27 Mayıs 2006 Sayı: 2006/20 (20)
  Kızıl Bayrak'tan
  Düzen cephesinde sertleşen iç mücadelenin yeni aşaması
  Kızışan düzen içi çelişkiler ve ötesi
  Genelkurmay Başkanı'nın “halk tepkisi”ne övgüsü!
  Ekonomide dalgalanma ve faturayı emekçilere ödetme hazırlıkları
  Lastik'te ölümü gösterip sıtmaya razı ettiler
  DESAN Tersanesi'nde direniş kazandı! .
Sermayenin has uşağı Ecevit'e burjuva medyasından sahte övgüler!
Yerel işçi kurultaylarından İstanbul İşçi Kurultayı'na doğru
“Birleşik, devrimci, militan bir sınıf hareketi yaratmak gerekiyor!”
İşyerlerinde kreş açma zorunluluğu da saldırı hedefi!
Artık “Yasalar işçilere bedel ödetmek” için vardır… Öyleyse “ne yapmalı”?/ Yüksel Akkaya
  Devrimci sınıf sendikacılığı ve BMİS gerçeği
   BMİS sendikal hak ihlallerine karşı forum gerçekleştirdi
   THY yağmasına “halka arz” kılıfı
   Serna-Seral grevi 250. gününde sona erdi
  MENSA işçileriyle konuştuk... “İşimizi istiyoruz!”
  Belediye-İş 2 No'lu Şube Başkanı Hasan Gülüm ile röportaj; "hakim sendikal anlayışa cepheden bayrak açılmalı"
  Yıldız Teknik Üniversitesi'nde soruşturma terörü
  Anma etkinliklerinden..
  Ekvador yönetimi de petrolü kamulaştırma kararı aldı
  Irak'ta yeni kukla hükümet kuruldu
  Rusya ve Çin İran'a askeri saldırıya onay vermiyor
  Yeni bir 28 Şubat / Kürdistan Devrimci Sosyalistleri
  Sermaye düzeninin çeteleri bir genci daha katletti
  Neredeeen Nereye/ Ergin Yıldızoğlu
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Devrimci sınıf sendikacılığı ve BMİS gerçeği

Sendikaların işçi ve emekçilerin kendi öz örgütlülükleri olması üzerine söylenebilecek yeni bir şey yok. Fakat mevcut sendikaların mücadele anlayışı payına şimdiye kadar birçok şey söylendi, bundan sonra da söylenecek. Çünkü bugün sendikalara hakim olan anlayış sınıf mücadelesini geliştirmek şöyle dursun, mücadelenin önünde doğrudan bir engelle dönüşmüş durumdadır. Dahası bu anlayış gelinen yerde artık sendikaların başını tutan bir avuç bürokratın tutumu olmaktan çıkmış, şubelere varıncaya kadar bütün yönetici gövdeye yayılmıştır. Bugün herşeye rağmen mevcut tabloya direnen, mücadele yolunu tutan birkaç şubeyi saymazsak, uzlaşmacı-işbirlikçi anlayış toplam olarak Türkiye sendikal hareketini esir almıştır.

Bu tablonun dışında olduğu ve sendikal hareketin işbirlikçi-uzlaşmacı tutumlarına karşı bir yerde durduğunu söyleyenler arasında Birleşik Metal Sendikası'nın özgün bir yeri var. Bu özgünlük sadece sözkonusu sendikanın tabanının nisbi hareketliliğinden ve herşeye rağmen belli bir öncü potansiyeli barındırmasından kaynaklanmamaktadır. Aynı zamanda bu, şimdiki yönetimin seçilirken ortaya koyduğu iddialarla da ilgilidir. Birleşik Metal Sendikası yöneticileri seçimlere bir programla girmiş ve işbirlikçi-uzlaşmacı sendikal anlayışa savaş açtıklarını söyleyerek seçilmişlerdir. Ne yazık ki aradan geçen süre içerisinde yaşananlara bakıldığında, Birleşik Metal yöneticilerinin bu iddiaya uygun bir pratik sergilediklerini söylemek zordur. Dahası son dönemde Anadolu Yakası'nda yürütülen örgütlenme faaliyetlerine, bunun sonucunda ortaya çıkan mücadeleye ve sendikanın bu mücadele içinde sergilediği tutumlara bakıldığında, bu iddianın büsbütün bir kandırmaca haline geldiğini düşünmemek için hiçbir neden yoktur.

