10 Eylül 2005
Sayı: 2005/36 (36)


  Kızıl Bayrak'tan
  Faşist terör ve provokasyonlarla Kürt halkının özgürlük ve eşitlik mücadelesini boğamazsınız!
  Gemlik yürüyüşü devlet terörü ve linç girişimiyle engellendi
  Özelleştirme yağmasını ancak işçi sınıfı durdurabilir
  TÜPRAŞ'ta konuşma sırası işçilerde!
  TÜPRAŞ işçisi özelleştirmeye karşı direnme kararlılığında
Avrupa Birliği sürecinde son gelişmeler
AB "demokrasisi" yolunda "iş kazaları": Grevciye yasak, sendikalıya kurşun
  Sınıflı toplumların sınıf ayrımcı okulları: Eğitimde eşitlik için sosyalizm!
  Katrina kasırgası; Doğal afet mi kapitalizmin çöküşü mü?
  Felaketin ve sefaletin küreselleşmesi!
  Katrina'nın aynasında iki Amerika
  Katrina evdeki "üçüncü dünya"yı açığa çıkardı
  Devletin devekuşu politikası ve boşa çıkan İmralı çizgisi (Orta sayfa)
  Sendikal tazminat hakkı nasıl gaspediliyor!
  Dinsel gericiler siyonistlerin hizmetinde
  Irak'ta İmam Musa Kazım anmasında bine yakın Iraklı can verdi

  ABD'de neo-faşist çetenin saltanatı sarsılıyor

  Büyükçekmece İşçi Kurultayı hazırlık çalışmalarından
  Gücümüzü Ümraniye İşçi Kurultayı'nda birleştirelim!
  12 Eylül faşizmi üzerine
  Bir mücadele deneyimi...
  Pendik BDSP'den açıklama; Dar grupçu çatışma değil devrimci mücadele
  Bültenlerden/ Ankara İşçi Bülteni
  Bültenlerden/ Mamak Türküsü
  Basında 6-7 Eylül provokasyonu
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Felaketin ve sefaletin küreselleşmesi!

Katrina kasırgası sonrasında ortaya çıkan manzara üzerinde ne kadar durulsa azdır. Zira bu manzaradan kapitalist dünyanın efendisinin, onun biricik süper gücünün içler acısı halini; dolayısıyla emperyalist-kapitalist dünyanın üzerinde yükseldiği değer ve kurumların, insanlık için anlamını ve sonuçlarını en net biçimde görmek mümkün olmaktadır. İşte bu nedenle olay, egemenler ve kabesi ABD olanlar üzerinde tam bir şok yaratmış, ortaya çıkan enkazın altında onlar da kalmışlardır.

Bugüne kadar benzer manzaralara sıklıkla rastlanılan orta derecede gelişmiş kapitalist ülkeler ya da “çağın” dışına itilmiş ülkelerde bu, ya yerel yöneticilerin basiretsizliğine ve aç gözlülüğüne ya da kapitalist gelişmemişlik durumuna bağlanmaktaydı. Böylelikle benzer felaketlere uğrayan bölge ve ülkelerle sınırlı sonuçları olan bu olaylar sonrasında kurulu düzene toz kondurtulmamaktaydı. Oysa ABD'de yaşanan bu felaket, emperyalist-kapitalist düzenin tüm temel yapı taşlarını deşifre etmekle kalmamış, emperyalist-kapitalist düzenin son büyük hamlesi olan küreselleşmenin kalan son cilalarını da söküp atmıştır. Zira sözkonusu olan küreselleşmenin sembolü ve tüm dünya halklarına vaazedilen kapitalist gelişmenin halklara sunacağı refah ve huzurun eşsiz örneğidir!

