06 Ağustos 2005
Sayı: 2005/31 (31)


  Kızıl Bayrak'tan
  Seydişehir direnişinin
anlamı ve önemi
  Seydişehir’de yağmacılara karşı militan
direniş!
   Avrupa Birliği’nin TEKEL’i ve tütüncülüğü bitirme dayatması
  TMY’de değişiklikler gündemde... Devlet terörde sınır tanımayacak
  ÖSS’de biçimsel değişiklikler
Coca Cola işçilerinin çadırına polis saldırdı
Sendikalaşmanın önündeki en büyük
engel sendika ağalarıdır!
  Adalet Ağaoğlu’nun İHD üyeliğinden istifası... “Aydın” olmanın
dayanılmaz hafifliği!
  Anayasa Mahkemesi kadın başkanla “taç”landı!
  Gelin canlar bir olalım, Hızır Paşalar’ın
kanlı iktidarını yıkalım!
  Munzur Festivali fiili
olarak gerçekleşti!
  Mersin Limanı işçilerinin eylemi sürüyor
  Bu UMUDU öldürmeye
gücünüz yetmez!
  Sınıf hareketinin güncel görünümü ve işçi
kurultayı çalışmaları (Orta sayfa)
  Tasfiyeciliği örtme ve teorileştirme aracı:
Demokratik konfederalizm!
  Şimdi de Gazze’ye ırkçı duvar

  ABD askerleri arasında depresyon
yaygınlaşıyor.

  İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu (İRA) silahlı mücadeleye son verdi
  Özbekistan, topraklarındaki ABD
üssünün boşaltılmasını istiyor
  Düzen mumdan gemiyle ateşten denizi geçmeye çalışıyor
  Yarım kalan hayatlar
  Ekim Gençliği’nden
  Mamak 2. Kültür-Sanat Festivali
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

ÖSS ve LGS açıklandı!

Burjuva eğitim sistemi yine öğrencilere sıfır dağıttı!

Sıfırlar toplandığında yine sıfır elde edilir matematikte. Yani sıfır toplamada etkisiz elemandır. Ancak bu kez, sıfırlar üst üste geldiğinde öyle büyük bir yekun çıkıyor ki ortaya, üstünü kapatabilmek yahut görmezden gelebilmek mümkün değil. Açık ki, eğitim sisteminin temelini sıfırlar oluşturuyor. Ve çarpıklığı da yuvarlak ve içi boş bir zemine dayanmasından ileri geliyor.

ÖSS ve LGS sınavlarının ardarda açıklanmasından sonra, burjuva basın dikkatleri özenle birincilerin, ikincilerin okudukları özel okullara, gittikleri dershanelere çekmeye çalışsa da, sonuçların üstünü kapatmakta büyük güçlük çekti. Halihazırda görmezden gelinemeyecek bir tablo var ortada. ÖSS'den sıfır alanların sayısı geçen senenin iki katı. LGS sonuçlarına göre ise, her on öğrenciden biri sıfır aldı.

ÖSS sonuçlarının ortaya çıkardıkları

ÖSS'de geçen sene olduğu gibi bu sene de başarı büyük oranda Anadolu liseleri ve fen liselerinin tekelindeydi. Sınav sonrası televizyon ve gazetelere taşınan birinci, ikinci ve üçüncüler, başarılı oldukları andan itibaren, artık eğitim sisteminin aklanmasında birer maşa, dershanelerin ve özel okullarının reklamlarında kullanılan birer metaya dönüşmüşlerdi. Zaten yıllardır farkında olarak ya da çoğu kez olmayarak bu role hazırlanmış, beyinleri sistemli bir biçimde işlenen bir malzemeye dönüşmüşlerdi. Ortaya çıkan ürün sınav derecesi olunca, artık onlar bedenleri ile de sistemin kanatları altına girdiler ve üzerilerine giydikleri dershane t-shirtleri ile kafalarındaki okul armalı şapkalarıyla podyumda acemice yürüyen mankenlere dönüştüler.

Sonuç itibariyle bu çocukların başarısında çarpık eğitim sistemi ve bu sistemin temel yapı taşı olan dershaneler ve özel okullar dışında kazanan kimse yok. Zira önümüzdeki sene yeni birinciler çıkacak ve bu gençler çoktan unutulmuş olacak. Üniversiteyi bitirdiklerinde karşılarına işsizlik duvarı çıktığı zaman ÖSS dereceleri onlar için bir iş imkanına dönüşmeyecek.