Anadolu Yakası'ndaki direnişler ve Birleşik Metal-İş Sendikası

2003 yılında yürürlüğe sokulan 4857 sayılı İş Yasası'nın fabrikalarda hayata geçirilmeye başlanmasından sonra yerel mücadele süreçleri sıkça yaşanır oldu. Metal işçilerinin yoğunluklu olarak bulunduğu Anadolu Yakası'nda bahar aylarından bu yana kölece çalışma koşullarına karşı çeşitli hareketlilikler yaşanıyor. Yaşanan kısmi mücadeleler işyerlerindeki düşük ücret ve uzun çalışma saatlerinin yanısıra kanıksanan çalışma şeklinin İş Yasası'yla birlikte değişime uğratılmasına karşı yükseltiliyor. Örneğin kiralık işçilik, telafi çalışması, sınırsız mesai saatleri, hafta sonu tatilinin gaspı vb. İşçiler bu uygulamalara karşı tepkilerini her geçen gün daha yüksek sesle ifade ediyorlar. Hatta bu tepkiler gelinen yerde bir takım somut mücadele biçimlerine dönüşebiliyor.

Has Alüminyum, Mito, G.U., Sinter Metal, Mimaysan, Üçel Mühendislik vb. bir dizi fabrikada son dönemde yaşanan sendikalaşma mücadelesi, hem işçilerin sendikal örgütlülüğe yönelme eğiliminde olduklarını, hem de sendikacıların bu mücadeleyi örgütlemekten ne kadar uzak olduklarını gösteriyor. İlerici kamuoyu bölgede yaşanan Mito, G.U. ve Has direnişlerinden haberdar. Ancak sınıf mücadelesinin diplerde seyrettiği bir dönemde, gerileme eğilimi gösteren özelleştirme karşıtı mücadeleyi saymazsak, yerellerde açığa çıkan direnişler sınıfın örgütlenme eğilimine işaret ediyor, mücadele alanında nispi soluk boruları işlevi görüyorlar. Bu direnişlere verdiğimiz önem, tuttuğumuz yer ve genel olarak sınıf mücadelesine karşı duyduğumuz sorumluluk gereği, içinden geçmekte olduğumuz dönemde yaşanan ve kimisi devam eden bu sınırlı deneyimleri ilerici, devrimci işçilerin ve sendikacıların bilgisine sunmak, tartışmaya açmak ayrı bir sorumluluk alanımızdır.

Sahipsiz direnişler, geçmişte kalan iddialar ve icazetçi sendikal anlayış

Diğerlerinden farklı olarak Has Alüminyum'da daha sistemli bir mücadele ve örgütlenme süreci yaşandı. Yaklaşık 5-6 aylık bir örgütlenme sürecinde sendikal düzeyde çeşitli eğitimler, örgütlenme ihtiyacı ve önemi, işçi sınıfının üretimden gelen gücü ve örgütlenme yöntemi gibi çeşitli konularda eğitim çalışmaları yapıldı. Fabrika dışında sınıf mücadelesinin gelişimi adına düzenlenen eylem ve etkinliklerin bir parçası olmaya çalışıldı. Bu çabaların sonucunda sendikal örgütlenme sürecine girildi. Bilinen yasal prosedürler işletildikten sonra, patron sendikalaşma çabasını işten atma saldırısıyla karşıladı. Mito'da kısa denilebilecek iki aylık bir hazırlık sürecinin peşinden sendikalaşma yoluna gidildi. Orada da işten atma saldırısı gerçekleşti. G.U.'da ise 17 günde örgütlenme gerçekleşti. Has Alüminyum ve Mito'da direnişler devam ediyor. G.U.'da ise, sabah ve akşam vardiya değişimlerinde, atılan işçilerin sembolik olarak fabrikanın önünde görünmeleri ile direniş fiilen sönümlenmenin eşiğine geldi.

Birleşik Metal, kendisini işbirlikçi ve uzlaşmacı anlayışlardan farklı gören sendikalardan birisidir

Ne var ki, gerçeğin aynasının söylem değil eylem olduğu bizzat BMİS şahsında kendini bir kez daha ortaya koymaktadır. Bunları birazdan örnekleriyle ve özellikle Has, Mito ve G.U.'daki sendikalaşma mücadelesinde ortaya çıkan somutluk üzerinden ifade edeceğiz. Böylelikle BMİS'in geçmişten gelen iddiaları, genel kurulda ortaya koyduğu sendikacılık anlayışı ve bugünkü durumu üzerinden bir kez daha değerlendirme yapma olanağı bulunabilecektir.