ABD'nin New Orleans eyaletinin neredeyse haritadan silinmesiyle sonuçlanan bu büyük felaketin ortaya çıkardığı manzara Türkiye'nin emekçi halkının Marmara depreminde bizzat yaşadığı durumla büyük benzerlikler taşımaktadır. Aynı benzerlik yakın zamanda tanık olduğumuz dünyanın birçok bölgesindeki felaketler için de geçerlidir. Ortaya çıkan sonuç, tüm bu felaketlerin doğa olaylarının ortaya çıkardığı doğal bir yıkım değil, tersine bizzat kurulu düzenin işleyiş mekanizmalarından köklendiği, onun tarafından büyütüldüğü gerçeğidir.

ABD'deki bu bakımlardan deprem gibi önden kestirilmesi güç olan doğal olaylarından farklı olarak geleceği neredeyse aylar öncesinden bilinen bir doğal olay karşısında ortaya çıkan bir sonuç olması nedeniyle kesinkes böyledir. Çünkü felaketin yaşandığı kentin 500 bin kişiden oluşan nüfusunu aylar öncesinden geleceği bilinen kasırgadan korumak için kentten uzaklaştırarak güvenli bölgelere taşımak mümkün olduğu gibi, felaket sonrasında da zamanında müdahale edilerek kurtarma faaliyetleri etkili bir biçimde yapılabilse yine de bu düzeyde bir sonuç ortaya çıkmayabilirdi. Ancak kapitalist düzenin işleyiş yasaları, yapısı ve sınıf mantığı Türkiye'de nasıl bir sonuç yaratıyorsa, kapitalizmin en ileri örneği ABD'de de aynı sonucu yaratmaktadır. İşçiler, yoksullar ve ezilen bir ırkın mensubu olanlar kaderlerine terkedilmekte, toplumsal zenginliğin ürünü teknik ve teknolojik imkanlardan yoksun bırakılmakta, tek kelimeyle kırılmaktadırlar.

New Orleans'ta telef olanların hemen tamamını yoksullar ve yoksul siyahlar oluşturmaktadır. Kentin kaymak tabakası günler öncesinden kenti terkederken onlar kaçınılmaz ve gün gibi açık sona terkedilmiş; felaketten sonra da özel bir ayrımcılığa maruz bırakılmışlardır. Dahası, Amerikan devleti güç ve olanaklarını yardım bekleyen onbinlerce insanı kurtarmak için değil, yaşamak için ihtiyaçlarını yıkık dükkanlardan aldıkları gıdalarla karşılayan halka karşı özel mülkiyeti korumak için kullanmaktadır.

İşte bu dört dörtlük bir kapitalizm gerçeğidir. Dünyanın her köşesinde olduğu gibi emperyalist-kapitalist dünyanın merkezinde de tüm toplumsal zenginlik ve imkanlar bir avuç kodamanın elinde toplanırken ve bu azınlığın çıkarları için kullanılırken, milyonlarca insanın yaşamına zerre kadar değer verilmemektedir. Emperyalist ABD'nin devasa kaynaklarla desteklenen ordusu dünyanın hemen her köşesinde üstlenip binlerce insanın kanını dökerken ve bu arada Afganistan'la başlayıp Irak'la süren sözde insanlığa özgürlük ve refah getirmek amaçlı kırım operasyonlarını sürdürürken, kendi topraklarında da yıkım altında inleyen insanları kurtarmak yerine özel mülkü korumak uğruna kan dökmektedir.

Bu manzara gelinen noktada, emperyalist-kapitalist dünya düzeninin, insanlığı yüzyüze bıraktığı büyük felaketin boyutlarını da sunmaktadır. Üretici güçlerin gelişmişlik düzeyinin ortaya çıkardığı devasa zenginlik ve maddi olanaklar bir avuç kapitalistin tekelci egemenliği altında bulunmaktadır. Emperyalist küreselleşme dünyanın her köşesinde toplumsal eşitsizlikleri büyütmüş, servet-sefalet kutuplaşmasını korkunç boyutlara ulaştırmıştır. Sadece geri ve orta derecede gelişmiş kapitalist ülkelerde değil, bizzat emperyalist metropollerde de durum budur.

