08 Nisan 2006 Sayı: 2006/13 (13)
  Kızıl Bayrak'tan
   Birleşik mücadele için görev başına!
  Kürt halkının yeni serhıldanı
  AB makyajı çok geldi; Baskı ve terör rejimi pekiştiriliyor!
  Kürt halkının serhıldanı ve düzenin 1 Mayıs korkusu!
Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayı'nı örgütleme çalışması başlıyor!
  DİSK bürokratları Kürt düşmanlığına devam ediyor!
Kıyılar yağmaya açılıyor; AKP sermayeye uşaklıkta sınır tanımıyor!
GSS Yasa Tasarısı; Sağlık hakkı gaspediliyor!
GSS referandumunun sonuçları üzerine
Adana'da GSS'ye karşı sağlık sempozyumu
Okullarda şiddet/2; Birinci vazifesi yozlaşmak olan gençlik!
Has Alüminyum işçisi direniyor!
  Sinter Metal'de işçi kıyımı!
  Ekim'den: Ortadoğu'da toplumsal muhalefet ve siyasal akımlar / (Orta sayfa)
   Sol içi zorbalığın karşısına dikilmek vazgeçilemez bir devrimci sorumluluktur!
   Devrimci siyasal faaliyetimiz engellenemez!
  Avrupa'da grevler yayılıyor!
  Fransa gençliği ve işçi sınıfı mücadeleye devam kararı aldı
  Putin'in Çin gezisi; Çin-Rusya ittifakı pekişiyor!
  Emperyalist ordular İran'a saldırı hazırlığına hız veriyor
  Avrupa'da devrimcilerden ortak açıklama; Kahrolsun faşist diktatörlük! Kürt halkına özgürlük, eşitlik, kardeşlik, gönüllü birlik!
  Halkımızın direnişini selamlıyoruz!
  Liseli gençlik mücadeleyi kurultayla büyütecek, 1 Mayıs'a taşıyacak!
  Küçükçekmece İşçi Platformu; Sosyal yıkım saldırılarına karşı 1 Mayıs'ta alanlara!
  Üniversitelerden...
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Solda kimlik ve karakter sınavı...

Sol içi zorbalığın karşısına dikilmek vazgeçilemez bir devrimci sorumluluktur!

YÖGEH'in geçtiğimiz hafta boyunca Ekim Gençliği'ne yönelik olarak gerçekleştirdiği saldırılar ve uzun bir dönemdir bir dizi gruba yönelik olarak savurduğu tehditler, ilerici-devrimci kamuoyunun bilgisi dahilindedir. YÖGEH saldırganlığının ilk hedefi biz olmadık. Aylar öncesinde ortaya konulan saldırı tehditleri önce Gençlik Federasyonu, ardından HÖC ve TKP'ye dönük fiili saldırılar halinde sürmüştü. Şimdi ise aynı saldırının hedefinde Ekim Gençliği var ve bu tutum kendini bir hafta boyunca aralıksız süren saldırılar üzerinden göstermiştir.

Ekim Gençliği'ne yöneltilmiş fiil saldırılara ilişkin gelişmeleri ek yazılarla ayrıca sunduğumuz için burada dosdoğru konunun kendisine girmek istiyoruz.

“Meşru savunma” kılıfı içinde devrimcilere tehdit ve saldırı

Saldırıların daha ilk anında söylediklerimizi yineleyerek başlamak istiyoruz:

Devrimci-ilerici güçler arasında ideolojik eleştiri ve tartışmalar doğaldır ve siyasal düşüncenin gelişmesinin en önemli yol ve yöntemlerinden birisidir. Sol içinde sorunlar ancak bu çerçeve içinde, bu yol ve yöntemler dahilinde tartışılabilir. Dolayısıyla sol içinde ancak ideolojik bir zeminde yanıtlanabilecek olan düşünce ve değerlendirmelerin karşısına saldırı ve tehditlerle çıkmak, hiçbir koşulda haklı ve meşru bir yol ve yöntem değildir, hiçbir durumda olamaz.

Bu bizim her zamanki yaklaşımımızdır. Devrimci ve ilerici güçler arasında şiddet ve zorbalığın hiçbir durumda haklılık ve meşruluk taşıyamayacağını biz yıllardır savunuyoruz ve buna eğilim duyanlara kararlılıkla tutum alıyoruz. Kaldı ki bu bir çıkmaz yoldur. Buna başvuranlar, bununla bir şey kazanmış, hiçbir sorun çözememişlerdir. Bundan böyle de kazanamaz ve çözemezler. Bu yol ve yöntemlerin yolaçacağı sonuçlar ise bellidir. Bugüne kadar bu yalnızca sol içi ilişkilerin ağır biçimde tahrip olmasına neden olmuş, bu arada sola yönelik karalama ve provokasyonlara da verimli bir zemin oluşturmuştur.