Has Alüminyum işçileri son derece ağır şartlar altında çalışıyorlarken bilinçli bir çabanın ifadesi olarak bir mücadele sürecine girdiler. Bu mücadele sürecinin en önemli halkalarından biri de fabrikaya sendikayı sokmaktı. Has işçileri nispi olarak canlı, dinamik ve eylemli süreçlerden geçerek sendikal örgütlülüğe ulaştılar. Bu dinamik süreci örgütlenme hazırlığı kapsamında yukarıda kısaca ifade ettik. Buna, patronun kölelik yasası kapsamında esnek üretim anlamına gelen bireysel iş sözleşmesi saldırısını her defasında daha kabul edilebilir bir içerikle işçilerin önüne sürmesine rağmen, saldırının üç defa püskürtülmesini eklemek gerek. Henüz sendikal örgütlülük çalışmaları devam ederken ve sendika henüz sürecin öznesi olmamışken, Has işçisi örgütlü davranmanın ve kendi gücüne güvenmenin tokluğuyla esnek üretim sözleşmesini yırtıp atmıştı. Sözleşmenin püskürtülmesi işçilerin kendilerine varolan güvenini arttırmıştı. Bu güven, örgütlenme çalışmasının önünü açarak sürecin kolay işlemesini sağlamıştı. Bu dinamizm ilk işten atma saldırısı karşısında işçilerin direngen bir tutum almasına ve işten atmaları iki haftalık bir eylemli süreçle protesto etmesine kadar devam etmişti.

Ancak sendika devreye girdiği andan itibaren bu dinamizmi fiili mücadeleyi daha da geliştirmek yönünde kullanmadı. Sendika meşru mücadele yolunu tutmak yerine, uzlaşma ve yasal bürokratik işlemler sürecini izleyerek bu dinamizmi tüketme yolunu tuttu. Bu tutum patronun işçileri sindirmesinin önünü açtı. Dahası sendika bizzat işçilere herşeyin yasal sınırlar içinde ve sabırla çözülebileceğini telkin ederek başka bir zeminden patronla aynı sonuçları yarattı. Buna rağmen atılan işçiler sınırlı bir bilinçle direnme ve direniş çadırını kurma yoluna gittiler.

Direniş çadırının kurulması sendikaya rağmen gerçekleşti. Üstelik sendikanın son derece geri, bir o kadar da sahiplenmeyen tutumuyla karşılaştı. Sendikanın somut olarak ve sürekli bir biçimde söylediği; “biz patronla görüştük, eylem olmazsa işten atma olmayacak, yapacağımız herşey yasalar çerçevesinde olacak, bunlar dışında sabır, sabır ve bir kez daha sabırla bekleyeceğiz” oldu. İstifa baskılarına, uzun bir aranın ardından tekrar işçi atılmasına, işyerinin taşerona verilmesine karşı ve son olarak da patronun çoğunluk tespitine itirazını engellemek için işçilerin eylem önerilerine sendikanın verdiği yanıt hep aynı oldu, “Beklemek ve yasalar çerçevesinde davranmak”. Örneğin sendika çadırın kurulmasının yasal olmadığını belirtip, BMİS'in şimdiye kadar yetkisinin olmadığı yerde çadır kurmadığını ifade ederek, aslında çadırın kurulmasını istemediğini ifade etmiştir. Sendika, bugün direnişin 90'lı günleri aşmasına rağmen direniş çadırına 3-4 kez lütfen gelebilmiştir. Keza “çadır BMİS'in değil kuran işçilerin”dir. Bu nedenle “BMİS'i andıran sembol, amblem ve imza da kullanılamaz, dolayısıyla da direniş çadırıyla ilgili doğabilecek hiçbir sorumluluğu da BMİS üstlenmez”! Bu ifadeler sendikaya aittir. Ne eksik ne de az. Direnişe sunulan somut destek ise direnişte olan işçilerin günlük yol ve yemek masraflarını karşılamak sınırlarında kalmıştır. 3 aya yakın bir dönemdir de bunun ötesine geçememiştir.