İşte son felaketin tescillediği gerçeklerden biri de bu olmuştur. ABD'de bugün milyonlarca insan işsiz ya da düşük ücretle geçici işlerde çalışıyor, yüzbinlerce Amerikalı başını sokacak bir evden yoksun, 50 milyon insanın sağlık güvencesi yok, ekonomideki şişkinliğe karşın resmi istatistiklere göre 295 milyonluk ülkede 37 milyon insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor. ABD'deki bu durum AB ülkelerinde de faklı değildir. Emperyalist-kapitalist dünya düzeni, küreselleşme adı altında insanlığa vaadettiklerinin aksine yoksulluğu ve sefaleti küreselleştirmiş; dünya ölçeğinde insanlığı felaketin eşiğine getirmiştir.

İnsanlığın emperyalist-kapitalizm tarafından eşiğine getirildiği bu felaket tablosundan kurtuluş yolu da yine bizzat ABD'de yaşanan felaket vesilesiyle çarpıcı biçimde görülmüştür. Bu yolu, ABD'nin kuşatması ve çok yönlü ablukasına rağmen kıt olanaklarla direnen Küba göstermektedir. Öyle ki tüm maddi zenginliğine ve teknik olanaklarına karşın ABD'de Katrina kasırgası tam bir insani felaketle sonuçlanırken, bir yıl önce saatte 260 km. (Katrina 230 km) hızla Küba'dan geçen kasırga karşısında Küba yönetimi 1.5 milyon insanı yüksek yerlere tahliye etmiş, kasırga ile 20 bin ev yerle bir olurken, tek bir insanın burnu dahi kanamamıştı. Kıt kaynaklarını halkın hizmetine sunmaktan çekinmeyen Küba ile emperyalist-kapitalist dünyanın efendisi-sembolü ABD'nin bu karşılaştırılması dahi, kapitalist düzen karşısında sosyalizmin üstünlüğünü ve insanlık için tek kurtuluş seçeneği olduğunu anlatmaya yetmektedir.

Sonuç olarak, emperyalist-kapitalist düzen felaketi küreselleştirirken, insanlık açısından sosyalizm küresel ölçekte yaşamsal bir ihtiyaç haline gelmiştir.

---------------------------------------------------------------------------------------

Katrina

(...)

Körfez şehirlerini yerle bir edip sular altında bırakan Katrina, ardında korkunç bir şaşkınlık ve benzersiz bir öfke bıraktı. Ölü sayısının 10 bini geçeceği sanılıyor. Neredeyse aylar önceden randevulu olarak gelen, hızı gücü bilinen, dolayısıyla sonuçları açıkça kestirilebilen bir felaketin dünyanın en güçlü uygarlık ihracatçısı ülkesinde böylesine çaresizlikle karşılanması başta Amerikan halkı olmak üzere bütün dünya halklarını şaşkınlığa sürükledi. Özellikle yüzde 80'i sular altında kalarak tarihe gömülen New Orleans'ta fırtınadan sonra beş gün boyunca kaderlerine teslim edilen insanların ezici çoğunluğunu siyahların oluşturması, tarih boyunca ne kadar üstüne gidilse de iliklere işlemiş ırkçı bakışın en müstehcen dışavurumu oldu. CNN'in bile görmezden gelemediği bu durumu rap'çi sanatçı Kanye West öfkeyle dile getiriyordu. “Bush, siyahları umursamıyor.” Yalnız o mu, şimdi bütün Amerika'da ve dünyanın her yerinde Katrina neredeyse bir ırk temizliği olarak görülüyor. Siyah yazar Darryl Pinckney soruyor: “Louisiana büyük bir yoksul beyaz nüfusa sahiptir. Pekiyi onlar nerede? New Orleans farklı olmakla birlikte yoksul beyazlar orada da yaşıyor. Evlerinin hepsi yıkılmış. Orada oturanlar neden ortalıkta görünmüyor? Çünkü onlar kurtarıldı.” Şehirlerin boşaltılması için günler öncesinden başlayan uyarıları kale alabilecek gücü olanlar canlarını kurtardı. Kalanların neredeyse tamamının siyah olması elbette görmezden gelinemeyecek kadar açık bir gerçeği işaret ediyor. (...)