Ne var ki buna, bunca öğretici deneyime rağmen YÖGEH (ki tavrını PKK'nin genelinden ayrı düşünmek kesinlikle olanaklı değildir) bu yol ve yöntemlere gitgide daha çok eğilim duymaktadır. Başından itibaren devrimci hareketle ilişkisini tehdit, dayatma ve zor yöntemleri ile kurmak istemektedir. Büyük bir keyfilik ve sorumsuzlukla davranmakta, bir yerde temsilci beğenmemekte, bir başka yerde şu ismi kullanamazsınız demekte, daha başka bir yerde ideolojik-politik belirlemeleri keyfi tutumlarla “küfür ve hakaret” diye nitelendirerek yazı-yayın beğenmemekte, kendi istediği doğrultuda sansürlenmesini, işaret edilen satır ve ifadelerin çizilmesini dahi isteyebilmektedir. Devletin bile devrimcilere dayatamadığı sansürcülüğe mazlum bir halkı temsil etmek iddiasındakilerin heves etmesi, akıllara durgunluk verecek bir tutum ve davranış örneğidir, ama işte YÖGEH de dosdoğru bu tutum ve davranışın sahibidir.

Kuşkusuz herkes gibi YÖGEH'in de şu veya bu düşünceyi onaylamamak, beğenmemek, hatta ondan hoşlanmamak hakkı vardır. Ancak bunu zorbalıkla yaptırıma, küfür ve hakarete, giderek fiili saldırılara çevirmeye hiç kimsenin hiçbir durum ve koşul altında hakkı yoktur. Ama YÖGEH bu hakkı kendinde görüyor, zira gücünün buna yettiğini düşünüyor. Gücü olanın hakkı da vardır anlayışı (“orman hukuku”!) ilkel bir Ortaçağ anlayışıdır. Kendilerini ilerici ya da devrimci olarak görenlerin, hele de özgürlüğü ve demokrasiyi savunduklarını söyleyenlerin bundan özenle uzak durmaları gerekir. Aksi taktirde ortada ne içtenlik ve samimiyet, ve ne de iğne ucu kadar bir tutarlılık ve inandırıcılık kalır. Kendilerine ilerici, yurtsever ya da devrimci diyenlerin, kitlelerin karşısına bu konum ve sıfatla çıkanların, ilerici saflarda onaylamadıkları ya da beğenmedikleri bir düşünce varsa eğer, yapmaları gereken buna düşünsel platformlarda yanıt vermek, bu çerçevede salt düşünsel araç ve yöntemler kullanmak, hiçbir durumda bunun dışına çıkmamaktır.

Şu veya bu düşünce ya da yargıyı “beğenmiyorum” diyerek ilerici-devrimci güçlere karşı şiddet kullanmanın hiçbir biçimde ve hiçbir durumda bir meşruiyeti yoktur, olamaz; bunu en kesin bir biçimde bir kez daha tekrarlıyoruz. YÖGEH şahsında sözkonusu olan açıktır ki kendi fiziki gücü üzerinden, yani dosdoğru “orman hukuku”na dayanarak, ilerici ve devrimci hareketi hizaya çekme, kendi istediği potanın içinde şekil verme niyet ve arzusudur. Bu sonuçsuz kalmaya mahkum boş bir hayaldir. Bunun gerçek devrimciler şahsında hiçbir şekilde başarılı olma ihtimali yoktur. Buna boyun eğenler değil devrimci, bir parça kişilik ve onur sahibi sıradan insanlar olarak bile kalamazlar. Devrimcilere karşı zorbalığın çözümsüz çıkmazı da buradadır. Bununla yol almak, bir yerlere varmak olanağı yoktur. Biz kendi payımıza zorbalık karşısında bükülmektense kırılmayı tercih ederiz. Bu toplumda yaşayıp da devrimcilik iddiasındaki her samimi ve tutarlı insan, çevre ya da siyasal yapının gösterebileceği bu olağan tavırdan habersiz olmak, habersizmiş gibi davranmak akıl alır şey değildir.