Söylenecekler ve sendikanın ibretlik tutumları bunlarla sınırlı değil elbette. Zira Mito ve G.U.'da da BMİS adına ibretlik tutumlar sergilendi. Direnişlerinin 50'li günlerinde olan Mito işçileri de, Has ile örgütlenme ön süreçleri bir dizi farklılık taşısa da, üyeliklerin tamamlanmasından ve bürokratik yasal süreçlerin başlamasından sonra sendikanın aynı tutum, davranış ve sözleriyle karşılaştılar. İşçilerin direniş çadırı, önlük, şapka, pankart ile bir basın açıklamasıyla direnişin kamuoyu ve diğer sınıf bölüklerine duyurulması, sınıf bölüklerinden desteğin örgütlenmesi talepleri (ki bu tamı tamına Has işçilerinin de talebidir) belirsizliğe bırakılarak, hatta Has'taki çadır örneğinde olduğu gibi açıktan reddedilerek, somutta karşılanmamıştır. Has'la Mito arasındaki bir fark da, Mito'ya düzenli olarak giden bir sendikacının bulunuyor olmasıdır. Oysa bu kadarı bile Has işçisinden esirgenmiştir.

Bugünkü sınıf hareketi koşullarında bir direnişi sürdürmenin maddi anlamda tam bir çözümsüzlük olduğunu düşündüğümüzde, Mito'da da Has'da olduğu gibi sendikanın desteği yemek ve yol masrafını karşılamakla sınırlı kalmıştır.

Gelelim asıl ibretlik örneklere. İşten atılmadan sonra direniş kararı alan işçilere sendika avukatı, işçilere çalışmalarının (yani başka bir işe girmelerinin) önünde bir engel olmadığını ifade etmiş, bu sözler öncü işçiler tarafından mahkum edilmiştir. Zira doğrudan değilse bile kullanılan söylem dolaylı bir biçimde fabrika kapısı önünde beklemeyi, yani direnmeyi gereksizleştiren bir söylemdir. Bu tartışma sendikaya hatırlatıldığında ise, sendika avukattan daha ileri giderek ve asıl niyetini ortaya koyarak, herkesin beklemesinin anlamı ve gereği olmadığını ifade etmiştir.

Her iki avukat ve sendika ile yapılan görüşmeden sonra direnişte moral ve direnen işçi sayısında ciddi bir kırılma yaşandı. Yine Has'ta olduğu gibi sendikaya rağmen süren direnişler beklemek dışında bir mücadelenin olmaması nedeniyle durgunluğa ve belirsizliğe terkedildi.

Başka bir ibretlik örnek ise yine Mito'da yaşandı. Kendi inisiyatifleriyle çadırlarını kuran işçiler, sendikanın jandarma karşısında aldığı uzlaşmacı tutum nedeniyle çadırlarını kendi elleriyle yıkmak zorunda kaldılar. En son işten atma saldırısının yaşandığı yer olan G.U.'da ise işçiler bilindiği biçimiyle direnişe geçemediler. Direniş yerine ne ifade ettiği ve neyi amaçladığı anlaşılamayan bir yöntem izleyerek, sadece vardiya dönüşümlerinde işyeri kapısında görünmekle yetindiler. Bu, işçilerin önerisi ile değil Has ve Mito direnişinin sendika üzerinde yarattığı basınçla seçilen pasif ve hedefsiz bir “kararlılık” gösterisi oldu. Has'ta ilk atılan iki işçiyle kısa süreliğine (5 gün) uygulanan bu yöntem, diğer atılmaların yaşanmasıyla çadırlı bir direnişe dönüştürüldü.

Sendika ise, kendisine rağmen kurulan direniş çadırını kaldırma gücü bulamayınca, Has işçilerine de kendilerinin daha ileriden sahiplenebilecekleri aynı yöntemi önermiştir. Bu yöntemin orta vadede direnişin bitirilmesi yönünde olumsuz bir adım olacağını sezinleyen Has işçileri tutumlarını değiştirmediler. G.U.'da gelinen yerde önce parça parça dağılmalar, bugünse sembolik görünme eylemi fiilen bitmemişse bile zaten sınırlı olan etkisini tümden yitirmiştir.

