrımları tuzağına düşürülmüş işçi ve emekçilerin veya ezilen bir halkın iflah olmayacağını tüm tarihsel deneyimler gösteriyor. İster tek bir fabrikadaki işçiler, ister bir ülkenin işçi ve emekçileri, ya da işgale maruz kalan ülke veya bölgelerdeki halklar olsun, genel olarak bu sonuç değişmiyor. Yapay ayırımların peşinden sürüklenenler kaybediyorlar.

Bölgemize musallat olan emperyalist/siyonist işgalci güçler bu yapay ayırımları kışkırtıp çatışmalara dönüştürme konusunda fazlasıyla deneyimliler. Nitekim bu kirli taktik gelinen aşamada Irak'ta belli ölçülerde karşılık bulmuştur. Öyle ki, vahşi işgal devam ettiği halde Irak'ta Arap halkı, anti-emperyalist birleşik bir direniş cephesinde omuz omuza savaşacağı yerde, özellikle son aylarda Şii-Sünni çatışması girdabına kapılabilmiştir.

Bu vahim duruma düşülmesinin bir nedeni, işgale karşı direnen güçlerin halkları birleştirecek anti-emperyalist devrimci bir programdan yoksun olmalarıdır. Ancak daha önemlisi böyle bir programın aydınlığında yürüyen bir direniş olmadığı yerde, kitleler her tür provokasyona açık olabiliyor. Elbette bu ölümcül tuzağı gören, halkların birbirine kırdırılmasını engellemeye çalışan güçler de var Irak'ta. Ama ne yazık ki bu güçler, Irak'ta bu nedenle insanların katledilmesini engelleme gücünden henüz çok uzaklar.

Lübnan'daki direniş, Irak'takinin tersine, emperyalist/siyonist güçlerin Müslüman-Hıristiyan, Şii-Sünni çatışması çıkarmak için harcadıkları çok yönlü çabaları boşa düşürmüştür. Elbette ABD-İsrail ikilisi ile Lübnan'daki bir takım düşkün işbirlikçileri, geçmişte olduğu gibi bugün de Lübnan'da iç çatışma yaratma çabasından vazgeçmiş değiller. Sınıfsal çıkarları halkları birbirine kırdırma noktasında kesiştiği için, bu yöndeki kışkırtmalara devam da edecekler.

Hizbullah önderliğinde gelişen işgal karşıtı direniş ise, siyonist saldırganlara karşı net ve kararlı bir duruş sergilemekle birlikte, dinsel kimliği ile öne çıkıyor. Buna rağmen Arap dünyasının, dinsel veya mezhepsel kimliğinden bağımsız olarak, Hizbullah'ın direnişçi çizgisine verdiği destekte büyük bir artış olmuştur. Emperyalist/siyonist güçlerin de artık kabul ettiği, elbette fazlasıyla da rahatsızlık duyduğu bir olgudur bu. Kararlı bir direnişin halkları birleştirebilme gücüne sahip olduğu bir kez daha görülmüştür.

Önemle altını çizmek gerekir ki, Hizbullah gerillalarının gösterdiği kararlı direniş, Şii mezhebine mensup olmalarından değil, esas olarak emekçi kimliklerinden kaynaklanıyor. Lübnan işçi ve emekçilerinin önemli bir kesimini barındıran Şiiler, geçmişte de Lübnan Komünist Partisi'nin kadro kaynağıydı. Bu kaynaktan beslenen, ancak dinsel kimliği ile öne çıkan bir direniş hareketi olarak Hizbullah, belli ölçülerde dinsel/mezhepsel çitleri yıkabildi. Bu durum, ezilen halkların esas olarak dinsel kimlikten çok, direnişçi kimliğe önem verdiklerini gösteriyor. Dinsel mezhepsel farklılıkları aşan, işçi sınıfı ve emekçileri temsil eden, direnişi sınıfsal temeller üzerinde inşa eden, işçilerin birliği halkların kardeşliği şiarını temel alan devrimci güçlerin çok daha birleştirici olacağı ve kalıcı sonuçlar alacağı ise, tarihsel deneyimlerin kanıtladığı açık bir gerçektir.