ÖSS ve LGS sonuçlarının ilk ortaya çıkardığı gerçek bu işte. Her sene olduğu gibi bu sene de başarı eğitim hayatı için en çok para saçabilen kesimlere aitti. Eğitimin niteliğinin iller arasındaki eşitsizliği de aynı sınıfsal eşitsizliğin bir uzantısı olarak karşımıza çıktı. Doğu illeri, Batı'ya oranla tartışmasız başarısızdılar. En başarılı kırk il içerisinde, Doğu illeri arasından yalnız iki tanesinin adı sayılabiliyordu!

Hayata sıfırdan başlayanlar!

Eğitim süreci boyunca öğrenciler onlarca sınavla karşı karşıya kalıyorlar. Ancak her nasılsa bir kısmı sınava başlangıç noktasının çok gerisinden başlarken, diğerleri adımlarca önden koşmaya başlıyorlar. Bir kısmı hayata sıfırdan başlıyor, bir kısmı ise hayata başladıklarında ileriki yaşamlarının yolu büyük oranda çizilmiş oluyor. Sonra üstü örtülü yorumlar getiriliyor bu konuya ilişkin. Birileri yolda tökezleyip düştükleri için aptal ilan ediliyor, diğerleri ise yıllarca desteklenmenin güveniyle rahat ve zorlanmadan yürüyerek üstün zekalı mertebesine yükseliyor.

İşçi ve emekçi çocukları hangi şartlarda sınava hazırlanır? Dershanelerin rehberlik programları içerisinde çalışarak okuyan öğrencilerin nasıl çalışması gerektiğine dair bir program hazırlanmıyor. Büyük dershanelerden birinde ÖSS'den bir ay önce ÖSS'ye hazırlık semineri veriliyor. Konu, “sınav öncesi beslenmede dikkat edilecek hususlar.” Elma yiyin, süt için, protein alın, çeşitli ama sık beslenin, yağdan kaçının, şuna dikkat edin, buna dikkat edin!.. Asgari ücretle geçinmeye çalışan bir ailenin sınava hazırlanan çocuğuna beslenme listesi vermiyor bu büyük dershane! Tayyip Erdoğan daha önce bu konuda veciz bir sözü vardı; “simit ve çayla geçirin tüm öğünlerinizi.” Tayyip Erdoğan'ın çocukları LGS ya da ÖSS'ye girmek zorunda kalmadan yurtdışına çıktılar tabii. Onların özel perhizlere ihtiyacı olmadı.

“Sonra eksikliklerinizin üzerine gidin ve sakın stres olmayın, hayatınızın sonu değil bu sınavlar” diye telkinler başlar, sınava iki hafta kala. En önemsiz dersten dahi ders alan, en iyi dershaneye giden, oldukça iyi bir ortaokul ya da lisede okuyan bir öğrenci, doğallığında kendine güvenecektir ve bu telkini de yerine getirmeyi başararak bir kez daha kendisinden çok şey bekleyenlerin taktirini toplayacaktır. Zaten kazanamasa da işi hazırdır, ya da özel bir üniversiteye kapağı atacaktır, ya da ailesinin onu ikinci üçüncü kez dershaneye gönderecek parası vardır. Ancak gelecek beklentilerini salt bu sınava endekslemiş ve dershaneye ya hiç gitmemiş ya da tekrar gidebilmesinin imkanı olmayan gençler nasıl uyacaklar sakin olma telkinlerine. Elbette korkacak, stres olacaklar. Daha kötüsü, başarısızlıklarının faturasını kendilerine kesecekler sonunda. Suçlamaları gereken sistemin önünü kendi aldıkları puan kapayacak ve hatta bu gençler kendilerine zarar verecekler. Bu sene de ÖSS açıklandıktan sonra birkaç yerden intihar haberleri duyuldu. Gencecik insanlar eğitimde fırsat eşitsizliğinin kurbanı olmuştu.

Milli Eğitim Bakanı'ndan dolaysız açıklamalar

Çelik, bir gazetecinin, “65 bin öğrenci sıfır puan aldı. Geçen yıl da sıfır puan alanlar vardı. Bunun sebebi başarısızlık mı, başka nedenleri var mı?'' sorusu üzerine şunları söyledi:

“Aslında bunların puanları sıfır falan değil. 3 yanlış bir doğruyu götürünce kalan doğrular da gidiyor. Diyelim ki, bir öğrenci 25 doğru yapsa 75 tane yanlış yaptığında puanı sıfırlanır. Veya 80 soru çözen bir öğrenci eğer 20 soru doğru çözerse, bunun 60 tanesi yanlış olunca 60 yanlış 20 doğruyu sıfırlar. Burada aslında ham puanı 0.5 ile 0.5'in altına düşenler değerlendirmeye alınmıyor.