Son bir örneği ise Mimaysan'dan verelim. Buradan atılan 30'a yakın işçiye direniş değil mahkeme yolu gösterilmiş, ancak işyerinin yurtdışında bağlantılı olduğu işyerleriyle temas kurularak önemli bir kısmının işe geri dönmesi sağlanmıştır.

Has, Mito ve G.U.'daki gelişmeleri sınırlı olarak aktardık. Daha sayılabilecek onlarca ayrıntıyı aktarmak ise gerekli değil. Ortaya çıkan tablo üzerinden kabaca değerlendirdiğimizde dahi, Birleşik Metal'in söylemi ile pratiği arasında ciddi bir açı oluşmaya başladığını şimdiden ifade edelim.

BMİS'in somutta üç direniş üzerinden ortaya koyduğu sendikacılık anlayışı sorgulanmalıdır. Üç direniş sürecinde alınan tutumlar bariz bir biçimde işçilerde sendikaya derin bir güvensizlik yarattı. Sendikanın atıl ve beklemeci çizgisi devam ettikçe de güvensizlik derinleşiyor.

Pratiğin ortaya çıkardığı nesnel başka bir gerçeklik de, BMİS'in fiili-meşru mücadele anlayışına son derece uzak olduğudur. Devletin icazetine ve yasal sınırlara hapsolan, hatta yasal olup da etkili sonuçlar verebilecek mücadele yöntemlerinden bile geri duran bir pratiktir sözkonusu olan. Öyle ki, bu icazetçi yasalcı anlayış BMİS'e işçi sınıfının asıl gücü olan sağlam bir örgütlenmeyle birleşmiş üretimden gelen gücünü bile unutturmuştur. BMİS yöneticileri üretimden gelen gücü, somutta üretimi durdurmayı, onlarca yıldır kullanmamakla övünebilmektedir. Direnişe geçen işçilerin seslerinin basın açıklaması yoluyla duyurulması talebini “niye bunun üstünde bu kadar duruyorsunuz ki, ne değişecek?” söylemiyle karşılayabilmiş, sendikanın önlük, şapka, pankart vb. sembolik araçlarını yasal olmayacağı gerekçesiyle işçilere vermemiş, kendi deyimleriyle “sorumluluk” almamıştır.

BMİS tarafından ayrı bir yere konulan sendikal anlayışın ayırdedici yönü nedir? Bunun cevabı belirsizdir. Herşeyden öte örgütlenmenin önündeki engellerin, noterlik şartı, işkolu barajı vb. sorunların aşılması için mücadele ettiğini iddia eden BMİS'in samimiyeti sorgulanır durumdadır. Patronların işten atma saldırısı, üyelikten istifa baskısı, kurulan örgütlülüğü tasfiye etmeye dönük çabaları BMİS'in karşı çıktığı saldırılar değil midir? O beğenilmeyen sendikalar yasasını, iş güvencesi getiriyor, işe iade kolaylaşıyor diye üstüne yattıkları köleci 4857 sayılı iş yasalarını pratikte uygulatmama biçimleri fiili-meşru eylem biçimleri değil midir? Böyle olduğu yeterince somutken, Birleşik Metal-İş neye karşı, neden rahatsızlık duyuyor? Eğer karşı çıkılan sendikalar yasasıysa, esnek üretim saldırısıysa, işçilerin sendikalaşma ve direnişe çıkma nedenleri bunlardır. O halde BMİS sözkonusu fabrikalarda bu uygulamalara karşı neden mücadele etmez?

Her bir direnişin sendikalaşma hakkını kazanıp kazanamamasından bağımsız olarak, ortaya çıkacak sonucun nasıl bir süreci açığa çıkardığı önemlidir. BMİS'in şimdiye kadarki yasalcı, beklemeci ve fiili-meşru mücadeleden uzak anlayışıyla bakarsak, bu işyerlerinde belki toplusözleşme imzalanabilecektir. Oysa sınıf mücadelesi, dolayısıyla da örgütlenme mücadelesi bir dizi farklı yönleriyle bir bütündür. Sendikanın fabrikaya girmesi, toplusözleşmenin iyi bir biçimde imzalanması, her bir işçinin bu süreçlerde kazanacakları bilinç ve mücadele deneyimleri, öncelikle de bir sınıfın parçası olarak güçlerinin farkına varmaları, özgüven kazanmaları vb. Bunların hiçbiri birbirinden koparılabilecek süreçler değildir. Birinde yaşanan zayıflık dolaysız bir biçimde diğerini etkilemekte, toplam süreç baştan sakatlamaktadır.