Amerikan medyası da doğal olarak son derece zorlu bir sınavdan geçiyor. Jesse Jackson dışında henüz hiçbir siyasetçinin altını çizmediği ırkçı bir refleksin hortlamış olduğu görülüyor. Amerikan basını tarafından bütün dünyaya sunulan resim utanç verici bir ayrımcılığın damgasını taşıyor. Siyahlar bundan 10 yıl önceki Los Angeles ayaklanmasında da olduğu gibi, toplumsal düzenin en ufak bir sarsıntısında ayaklanan, fırsatçı suçlular olarak sunuluyor. Bunun en kaba örnekleri yan yana sunulmaya başlandı bile. Elindeki mallarla yarı beline kadar suyun içinde çırpınan siyah fotograflarının altında ‘yağmaladığı mallarla' yazarken aynı durumdaki beyaz fotoğraflarının altında bulduğu mallarla yazıyor sözgelimi. Siyahlar çalıyor, beyazlar buluyor. Pinckney, felaket üstüne yaptığı yorumu şöyle bitiriyor: “Günden güne eleştirip zavallı bulduğumuz ülkelere benziyoruz. Devletle toplumun birbirinden iyice kopuk olduğu ülkelere. Yalnız bırakıldık, kaderimize terk edildik. Ama siyahlar buna zaten alışıktı.” CNN bile Bangladeş'i gösterip, orada bile sellere karşı daha etkin önlemler alınıyor demeden geçemediğine göre büyük güçlü Amerika ve her biri kendisini dünyanın efendisi zanneden vatandaş imgesinin yediği darbeyi bir düşünün. (...)

Irak nerede?

Katrina, kaçınılmaz olarak 11 Eylül saldırılarıyla tartılıyor, Irak Savaşı'yla ölçülüyor. 11 Eylül saldırıları sonrası inanılmaz bir hızla devreye giren kurtarma ekipleriyle, kısa zaman içinde yaraların sarılması, şehrin onarılması konusunda başarıya ulaşan devletin New Orleans'a olan uzaklığı tartışılıyor doğal olarak. Beklenmedik bir felaket karşısında böylesine hızlı gösterilen refleksin randevuyla gelen bir felaket karşısında eli kolu bağlı kalmasının ardında elbette bir bit yeniği aranarak. Afganistan ve Irak'ı işgal ederken elini böylesine çabuk tutan ABD'nin kendi vatandaşlarının hayatı konusunda acze düşmesi Bush'un temsil ettiği politikanın iflası olarak görülüyor. Demiryollarından telefon hatlarına, otobanlardan elektrik trafolarına kadar altyapının yenilenmesine harcanmayan paranın haksız bir savaşa harcanıyor olması sorgulanıyor. Katrina'yla birlikte Amerikan halkının gözleri Irak savaşına dönüyor. Savaşın her anlamda maliyeti bir kez daha tartılıyor.

Korumak uğruna dünyayı kana buladıkları ‘yaşam tarzı'nın ne mene bir şey olduğunu okyanusa batmış olan New Orleans kalıntısı üstünde açıkça görüyorlar belki de. New York Kiliseleri Konseyi'nin başkanı rahip Dr. Calvin Butts anlatıyor: “Şu an olanlardan hem şaşkına döndüm hem de hiç şaşırmadım. Olanlar birçok insan açısından eğitici olacaktır, bu ülkede yoksullara, hele hele siyahlara hiç önem verilmediğini gösterdiği için. Politikanın kimlerin elinde olduğuna, Cumhuriyetçilerin kimlerle ilişkide olduğuna baktığınızda ırkçılığın nasıl yeniden üretildiğini göreceksiniz. Louisiana bu ülkenin maskesini düşürmüştür.”

Yıldırım Türker

Radikal, 5 Eylül ‘05