“Bu ‘sıfır' meselesinden dolayı geçen sene, özellikle yazılı basın organlarında mesele bana göre bir hayli abartıldı. Şunun bilinmesinde fayda var: Dünyanın en gelişmiş ülkeleri olan ABD ve İngiltere'de liseyi bitirme çağına gelmiş olan, fakat okuma yazması bile doğru dürüst olmayan binlerce öğrenci var. Bu tabii Türkiye'ye mahsus olan bir şey değil. Gönül ister ki, bunların hiçbirisi olmasın. Geçen yıla göre aslında bir artış sözkonusu değil.”

İşin garip yanı, Hüseyin Çelik geçen sene de benzer cümlelerle sıfırları açıklamaya çalışmış ve“ tamamen bardağın boş tarafını görerek, kendi kendimizi küçük görmeye ve felaket tellallığı yapmaya, moral bozmaya kesinlikle gerek yoktur” demişti.

Bu açıklamalarla Çelik ortaokul mezunu her on öğrenciden birinin okuma yazma düzeyine bile gelememiş olmasını doğal karşılamak gerektiğini, bunun bir felaket olmadığını açıklıyor. Referans noktasını ise ABD oluşturuyor. Zaten bütün bu açıklamalarla Çelik “suç biz de değil, sıfır alanlarda” demiş oluyor. “Sıfır alan binlerce kişi var diye kendimizi küçük mü göreceğiz?”

Tam bir arsızlık örneği açıklamalar bunlar. Eğitimdeki fırsat eşitsizliğinin, toplumsal yaşamdaki sınıfsal eşitsizliğin ürünü olan sıfırlardan dolayı binlerce öğrenciyi aptallıkla suçlamak, onları horlamak, topyekûn kapitalist sisteme ait olan bir suçu onların üstüne atmak... Sıfır puan alanlar, Batı illerinde kendisiyle karşılaştırılamayacak düzeyde imkan sahibi insanlarla sınava giren işçi ve emekçi çocuklarıdır. Eğitim hayatı anadilde eğitim göremediği için baştan sakatlanmış Kürt çocuklarıdır. Bu durum açık ki, bu gençlerin başka bazı gençlerden daha az zeki olmasından değil, bu sistemin bu gençleri ve çocukları gözden çıkartmış olmasındandır.

(Ekim Gençliği'nin Ağustos 2005 tarihli 85. sayısından alınmıştır...)

----------------------------------------------------------------------------------------

Kentsel dönüşüm değil rantsal dönüşüm!

Barınmak, insanın en temel ihtiyaçlarından ve haklarından biridir. Tıpkı su gibi, ekmek gibi, hava gibi, uyku gibi en temel ihtiyaçlarından biri. Bu ihtiyacımızı karşıladığımız yerlere de ev, yuva, konut, mesken, barınak gibi çeşitli isimler bulmak mümkün. Bu isimleri bulmak mümkün de, hanidir barınacak yerleri bulmak pek mümkün olmuyor. Hele hele bir de başımızda burjuvazi gibi sömürgen bir sınıf varsa. Bu hakkımızı da bir kâr kapısına dönüştürmek için türlü türlü lafazanlıklarla, süslü süslü isimlerle, kendi bilimsellik tanımının sınırları içindeki yasalarla, saldırmaya ve kasasını doldurmaya çalışıyor.

Son zamanlarda kent, imar, planlama, gecekondulaşma, çarpık yapılaşma kelimeleri üzerinden birçok oyun oynanıyor. Yeni yeni düzenlemeler yapılıp yasallaştırılmaya çalışılıyor. Adı ister ‘Kentsel Dönüşüm Projesi' olsun, ister ‘Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Kanunu Tasarısı' olsun, isterse ‘Yıpranan Kent Dokularının Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun' olsun, yapılmak istenenler gün gibi apaçık ortada.

‘Kentsel Dönüşüm' gibi alengirli sözcük grupları, sizlerin de az-çok kıyısından köşesinden, isteseniz de istemeseniz de bir farkındalık içinde olduğunuz, hiçbir bilimsellik taşımayan, bir takım çevrelere rant amaçlı yalancıktan ifadeler. Evet, gerçekten bir dönüşüm olduğunu, daha doğrusu olacağını yadsımıyoruz. Korunması gereken alanların, ev gibi olmayan evlerimizin, park gibi olmayan parklarımızın, yol gibi olmayan yollarımızın bir dönüşümü olacak, burjuvazinin kasasına doğru bir dönüşüm.