Yaşanan siyasal süreç düşünüldüğünde, YÖGEH'in saldırganlık çizgisi ideolojik-politik bilinç, sorumluluk ve duyarlılıktan yoksunluğun da bir göstergesi sayılmalıdır. Devletin baskı ve terörü şiddetlendirdiği, şovenizmi ve linçi girişimlerini yeniden azdırdığı, emperyalist saldırganlığın boyutlandığı, halklar arasında kin ve düşmanlığın oluşturulmaya çalışıldığı bir dönemde, ilerici güçler arasında sorun ve çatışma yaratmak bir başka akıl dışı davranış örneğidir. Bundan yarar sağlayacak olan yalnızca ve yalnızca, sermaye düzeni ve devleti olacaktır. Geçtiğimiz hafta İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde ve Merkez Kampüs'te devam eden polis saldırıları ile yanyana koymak, YÖGEH izlediği tutumun akıldışılığını ve sorumsuzluğunu gözler önüne sermek için kendi başına yeterlidir herhalde.

Yaranma çizgisinden hareketle derinlere batanlar

Yaşanan süreç sadece şiddetin sol içi ilişkilerde kullanılmasının ne kadar sorumsuz ve çözümsüz bir yol olduğunu göstermekle kalmamış, öte yandan sol içerisinde ilkeden yoksunluğun, ideolojik omurgasızlığın ve politik kaypaklığın tipik temsilcilerini de bir kez daha, ancak bu sefer üstü örtülemez bir biçimde ortaya çıkartmıştır.

Kimileri şahsında yıllardan beridir en kaba bir biçim kazanan müzmin kuyrukçuluğun gerisinde, elbette devrimci ideoloji, ilke ve amaçlar planındaki belirgin zayıflık bulunmaktadır. Böylelerini devrimci ilke ve amaçlardan, buna dayalı öncelikler ve kaygılardan çok gücü olana hayranlık, gücü olanın ardından sürüklenmek, bunu da kendisi için öncelikli misyon yapmak ilgilendirmektedir.

Yaşanan sürece paralel olarak böylelerinin sergilediği ilkesiz ve yaranmacı tutum aslında bizi şaşırtmamıştır. Çünkü bu onların yıllardır izlediğimiz ilkeden, bağımsız bir ideolojik-siyasal konumdan yoksun tutumlarının yalnızca yeni bir örneğidir. Ancak yaşanan saldırılar ve tehditkar açıklamalar sonrasında bu çevrelerin “kraldan çok kralcı” bir tutumla ortaya çıkmaları, saldırıları ve şiddeti mazur gösteren davranışlar sergilemeleri, yine de yeni bir durum sayılmalıdır. Siyasal kuyrukçuluğun bile ilkeden yoksunluk ve ideolojik omurgasızlıkla bağlantılı az-çok bir mantığı vardır. Fakat devrimcilere düşünsel nedenlerle yöneltilmiş fiili saldırılara avukatlık yapmak, zorbalığı savunmak ve dahası onu yeni saldırılar doğrultusunda cesaretlendirmek, tümüyle başka bir şeydir. Bu ibret verici olmaktan da öteye bir şeydir.

Tanımladığımız bu eğilimin son süreçteki temsilcileri Sosyalist Demokrasi Gençliği (SDG) ve Demokratik Gençlik Derneği (DGD) olmuşlardır. Bu iki çevre devrimcilere yönelen zorbalığa açıktan arka çıkmışlar, kraldan çok kralcı davranmışlar, bu tavırlarıyla sol içi şiddeti meşrulaştıran bir çizgide hareket etmişlerdir.

YÖGEH'in talep ettiği “çözüm” toplantısında bu iki grubu temsil edenler kelimenin en tam anlamıyla saldırgan ve kışkırtıcı bir tutum içinde olmuşlardır. Sorunun çözümüne katkıda bulunmak bir yana ortamı geren, zorbalığı bir yol ve yöntem olarak seçenleri cesaretlendiren bir tutum izlemişlerdir. Bu konuda denebilir ki birbirleriyle yarışmışlardır.