Somutta sendikanın tutumu ve pratiği bu alanların tümünde son derece sığdır. Diğerlerine nazaran hakkını alma ve örgütlülüğünü koruma planında daha kararlı olan Has Alüminyum işçileri, bunu sendikanın çabasıyla değil kendi emekleriyle sağlayabilmişlerdir. Direnişin sendika tarafından açık bir biçimde istenmediği Mito için de durum özünde aynıdır.

Gelinen yerde ise direnişlerin sınıf hareketinin toplamı adına ve özellikle de bulundukları yerellikler payına bırakacağı deneyim son derece önemlidir. Deneyimden kastedilen sadece sendikanın fabrikalara sokulması değildir kuşkusuz. Bu anlamda sonuçsuz kalmış ancak moral ve deneyim planında hala örnek verilebilecek Swiscard deneyimi hala belleklerdedir. Ya da daha yakın bir dönemde işten atılan ve sendikanın tasfiyesine karşı aylarca direnen Aymasan işçilerinin direnişi hala kayda değer örnekler olarak önümüzde durmaktadır.

BMİS'in bugüne kadar aldığı tutumlar, sergilediği pratik süren direnişler payına hiç de umut verici görünmüyor. Sendikal arayış içine giren sınıf bölükleri içinse tablo daha da iç karartıcıdır. BMİS devam eden direnişlerin bugüne kadarki sürecinde sürekli işçilerin geri yanlarına seslenmiş, işçilerin her eylem önerisini işten atılma ihtimalini öne sürerek ve sorumluluk almayarak geri çevirmiştir. Bu tutumuyla, işçilerde kırılması gereken korkuları daha belirgin hale getirmiştir. Oysa sınıfın her türlü eylemli sürecinde olduğu gibi sendikal örgütlenme süreçleri de işçilerin bilincini geliştireceği, mücadelesinin önünü açabileceği, sınırlarını zorlayabileceği, özgüven kazanabileceği ve bir sınıf kimliği oluşturabileceği imkanlardır. Sendika şu ana kadar bu imkanları göz göre göre heba etmiştir.

Diğer yandan BMİS kendi payına övgüye konu ettiği tabanın söz ve karar hakkını da çiğnemiştir. Sendikasının sembollerini direniş çadırına taşımak, direnişlerinin sesini diğer sınıf kardeşlerine duyurmak ve süreç içerisinde patronların sendika hakkını engellemeye yönelik tutumuna karşı bir tutum geliştirmek isteyen işçilerin önerilerini dinlenmemiş ya da işçilerin geri yanlarına seslenerek hayata geçmesini engellenmiştir.

Sonuç olarak BMİS'in mevcut tablosunun sendikal hareketin toplam tablosundan ayrı yerde durduğunu iddia edenlerin aksine pratikte farklı değildir. Görülen tabloda bürokratizm, yasalcı ve uzlaşmacı, tabanın istemlerini karşılamaktan uzak icazetçi bir sendikal anlayışın BMİS'i de esir aldığı açıktır. Dolu dolu iç etkinlik programları çıkarmanın, işçi sınıfının enternasyonal birliğini sağlamak adına Avrupa'da bulunan diğer metal işçileri sendikalarıyla temasa geçmenin ve onların etkinliklerine katılmanın, düzenli sendikal yayınlar çıkarmanın, hatta Çelebi'nin dönem dönem ayyuka çıkan sermaye işbirlikçisi tutumlarını reddeden açıklamalar yapmanın, diğer sendikalarla kıyaslandığında kendi içinde bir anlamı bulunmuyor.

Zira bu yapılanlar, metal işçilerinin sendikal hak ve özgürlüklerini kazanma ve sınıf sendikacılığı yapma pratik çabalarıyla birleşmiyorsa bir anlam ifade etmiyor. Sınıf sendikacılığı anlayışını BMİS içindeki bir grup insanın değil toplamında BMİS'in anlayışı haline getirme mücadelesi vermeyenler, idealist sendikacılık anlayışından bir adım öteye gidemezler.

Dolayısıyla da militan bir sınıf hareketi yaratma çabası içinde olanların eleştiri oklarından da kurtulamazlar.

Anadolu Yakası'ndan metal işçileri