Yalan dolanın bini bin para

Engels, “Büyük modern kentlerimizde işçilerin ve küçük-burjuvazinin bir kısmının sıkıntısını çektiği konut darlığı, günümüzdeki kapitalist üretim biçimi sonucu ortaya çıkan sayısız daha küçük, ikincil kötülüklerden biridir” demiştir. (Konut Sorunu, s.20 ) Bugün büyük kentlere -özelinde İstanbul'a- baktığımızda, nüfus yoğunluğunun çok olduğunu görüyoruz. Kent, sanayileşme ile birlikte artan göçlerle ve diğer bir taraftan da köyleri yakılıp yıkılan insanların geçmişlerini sırtlayıp geldikleri bir umut kapısı olması sebebiyle, beraberinde bir konut sorununun ve darlığının yaşanmasına imkân sağlamıştır. Sebep ne olursa olsun göçe zorlanan emekçi yığınlar, geldiği büyük şehirde barınmak zorundadır. Emeğini satarak kazandığı üç kuruş paranın büyük bir kısmını ev kirasına vermesi mümkün değildir. Sonuçta, barınma ihtiyacını karşılamak için kendi olanakları ile çözümler üretmeye çalışır. Önce bir akrabada kalınır, sonra şehrin kıyısında köşesinde kalmış, itilip kakılmış, bir günde yapılmış tek göz odalardan oluşan bir sürü gecekondunun sırt sırta, omuz omuza durduğu o varoşlardan birinde tutunmaya çalışılır hayata. Kentin dış kesimlerinde, fabrikalara yakın boş arazilerin üzerine kurulur gecekondu mahalleleri. Ama sanayiinin günden güne gelişmesi daha geniş alanlara yayılma zorunluluğu getirmiş, böylece kıyıda köşede kalan gecekondu mahalleleri birden bire merkezi duruma düşmüştür. Merkezileşen bu arazilerde bir takım çevrelerin ağızlarını sulandırmaya başlar.

Bu varoşlar kentin çevresine serpiştirmişlerdir ve hepsi birbirinin aynıdır. Yollar aynıdır, duruşları aynıdır, cepheleri aynıdır, kapısının önünde koşuşturan çocukları aynıdır, yüzlerdeki ifadeler aynıdır, ait oldukları sınıf aynıdır. Yığınlar, burjuvazinin aklına hep seçim dönemlerinde gelir. Maskeler takılır, sözler verilir, bildik vaatler edilir, burunlar uzadıkça uzar. Sonra seçimler biter, koltuklara yerleşilir, klimalar çalıştırılır, çaylar söylenir, telefon konuşmaları yapılır, toplantılara girilir ve çıkılır, yasalar hazırlanır, imzalar atılır, eller sıkılır... Sonra iş makineleri yola çıkar, kolluk kuvvetleri yola çıkar, belgeler yola çıkar, emirler yola çıkar, toz yola çıkar, gürültü yola çıkar, eşyalar yola çıkar, çocuklar yola çıkar, insanlar başka bir seçim dönemine doğru yola çıkar. Ya da barikatlar kurulur, öfke sırtlanılır, taşlar, sopalar ellere alınır, sloganlar atılır, kadın-erkek, çoluk-çocuk, genç-yaşlı, konu-komşu birlik olup evlerini, tek göz odalarını korumaya çalışırlar. Aslında “burjuvazi hoşgörülüdür, insanları oldukları gibi sever. Çünkü onların olabileceklerinden nefret etmektedir”.*

Ve yığınları susturmak, onları o korkulası, nefret edilesi hale sokmamak için burjuvazi kendi alternatiflerini devreye sokar. Şimdilerde ‘kentsel dönüşüm' projesi ile evlerinden atılacak olan işçi ve emekçi halkın karşısına ev sahibi olabilmelerini sağlayacak (!) bir sistem ile çıkıyor. ‘İpotekli konut kredisi sistemi' abartılı faiz oranları ile bir taksitlendirme sunuyor. Böylece işçi büyük borçların altına girerek bir yönüyle hayatını ve emeğini sermayeye ipotek ediyor. Artık işyerindeki kötü muameleye, ücretlerin düşüklüğüne, mesai ücretlerinin ödenmemesine, kölece çalışma koşullarına karşı mücadele etmek bir yana, yakınıp, dillendirmek bile sakıncalı hale geliyor ve karıncalar ordusu yılları bulacak –ki taksitlerin sona ermesi uzun yıllar demek- bir sessizliğe boğulmak isteniyor. Peki, yeni kölelik yasaları ile hiçbir iş güvencesi olmayan, esnek çalışma koşulları altında sürekli bir belirsizlik ve güvensizlik içinde olan işçi ve emekçiler böyle bir projeye ne kadar sıcak yaklaşabilirler? Aslında bu burjuvazi pek umurunda değil. Ne de olsa o kendi adına en iyi çözümleri sunuyor.