Biz Ekim Gençliği olarak saldırılar başladığı ilk andan itibaren devrimci ilerici güçleri saldırılar ve tutumuz konusunda bilgilendirmeye çalıştık. Zira bu süreç boyunca döne döne ifade ettiğimiz gibi, yaşanılan süreç hiç de tek başına bize yönelmiş bir saldırganlığın ifadesi değildi. Tehditler kuyrukçuluğu çizgi haline getirmiş olanlar dışında ilerici ve devrimci güçlerin tümünü kapsıyor, anlayış olarak tümünü birarada hedefliyordu. Tehditler bağımsız çizgiye ve tutuma, buna dayalı bir iradeye ve düşünme yöntemine sahip tüm siyasal anlayışları içine alan bir genişlikte kullanılmaktadır. Öte yandan ise bu keyfi ve ölçüsüz saldırgan tutum sözümona “meşru savunma” adı altında meşrulaştırılmak, böylece güya “politik” bir kılıfa da büründürülmek istenmektedir.

Günlerce süren saldırıların ardından bizzat YÖGEH'in talebiyle gerçekleşen toplantılarda olup bitenlere geçiyoruz. YÖGEH'ten çok başkalarının utanç verici bulduğumuz tutumları konusunda somut bir fikir edinmek bakımından bunun önemli ve gelinen yerde artık fazlasıyla gerekli de görüyoruz.

YÖGEH'in ve bizim katıldığımız ilk toplantıda DGD temsilcisi, o zamana kadar yeterince açık bir biçimde söyleyemediklerini, anlaşılan YÖGEH'in de toplantıda bulunuyor almasından güç alarak ve öte yandan da kendi yaklaşımlarının ne olduğunu YÖGEH temsilcisine göstermeye çalışırcasına, tüm ölçsüsüzlüğü ile ortaya döktü. Bizi cepheden hedef alarak devrimci değerlerle uzaktan yakından ilişkisi olmayan bir üslupla tartışmayı açtı ve daha baştan sözümona çözüm için oluşturulmuş bir toplantının ortamını provokatif biçimde gerdi.

İdeolojik ilke ve tutarlılıktan yoksunluğun politik planda oportünizm ve kaypaklık üreteceğini yıllardır söylüyoruz. Bugün öncelikle DGD şahsında bunun en somut örneği ile yüzyüzeyiz. Bu çevrenin temsilcisi sözde çözüm oluşturmak için yapılan toplantıda saldırganlığa yaranmacı ve dahası kışkırtıcı tavrını öteki şeyler yanında şu türden sözlerle ortaya koydu:

Neden saat 2 gibi masa açılıyor, doğrusu anlamakta zorlandık, bu tarzda yazıları politik bir dergide yayınlamak yerine bir fanzin çıkarın onda yayınlayın, Ekim Gençliği bu tarzda provokatif yazıları sürekli yayınlamaktadır, bu yazıların hiçbir politik değeri yoktur, bizce sol içi şiddet çeşitli nedenlerle meşru olabilir, iyi o zaman herkes istediğini yazsın ve kimse bir yanıt vermesin...

Bunlar DGD temsilcisi tarafından sergilenen sorumsuz ve kışkırtıcı tutuma yalnızca bazı örneklerdir. İsteyen kendi değerlendirmelerini dergi sayfalarında ifade etmek yerine fanzin çıkararak yayınlama hakkına elbette sahiptir, ancak devrimci bir siyasal örgütten bunu istemek kaba bir densizlik örneğidir. Bir hafta boyunca gerçekleşen saldırılar serisinin ardından saldırgana yaranmak üzere saldırıya hedef olanlara yönelen bu türden bir söylem, ona başvuranların gerçekte ne olduklarını hiç değilse bizim için tüm açıklığı ile ortaya sermiştir. DGD'yi ve zihniyetini artık iyi tanıyoruz ve bunu özenle hep akılda tutacağız.

DGD'nin, onun temsil ettiği siyasal anlayışın tüm süreç boyunca yaşadığı ‘siyasal' evrim şu şekilde özetlenebilir: Devrimci Demokratik Yapılar Arası Diyolog ve Çözüm Platformu'nun sol içi ilişkilerde şiddetin hiçbir biçimde meşru kabul edilemeyeceğini ifade eden metninin imzacısı olmak ve bu anlamı ile sol içi şiddete karşı tutum aldığını deklare etmek, ardından yine aynı platformun toplantılarında yazımızı tartışmaya açmaya çalışarak sol içi tartışmalarda şiddeti meşrulaştırmaya çalışmak ve son olarak da yazımızı ve hatta daha önceki yazılarımızı ve değerlendirmelerimizi “provokatif ve hiçbir politik değeri yok” türünden kışkırtıcı söylemlerle karalayarak saldırganlığın safına geçmek...

Bu evrimin ulaşabileceği yeni bir aşama, “biz de YÖGEH'le beraber saldırılara başlıyoruz” türünden bir tutum ve açıklama olabilir ancak. Zira varılan yer nesnel ve mantıksal olarak bu tutumun eşiğinden başka bir şey değildir. Yaşanılan evrim düşünüldüğünde DGD bu noktadan çok da uzak bir yerde sayılmaz.

İkinci günkü toplantıda ise bu kez SDG, eteklerindeki taşları gözümüzün içine bakarak ve pervasızca ortaya dökmüştür. Saldırılar başlamadan önce SDP temsilcisi tarafından ifade edilen “gerekirse etten duvar örer saldırıları durdururuz” türünden pek duygulandırıcı söylemler, son noktada bize ve bir dizi devrimci siyasete dönük açık bir karşıtlık ve karalama halini almıştır. Öylesine ki henüz toplantının orta yerinde ve siyasetlerin bir kısmı eğilimlerini dahi ifade etmemişken, üstelik YÖGEH'in saldırılarını sürdüreceğini pervasızlıkla açıklamasının hemen sonrasında sözalan SDG temsilcisi, bizi ve bizim gibi düşünen siyasetleri “şovenist” olmakla, sol içi şiddete karşı çözüm platformunu ise “şovenizmin yatağı haline gelmek” ile suçlayabilmiştir. SDG temsilcisi bu karalayıcı sözlerinin sonrasında, görevini yapmış bir asker edasında koltuğuna yayılmış ve bundan sonra çıkacak olaylarda araya girmeyeceklerini de ayrıca vurgulamak ihtiyacı duymuştur.

Devrimi cepheden terketmiş Kürt hareketinin dümen suyunda hareket etmek dışında siyasal mücadelede bir yeri olmayanların bu türden, ilkel bir demagoji örneği bile sayılmayacak kışkırtıcı ve karalayıcı sözlerine yanıt verme gereği duymuyoruz. Bu söylemler bağlılığını YÖGEH'e somut bir olay üzerinden bir kez daha gösterme hezeyanından öte bir değer taşımamaktadır. Devrimci olmayanların enternasyonalist olması hiç mümkün değildir, SGD'nin kışkırtıcı temsilcisinin öncelikle bunu öğrenmesi gerekir. Ve dünya alem biliyor ki SDG çevresi için devrimcilik, 12 Eylül öncesinde kalmış soluk bir anıdan ibarettir.

Saldırıların başladığı dönemde biz, bu saldırganlığın muhattabının tek başına saldırıya maruz kalan siyasetler olmadığını ifade etmiştik. Amaç saldırıya uğrayanlar üzerinden genel olarak ilerici ve devrimci hareketi hizaya getirmekti. Bunun zorbalığı uygulayanlar tarafından geçmişten beri bir yöntem olarak kullanıldığını da biliyoruz. Saldırganlık boyutlandıkça bazılarının daha şimdiden daha bir hizaya girdiği anlaşılıyor. DGD ve SGD üzerinden izlediğimiz tutumun anlamı aynı zamanda budur. Öte yanda döneklerin devrimde ısrar edenlere karşı psikolojisi neyse, yaranmacılığı çizgi ve kimlik haline getirenlerin zorbaca dayatmalara boyun eğmeyenlere karşı tutumu da aşağı yukarı odur. Bu iki çevreden yansıyan hezeyana biz aynı zamanda böyle bakıyoruz.

Kuyrukçuluğu dalkavukluğa, bunu da devrimcilere karşı kışkırtıcılığa ve karalamalara vardıranlara söyleyeceklerimiz şimdilik bunlardır. Bu utanç verici tutumları bu çevrelerin gerçek konum ve kimliklerinin en dolaysız nişanesi olarak ele aldığımızı da buna eklemek istiyoruz.

Solda kimlik ve karakter sınavı

Solda bu denli kaba, haksız ve pervasız bir saldırganlık karşısında pasif, ilgisiz ve tutumsuz kalmak hak ve olanağı yoktur. Açık ve tok bir tutum almaksızın durumu ya da daha da kötüsü her iki tarafı idare etmek hak ve olanağı hiç yoktur. Bu en kaba türden bir oportünizm olur. İlerici-devrimci güçler arası ilişkilerde derin bir güvensizliğe ve telafisi kolay olmayan başka sorunlara yolaçar. Herkesin bunun bilincinde olması, bunun gerektirdiği özeni ve sorumluluğu göstermesi gerekir.