Bizler sermayenin bu önerilerine alışkınız artık. Sellerle birlikte yıkımların gündeme geldiği kış aylarında da Alibeyköy ve çevresinin kamulaştırılıp istimlâk edileceği söylemleri uzun bir zaman gündemde kaldı. Buralarda yaşayan insanlara da çözüm olarak bazı afet konutları gösterilmişti. Dere yatağının ıslah edilmesi gerektiğini bahane edenlerin, insanlara sunduğu öneri yine dere yatağında yapılmış, yapılanmaya müsait olmayan, yeşil alan olarak ayrılmış, yüzde 45 eğimli afet konutları oldu ve böylece yeni felaketlere davetiye çıkarıldı.

Kışın insanların vicdani tepkilerinden çekinip ertelenen ve yazın daha süslü bir şekilde karşımıza çıkan yıkım meselesi aynı yakıcılığı barındırıyor içerisinde. Yüzbinlerce gecekondunun yıkımı var yeni planlamada. Birisi çıkıp, seçim zamanı sevimli gözükmek için ‘ben de kaçak yapıda oturuyordum diyor', bir yönüyle ben de sizdenim, dertlerimiz aynı demeye getiriyor. Ama sandıklar açıldıktan sonra, ‘kaçak yapıları acımadan yıkın' deyip gerçekten kimlerden olduğunu ve kimlere hizmet edeceğini gösteriyor.

Düzenin akıldışı niteliği hiçbir soruna çözüm bulamaz

TMMOB Şehir Plancıları Odası'nın Haziran ‘05 tarihli makalesinde şu açıklamalar yapılmış:

“... Özellikle yerel yönetimlerin sihirli bir değnek, kurtarıcı bir formül gibi sarıldıkları, ancak içini dolduramadıkları ‘Yıpranan Kent Dokularının Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması' adı altına gizlenen ‘sözde kentsel dönüşüm' kavramı, planlamadan kopuk, sosyal ve ekonomik boyutları bulunmayan, rant baskısı altında yalnızca parçacı fiziksel düzenlemeler tanımlayan, kent parçalarını daha yüksek yapılarla yenileyerek tüm sorunları çözebilme yanılgısı oluşturan niteliğiyle, bilimsel anlamda olması gereken kentsel dönüşümün çok gerisinde.”

“Diğer taraftan tasarının gerekçeleri içerisinde vurgulanan, afet ve depreme karşı önlem alınması gereksinimi, tasarının maddelerinde unutulmuş görünüyor. İstanbul özelinden yola çıkan tasarı, İstanbul'un deprem açısından görece daha az riskli tarihi yarımadası için çözümü, noktasal koruma kurulları ve bütünden kopuk parçacı dönüşüm projeleri ile tariflerken, İstanbul'un deprem ve afetler açısından en yüksek risk taşıyan bölgeleri için gerçek ve kalıcı çözüm önerilerini gözardı ediyor. Bu çelişki de, yasanın amaç ve gerekçelerinde ifade edilen bilimsel söylemlerden çok noktasal ve parçacı çözümlerle en yoğun speküle edilen alanların rant güdüsüne yönelik olarak “yenilenmesi” amacına yöneldiğini akla getiriyor.”

Sermaye, kent üzerinden politikalar üretip, yeni rant alanları peşinde koşuyor. Artık kent tam anlamıyla burjuvazinin oyuncağı olmuş durumda. Bir çeşit yap-boz misali menfaatleri uğruna, her vakit yeniden yapıp bozmaktan çekinmiyor. Kapitalist sistem hayatlarımızı tekrar tekrar örseleyip sürekli sorunlar üretmeye programlanmış. Yapılması gereken ise, sömürünün olmadığı herkes için adil ve yaşanası bir dünya için mücadele etmektir. Genelde yaşadığımız tüm sorunlar, özelinde ise konut sorunu ancak sosyalizm koşullarında çözülebilir.

* T. W. Adorno

N. Asya

(Ekim Gençliği'nin Ağustos 2005 tarihli 85. sayısından alınmıştır...)