Devrimci propaganda-ajitasyon özgürlüğü ile dayatmacı zorbalık arasında yaşanan bir ilke çatışması karşısında açık ve tok bir tutum almaktan demagojik ya da duygusal gerekçelerle kaçınmanın, hele de halen bazılarının yaptığı gibi saldırganlığı bir biçimde mazur görüp onaylamanın utancı kolay kolay silinemeyecektir. Bunu da bu durumda olanların ayrıca gözetmesi gerekir.

Halihazırda burada tüm açıklığı ile işaret ettiğimiz iki grubun yanısıra çeşitli bahanelerle toplantılara gelmeyen ve böylece kendini tavır açıklama ve tutum alma “yük”ünden kurtardığını sanan öteki bir-iki grup dışında tutulursa, ilerici-devrimci grupların saldırganlığa karşı açık bir tutum almaları sevindiricidir. Öte yandan saldırıların gerçekleştiği birimlerde bu gruplara mensup genç devrimcilerin saldırganlığa karşı aktif ve sorumlu bir tavır içinde olmaları da ayrıca sevindiricidir. Bu tutum ve davranışlar doğal olarak devrimciler arası birlik, dayanışma ve güven ilişkilerini güçlendirmektedir. Kritik bir durum karşısında ilerici-devrimci grupların büyük bölümü tarafından gösterilen bu tutum ve davranışın tüm onuru ve kazanımı bir bütün olarak Türkiye devrimci hareketine aittir. Fazlasıyla tatsız ve dahası potansiyel olarak da tehlikeli son olayların belki de tek olumlu yönü ve yanı da budur.

Abartmaksızın söyleyebiliriz ki ilerici-devrimci gençlik güçleri, genel olarak kendine ilerici ya da devrimci diyen tüm sol akımlar, sol içi zorbalığa karşı tutum konusunda bugün tam bir kimlik ve karakter sınavından geçmektedirler. Karşı karşıya bulunulan devrimci propaganda-ajitasyon özgürlüğü ile dayatmacı zorbalıktır. Tepeden tırnağa karşıt bu iki anlayış ve davranış arasında yaşanan bir ilke çatışması karşısında açık ve tok bir tutum almak, bugün ve her zaman devrimci olmanın olmazsa olmaz koşuludur.

Ekim Gençliği

(Ekim Gençliği'nin Nisan 2006 tarihli 93. sayısından alınmıştır...)

-----------------------------------------------------------------------------------

Sakarya Üniversitesi'nden soruşturma terörü...

Baskılar bizi yıldıramaz!

Geçtiğimiz dönem SAÜ-DER “Bireyciliğe ve yabancılaşmaya karşı birliktelik ve dayanışmayı örelim!” şiarıyla gençlik şöleni düzenlemişti. Öğrenci derneklerinin okul içerisinde faaliyet yapma hakkı olduğu halde, masa açılmasına okul yönetimi tarafından izin verilmemişti. SAÜ-DER'li dört öğrenciye izinsiz masa açtıkları gerekçesiyle soruşturma açıldı. 29 Aralık'ta açılan keyfi soruşturma halen sonuçlanmamıştır. Bu da okul yönetiminin soruşturmaların sonuçlanması için sınav tarihini beklediklerini göstermektedir. Bunun üzerine SAÜ-DER'li öğrenciler 29 Mart günü bir basın açıklaması düzenleyerek soruşturmaları kınadılar.

“Soruşturmalar geri çekilsin!” pankartının açıldığı basın açıklamasında; “Bugün üniversiteler ticarethane mantığıyla işletilmektedir. Birçok ticari işletme, okul içerisine rahatlıkla girip, ürünlerini rahatlıkla pazarlayabilirken, öğrenci örgütü olan, onların demokratik, akademik, bilimsel istemlerini dile getiren bu doğrultuda mücadeele eden SAÜ-DER'in okul içerisindeki faaliyet yürütme hakkı engellenmeye çalışılıyor. SAÜ-DER, öğrencilerin hakları için verdiği mücadeleye sonuna kadar devam edecektir” denildi.

Yaklaşık 40 kişinin katıldığı basın açıklamasında “Yaşasın parasız bilimsel, demokratik eğitim!”, “YÖK'e hayır!”, “Soruşturmalar, baskılar bizi yıldıramaz!” , “Üniversiteler bizimdir, bizimle özgürleşecek!”, “Öğrenciler derneğe, mücadeleye!” sloganları atıldı. DTP, SDP ve Sakarya Gençlik Derneği de eyleme destek verdi.

Ekim Gençliği/Sakarya